15 research outputs found

    In-vivo and in-vitro evaluation of resin modified glass ionomer cement with bioactive glass content

    No full text
    Doktora Tezi.Cam iyonomer simanlar, kimyasal adezyonları ve florid salınım özellikleri ile çocuk diş hekimliğinde en sık kullanılan restoratif materyallerdendir. Son yıllarda cam iyonomer simanların bağlantı değerlerini ve remineralizasyon kabiliyetlerini artırmak ve aynı zamanda antimikrobiyal etkinlik sağlamak amacıyla içeriğine biyoaktif cam doldurucu ilave edilmesi düşünülmüştür. Çalışmada, biyoaktif cam içerikli rezin modifye cam iyonomer simanın florid salınım değeri, antibakteriyel özelliği ve 12 aylık klinik başarısının geleneksel cam iyonomer ve rezin modifiye cam iyonomer simanlarla karşılaştırılması amaçlanmıştır. Çalışmanın in-vivo kısmında, Necmettin Erbakan Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi; Pedodonti kliniğine başvuran 5-11 yaş arası 108 hastada yapılan restorasyonların değerlendirilmesi yapıldı. Çalışmada kullanılan GC Fuji II LC rezin modifiye cam iyonomer siman, Riva Light Cure rezin modifiye cam iyonomer siman, GC Fuji IX GP cam iyonomer siman ve Activa Bio-Active Restorative mateyalleri kullanılarak her bir grup için 60 adet dişe (n=60) toplam 240 restorasyon yapıldı. Yapılan restorasyonların 3., 6. ve 12. ay sonunda takipleri yapılarak modifiye USPH kriterlerine göre değerlendirildi. Elde edien veriler Ki-kare ve Fisher gerçeklik testi kullanılarak istatistiksel olarak analiz edildi. Sayısal verilerin karşılaştırılmasında Mann-Whitney U analizi uygulandı. Çalışmanın in-vitro kısmında ise, her bir materyal için 8mm çapında ve 2 mm yüksekliğinde 10 adet disk şeklinde örnek hazırlandı. Hazırlanan örneklerin 1., 2., 7., 14., 21., 28., 29., 35. ve 42. günlerindeki florid salınım değerleri flor spesifik iyon analizörü kullanılarak tespit edildi. Materyallerin antibakteriyel etkinlikleinin tespit edilebilmesi için her grup için 6 adet (n=6) disk şeklinde örnek (8x2mm) hazırlandı. Hazırlanan diskler üzerinde Streptococcus mutans, Staphylococcus aureus ve Escherichia coli suşları kullanılarak süspansiyon testi ve biyofilm testi yapılarak antibakteriyel etkinlik testleri yapıldı. Çalışmadan elde edilen bulgular değerlendirildiğinde 12 aylık takip sonucunda Activa Bio-Active Restorative materyalinin klinik başarısının diğer materyallere kıyasla istatistiksel olarak daha yüksek olduğu bulunmuştur. Benzer şekilde Activa Bio-Active Restorative materyalinin antibakteriyel etkinliğinin diğer materyallere kıyasla yüksek olduğu ancak aynı materyallerin florid salınım değerlerinin diğer materyallere kıyasla istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde düşük olduğu görülmüştür. Sonuç olarak Activa Bio-Active Restorative materyalinin klinik olarak başarılı ve tercih edilebilir bir materyal olduğu düşünülmektedir. Ancak materyalin uzun dönem klinik sonuçlarının görülmesi ve mekanik özelliklerinin belirlenebilmesi açısından daha uzun süreli çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Glass ionomer cements are the most commonly used restorative materials in child dentistry because of chemical adhesions and fluoride releasing properties. In recent years, it has been thought to add bioactive glass filler to the contents of the glass ionomer cements in order to increase their adhesion and remineralization abilities and at the same time provide antimicrobial activity. This study, it was aimed to compare fluoride release value, antibacterial properties and 12-month clinical success of bio-active glass modified glass ionomer cement with conventional glass ionomer and resin modified glass ionomer cements. In-vivo section of the study, the evaluation of restorations made in 108 patients between 5-11 years old was evaluated who applied to the Necmettin Erbakan University Faculty of Dentistry; pedodontics clinic. A teeth of 240 (n=60) were restored for each group using GC Fuji II LC resin modified glass ionomer cement, Riva Light Cure resin modified glass ionomer cement, GC Fuji IX GP glass ionomer cement and Activa Bio-Active Restorative materials used in the study. Restorations are follow-up end of the 3rd, 6th and 12th months and the was evaluated according to the modification USPH criteria. The obtained data were analyzed statistically using Chi-Square and Fisher's Exact test. Mann-Whitney U analysis was performed for comparison of numerical data. In the in-vitro section of the study, 10 disc-shaped specimens of 8 mm diameter and 2 mm height were prepared for each material for the fluoride release test. Fluoride release values of the specimen were determined using a fluorine specific ion analyzer on days 1, 2, 7, 14, 21, 28, 29, 35 and 42. To evaluate the antibacterial properties of materials, 6 (n = 6) disc-shaped specimens (8x2mm) were prepared for each group. Suspension test and biofilm test were performed on the prepared disks using Streptococcus mutans, Staphylococcus aureus and Escherichia coli strains and antibacterial efficiency tests were performed. According to the result of the study, it was found that the clinical success of Activa Bio-Active Restorative material was statistically higher than the other materials at the end of 12 months follow-up. Similarly, the antibacterial activity of Activa Bio-Active Restorative material was found to be higher compared to other materials but the fluoride release values of the same material were found to be statistically significantly lower than the other materials. In conclusion, Activa Bio-Active Restorative material is considered to be a clinically successful and preferable material. However, further studies are needed to determine the long-term clinical trial of the material and to determine its mechanical properties

    A CASE STUDY ON ORAL COMMUNICATIVE SKILLS WHILE TEACHING ENGLISH ON THE BASIS OF LINGUA FRANCA TERM AT UNIVERSITY PREPARATORY SCHOOLS

    No full text
    İngilizcenin uluslararası iletisim dili olarak tüm dünyada hızlı bir sekilde yayılması İngilizce ögretimi alanında yeni yönelisler dogurmustur. Küresel bir dilin ögretiminin diger yabancı dil ögretim süreçlerinden farklı olması gerekliligi bu çalısmanın çıkıs noktasını olusturmaktadır. Özellikle yerli olmayan konusmacıları da kapsayan İngilizcedeki lingua franca etkilesimleri her gün dünya çapında yaygın olarak ortaya çıkmaktadır, fakat konusma arastırmacıları tarafından henüz üzerinde çalısılmamıstır.Lingua franca İngilizcesi'ndeki idari kisisel iletisimin çalısma odaklı konusma becerisini dogal gelisimi içerisinde inceleyen bu çalısma lingua franca konusma verisine analitik konusma metodunun uygulanabilirligini kapsayan bir dizi sorunları ele almaktadır. Bu çalısma lingua franca İngilizcesinin sorunlarını, anadili İngilizce olan konusmacıların olmayanlara karsı olan durumunu, İngilizce ögretiminin kültürel yapısını ve Türk ögrenciler için gelistirilmis metot ve materyallerin uygunlugunu analiz etmektedir. Bu çalısma aynı zamanda Türkiye'deki İngilizce ögretiminin ögretme ortamını ve dilbilimsel ve kültürel alanlarını incelemektedir. Bu çalısma İngilizcenin kullanıslı küresel bir lingua franca kavramı yaratan en muhtemel dil oldugunu (ticaret dili) ve bu nedenle ögretiminin küresel olarak tek mantıklı dil ögretimi oldugunu tartısmaktadır. Diger taraftan, bu çalısma İngilizceyi ikincil küresel lingua franca dili olarak ögretirken ana dilin ve kültürün degerlerinin de 7 vurgulandıgı iki dilli bir program çerçevesinde İngilizcenin ögretilmesi gerektigi genç ögrencilerle de ilgilidir. Konusma ihmal edilmemesi gereken becerilerden biridir. Aksi takdirde, dilin gelisimi tamamlanmayacaktır. Vurgu ve önem özellikle konusma üzerindedir. Çünkü bu alan çogu durumda en stratejik dil becerisi olmasına ragmen arastırma edebiyatında oldukça sınırlı bir yere sahiptir. Bu çalısma hazırlık sınıflarında konusma becerisine gereken önemin verilip verilmedigini göstermek üzere hizmet etmektedir. Bu durum hazırlık okullarındaki ögrencilere ve ögretim elemanlarına verilen anketler yoluyla arastırılmaktadır. Bu çalısma Marmara Üniversitesi, Baskent Üniversitesi, Osmangazi Üniversitesi, ODTÜ, Abant İzzet Baysal Üniversitesi ve Pamukkale Üniversitesi hazırlık okullarındaki ögrencilere ve ögretim elemanlarına uygulanmıstır. Katılımcılar 138 hazırlık sınıfı ögrencisi ve 43 ögretim elemanından olusmaktadır. Ögrenci grubu, bir adet dilbilgisi hatalarının oldugu cümlelerden olusan dilbilgisi testi, bir adet hazırlık okullarındaki konusma sınıflarını analiz eden anket ve bir adet tutum ölçek anketini cevaplandırmıslardır. Ögretim elemanı grubuna ise gramer testi hariç, ögrenci anketiyle paralel sekilde olusturulmus diger iki anket cevaplandırmaları için sunulmustur. Her iki grubun da anket sonuçları karsılastırılmıs ve bulgular istatistik olarak ve sözlü olarak yorumlanmıstır. Veri analizleri ögrencilerin sözlü iletisimsel beceriler içerisinde Lingua Franca İngilizcesinden fayda sagladıklarını göstermistir. Ögrencilerin gelisimsel süreçlerinin derecesi İngilizcedeki seviyelerine ve dogrudan motivasyonlarına baglı olarak farklılık göstermistir

    Dental Approach in the Pediatric Oncology Patient

    No full text
    Çocukluk çağı kanserlerinin oranı son iki yıldır nispeten sabit kalmış olmasına rağmen, erken tanı ve tedavi yöntemlerindeki gelişmeler sayesinde ölüm oranlarında ciddi düşüşler olmuştur. Günümüzde yaşanan tüm bu gelişmelere rağmen halen, kanser tanısı alan çocukların %75’inden fazlası beş yıldan fazla yaşayamamaktadır. Ağız ve diş sağlığı problemleri; kanser tedavisi öncesinde, sırasında ve sonrasında çocuğun sağlığını ve yaşam kalitesini bozabilir. Bu nedenle pediatrik diş hekimleri, bu hastaların ağız hijyeni ve diş tedavi gereksinimlerinin sağlanmasında çok önemli bir yere sahiptir.Although it remains relatively stable childhood cancer rates in the last two years, thanks to advances in early diagnosis and treatment there has been a serious decline in the mortality rate. Despite all these developments, it still experienced today that children diagnosed with cancer 75% more than they can not survive more than five years. Before cancer treatment, oral and dental health problems may impair during and after the child’s health and quality of life. Therefore, pediatric dentists, the provision of oral hygiene and dental treatment needs of these patients have a very important place

    Adams-Olıver Syndrome: a Case Report

    No full text
    Background: Adams-Oliver Syndrome has been described by Adams and Oliver in 1945. Original definition, along with aplasia cutis congenital syndrome and limb defects, has neurological and cardiological problems. In the first description, genetic defect passes variable autosomal dominant pattern. Afterwards the autosomal recessive and sporadic cases were published

    THE EMERGING RESISTANCE IN NOSOCOMIAL URINARY TRACT INFECTIONS: FROM THE PEDIATRICS PERSPECTIVE.

    No full text
    Background: Healthcare–associated infections results increased healthcare costs and mortality. There are limited studies concerning the distribution of the etiologic agents and the resistance patterns of the microorganisms causing healthcare–associated urinary tract infections (HA-UTI) in pediatric settings. Objectives: The aim of this study was to evaluate the distribution and antibiotic susceptibility patterns of pathogens causing HA-UTI in children. Material and Methods: Isolates from 138 children with UTI who were hospitalized in pediatric, neonatal and pediatric surgery intensive care units were reviewed. Results: Most common isolated organism was Kleibsella pneumoniae (34.1%) and Escherichia coli (26.8%). Among the Pseudomonas aeruginosa, Meropenem and imipenem resistance rates were 46.2% and 38.5%. Extended spectrum beta-lactamase (ESBL) production was present in 48 Klebsiella species (82.75%). Among ESBL positive Klebsiella species, the rate of meropenem and  imipenem resistance was 18.8% and ertapenem resistance was 45.9%. Extended spectrum beta-lactamase production was present in 27 (72.9%) Escherichia coli species. Among ESBL positive E.coli, the rate of meropenem and imipenem resistance was 7.4% and ertapenem resistance was 14.8% Conclusions: Emerging meropenem resistance in P. aeruginosa, higher rates of ertapenem resistance in ESBL positive ones in E.coli and Klebsiella species in pediatric nosocomial UTI are important  notifying signs for superbug infections
    corecore