69 research outputs found
TEKİRDAĞ BÖLGESİ YÜZEYEL MANTAR ENFEKSİYON ETKENLERİNİN FARKLI YÖNTEMLERLE İDENTİFİKASYONU VE ANTİFUNGAL DUYARLILIĞI
Yüzeyel mikozlar, dünyanın her tarafında yaygın olarak görülmekte olup, ekolojik koşullara bağlı olarak değişen izolasyon sıklığı bildirilmektedir. Çalışmamızın amacı; Tekirdağ bölgesinde yüzeyel mikozlarda en sık etken olan dermatofit ve mayaların araştırılması ve izolatların sık kullanılan antifungal ajanlardan mikonazol, itrakonazol, terbinafin ve nistatin’ e karşı yanıtlarının antifungal duyarlılık testiyle belirlenmesidir. Çalışmamızda; 11.10.2011-08.04.2013 tarihleri arasında Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Deri ve Zührevi Hastalıklar Kliniğinden Mikrobiyoloji Laboratuvarına gönderilen 726 hastaya ait toplam 898 örnek geleneksel yöntemler ile incelenmiş ve yüzeyel mikoz etkeni olarak belirlenen 159 izolatın, identifikasyonu önce geleneksel daha sonra moleküler yöntemlerle yapılmıştır. Yüzeyel mikoz sıklığı %17,7 olarak saptanmıştır. Üreme saptanan örneklerin 100 (%62.9)’ ü dermatofit ve 59 (%37.1)’ u maya olarak tanımlanmıştır. Hastalardan alınan örneklerin enfeksiyon bölgelerine göre dağılımına bakıldığında; en sık karşılaşılan klinik tablo sırasıyla tinea pedis (n=476, %53) ve tinea unguium (n=321, %35.74) olmuştur. İzole edilen dermatofitler; T. rubrum (%66), T. mentagrophytes (%15), M. canis (%8), T. tonsurans (%4), T. verrucosum (%3), E. floccosum (%3) ve T. terrestre (%1)’ dir. Maya izolatlarının tanımlamalarına bakıldığında; %31’ si C. glabrata, %15.25’ si C. guillermondii, %11.86’ sı C. albicans, %6.77’ si C. tropicalis, %3.38’ i C. dubliniensis, %1.69’u C. keyfr, %1.69’u C. krusei, %1.69’u C. lusitaniae, %1.69’u C. parapsilosis, %1.69’u C. zeylanoides, %1.69’u Rhodotorula sp. olarak saptanmıştır. Antifungal duyarlılık düzeylerine bakıldığında; T. rubrum suşlarının T. mentagrophytes suşlarına göre minimal inhibisyon konsantrasyonlarının (MİK) daha yüksek olduğu görülmüştür. Türler arasında en düşük MİK değerleri T. verrucosum ve T.terrestre suşlarında görülmüştür. Mayaların çeşitli antifungallere karşı duyarlılıkları incelendiğinde izolatların mikonazol, itrakonazol ve terbinafin’ e direnç geliştirdiği görülmüştür. Nistatine karşı daha az direnç saptanmıştır.Superficial mycoses, a worldwide infection shows different isolation rates due to ecological factors.The aim of our study was to detect the common causes of superficial mycoses in Tekirdağ region and antifungal susceptibilities of the isolates to miconazole, itraconazole,terbinafin and nystatine. A total of 898 samples of 726 patients which were sent to Microbiology laboratory from the Clinics of Dermatology of Namık Kemal University Hospital, between 11.10.2011 and 08.04.2013 were primarly examined with classical mycological methods, followed by molecular and classical identification methods of 159 agents of superficial mycoses. The frequency of superficial mycoses was 17.7%. Of the isolates, 100(62.9%) were dermatophytes and 59(37.1%) were yeasts. The most common clinical appearence were; tinea pedis(n=476, 53%) and tinea unguium (n=321, 35.74 %). The dermatophyte isolates were; T. rubrum (66%), T. mentagrophytes (15%), M. canis (8%), T. tonsurans (4%), T. verrucosum (3%), E. floccosum (3%) and T. terrestre (1%).The yeasts isolates were; C. glabrata (31%), C. guillermondii (15.25%), C. albicans (11.86%), C. tropicalis (6.77%), C. dubliniensis (3.38%), C. keyfr (1.69%), C. krusei (1.69%), C. lusitaniae (1.69%), C. parapsilosis (1.69%), C. zeylanoides (1.69%), Rhodotorula spp. (1.69%) respectively. As a result of susceptibility tests; MIC of T.rubrum were found higher than T. mentagrophytes isolates. The lowest MIC values were detected with T. verrucosum and T.terrestre. Resistance to miconazole, itraconazole and terbinafin was higher, whereas low resistance rates were detected to nystatine
Evaluation of legislation about microbiologic examination in food handlers
Amaç: Çalışmamızın amacı, gıda alanında çalışanlarda portör muayenelerini düzenleyen mevzuatın incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Gıda alanında çalışanlar ile ilgili mevzuat metinleri, ulusal ve uluslararası literatür tarandı. Mevzuat ve internet üzerinden ulaşılabilen bilgi ve bulgular, bilimsel kanıtlar temelinde değerlendirildi. Konuyla ilgili mevzuat metinlerinin bilimsel kanıtlar ile değerlendirildiği, görüş ve önerilerin sunulduğu bir çalışmadır. Bulgular: Konuyla ilgili temel mevzuat Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'dur(UHK). Sağlık Bakanlığı 2005 yılında bir genelge ile tetkikleri ve süreleri yeniden belirlemiştir. Portör muayenesi uygulamaları süregelirken; çıkartılan 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname(KHK)'de gıda ile uğraşan işyerlerinde hijyen uygulamaları ve eğitime önem verilmesi vurgulanarak sorumluluk işverene bırakılmıştır. Gıda kaynaklı infeksiyonlara neden olacak çok sayıda patojen mikroorganizma olmasına karşın yasal düzenlemeler, rutinde bu ajanların küçük bir kısmını incelememize olanak tanımaktadır. Güncel bilimsel yaklaşımlar, gıda çalışanlarında rutin tıbbi ve mikrobiyolojik incelemelerin yapılmasını önermemektedir. Son çıkan KHK'nin uygulanmasında sorun yaşanabileceği ve tamamlayıcı alt mevzuat düzenlemelerine gereksinim olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Gıda hazırlama prosedüründe standardizasyon ve kontrol programlarının geliştirilmesi, hijyen eğitimleri verilmesi, erken uyarı sistemlerini kurulması ve belirti gösteren çalışanlara rutin tarama testlerinin uygulanması ile gıda kaynaklı infeksiyonların azaltılmasının sağlanması temel önerimizdir. Bu amaçla karar vericilerin, güncel bilimsel çalışma sonuçlarını dikkate alarak ivedilikle tamamlayıcı mevzuat çalışmalarına başlaması gerekmektedir.Introduction and Objective: Our study was planned to evaluate the Turkish legislation about microbiologic examination in foodhandlers. Material and Methods: National and international literature about legal regulations regarding foodhandlers in Turkey, were scanned. Legislation about microbiologic examination in foodhandlers and all documents were evaluated based on scientific evidence. This paper was designed to present the opinions and suggestions about this subject by evaluating the legislative texts on scientific evidence. Results: The main legislation is Law of Public Health. In 2005, Ministry of Health had made a circular and modified the analysis for food handlers and their frequency. While the applications of porter examination continues, by the decree law numbered 663 -indicating the importance of education and sanitation- this responsibility was given to the employers. Despite the presence ofvarious pathogenic microorganisms causing foodborne infections, the legal arrangements in our country allows the detection of only a small portion of these agents, by routine analysis. Current scientific approaches do not recommend routine medical and laboratory examination in food handlers. As some problems in daily practice can occur, last decree law about food handlers needs collateral legislation urgently. Conclusion: Our main recommendations are; to standardize the food preparation process, to give in training education, to establish early detection systems and to examine the routine laboratory analysis in symptomatic food handlers, to reduce the food borne infections. For this purpose, the governors have to start to work on complimentary legislation, considering the results of current scientific studies, urgently
Tekirdağ devlet hastanesi'ne başvuran gastroenteritli çocuklarda rotavirus ve adenovirus antijen varlığının araştırılması
Amaç: Çocuklarda infeksiyöz diyarenin sık etkenleri olan viral ajanların epidemiyolojisi ile ilgili bilgiler sınır- lıdır. Bu çalışmada Tekirdağ yöresinde rotavirus ve adenovirusa bağlı olarak gelişen gastroenteritlerin sıklığının araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Akut gastroenteritli çocukların dışkı örnekleri toplanmış ve Grup A rotavirus ve ade- novirus serotip 40-41 antijenleri açısından immunok- romatografik test (RIDA Quick, R-Biopharm, Almanya) ile taranmıştır. Sonuçlar yaşa dayalı gruplara ayrılarak değerlendirilmiştir. Buna göre gruplar; Grup A (0 - 2 yaş), Grup B (3-6 yaş) ve Grup C (7-15 yaş) şeklinde oluşturulmuştur. Bulgular: Dışkı örneklerinden 2135i rotavirus ve 2117si adenovirus varlığı açısından test edilmiştir. Örneklerden 222 (%10,4)sinde rotavirus ve 77 (%3,6)sinde adenovirus antijeni pozitif bulunmuştur. Tüm rotavirus pozitif olguların gruplara dağılımı ince- lendiğinde; Grup A, B ve Cde sırasıyla %63,7, %27,8, %8,5 (p<0,001) ve tüm adenovirus pozitif olguların gruplara dağılımı incelendiğinde ise Grup A, B ve Cde sırasıyla %40,3, %36,3, %23,4 (p=0,16) olarak bulunmuştur. Cinsiyetle ilişkili olarak her iki ajan açısından da anlamlı farklılık saptanmamıştır (p=0,38, p=0,31). Mevsimsel özellikler incelendiğinde rotavirus aralık ayında (n=44, %19,8), adenovirus ise temmuz ayında (n=21, %27,3) en sık olarak saptan- mıştır. Sonuç: Bulgularımız, rutin laboratuarlarda, infeksiyöz diyarelerin tanısında sıklıkla göz ardı edilen viral ajan- ların önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.Objective: Viral agents are the frequent causes of infectious diarrhea in children, but little is known about their epidemiology in Turkey. With this study, we aimed to determine the frequency of gastroenteritis due to rotavirus and adenovirus in the Tekirdag region. Material and Methods: Stool specimens of children with acute gastroenteritis were collected and screened for Group A rotavirus and adenovirus serotype 40-41 antigens, with the immunochromatographic test (RIDA Quick, R-Biopharm, Germany) according to the rec- ommendations of the manufacturer. The results of the subjects were evaluated by examining groups based on the ages: Group A (0 months to 2 years), Group B (3-6 years) and Group C (7-15 years). Results: Of the stool samples, 2135 were tested for the presence of rotavirus and 2117 for adenovirus. 222 (10.4%) samples were positive for rotavirus and 77 (3.6%) were positive for adenovirus antigens. The distribution of rotavirus-positive cases in all the groups analyzed was 63.7%, 27.8%, 8.5% in groups A, B and C, respectively (p<0.001) and the distribu- tion of adenovirus-positive cases in all groups ana- lyzed was 40.3%, 36.3%, 23.4% in groups A, B and C, respectively (p=0.16). No stastistical difference due to gender was obtained for any of the agents (p=0.38, p=0.31 Observation of seasonal variations of the agents showed a higher frequency of rotavirus in December (n=44, 19.8%) and adenovirus in July (n=21, 27.3%). Conclusion: Our results shows the importance of viraagents which are generally missed by routine diagnos- tic tests in identifying the causes of infectious diarrhea
Isolation rates of salmonella-shigella spp. in patients with gastroenteritis and evaluation of antibiotic resistance patterns
OBJECTIVE: Gastroenteritis, particularly infectious diarrhea has worldwide distribution, and is still an important health problem predominantly in the rural areas of Turkey. Shigella and Salmonella species are invasive pathogens. This study was planned with the aim of invastigating the frequency of Shigella and Salmonella isolation rates and to determine the antibiotic resistance patterns of the isolates.
MATERIALS and METHODS: The stool specimens sent to our laboratory for culture were analysed retrospectively. Stool specimens were taken primarily into macroscopic and then microscopic examination. Samples including blood/mucus and leukocytes were evaluated as suspicious for invasive disease and bacteriogicalexaminations were performed. Isolates were identified by conventional methods,and tested for susceptibilities against ciprofloxacin, ampicillin, cefotaxime and trimethoprim/sulfomethoxazole(TMP/SMX) by Kirby-Bauer disc diffusion method according to the instructions of CLSI.
RESULTS: A total of 90 specimens out of 2669 samples were eligible for the acceptence criteria. Of these samples, 14 (15,6%) were Shigella flexneri, 3(3,3%)were Salmonellaspp. According to the antibiotic susceptibility patterns; out of 14 S.flexneri strains 12(85,7%) were resistant to ampicillin, 2(14,3%) were resistant to trimethoprim/sulfomethoxazole, but no resistance was detected for ciprofloxacin and cefotaxime. Resistance rates of Salmonella species were; 66,7 % for ampicillin, no resistance was detected for TMP/SMX, ciprofloxacin and cefotaxime.
CONCLUSION: Differentresistance profilesobtained inthis study showed once again, the importance of having theknowledge about thelocalantibioticresistance patterns, as this maylead for empiricaltreatment and beuseful in limiting the development of resistance. More comprehensive studies are needed to interpretthe results of this preliminary study from this region
Who Should We Trust for Safe Blood? Microbiological Evaluation of Kızılay Blood Donation Center Studies in Tekirdag
Amaç: Bu araştırmanın amacı, Tekirdağ İlinde Kızılay Kan Bağışı Merkezi'ne (KKBM) yapılan gönüllü kan bağışı başvurularını ve mikrobiyolojik test sonuçlarını değerlendirmektir.Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipte olan araştırma KKBM' nin 2010 yılı kayıtlarının incelenmesini kapsamaktadır. Veriler rutin kayıt sistemindeki bilgilerden düzenlenerek elde edildi. Çalışmanın evrenini 2010 yılında KKBM'ne gönüllü kan bağışçısı olmak için başvuran 8451 kişi oluşturdu. Çalışmada tanımlayıcı istatistik yöntemleri kullanıldı. Karşılaştırmalı analizlerde Tek yönlü varyans analizi, Student t ve Chi-square testi uygulandı. Sonuçlar, %95 güven aralığında ve iki yönlü olarak değerlendirildi. Bulgular: 2010'da KKBM'ne 8451 gönüllü kan bağışı başvurusu yapıldı. Gönüllü kan bağışçısı olarak başvuran 8451 kişinin %82.3'ünün başvurusu kabul edildi (n=6952). Kabul edilmeyen kanların %17.6'sı (n=1489) geçici, %0.1'i (n=10) kesin ret tanısı aldı; alınan kanların % 0.3'ü (n=23) reaktif sonuç nedeniyle imha edildi. Kanların %1.11'inde (n=77) mikrobiyolojik tarama testleri pozitif bulundu. HBsAg pozitifliği %0.98, Anti-HCV pozitifliği %0.10 ve VDRL serolojik pozitifliği %0.03 bulundu. Anti-HIV pozitif kan saptanmadı. Sonuç: Çalışmamızda VDRL/RPR pozitifliği ülkemiz verileriyle benzer bulunurken, HBsAg ve Anti-HCV pozitifliğinin Türkiye geneline göre daha düşük olduğu belirlendi.Objective: The aim of this study was to evaluate the applications for voluntary blood donation and microbiological test results in Kızılay Blood Donation Center, Tekirdağ. Material and Methods: This cross-sectional study involves the recordings of Kızılay Blood Donation Center, Tekirdağ in 2010. Data were obtained from the routine registration system by editing the information. The study population included 8451 people who applied for voluntary blood donation to Kızılay Blood Donation Center, Tekirdağ in 2010. The data were analyzed using descriptive analysis, One-Way Analyses of Variance, Student t and the Pearson chi-square significance test. All the statistical analyses were evaluated within a 95% two-sided confidence interval (CI).Results: 8451 voluntary blood donors applied for donation to Kızılay Blood Donation Center, Tekirdağ in 2010 and 82.3% of them were accepted (n=6952). Of the unacceptable blood 17.6% (n=1489) got temporary and 0.1% definitive diagnosis of rejection; 0.3% (n=23) of the blood were destroyed due to the reactive results. Microbiological screening tests were positive in 1.11% (n=77) of the blood samples. HBsAg, Anti-HCV and VDRL seropositivities were, 0.98%, 0.10% and 0.03% respectively. None of the samples were positive for HIV antibodies. Conclusion: In our study, VDRL / RPR positivity was found to be similar to that of our country, while the HBsAg and Anti-HCV positivity was found to be lower than in Turkey
Comparison of various phenotypic methods in detection of extended-spectrum beta-lactamases
Genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz (GSBL) enzimi bazı Gram negatif bakterilerde sefalosporinlere, geniş spektrumlu penisilinlere ve monobaktamlara karşı direnç sorununa neden olmaktadır. Tedavi başarısını arttırmak için bu enzimlerin varlığı çeşitli yöntemlerle araştırılmaktadır. Çalışmamızda Düzce Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarında üretilen Escherichia coli ve Klebsiella suşlarında GSBL saptanmasında kullanılan fenotipik testlerin [disk difüzyon tarama testi (DDTT), çift disk sinerji testi (ÇDST), E-test] etkinliği karşılaştırılmıştır. Klebsiella spp. ve K.pneumoniae suşlarında, tarama testi ve E-test benzer sonuçlar vermiş iken ÇDST diğer testlerin saptayabildiği GSBL’lerin hepsini saptayamamıştır. Bu testin etkinliği, E-test ile karşılaştırıldığında Klebsiella spp. için p=0.002 ve K.pneumoniae için p=0.041 düzeyinde ve tarama testi ile karşılaştırıldığında Klebsiella spp. için p=0.001 ve K.pneumoniae için p=0.041 düzeyinde, anlamlı olarak düşük bulunmuştur. E.coli suşlarında ise farklı olarak; ÇDST ile E-test sonuçları benzer iken (p=0.187), tarama testi ÇDST’ne göre anlamlı derecede daha etkin bulunmuştur (p<0.05). Sonuç olarak, Gram negatif bakteri kaynaklı infeksiyonların tedavisinde antibiyotiklerin hastaya uygulanıp uygulanmaması konusunda karar verirken ÇDST’nin tek başına kullanılmaması gerektiği, DDTT yapılmasının çok önemli olduğu ve E-test ile doğrulanması gerektiği düşünülmüştür.Extended-spectrum beta-lactamase (ESBL) enzymes of some gram-negative bacteria cause resistance to cephalosporins, broad-spectrum penicillins and monobactams. The presence of these enzymes must be investigated by various methods for the success of the treatment. In this study, the effectiveness of various phenotypic methods for detection of extended-spectrum beta-lactamases [disk diffusion screening test (DDTT), double-disk synergy test (DDST), and E-test] in Escherichia coli and Klebsiella strains isolated in Clinical Microbiology Laboratory of Duzce University, Medical Faculty were compared. Similar results were obtained with screening test and E-test, whereas DDST was found insufficient in detecting ESBL&#8217;s that were determined by other methods. The effectivity of this test was found significantly low, when compared with E-test, with results for Klebsiella spp. (p=0.002) and K.pneumoniae (p=0.041) and screening test, with results for the Klebsiella spp. (p=0.001) and K.pneumoniae (p=0.041). For E.coli strains, results obtained with DDST and E-test (p=0.187) were found similar but, screening test was significantly effective than DDST (p<0.05). As a result, for the decision of the choice of antibiotics in the treatment of Gram-negative bacterial infections, DDST should not be used alone. Use of DDTT is very important and E-test should be used for verification
Agents isolated f rom urine samples of children attended the Namik Kemal University Research and Practice Hospital and the rate of antibiotic resistance
Amaç. İdrar yolu enfeksiyonları, çocukluk çağında sık görülen enfeksiyonlardandır. Antibiyotiklerin yaygın kullanımı ile beraber bakterilerdeki antibiyotik direnci ciddi bir sorun haline gelmiştir. Çalışmamızda bölgemizde çocukluk yaş grubundaki hastalarda idrar kültürlerinde üreyen bakteriler ve antibiyotik direnç oranlarının araştırılması amaçlanmıştır. Yöntemler. Namık Kemal üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesine başvuran çocukluk yaş grubundaki hastaların idrar örnekleri kanlı ve eozin metilen blue besiyerlerine ekilmiştir. Üreyen bakteriler konvansiyonel ve/veya yarı otomatik testlerle tanımlanmış ve CLSInin önerileri doğrultusunda antibiyotik direnç oranları belirlenmiştir. Bulgular. Gönderilen toplam 1003 idrar örneğinin 127 (%12,7)sinde üreme gözlenmiştir. Üreyen bakteri sayı ve oranları: Escherichia coli: 66 (%52,0), koagülaz negatif stafilokoklar: 14 (%11,0), Enterococcus spp: 14 (%11,0), Proteus spp: 10 (%7,9), Citrobacter spp:7(%5,5), Klebsiella spp 7 (%5,5), Pseudomonas spp 6(%4,7) ve Enterobacter spp:1(%0,8) MRSA: 1 (%0,8), Enterobacter spp: 1(%0,8) ve Morganella morganii: 1(%0,8)dir. İzole edilen Gram negatif bakterilerde en yüksek direnç oranı ampisiline karşı (%65,2) bulunmuştur. Koagülaz negatif stafilokoklarda ve enterokoklarda ise en yüksek direnç oranı ise eritromisine (sırasıyla %64,3 ve %85,7 oranlarında) karşı bulunmuştur. Sonuç. Çalışma sonuçlarımız, Gram negatif bakterilerin etken olduğu enfeksiyonlarda imipenem ve amikasin, oral preparatlardan nitrofurantoin ve amoksisilin/klavulanatın; Gram pozitif bakterilerin etken olduğu enfeksiyonlarda ise teikoplanin ve linezolidin tedavide seçilebilecek ajanlar olduğunu ortaya koymaktadır. Bölgesel antibiyotik direnç oranları konusunda bilgi sahibi olunması ile ampirik antibiyotik kullanımında, uygun antibiyotik seçimi sağlanacak ve bu sayede ortaya çıkacak olan tedavi sorunları, mali yük ve antimikrobiyal direnç gelişimi gibi problemler engellenecektir.Aim. Urinary tract infections are the most common infections in childhood. Antimicrobial resistance has become a serious problem as a result of extensive antibiotic comsumption. In this study determining the bacteria grown in urine cultures of children and antimicrobial resistance rates in our region, was aimed. Methods. Urine samples of children who attended the Namık Kemal University Research and Practice Hospital were inoculated blood and eozin metilen blue agar plates. Isolates were identified by conventional and/or semi automated methods and antibiotic resistance rates were determined according to the recommendations of CLSI. Results. Of the 1003 samples sent, growth was obtained in 127(12.7%).The isolates were as follows; Escherichia coli: 66 (52.0%), coagulase negative staphyococci: 14 (11.0%), Enterococcus spp: 14 11.0(%), Proteus spp: 10 7.9(%), Citrobacter spp:7(5.5%), Klebsiella spp 7 (5,5%), Pseudomonas spp 6(4.7%), Enterobacter spp:1(0.8%) MRSA: 1 0.8(%), and Morganella morganii: 1 (0.8%). The highest resistance rates of Gram negative bacteria had higher resistant to ampicilin (65.2%). Coagulase negative staphylococci and enterococci had higher resistant to erithromycine (respectively 64.3%, and 85.7%). Conclusion. The results of our study showed that, in infections caused by Gram negative bacteria imipenem and amikacin, from oral preparats nitrofurantoin and amoksisilin/clavulanate and in infections caused by Gram positive bacteria teichoplanin and linezolide are the agents that can be used in therapy. Knowledge of the regional resistance patterns can lead the selection of appropriate antibiotic in empiric therapy and as a result of this, management problems, financial problems and the development of antimicrobial resistance can be prevented
Seasonality of Tuberculosis in Tekirdağ City, 2007-2011
AimIt is well known that the incidence of many respiratory infections shows seasonal variability. Unlike other respiratory infections, in many studies tuberculosis (TB) diagnoses increase in summer and the mechanism underlying this fluctuation remains unknown. We aimed to examine whether TB has an annual seasonal pattern in Tekirdağ.Materials and MethodsData were obtained from TB dispensaries in Tekirdağ retrospectively. There were 1311 cases of TB notified between January 2007 and December 2011. TB notifications show a seasonal pattern, with a peak in spring and summer, which is present in both pulmonary and extra pulmonary tuberculosis.ResultsTB notification was found highest in summer with the value of 28,4 %.ConclusionTB incidence in Tekirdağ showed seasonality like previous studies held in different countries. There is a need for large longitudinal studies to clarify the underlying mechanisms that may provide a better disease control
The Trend of Tuberculosis in Tekirdağ
AimThe incidence rate of tuberculosis (TB) is estimated by the World Health Organization as 128/100.000 worldwide. The main principles of TB control are early case detection and diagnosis, followed by directly observed treatment of patients. The aim of this study was to analyse the dynamics of TB between 2007 and 2011 in Tekirdağ.Material and MethodsData were obtained from TB dispensaries and separated into oneyear categories. Case notification rates were analysed by different age groups (0–14, 15–24, 25–44, 45–64, 65 and above). The patients were divided into two groups according to involved organs: pulmonary (smear/culture positive=PSP and smear/culture negative/unknown=PSN/U) and extrapulmonary. Antibiotic susceptibility tests to major antituberculosis drugs were performed on M. tuberculosis strains that were grown in culture and suspected of being resistant. Resistance to both INH and rifampicin were accepted as multiple drug resistance tuberculosis (MDR-TB).ResultsA total of 162.291 patients were examined, and out of this population, 1311 (0.8%) tuberculosis patients were evaluated. The distribution of case notification rates by year were 44.6%, 34.6%, 33.4%, 28.6%, and 27.6%from 2007 to 2011, respectively. Pulmonary and extrapulmonary TB rates were 74.5%(46.0%PSP and 28.5%PSN/U) and 25.5%, respectively. Extrapulmonary TB rates were 42.3% and 17.6% in men and women, respectively. Resistance rates against INH, rifampicin, ethambutol, and streptomycin were 21.6%, 8.8%, 1.6%, and 6.4%, respectively. The MDR-TB rate was 6.4%.ConclusionSystematic implementation of directly observed treatment programs plays an important role in decreasing TB incidence. Because the TB rates in our region are above the average for Turkey, screening and follow-up procedures must be conducted more stringently and regularly
Changing patterns of hepatitis A virus seroprevalence after earthquakes in Duzce, northwest of Turkey
Objectives: Hepatitis A is an enterically transmitted disease that still remains endemic in many developing countries. In 1999, two earthquake disasters ruined the northwest region of Turkey, and particularly affected Duzce. The aim of this study was to determine seroprevalences of hepatitis A virus (HAV) infection before and after the earthquakes. Materials and methods: The study was conducted in two centres and data including 18 months before and after the earthquakes were examined. A total of 2796 patients were in the study group. Data were evaluted by seperating the groups into two age groups: group 1 (0 - 17.9 years; n = 1114), group 2 (>18 years; n = 1682). Serum samples were tested for anti-HAV IgG antibodies by enzyme immunoassay (EIA). The ?2 test was used in all cases for statistical analysis. Results: The overall prevalences of HAV infection before and after the earthquakes were 71.3% and 89.4%, respectively. A significant increase in seropositivity was detected after the earthquakes (p < 0.001). Seropositivity rates were not related to gender (p > 0.05), but were higher in adults (p < 0.05). Conclusion: People are at risk of acquiring infections transmitted by the faecal-oral route, such as HAV, in disasters, so screening programmes to determine the seroprevalence of hepatitis A should be planned, and vaccination strategies and other preventive measures must be revised
- …