78 research outputs found

    The Pediatric Tracheostomy Practice During COVID-19 Pandemic at a PICU

    Get PDF
    Introduction:To evaluate pediatric tracheostomies performed at a tertiary care pediatric intensive care unit (PICU) before and after the Coronavirus disease-2019 (COVID-19) pandemic.Methods:A total of 57 pediatric tracheostomy patients performed at a tertiary care PICU were included. Prognostic scores including pediatric risk of mortality 2, pediatric index of mortality 2 and pediatric logistic organ dysfunction scores, the family education process and time to home discharge were evaluated according to time of tracheostomy (pre-pandemic vs. after pandemic) and responsible surgeon (pediatric surgeon vs. otolaryngologist). MedCalc® Statistical Software version 19.7.2 (MedCalc Software Ltd, Ostend, Belgium; https: //www.medcalc.org; 2021) was used for statistical analysis.Results:A non-significant tendency for higher rate of pediatric surgery-based tracheostomies was noted after the pandemic (76.0 vs. 24.0%, p=0.134). No significant difference was noted between tracheostomies performed before vs. after the COVID-19 pandemic and those performed by otolaryngologists vs. pediatric surgeons in terms of prognostic scores and time to home discharge.Conclusion:Our findings emphasize the maintenance of high quality patient care for pediatric tracheostomy patients in accordance with standardized tracheostomy protocols and policies during the pandemic period with no significant difference between tracheostomies performed before and after the COVID-19 pandemic and those performed by pediatric surgeons vs. otolaryngologists in terms of prognostic scores and time to home discharge

    Left ventricular non-compaction in pregnancy

    Get PDF
    Left-ventricular non-compaction (LVNC) represents an arrest in the normal process of myocardial compaction, resulting in multiple, prominent, persistant trabeculations and deep inter-trabecular recesses communicating with the ventricular cavity. LVNC is a rarely encountered cardiomyopathy and few cases have been reported in pregnancy. In this case report we present a patient who referred to our clinic with symptoms of heart failure during pregnancy and whose echocardiographic examination revealed prominent trabeculations in the left ventricle

    The value of admission glycosylated hemoglobin level in patients with acute myocardial infarction

    Get PDF
    Background: Glycosylated hemoglobin (HbA1c) level on admission is a prognostic factor for mortality in patients with and without diabetes after myocardial infarction. In the present study, the authors examined the relationship between admission HbA1c level and myocardial perfusion abnormalities in patients with acute myocardial infarction. Methods: One hundred consecutive patients with acute myocardial infarction who were treated with thrombolytic therapy were included in the present prospective study. Blood glucose and HbA1c levels of all patients were measured within 3 h of admission. Patients were divided into three groups according to HbA1c level: 4.5% to 6.4% (n=25), 6.5% to 8.5% (n=28) and higher than 8.5% (n=47). All patients then underwent exercise thallium-201 imaging and coronary angiography to determine ischemic scores and the number of diseased coronary arteries four weeks after admission. Results: Seven patients died within the four-week follow-up period. There was a significant relationship between admission HbA1c level and mortality (P=0.009). Furthermore, there was a significant relationship between HbA1c level and total ischemic scores in patients with acute myocardial infarction (r=0.482; P=0.001). Ischemic scores increased as HbA1c levels increased in patients with acute myocardial infarction. Conclusions: The results demonstrated that admission plasma glucose and HbA1c levels are prognostic factors associated with mortality after acute myocardial infarction. ©2008 Pulsus Group Inc. All rights reserved

    Erkek atletlerde anjiyotensin dönüştürücü enzim gen polimorfizmi ile sol ventrikül kitlesi ve sistolik fonksiyonları arasındaki ilişki

    No full text
    ERKEK ATLETLERDE ANJİYOTENSİN DÖNÜŞTÜRÜCÜ ENZİM GEN POLİMORFİZMİ İLE SOL VENTRİKÜL KİTLESİ VE SİSTOLİK FONKSİYONLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ Amaç: Atlet kalbinin önemli bir özelliği adaptif sol ventrikül hipertrofısidir. Bununla beraber aynı derecede efor yapan atletlerin sol ventrikül kitleleri arasında büyük farklılıklar gözlenir. Bu durum anjiyotensin dönüştürücü enzim (ADE) gen polimorfizmi ile ilişkili olabilir. ADE, kardiyak büyümeye neden olan anjiyotensin II'nin oluşumunda kilit enzimdir. Sıklık sırasına göre ADE genotipleri ID (%46), DD (%36) ve II (%18) olmak üzere üç türdür ve en yüksek ADE düzeyi DD genotipinde saptanmıştır. Atlet kalbinin gelişimine ADE gen polimorfizminin etkisi ise tam olarak bilinmemektedir. Çalışmamızda, erkek atletlerde anjiyotensin dönüştürücü enzim gen polimorfizmi ile sol ventrikül kitlesi ve sistolik fonksiyonları arasındaki ilişki araştırılmıştır. Gereç ve yöntem: Uzun mesafe koşucusu 40 sağlıklı erkek atletlerde, polymerase chain reaction (PCR) metoduyla ADE geninin 16. intronundaki I ve D alelleri araştırıldı. Olgular fizik muayenenin yanısıra tam bir ekokardiyografik incelemeye alındılar. M-mod teknikle sol ventrikül kitlesi (SVK) ve bunun beden yüzeyine bölünmesiyle SVK indeksi (SVKİ) hesaplandı; interventriküler septum (IVS) ile sol ventrikül arka duvar (SVAD) diyastolik kalınlıkları ve sol ventrikül diyastol sonu (SVDS) ile sistol sonu (SVSS) çaplan ölçüldü. İki boyutlu EKO ile Simpson metodu kullanılarak sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (EF) ve fraksiyonel kısalma (FK) hesaplandı. Olgular ADE gen polimorfizmi tiplerine göre DD (n=13), Di (n=16) ve II (n=l 1) olmak üzere üç gruba ayrıldı ve ortalama yaşlan sırasıyla 22,62±1,12, 23,69±2,46 ve 23,50±1,40 olup anlamlı fark oluşturmadı. Olguların ADE gen polimorfizmi tiplerine göre diğer temel nitelikleri ( kalp hızı, sistolik ve diyastolik kan basınçlan, bel çevresi, beden kitle indeksi) de anlamlı olarak farklı değildi. Bulgular: En yüksekten en düşüğe doğru, sırasıyla DD, Di ve II ADE genotiplerinde, IVS diyastolik kalınlığı (mm) (12,00±2,10, 10,78±1,79 ve 9,05±1,71); SVAD diyastolik kalınlığı (mm) (10,69±2,12, 9,66±1,69 ve 8,64±0,90); SVK (g) (302,46±101,25, 231,89*53,89 ve 184,97±44,37) ve SVKİ (g/m2) (157,30±50,00, 125,28±27,13 ve 107,53± 18,20) değerleri ile anlamlı olarak fark oluşturdu. Sol ventrikül boyutlarımın diğer ölçümlerinde ise üç grup arasında anlamlı fark bulunmadı. Kalp debisi (KD) ve KD indeksi 54(KDİ), her üç ADE genotip grupları arasında anlamlı fark oluşturmazken; en düşükten en 69,23±2,59) ve FK (%) (36,38±3,98, 37,41±1,81 ve 39,67±2,60) değerleri ile anlamlı olarak farklı saptandı (p0,05). Her üç ADE genotip gruplarında sol ventrikül diyastolik fonksiyon parametreleri ile sol ventrikül global fonksiyonunu yansıtan miyokardiyal performans indeksi ise anlamlı fark göstermedi. SVK ve SVKİ ile EF arasında anlamlı negatif korelasyon saptanırken (sırasıyla r = -0,329, p=0,038 ve r = -0,315, p=0,048); gerek SVK ve gerekse SVKÎ, FK ile anlamlı korelasyon göstermedi (p>0,05). Sonuç: ADE DD genotipine sahip sağlıklı erkek atletlerde SVK ve SVKİ artmakta, İVS ve SVAD kalınlıkları artmasa bile ADE Di ve II genotipleri gruplarına göre anlamlı olarak daha fazla olmaktadır. Hem SVK ve hem de SVKİ, EF ile anlamlı negatif korelasyon gösterirken, FK ile korele değildir. Sol ventrikül sistolik fonksiyonları ise en düşükten en yükseğe doğru, sırasıyla DD, Di ve II gruplarında, anlamlı fark oluşturmaktadır. Erkek atletlerde ADE gen polimorfizminin DD genotipinin, sol ventrikül hipertrofisi gelişmesi üzerine Di ve özellikle II genotiplerinden daha güçlü etkisinin olduğu söylenebilir. Anahtar kelimeler: Anjiy ötensin dönüştürücü enzim gen polimorfizmi, atlet sporcu, sol ventrikül kitlesi, sistolik fonksiyonlar 55I) SUMMARY THE RELATION BETWEEN ANGIOTENSIN CONVERTING ENZYME (ACE) GF.NE POLYMORPHISM AND LEFT VENTRICULAR MASS AND SYSTOLIC^ FUNCTIONS IN MALE ATHLETES Background: An important characteristic of an athlete's heart is adaptive left ventricular hypertrophy. In addition there is a big difference between left ventricular masses among athletes of same physical activity. This may be explained by ACE gene polymorphism. ACE is a key anzyme in A II production which causes cardiac hypertrophy. There are three genotypes of ACE which include ID, DD, fl frequency of % 46, %36" %18 respectively.And the highest plasma level of ACE was found in DD genotype. The effect of ACE gene polymorphism on cardiac growth is not known. In our study we aimed to investigate the relation between ACE gene polymorphism and left ventricle mass (LVM) and systolic functions in male athletes. Methods: We searched I and D allels on ACE gene's 16th introne by PCR method in 40 heaalthy long distance runners. We performed physical examination and echocardiographic evaluation on these cases. We calculated LVM and LVM index by M- Mode echo, we also measured diastolic interventricular septum thickness (IVS), posterior wall thickness (LVPW) and left ventricle end diastolic, end systolic diameters. We calculated ejection fraction (EF) and fractional shortening (FS) by 2D echo with simpson method. We divided cases into DD (n=13), DI (n=16), II (n=ll) according to ACE gene polymorphism types and the mean ages were 22,62±1,12, 23,69±2,46 and 23,50±1,40, respectiveley which didn't show any statisticall significance. There was also no statisticall significance among other physical findings ( heart rate, systolic and diastolic blood pressure, waist circumference, body mass index) in ACE gene polymorphism types. Results: In DD, DI, II ACE genotype groups IVS diastolic thickness (12,00±2,10, 10,78±1,79 and 9,05±1,71); LVPW diastolic thickness (mm) (10,69±2,12, 9,66±1,69 ve 8,64±0,90); LVM (g) (302,46±101,25, 231,89±53,89 and 184,97±44,37) and LVM Index (g/m2) (157,30±50,00, 125,28±27,13 and 107,53±18,20) values were found to be significantly different statistically. Other measurements of left ventricle diameters didn't show 56 l£W»^^ BJE'Wany statisticall difference among the groups, While cardiac output, cardiac index values were -aet^igflMeafrtly-digef^ and 69,23±2,59)~an(H?S-(%)- (36,38±3,98, 37,41±1,81 and 39,67±2,60) values were found to be significantly different statistically (p0,05). In all three groups LV diastolic function parameters and myocardial performance index were similiar. There was significant negative correlation between LVM, LVMI and EF (r = -0,329, p=0,038 and r = -0,315, p=0,048, respectively). howewer there was no correlation between LVM, LVM index, and FS (p>0,05). Conclusion: While there was significant negative correlation between both LVM, LVM index and EF, FS didn't show correlation. LV systolic function showed significant difference in DD, DI, II genotypes in incresing order. In male athletes ACE gene DD genotype may have more effect on LV hypertrophy than DI and especially II genotypes. Key words: Angiotensin converting enzyme gene polymorphism, athlet, left ventricle mass, systolic functions. 5

    Fuzel alkollerinden asetat esterleri üreten reaksiyonlu distilasyon prosesinin incelenmesi ve kontrolu

    No full text
    Tez (Doktora)-- İTÜ Fen Bil. Enst., 1996.DoktoraPh.D

    Diagnosis and treatment of vasovagal syncope

    No full text
    Syncope is a complaint that is commonly seen in adolescence and early adulthood. An episode of unconsciousness is seen at least once during lifespan in 12%-48% of population (1). Vasovagal syncope (VS) is one the most important causes of syncope in children, which is diagnosed by ruling out other provable causes of syncope, positive response to tilt table test and a typical history. Despite the studies performed in recent years, the pathophysiological mechanisms underlying the VS have not been explained completely, especially in children. Cardio-inhibition and/or vasodepression caused by vagal activation during a syncope forms the last step of the pathophysiological mechanism. Many studies have used spectral and time domain heart rate variation (HRV) analyses during tilt table test in order to reveal the effect of autonomic nervous system in the pathophysiological mechanism of VS (2,3). Although these studies agreed that the autonomous nervous system plays an important role in pathophysiological mechanism of VS, definite etiology and parasympathetic response mechanism have not been fully recognized. This may be because of differences between the patient and control groups, usage of different tilt table procedures, different syncope categories, and inadequate number of patients. In this review, our aim is to investigate the up-to-date approaches in the etiology, physiopathology, diagnosis and treatment of VS, which is the most frequent cause of syncope in children, by the help of the literature

    Akut miyokard infarktüsü seyrinde periferik kök hücre ve beyaz küre sayımının ekokardiyografik ve klinik parametreler ile korelasyonu

    No full text
    Amaç: İnflamasyon aterosklerozun ve klinik komplikasyonlarının önemli bir komponentidir. Bu sebeple; akut miyokard infarktüsü seyrinde inflamatuvar belirteçlerin kullanımı giderek önem kazanmaktadır. Lökositler bu inflamatuvar süreçte belirgin rol oynamaktadır. Son dönemde akut miyokard infarktüsü seyrinde kök hücre infüzyonu tedavileri yoğun bir şekilde incelenmiştir. Bu çalışmada farklı olarak; spontan periferik kök hücre mobilizasyonun ve beyaz küre altgrup sayımlarının; akut miyokard infarktüsü sonrası sol ventrikül fonksiyonlarındaki düzelme ile ilişkisinin ekokardiyografik olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmamıza akut miyokard infarktüsü nedeniyle kliniğimize başvuran 28 hasta dahil edilmiştir. Yirmi hastaya primer PKG uygulanmış olup 8 hastaya t-PA infüzyonu yapılmıştır. Bulgular: Lenfosit değerlerinin AMI seyrinde düşüş gösterdiği ve 30. gün kontrollerinde de düşük olarak saptandığı görülmüştür. Bazal lenfosit sayımları CK-MB ile güçlü ve troponin-I ile orta düzeyde negatif korele olarak saptanmıştır (r = -0,668, p=0,001 ve r = -0,465, p=0,01). Lenfosit düzeyleri ile SVEF arasında pozitif korelasyon saptanırken DHSİ ile negatif korelasyon saptanmıştır (r= 0,403, p=0,03 ve r=-0,598, p=0,01). CD34 (+) kök hücre düzeyleri ile SVEF deki değişim arasında pozitif korelasyon saptanmıştır ( r=0,585, p=0,005) CD34 (+) kök hücre düzeyleri ile DHSİ deki değişim arasında orta düzeyde negatif korelasyon saptanmıştır (r=-0,562, p=0,008). AMİ seyri sırasında; periferik lenfosit düzeylerinin SVEF, DHSİ değerlerindeki değişimler ve kardiyak enzim ile korele olduğu saptanmıştır. Periferik CD34 (+) kök hücre düzeyleri ise SVEF, DHSİ gibi ekokardiyografik parametreler ile korele olarak saptanmıştır. Sonuç: Verilerimiz; lenfositlerin AMI seyrinde aktif rollerinin olduğunu ve lenfopeni düzeylerinin biyomarker olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir

    Angiographic detection of the left anterior descending and the right coronary artery after fistulas into the pulmonary artery in a patient with rheumatic mitral stenosis

    No full text
    Coronary artery fistula is a rare heart defect found in approximately 0.2% of the adult population undergoing coronary angiography. The diagnosis is usually made by aortography and selective coronary angiography. We report here an adult patient with rheumatic mitral stenosis and left anterior descending coronary artery and pulmonary conus branch of right coronary artery-pulmonary artery fistulas detected by coronary angiography. © 2005 Elsevier Ireland Ltd. All rights reserved

    Renin-anjiotensin sistem blokeri kullanan hipertansif hastalarda D vitamini düzeylerinin kan basıncı regülasyonu ile ilişkisi

    No full text
    Amaç: Bu çalışmada, D vitamini düzeylerinin renin-anjiyotensin sistem blokeri alan hastalarda kan basıncı regülasyonu, non-dipper durum ve kardiyak hipertrofiye olan etkisini araştırmayı amaçladık.Gereç ve yöntem: Çalışmaya 10 Nisan 2013 ile 14 Mayıs 2014 tarihleri arasında Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı polikliniğine başvuran esansiyel hipertansiyon nedeniyle en az bir yıldır renin-anjiyotensin sistem blokeri kullanan 39’u kadın, 35’i erkek toplam 74 hasta dahil edildi. Gruplar, D vitamini düzeyi 10 ng/mL olanlar D vitamini eksikliği, 10-20 ng/mL olanlar D vitamini yetersizliği, >20 ng/mL olanlar D vitamini normal olarak sınıflandırıldı. Bunların 29 (%39,2)’u D vitamini eksikliği olan hastalar, 26 (%35,1)’sı D vitamini yetersizliği ve 19 (%25,7)’u D vitamini normal olan gruptan oluşmaktaydı. Standart ekokardiyografik inceleme sonrasında M-mod tekniği kullanılarak gram/m2 cinsinden sol ventrükül kütle indeksi hesaplandı. 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı monitörizasyonu sonrası tüm olguların gündüz ve gece sistolik-diyastolik kan basıncı ortalamaları ve 24 saatlik sistolik-diyastolik kan basıncı ortalamaları hesaplandı. Non-dipper patern, gündüz ve gece saatlerinde ortalama kan basıncı düşüşünün %10’dan az olması olarak tanımlandı. Bulgular: Gruplar arasında kan basıncı parametrelerinde istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmazken sol ventrikül kütle indeksi, D vitamini eksikliği olan grupta istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde artmış olarak bulunmuştur (p=0,01). Kan basıncı parametreleri ile D vitamini düzeyleri arasında anlamlı korelasyon saptanmamıştır. Non-dipper hipertansiyonu olanların D vitamini düzeyi istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha düşük ve sol ventrikül kitle indeksi daha yüksek saptanmıştır (sırasıyla D vitamini düzeyi, sol ventrikül kütle indeksi, p=0,020, p=0,010).Sonuç: Renin-anjiyotensin sistem blokeri kullanan hastalarda D vitamini düzeyleri kan basıncı kontrolü ile ilişkilendirilmese de, D vitamini eksikliğinin non-dipper durum ve kardiyak hipertrofi için riski arttırabileceği söylenebilir. Hipertansiyon hastaları için olması gereken optimal D vitamini düzeyleri ve D vitamini takviyesinin bu parametreler üzerine etkisini incelemek için daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır
    corecore