10 research outputs found

    Clinic and laboratuary parameter's importance at local advanced and/or metastatic stomach cancer patients

    No full text
    AMAÇ Bu çalışmada lokal ileri ve/veya metastatik özefagogastrik kanserli hastalarda klinik, laboratuar ve patolojik özelliklerin genel sağkalım üzerine prognostik etkileri araştırıldı. GEREÇ VE YÖNTEM Haziran 2005 ile Ocak 2011 tarihleri arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü ne başvuran lokal ileri (inoperatif) veya metastatik mide kanserli 115 hastanın dosyası klinik, laboratuar ve patoloji bilgileri açısından retrospektif olarak değerlendirildi. Kontrollerine gelmeyen hastalar ile ilgili bilgiler Ankara Nüfus İl Müdürlüğü ve hastaların telefon numaraları aranarak Aralık 2011 tarihinde güncelleştirildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, performans durumları, histopatolojileri, serum alkalen fosfataz, karaciğer transaminaz, total bilirubin, sodyum, kalsiyum, albumin, hemoglobin, beyaz küre sayısı, trombosit düzeyi, tümör markerları gibi parametrelerin sağ kalım süreleri üzerine olan etkileri araştırıldı. BULGULAR Çalışmaya alınan hastaların 76 sı erkek (% 66,1), 39 u kadın (%33,9) olup erkek/kadın oranı 1.9 olarak belirlendi. Hastaların median yaşı 63 (27-89) yıl olup sağkalım üzerine anlamlı etkisi yoktu. Hastaların %26 da proksimal (gastroözefageal ve kardiya), %74 de distal (korpus ve antrum) yerleşimli gastrik kanser saptandı. Hastaların %56.6 (N=65) adenokarsnom, %27.8 (N=32) taşlı yüzük hücreli karsinom, %2 (N=1,7) adenoskuamöz karsinom saptandı. Taşlı yüzük hücreli karsinom olgularında sağkalım diğer histapatolojik tiplere göre anlamlı olarak daha kısa bulundu (p=0.009). Tutulum bölgesinin sağkalım üzerine etkisi yoktu (p>0.05). Olguların 102 si (%88,7) evre IV hastalığa sahipti. Tanı sırasında lokal ileri evre olan 3 hastada ise takipte metastaz gelişti. En sık metastaz bölgesi karaciğer (%53,N=61) ve peritondu (%46,1 N=53) Hastaların %47 si (N=54) palyatif kemoterapi almıştı, palyatif kemoterapinin sağkalım üzerine anlamlı etkisi yoktu, ancak sağkalımda %20 lik bir risk azalmasına sebep olduğu saptandı. Hastaların %16,5 ine palyatif radyoterapi (%13 mide,%1,7 kemik metastazlarına,%1.7 beyin metastazlarına) verilmişti. Ondört (%14.8) hastada radyoterapi öyküsü bilinmiyordu. Palyatif radyoterapinin sağkalımı anlamlı olarak artırdığı saptandı (p=0.006). Laboratuvar parametreleri değerlendirildiğinde median serum alkalen fosfatazı düzeyi 94 (22-868) IU/l, medain AST 20 U/L (0-40), median ALT 16 U/L (0-40), median total bilürübin 0,52 mg/dl (0,3-1,2), median albumin 4 g/dl (3,5-5), median kalsiyum 8,9 mg/dl (8,2-10,6 mg/dl), median sodyum değeri 139 (126-148) mmol/l median hemoglobin değeri 11.5 gr/dl (5.2-16.6), median trombosit değeri 307 x10.e6/ul (22-868), median lökosit değeri 8100 x10.e6/ul (3600-34100) olarak bulunmuştur. Multivaryant analizle değerlendirme yapıldığında laboratuar parametrelerinden ALP, AST ve ALT düzeylerinin sağkalımı anlamlı olarak etkilediği (sırasıyla, p=0.022, p=0.016, p=0.02), ancak serum total bilürübin, CEA, CA 19.9, CA 72.4, hemoglobin, lökosit, trombosit, düzeylerinin ise sağkalım üzerine etkisi olmadığı saptandı. Serum kalsiyumu yükseldikçe sağkalım kısalmaktaydı ancak bu istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı ancak anlamlılığa yakındı (p=0.076). İzlemdeki hastaların 78 i (%67,8) ex olmuştu. Median sağkalım 11.4 ay (%95 CI: 6.97-15.9) olarak belirlendi. SONUÇ Lokal ileri ve metastatik mide kanserli hastalarda hangi hastada kemoterapi ile daha iyi tedavi yanıtı ve sağkalım elde edilebileceğini öngeren bir prognostik parametre bulunmamaktadır. Bu çalışmada serum ALP, AST, ALT ve kalsiyum değerlerinin hastaların sağkalımını etkilediği saptanmış olup bu hastalarda prognostik parametre olarak kullanılabileceği bulunmuştur.Objectives: In this study, we investigated prognostic effect of clinic, laboratory ond pathologic features on local advanced and/or metastatic gastric and gastro-esophageal cancers. Patients and Methods: Clinical, laboratory and pathological findings of 115 patient who applied to Gazi University Medicine School s Hospital Medical Oncology Department with advanced (inoperative) or metastatic gastric cancer between June 2005 and January 2011 was evaluated retrospectively. The data of the patients who did not come to the follow-up controls are updated through first by getting the phone numbers from Ankara City Census Bureau and then by calling these patients in December 2011. The effects of age, gender, performance status, histopathologic and laboratory findings such as serum alkaline phosphates, liver transaminases, total bilirubin, sodium, calcium, albumin, hemoglobin, number leukocytes and platelets, tumor marker parameters on patients survival are analysed. Results: In this study, 66.1 % of the patients (n=76) were male, and the M/F ratio was 1,9. The median age of patients was 63 years (27-89) and age had no effect on survival. 26% of patients had proximal and in the 74% of patients had distal gastric cancer. Histopathologic types of gastric cancer in this patient population were as follows; adenocarcinoma 56.6% (n=65), signet ring cell carcinoma 27.8% (n=32) and adenosquamous carcinoma 1.7% (n=2). Median survival time of patients with signet ring cell was significantly shorter than patients who had other histopathologic gastric cancer types (p=0.009). Tumor localisation had no effect on survival (p>0.05). One hundred and two patients (88.7%) had stage IV disease. In three patients who had local advanced disease at diagnosis, metastasis developed during follow-up. Metastasis developed mostly in liver (53%, n=61) and peritoneum (46%, n=53). Fifty-four (47%) patients receieved palliative chemotherapy. Altough 20% risk reduction palliative chemotherapy had no statistical significant effect on survival. Palliative radiotherapy had been applied to 16.5% (n=19) of the patients (13% stomach, 1.7% bone metastasis, 1.7% brain metastasis. There was no radiotherapy data in about 14 (14.8%) of the patients. According to our analysis palliative radiotherapy increased survival rate significantly (p=0.006). Results of the laboratory parameters at diagnosis were as follows; median serum alkaline phosphatase level 94 IU/l (range, 22 - 868), median AST 20 U/L (0-40 U/L), median ALT 16 U/L (0-40 U/L), median total bilirubin 0.52 mg/dl (0,3-1,2 mg/dl), median albumin 4gr/dl (3,5-5 g/dl), median calcium 8.9 gr/dl (8,2-10,6 mg/dl), median sodium 139 (126-148 mmol/l), median hemoglobin 11.5 (5.2-16.6) gr/dl, median platelet 307 x10.e6/ul (22-868), median leucocyte 8100 x10.e6/ul (3600-34100). Multivariate analysis of laboratory parameters showed that basal ALP, AST and ALT levels were significantly effect on survival (p=0.022, p=0.016, p=0.02 respectively) however serum total bilirubin, CEA, CA 19.9, CA 72.4, hemoglobin levels, leukocyte and platelet counts had not effect on survival. Increasing serum calcium level was associated with decreaed survival rate but this was not statistically significant (p=0.076). Seventy-eight (67.8%) patient had died while we do our analysis. The median survival time was 11.4 months (95% CI, 6.97 -15.9). Conclusion: There is no prognostic parameter showing which patients obtained better survival results with chemotharapy in local advanced and metastatic gastric cancer patients. ALP, AST, ALT and calcium values effect on survival is detected and its usage as prognostic parameter is found in this study

    Stabilization of clayey soil with calcium lignosulfonate

    No full text
    YÖK Tez: 678838Birçok yapının inşaat sürecinde problemli zeminlerle karşılaşılmaktadır. Bu tarz problemli zeminlerle karşılaşılması durumunda genellikle iki yöntemden birine başvurulmaktadır: Birinci yöntem inşaat sahasının değiştirilmesi, ikinci yöntem ise zemin iyileştirme tekniklerinin kullanılmasıdır. Birçok projede inşaat sahasının değiştirilmesi mümkün olmamaktadır. Bu nedenle genellikle zemin iyileştirme yöntemlerine başvurulmaktadır. Bu tez çalışması kapsamında killi bir zeminin kalsiyum ligno sülfonat ile iyileştirilmesi ve iyileştirme sonuçlarının incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla bir dizi deneysel çalışma yapılmıştır. Deneysel çalışma kapsamında Kırklareli şehir merkezinde bulunan bir araziden zemin numunesi alınmış ve deneysel çalışmaların yapılması amacıyla Kırklareli Üniversitesi Geoteknik Laboratuvarına getirilmiştir. İlk olarak zemin numunesinin geoteknik özellikleri belirlenmiştir. Geoteknik özellikleri belirlenen zemin numunesinin dayanım özelliklerinin iyileştirilmesi amacıyla zemin numunesine farklı oranlarda kalsiyum ligno sülfonat katılmıştır. Kalsiyum ligno sülfonat miktarı, zeminin kuru ağırlığının % 0,5, % 0,75, % 1, % 2, % 3 ve % 4'ü olarak belirlenmiştir. Ayrıca kür süresine bağlı olarak değişimin incelenmesi amacıyla en uzun süre 365 gün olacak şekilde farklı kür sürelerinde karışım numuneleri hazırlanmıştır. Yapılan deneyler sonucunda zemine kalsiyum ligno sülfonat katılması durumunda optimum su muhtevası ve maksimum kuru birim hacim ağırlık değerlerinde kayda değer bir değişimin olmadığı görülmüştür. Dayanım özelliklerinin belirlenebilmesi amacıyla serbest basınç mukavemeti ve kaliforniya taşıma oranı (CBR) deneyleri yapılmıştır. Yapılan dayanım deneyleri sonucunda serbest basınç mukavemeti ve CBR değerlerinin artan kür süresi ile birlikte artış gösterdiği açık olarak ortaya konulmuştur. Serbest basınç mukavemeti değerlerinde doğal zemin numunesine göre en fazla 10 kat artış görülürken, CBR değerlerinde doğal zemin numunesine oranla 26 kata varan artışlar meydana geldiği görülmüştür. Tez kapsamında yapılan çalışmaların ışığında kalsiyum ligno sülfonatın zemin iyileştirmesinde kullanılabilir olduğu açık olarak görülmüştür.Problematic soils are encountered during the construction process of many buildings. In case of encountering such problematic soils, one of two methods is generally applied. It can be executed using techniques including removal / replacement and soil stabilization. In many projects, it is not possible to change the construction site. For this reason, soil stabilization techniques are often used. In this thesis, it is aimed to improve a clayey soil with calcium lignosulfonate and to examine the improvement results. For this purpose, a number of experimental studies have been carried out. Within the scope of the experimental study, soil samples were taken from a field located in Kırklareli city center and brought to Kırklareli University Geotechnical Laboratory for experimental studies. First, the geotechnical properties of the soil sample were determined. In order to improve the strength properties of the soil sample whose geotechnical properties were determined, calcium lignosulfonate was added to the soil sample at different rates. The amount of calcium lignosulfonate was determined as 0.5%, 0.75%, 1%, 2%, 3% and 4% of the dry weight of the soil. In addition, in order to examine the change depending on the curing time, mixture samples were prepared at different curing times, with the longest 365 days. As a result of the experiments, it was observed that there was no significant change in the optimum water content and maximum dry unit volume weight values when calcium lignosulfonate was added to the soil. In order to determine the strength properties, unconfined compressive strength and California Bearing Ratio (CBR) tests were carried out. As a result of the strength tests, it has been clearly demonstrated that the unconfined compressive strength and CBR values increase with increasing curing time. It was observed that the unconfined compressive strength values increased up to 10 times compared to the natural soil sample, while the CBR values increased up to 26 times compared to the natural soil sample. With the studies carried out within the scope of the thesis, it has been clearly seen that calcium lignosulfonate can be used in soil improvement

    Minimal Hepatik Ensefalopati Tanısı İçin Kolay Uygulanabilir, Yüksek Duyarlıklı Psikometrik Test Önerisi

    No full text
    GİRİŞ: Minimal hepatik ensefalopati (mHE), HE’nin en hafif formu olmakla birlikte aşikar HE ve karaciğer hastalığı ilişkilimortaliteyi öngörebilmektedir. Amerikan Karaciğer Derneği üyelerinin %84’ü mHE’yi önemli bir sağlık problemi olarakgörmekte, ancak %38’i hiç mHE taraması yapmadığını, çünkü bunun hem zor hem de çok zaman aldığını söylemektedir.Psikometrik Hepatik Ensefalopati Skoru (PHES), mHE için sık kullanılan ancak zaman alan bir testtir. PHES testlergrubunun Türk toplumuna özgü eşik değerlerini daha önce belirlemiştik. Bu çalışmada amacımız, PHES’in kısa birversiyonun uygulanabilirliğini araştırmaktı.METOD: 124 sirotik hastaya PHES testi uygulandı. mHE tanısı için eşik değer ≤-5, olarak belirlendi. PHES subtestlerintanısal kapasitesini değerlendirmek için ROC eğrileri oluşturuldu.SONUÇLAR: MHE prevalansı PHES ile %29.8 (37/124) olarak hesaplandı. PHES ile karşılaştırıldığında, PHES subtestlerindenen yüksek AUROC değerleri sırasıyla digit sembol testinde (DST) (0.925), numara birleştirme-A testinde (NBT-A) (0.894)ve seri noktalama testinde (SNT) (0.876) olarak belirlendi. 2’li subtest kombinasyonlarından ise en yüksek AUROC değeriDST+SNT kombinasyonunda (0.974) elde edildi (mHE tanısı için eşik değer-1.5 alındığında sensitivite/spesifite sırasıyla%97.3 ve %86.2 olarak bulundu) (Cohen’in kappa katsayısı 0.769). Basitce, PHES testler grubuyla mHE tanisi konmuş 37hastanın 36’si DST + SNT kombinasyonuyla da saptandı.SONUÇ: PHES testler grubu mHE tanısı için valide edilmiş altın standard psikometrik testler grubudur, ancak yapılmasıve değerlendirilmesi uzun zaman almaktadır. Klinik perspektiften bakıldığında, mHE taraması için kabul edilebilir birspesifisitenin olduğu yüksek duyarlıklı bir test yeterli olabilir. Yapılan bu çalışmada DST ve SNT’nin kombine kullanımıbu amaç için uygun görünmektedir ve bu nedenle mHE tanısındaki yerinin yeni çalışmalarla valide edilmesi gerektiğinidüşünüyoruzAnahtar Kelimeler: Minimal Hepatik ensefalopati, Portosistemik hepatik ensefalopati skor</p

    Kalp Yetersizliği Hastalarında Depresyonun Sol Ventrikül Mekanikleri Üzerine Etkisi

    No full text
    AmaçKalp yetersizliği (KY) dünya genelinde morbidite ve mortalitenin önde gelen nedenlerinden biridir. Bir çok çalışmada KY ve depresyonun sıklıkla birlikte olduğu ve depresyonun KY semptomları ile bağlantılı olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmamızda 2 boyutlu speckle tracking ekokardiyografi kullanılarak depresif semptomların derecesiyle sol ventrikül global longitüdinal strain (GS) değerlerini karşılaştırmayı amaçladık.Gereç ve YöntemÇalışmamız  Aralık 2012 ile  Şubat 2016 tarihleri arasında kardiyoloji kliniğine başvuran KY (EF&lt;%35) tanısı olan 135 hastanın dahil edildiği kesitsel bir çalışmadır. Depresif semptomlar Beck Depression Inventory-II ile değerlendirildi. Mental olarak normal olmayanlar ve diğer nörolojik problemi olan hastalar ve onam formunu imzalayamayan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Depresyon hastaları şu şekilde sınıflandırıldı: skor 0-13 arasında olanlar minimal (grup 1),  skor 14-19 arasında olanlar hafif (grup 2), skor 20-28 arasında olanlar orta (grup 3) ve skoru 29-63 arasında olanlar ciddi (grup 4). İkiboyutlu speckle tracking ekokardiyografide GS değerlendirilmesi için sol ventrikül apikal uzun,4 ve 2 boşluk görüntüleri bazal,mid-papiller ve apikal seviylerden frame rate  40 and 80 frames/s arasındayken görüntüler alındı.Bulgular Çalışma popülasyonda ortalama yaş  64±10 yıl (%54.8 kadın) idi. Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından fark yoktu. Grup 4’teki hastaların ortanca New York Heart Association değerleri grup 1, 2 ve 3’teki hastalara göre istatiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek idi. Gruplar arasında yapılan analizde GS değerleri açısından, gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı fark bulundu (p&lt;0.001). Yapılan post-hoc analizde bu farkın grup 4’ten kaynaklandığı izlendi, grup 4’te diğer gruplara kıyasla GS değerleri anlamlı olarak daha düşüktü (sırasıyla, 19.1±2.3, 17.5±3.1, 17.1±2.3 ve 15.2±3.9, p&lt;0.001).SonuçDepresyon KY olan hastalarda klinik öneme sahiptir. KY olan hastalarda bozulmuş GS depresyon ciddiyeti ile ilişkili olabilir

    Usefulness of membranous septum length in the prediction of major conduction disturbances in patients undergoing transcatheter aortic valve replacement with different devices

    Get PDF
    Background: Conduction disturbances (CD) are one of the most common adverse events after transcatheter aortic valve replacement (TAVR), and seem to be dependent on the device used as well as anatomical factors. Aims: The aim of this study was to evaluate whether the length of the membranous septum (MS) could provide useful information about the risk of CD and to examine the impact of the MS on CD after TAVR using different devices. Methods: This study included 140 patients undergoing TAVR with a balloon‑expandable valve or self‑‑expanding valve. The length of the MS was assessed by preoperative computed tomography. ΔMSID was calculated as the length of the MS minus implantation depth. Results: A total of 24 patients (17%) received a permanent pacemaker (PPM), 53 (38%) developed new‑‑onset left bundle‑branch block (LBBB) following TAVR. The MS length was shown to be the strongest independent predictor of new‑onset LBBB (odds ratio [OR], 3.05; 95% CI, 1.96–4.77; P &lt; 0.001) and PPM implantation (OR, 3.76; 95% CI, 2.01–7.06; P &lt; 0.001). ΔMSID was also inversely associated with the development of LBBB and the need for PPM. In a head‑to‑head comparison, ΔMSID values were found to be statistically lower in the self‑expanding valve group (–0.8 mm vs 0.7 mm; P &lt; 0.001). Conclusions: A short MS and ΔMSID with a negative value increase the risk of CD. Assessment of the MS length prior to TAVR might serve as an additional tool to guide clinical decision‑making and appropriate device selection to reduce the the risk of CD

    Determination of Turkish norms of psychometric tests for diagnosing minimal hepatic encephalopathy and proposal of a high sensitive screening test battery.

    No full text
    Background Psychometric hepatic encephalopathy score (PHES) needs local standardization. Aims This study aimed at standardizing PHES for Turkish patients and compare them with German norms; to determine minimal hepatic encephalopathy (mHE) prevalence with two different methods [PHES battery and Critical Flicker Frequency (CFF)] and to assess whether sub-tests of the battery can be used for screening for mHE. Methods Healthy volunteers (n = 816; 400 male) and cirrhotics (n = 124; 58 male) were included. For mHE diagnosis PHES score threshold was set at <= - 5 points and that of CFF at < 39 Hz. For comparing German and Turkish norms, datasets were combined. Multiple backward procedure was applied to assess effects of age, sex and education on single tests of the battery. Receiver operating characteristic (ROC) curves were created for assessing diagnostic capabilities of subtests of the battery. Results PHES norms for Turks were developed. MHE prevalence in compensated cirrhotics was 29.8% and 27.4% with PHES and CFF tests, respectively, with low compatibility (kappa coefficient 0.389); mHE prevalence decreased to 16% when both tests were combined. Turks performed worse vs Germans in the digit symbol (DS) and serial dotting (SD) subtests but performed better in other subtests. In ROC analyzes of subtests, the combination of DS + SD tests achieved an AUROC of 0.974 versus PHES. Conclusions Use of two methods for diagnosing mHE is important for research purposes. From a clinical perspective, sensitivity with acceptable specificity may suffice for screening instruments for mHE. Combined use of DS and SD subtests of the PHES battery appears suitable for this purpose
    corecore