19 research outputs found
Paget's disease of bone : a case report and review of the literature
Paget hastalığı kemik ağrısı, deformitesi, patolojik kırıklar, nörolojik bozukluklar ve osteosarkomun artmış
insidansı ile karakterize, ileri yaş grubunda sık görülen bir hastalıktır. Hastalık patogenezinde genetik faktörler
rol oynar, fakat hastalığın moleküler temeli hala açık değildir. Histopatolojik olarak artmış osteoklast
formasyonu ve kemik yıkımını takip eden aşırı yeni kemik oluşumu ile karakterizedir.
Tanı, sıklıkla radyografi çekilirken rastlantısal bir bulgu olarak veya beklenmeyen serum alkalen fosfataz
yüksekliği ile konur. Paget hastalığı, hastalarda hem fonksiyonu hem de mobiliteyi azaltır ve psikolojik
problemlerle birlikte olabilir, böylece yaşam kalitesini belirgin olarak bozabilir.
Burada Paget hastalığı tanısı konulan bir olgu sunulmuş ve ileri yaş grubunun önemli bir hastalığı olması
nedeniyle, hastalığın özellikleri tartışılmıştır.Paget's disease of bone is a common condition characterized by bone pain, deformity, pathological fracture, neurologic disorders and an increased incidence of osteosarcoma in the elderly people. Genetic factors play a role in the pathogenesis of Paget's disease but the molecular basis of the disease remains unclear. Histopathologically the disease is characterized by markedly increased osteoclast formation and bone resorption followed by excessive new bone formation.
Frequently the diagnosis is made as an incidental finding on X-ray, or it is considered because of an unexpected elevation in serum alkaline phosphatase. Paget's disease can reduce both function and mobility, and can be associated with psychological problems. Therefore, quality of life may be reduced in patients with Paget's disease.
We report a patient with Paget's disease and discuss features of this disorder which is of importance in the elderly population
The prevalance of thyroid autoantibodies in patients with rheumatoid arthritis
Giriş: Romatoid artrit (RA) toplumun yaklaşık %1'ini etkileyen inflamatuar karakterde sistemik otoimmün bir
hastalıktır ve genellikle sistemik otoimmün hastalıklarla organa özgü otoimmün hastalıkların bir arada görülme
sıklığının az olduğu kabul edilir. Biz çalışmamızda RA'li hastalarda, organa özgü otoimmün hastalıkların en sık
görülenlerindenbiri olanotoimmün tiroid hastalığı varlığını ve tiroidotoantikor sıklığını belirlemeyi amaçladık.
Materyal ve Metod: Çalışmaya 1987 ARA sınıflama kriterlerine göre RAtanısı konulan ve yaş ortalaması 484
olan, 82 aktif hasta (67 kadınve 15 erkek) kabul edildi.Kontrol grubuolarak 31 kadın ve 16 erkek olmak üzere 47
sağlıklı birey çalışmaya dahil edildi. Hasta ve kontrol grubunda serbest tiroksin (sT4), serbest triiodotironin
(sT3), tirotropin(TSH), anti-tiroglobulin antikoru (Anti-T) ve anti-peroksidaz antikor (anti-TPO) bakıldı ve iki
gruparasında sonuçlar karşılaştırıldı.
Sonuçlar: Serum tiroid otoantikor seviyeleri RA'li hasta grubunda anti-TPO:85.69±106.83 IU/ml ve anti-
TG:58.2±83.9 IU/ml olarak bulunurken, kontrol grubunda anti-TPO:43.16± 132.23 IU/ml ve anti-
TG:24.19±36.74 IU/ml olarak bulundu. İki grup arasında tiroid otoantikorlarının serum seviyeleri arasında
istatiksel olarak anlamlı fark saptandı (sırasıyla p=0.008 ve p=0.0004). Tiroid hormon seviyeleri (sT3, sT4 ve
TSH) açısından2 gruparasında istatistiksel farkyoktu(p>0.05).
Tartışma: Burada elde edilen bulgulara göre RA'li hastalarda otoimmün tiroid hastalığının sıklığı normal
populasyona göre daha sıktır. Bu da sistemik veya organa özgü olduğuna bakmaksızın, otoimmün hastalıklarda
immün yanıtın tümden etkilendiğini düşündürmektedir. RA'li hastalarda başta otoimmün tiroid hastalığı olmak
üzere diğer organa özgüotoimmün hastalıkların gelişimi açısından da dikkatli olunmalıdır.Background: Rheumatoid arthritis (RA) is a chronic inflammatory autoimmune disorder that affectsapproximately 0.5-1% of the population and according to general opinion the frequency of systemic autoimmune disorders to be seen together with organ specific autoimmune disorders is not very common. The aim of this study was to evaluate the thyroid functions and thyroid autoantibodies in patients with RA and to determine the frequency of autoimmune thyroid disorders in these patients.
Materyal and Method: 82 active patients (67 females and 15 males) witha diagnosis of RA according to 1987 ARA classification criteria were included in the study. 47 healthy individuals (31 females and 16 males) were included in the study as the control group. In all participants free thyroxine (fT4), free triiodothyronine (fT3), thyrotropin (TSH), thyroglobulin antibody (anti-Tg) and anti-peroxidase (anti-TPO) antibody titres were measured. Results of the RApatients were compared with the controls.
Results: In the RAgroup thyroid autoantibody values were as follows: anti-TPO 85.69±106.83 IU/ml and anti-Tg 58.2±83.9 IU/ml. These values were: anti-TPO 43.16±132.23 IU/ml and anti-Tg 24.19±36.74 IU/ml in the control group. There was a statistically significant difference between two groups with regards to thyroid autoantibodies (p=0.008, p=0.0004, respectively). There was not any statistically significant difference between two groups with regards to fT3, fT4 and TSH values (p > 0.05).
Conclusion: As there was not an apperent finding specific for a thyroid disorder in patients with RA in our study, the thyroid antibody positivity identified here might be due to a pathologic autoimmune response rather than demonstrating a thyroid disease.Thyroid function and TPO Ab tests should be performed as part of the biochemical and immunological profile in RApatients
Monoclonal gammapathy of undetermined significence due to chronic osteomiyelitis ( a case report )
Ayağındaki osteomiyelit nedeni ile dört kez operasyon geçiren ve 3 yıl süre antitüberküloz ilaç kullanan bir
hastada monoklonal gamopati saptandı. Klinik ve laboratuar özellikleri ile önemi bilinmeyen monoklonal gamopati
(ÖBMG) ile uyumlu idi. Bu yazıda kronik osteomiyelit sonrası ortaya çıkan bir ÖBMG olgusu sunulmaktadır.Monoclonal gammapathy was detected in a patient who had been operated four times for osteomiyelitis in her
foot and had taken antituberculoid drugs for three years. Her clinical and laboratory findings corresponded with
monoclonal gammapathy of undetermined significance (MGUS). In this articile, a case with MGUS due to
chronic osteomyelitis was reported
Intestinal loops filling right hemithorax in thorax x-ray
Tanımlanamayan silik göğüs ağrısı yakınmaları olan 32 yaşında bir bayan hastanın akciğer görüntülemelerinde,
sağ hemitoraksı dolduran kolon segmentleri saptanmıştır. hastaya 2 yaşında iken, korroziv özofajit nedeni ile
özofagusa kolon grefti konulmuş. hastanemizde deforme kolon grefti çıkarılan hastanın görüntü
leme bulguları sunulmuştur.Pulmonary x-rays of a 32-year-old female complaint with non-specific chest pain revealed colon segments filling the right thorax. Since she had been experienced corrosive oesophagitis during the second year of her life, her oesophagus had replaced with a colon graft on that time. Patient's deformed colony graft removed at our hospital. The imaging findings of this patient submitted
Asymptomatic lung ınvolvement ın eosinophilic granuloma ( case report )
Eozinofilik granulom nadir görülen Langerhans hücreli histiositozdur. Akciğer, lenf bezleri, kemik, göz, deri ve
hipotalamus etkilenebilir. Akciğer tutulumu olan hastaların %20 'si asemptomatiktir. Bu yazıda başağrısı ile
başvuran eozinofilik granulomlu bir hastada asemptomatik akciğer tutulumu sunulmaktadır.Eosinophilic granuloma is rarely seen form of Langerhans cell histicytosis. Lungs, lymph nodes, bones, eyes and hypothalamus may be involved. 20% of the patients with lung involvement are asymptomatic. In this article, asymptomatic lung involvement in a patient with eosinophilic granuloma who was admitted with headache is presented
The prevalence of asymptomatic cholelithiasis in type-II diabetes mellitus
Amaç: Tip II diabette asemptomatik kolelitiazis sıklığını araştırmaktır.
Yöntem: 35 yaş üzerindeki 100 ü kadın, 38 i erkek 138 tip-II diabetli hastaya batın ultrasonografisi yapıldı.
Kontrol grubu olarak 35 yaş üzerindeki 190 kadın ve 80 erkek toplam 270 kişi alındı.
Bulgular: Hastaların 17 sinde (% 12.3) ve kontrol grubunun 28 inde (% 10.3) kolelitiazis saptandı. Bu oranlar
istatistiksel olarak farklı değildi (p>0,05). Kadın hastaların % 13 ünde ve erkek hastaların % 10.5 inde kolelitiazis
vardı. Kontrol grubunda ise bu oranlar % 11 ve 8.75 idi. Her iki grubta da bu oranlar istatistiksel olarak farklı
bulunmadı (p>0,05).
Sonuç: Tip-II diabette asemptomatik kolelitiazis sıklığı sağlıklı bireylerden farklı bulunmadı.Objective: To evaluate the prevalence of asymptomatic cholelithiasis in type-II diabetes.
Method: Abdominal ultrasonography was performed on 138 patients with type-II diabetes (100 women and
38 men) over 35 years old 270 people (190 women and 80 men) over 35 years old were examined as the control
group.
Results: 17 of the patients (12.3 %) and 28 controls (10.3 %) had cholelithiasis. These rates weren t statistically
different (p>0.05). 13 % of female patients and 10.5 % of men patients were found that they had
cholelithiasis. These rates were 11 % and 8.75 % in the control group . There was no statistically significant
difference between these groups either (p > 0.05).
Conclusion: The prevalance of asymptomatic cholelithiasis in type-II diabetes was not different than that of
healthy persons
A Case of Cranial Meningioma with Symptoms Similar to Nasopharyngeal Mass
Meningiomas are generally slow-growing benign tumors associated with the dura. They form lumps that mostly grow extra-axially, by repulsing, rather than infiltrating the surrounding neural parenchyma. Majority of meningiomas are intracranial. However, although rare, meningioma formation has been reported in almost all other organs. We report the case of a patient with an extra- neuraxial meningioma presenting as a nasopharyngeal mas
High dose methylprednisolone treatment of transfusion related acute lung ınjury: case report
Transfüzyonla ilgili akut akciğer hasarı plazma içeren kan ürünlerinin transfüzyonu sonrası görülebilmektedir. Bu
yazımızda kronik idiopatik trombositopenisi olan bayan hastada taze kan transfüzyonunu takiben oluşan akut
akciğer hasarında yüksek doz intravenöz metilprednizolon (YDıVMP) kullanılımını rapor etmekteyiz.Transfusion related acute lung injury has been known to appear following transfusion of plasma including blood
components. In this report, we present a patient with acute lung injury after whole blood transfusion who was
successfully treated with high dose intravenous methylprednisolone (HDIVMP)
A case of hypotension ınduced ıschemic hepatitis
Ischemic hepatitis is a disease clinically characterized by a sudden rise in serum transaminases and lactic dehydrogenase levels to 75-to 100-fold normal levels, followed byresolutiontonear normal levels within 7 to 10 days as a result of an acute circulatory failure due to cardiovascular disease in most of the reported cases. Such impairment of liver function tests is due to haemodynamic hepatocyte injury that results from failure of hepatic perfusion. Liver biopsy shows focal centrilobularnecrosis. Ischemic hepatitis shouldbe anticipatedinallpatients with a recent history of systemic hypotension.
In this paper we describe a case of ischemic hepatitis, in which an acute derangement of liver function tests occurred as a consequence of myocardial infarction and discuss features of this disease.İskemik hepatit, karaciğerde dolaşım yetmezliği sonucu, 24 saat içinde serum transaminaz ve laktik dehidrogenaz seviyelerinin normale göre 75-100 katı kadar yükselip, 7-10 gün içinde tekrar normale dönmesi ile karakterize klinik bir tablodur.İskemik hepatite hipotansiyon, hipoksi veya her ikisi birlikte öncülük edebilir ve bu olgularda hipotansiyonun en sık nedeni kardiyovasküler hastalıklardır. Histopatolojik olarak karaciğer biyopsisinde sentrilobüler nekrozun görülmesi tipiktir. Bu makalede miyokard infaktüsü sonrası gelişen hipotansiyon sonucunda karaciğer enzimlerinde ani ve belirgin yükselme ve sonrasında hızlı düşme ile ortaya çıkan iskemik hepatitli bir olguyu sunduk ve hastalığın özelliklerini tartıştık
The Impact of Pressure Dressing on Post-Thyroidectomy Hypocalcemia: Prospective Randomized Controlled Clinical Study
Objective:The aim of the study was to evaluate the efficacy of pressure dressing on complications after total thyroidectomy and its correlation with serum calcium levels.Methods:The study involved 112 patients who underwent total thyroidectomy. Patients were randomized into two groups-with and without pressure dressing-and followed prospectively. The calcium levels were measured at 6, 24, and 48 hours postoperatively, respectively. Hypocalcemia was diagnosed when patients were symptomatic or calcium level was below 8.0 mg/dL. Dressing and drain were removed at the 48th hour of postoperatively.Results:No statistically significant difference was found between the two groups in terms of age; gender; thyroid gland weight; calcium concentrations at the 6th, 24th, and 48th hours; total drain liquid; and hypocalcemia rates. Postoperative hematoma developed in 7.1% of the cases and was statistically higher in the without-dressing group compared to with-dressing group. Thyroid gland weight was correlated positively with total drain liquid. There was no correlation between thyroid gland weight and total drain liquid level and 6th-, 24th-, and 48th-hour calcium levels.Conclusion:Pressure dressing after total thyroidectomy significantly reduces postoperative hematoma. Postoperative serum calcium levels were slightly higher in the pressure dressing group but not statistically significant