14 research outputs found

    Military jet pilots have higher p-wave dispersions compared to the transport aircraft aircrew

    Full text link
    Objectives: For the purpose of flight safety military aircrew must be healthy. P-wave dispersion (PWD) is the p-wave length difference in an electrocardiographic (ECG) examination and represents the risk of developing atrial fibrillation. In the study we aimed at investigating PWD in healthy military aircrew who reported for periodical examinations. Material and Methods: Seventy-five asymptomatic military aircrew were enrolled in the study. All the subjects underwent physical, radiologic and biochemical examinations, and a 12-lead electrocardiography. P-wave dispersions were calculated. Results: The mean age of the study participants was 36.15±8.97 years and the mean p-wave duration was 100.8±12 ms in the whole group. Forty-seven subjects were non-pilot aircrew, and 28 were pilots. Thirteen study subjects were serving in jets, 49 in helicopters, and 13 were transport aircraft pilots. Thirty-six of the helicopter and 11 of the transport aircraft aircrew were non-pilot aircrew. P-wave dispersion was the lowest in the transport aircraft aircrew, and the highest in jet pilots. P-wave dispersions were similar in the pilots and non-pilot aircrew. Twenty-three study subjects were overweight, 19 had thyroiditis, 26 had hepatosteatosis, 4 had hyperbilirubinemia, 2 had hypertension, and 5 had hyperlipidemia. The PWD was significantly associated with thyroid-stimulating hormone (TSH) levels. Serum uric acid levels were associated with p-wave durations. Serum TSH levels were the most important predictor of PWD. Conclusions: When TSH levels were associated with PWD, uric acid levels were associated with p-wave duration in the military aircrew. The jet pilots had higher PWDs. These findings reveal that military jet pilots may have a higher risk of developing atrial fibrillation, and PWD should be recorded during periodical examinations

    GELENEKSEL MOĞOL GÜREŞİ BUKH

    No full text
    Güreş, köklü geçmişe sahip olan bir spor dalıdır. Güreş, milattan önceki dönemlerde bütün toplumlarda farklı isimler altında ve yöresel kurallara bağlı olarak yapılmıştır. Güreş sporu, içinde bulunduğu toplumun karakteristik özelliklerini ve inanç sistemlerini yaşatmaktadır. Güreş; doğuş ilhamını, yırtıcı ve yabani hayvanların birbirleri ile boğuşmasından, mücadelesinden alan bir spordur. Milattan önceki dönemlerde güreşin önemli bir spor olmasındaki birincil etkenlerden birisi de askeri eğitimin bir parçası olmasıdır. Geleneksel Moğol güreşi Bukh’dur. Moğolistan’ın geniş bir coğrafi yapıya sahip olmasından dolayı bu güreş bölgelere bağlı olarak farlılıklar gösterebilmektedir. Günümüzde bu spor 2 temel şekilde uygulanmaktadır. Khalkh Bukh Moğolistan’da ve Ujumchin Bukh tarzı güreş ise Moğolistan’ın iç kısmında yapılmaktadır. Moğollara ait olan bu geleneksel iki güreşte giyinilen giyside farklılıklar gözlemlendiği gibi birçok benzer yönlerde gözlemlenmektedir. Yapılan bu çalışmanın amacı, Moğol toplumunun geleneksel güreşi olan Bukh’u tanıtmaktır. Yapılan bu çalışmada tarama yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntem doğrultusunda, farklı kütüphanelerden ve elektronik ortamda konuyla ilgili; dergi, kitap ve tezlere ulaşılarak konuyla ilişkisi olanlar seçilip çalışmada kullanılmıştır. Çalışmanın sonunda, Moğol geleneksel güreşinin birden farklı şekilde uygulandığı ve bir birinden farklı yönlerinin olduğu belirlenmiştir. Naadam festivalinde güreşin önemli bir yeri olduğu belirlenmiştir

    GELENEKSEL HİNT GÜREŞİ KUSHTİ VE MUKANA

    No full text
    Güreş, insanlık tarihinin önemli sporlarından biridir. Güreşin ortaya çıkmasında zorlu doğa koşulları önemli rol oynamıştır. İnsanlar zorlu hayat koşularında hayatta kalabilmek için hayvanların bir birleri ile nasıl mücadele ettiklerini gözlemleyerek onları örnek alırlar. İlke insanların hayvanları gözlemleyerek öğrendikleri mücadele şekilleri güreş sporunun doğuşuna yol açar. Milattan önceki dönemlerde güreşin önemli bir spor olmasındaki birincil etkenlerden birisi de askeri eğitimin bir parçası olmasıdır. Geleneksel Hint güreşi Kushti’dir. Bu güreş şekli (daw, pech ve pantra) olarak isimlendirilen 3 bölümden oluşur (atak, karşı atak ve duruş). Geleneksel Hindistan güreşi, Hindistan’ın Kuzey bölümünde Vedic zamanından beri bilinen ve oldukça yaygın olan bir spor dur. Yapılan bu çalışmanın amacı, Hindistan toplumunun geleneksel güreşi olan Kushti ve Mukana’yı tanıtmaktır. Yapılan bu çalışmada tarama yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntem doğrultusunda, farklı kütüphanelerden ve elektronik ortamda konuyla ilgili; dergi, kitap ve tezlere ulaşılarak konuyla ilişkisi olanlar seçilip çalışmada kullanılmıştır. Çalışmanın sonunda, Hint toplumunda güreşin önemli bir yere sahip olduğu ve geçmişinin M.Ö. 1500’lere kadar dayandığı belirlenmiştir. Ayrıca Hint mitoloji ve destanlarında güreşten bahsedildiği belirlenmiştir

    Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Öğrencilerinin Narsisizm Düzeyleri ve Çoklu Zeka Düzeyleri Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi

    No full text
    Bu çalışmanın amacı, Mardin Artuklu Üniversitesi sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulunda okuyan öğrencilerin narsisizm düzeyleri ve çoklu zeka düzeyleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Çalışmanın evrenini, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulunda okuyan öğrenciler oluştururken örneklemini ise çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul eden 327 öğrenci oluşturmaktadır. Çalışmada veri top lama aracı olarak çoklu zeka ölçeği ve narsistik kişilik envanteri kullanılmıştır. Elde edilen verilerin çözümlenmesinde SPSS 20 paket programı kullanılmıştır. Veriler in normal dağılıma sahip olduğunu belirlemek için ‘’Kolmogorov-Smirnov’’ testi, homojenliğini belirlemek için ''Anova-Homogenety of variance” testi uygulanmış ve verilerin homojen ve normal bir dağılıma sahip olduğu belirlenmiştir. Verilerin analizinde; tanımlayıcı istatistik ve pearson korelasyon analizi uygulanmıştır. Çalışmanın sonunda, narsisizm skoru ile görsel ve içsel zeka arasında bir ilişki olduğu belirlenmiştir

    Impaired Implantation and Hereditary Thrombophila; Expression of LIF (Leukemia Inhibitory Factor) on Extravillous Trophoblasts

    No full text
    OBJECTIVE: LIF (Leukemia İnhibitory Factor) was shown to have an important role in implantation. The aim of this study is to investigate the expression of LIF on extravillous trophoblasts in normal pregnancies and pregnancies with MTHFR (methylenetetrahydrofolate reductase) mutations. This study was also designed to demonstrate the “impaired implantation based” perinatal complications such as early pregnancy losses in pregnancies with hereditary thrombophilia (MTHFR 677 & 1298 mutations; homocystinemia and impaired folat/vitamin B12 metabolisms). STUDY DESIGN: Abortus material until 10th gestational-week were used in this study. The patients were divided into 2 groups as: Group 1; control group (unwanted induced abortions), Group 2; abortus material from pregnancies with hereditary thrombophilia. Hereditary thrombophilia cases were consisted of only MTHFR homozygote mutations (MTHFR 677 & 1298). Indirect ABC (avidin-biotin-peroxidase complex) was applied to all of the abortus material to investigate the expression of LIF. RESULTS: Expression of LIF in extravillous trophoblasts was immünohistochemically stronger (+++) in MTHFR group than the extravillous trophoblasts of the control group (++). This finding was also found to be statistically significant (p≤ 0.05). CONCLUSION: The impaired LIF expression of extravillous trophoblastic cells in MTHFR patients can be one of the reasons of early fetal losses due to impaired implantation. Direct affect of homocystinemia, cell degragates of maternal endothelial cells due to injury and thrombosis and activation of complement system may be the reasons of defective LIF synthesis. Defective LIF expression on extravillous (interstitial) trophoblasts may result in insufficient activation of the LIF receptors in the decidua and limiting their migration during placentation. On the other hand, number of the extravillous trophoblasts developing from cytotrophoblasts may also be negatively affected by the disturbed LIF expression resulting in a shallow placenta

    RE-EVALUATION OF LPS CONCENTRATIONS ON THE 293T HUMAN RENAL CELL LINE

    No full text
    Objective: The inflammatory responsiveness of the cells to Lipopolysaccharides (LPS) is commonly used for in vitro experiments. However, the correct dose of the LPS for cell line experiments is elusive. The LPS concentration that gives the maximal response is a critical point of in vitro inflammatory experiments. The aim of this study was to reevaluate the concentration dependent effect of LPS on the 293T human renal cell line.Methods: We evaluated the cell-detachment assay of LPS-stimulated 293T cell line monitored by xCELLigence Real-Time Cell Analyzer (RTCA) system. We applied increasing concentration of LPS followed by Roche xCELLigence Instrument based on the Real-Time Cell Analysis System.Results: Our results demonstrated that the 2, 4 and 8μg of LPS inhibit cell division which diverts cells to a steady-state phase, 1 μg acts as mitogen. Lower concentrations are no effect on cells.Conclusion: These work showed that LPS concentrations had various effects on cell proliferation and need to be estimated for each experiment before carry out the experiments

    Çeşitli sistemik hastalıklarda plasenta ve göbek kordonu damar endotellerinde hücre adezyon molekülleri

    No full text
    AMAÇ: Normalde, ve venöz ve/veya arteriyel trombusların görüldüğü preeklampsi, herediter anti-trombojenik faktörler tarafından oluşturulan hastalıklar ve otoimmun bozukluklarda (antifosfolipid sendromu) plasental ve göbek kordonu damar endotellerinde hücre adezyon moleküllerinin dağılımım saptamak, normalle karşılaştırarak değişiklik olanları belirlemek ve bu değişiklikler ile hastalıkların etyopatogenezinin açıklamasına moleküler düzeyde katkıda bulunmaya çalışmaktır. Literatürde benzer bir çalışma bulunmamaktadır. GEREÇ VE YÖNTEM: Normal ve patolojik plasenta ve göbek kordonlarından alınan doku örnekleri sıvı azotta donduruldular. Alınan kesitler çeşitli endotel adezyon molekülleri ile indirekt immunperoksidaz yöntemi ile boyanıp ışık mikroskobu ile incelendiler. BULGULAR: Endotel adezyon moleküllerinin normal ve patolojik plasenta ve göbek kordonu damarlarındaki dağılımları saptandı ve karşılaştırıldı. Patolojik dokuların hepsinde değişen oranda birden fazla adezyon molekülünün ekspresyonu görüldü. SONUÇ: İncelediğimiz patolojilerin hepsinde endotelin ekprese ettiği adezyon moleküllerinde önemli değişiklikler olmuştur. Bu da endotelin kan ile doku arasındaki geçişi kontrol ettiği mekanizmaların değiştiğini / bozulduğunu göstermektedir. Bu değişiklikler hastalığın etyopatogenezinin altında yatan moleküler mekanizmanın parçası olabilecekleri gibi, hastalığın sonucu da olabilirler. Endotel uyarımmdaki etkili faktörlerin daha başka çalışmalarla ortaya konmasından sonra bu moleküller tedavi amaçlı olarak da kullanılabileceklerdir
    corecore