131 research outputs found

    Assessment of fishery products consumption behavior: The case of Turkey

    Get PDF
    From the early history of humanity until today, fish and other fishery products have always been involved in human diet. The intake of a sufficient number of proteins has been enabled through high-quality fish meat containing a significant quantity of essential amino acids as well as omega-3 fatty acids. According to the studies, 150 grams of fish, meets the needs of a 50-60% of daily protein intake for an adult. A large part of fishery production in Turkey (86%), is consumed fresh. Turkey, within the scope of Common Fisheries Policy is trying to harmonize fisheries with the EU. A failure to update the 1380 coded Fisheries Law and rapid issuing of EU compatible regulations, safe food for consumers, high quality products along the year for processing industry and marketers, as well as the inability to ensure sustainable price development for the producers, prevent the success of the sector. The aim of this study was to determine the consumption behavior when taking fishery products in terms of food safety, reliability, product quality as well as the level of income and education

    ONE-LUNG VENTILATION WITH A FOGARTY CATHETER IN A CHILD PATIENT

    Get PDF
    Tek akciğer ventilasyonu (TAV) erişkin olgularda genellikle çift lümenli endobronşiyal tüple (ÇLET) gerçekleştirilir. Çocuklarda ise yaşlarına uygun ÇLET olmaması nedeniyle TAV için alternatif teknikler kullanılmaktadır. TAV, 6 yaşından küçük çocuklarda selektif endobronşiyal entübasyon veya bir endobronşiyal blokerin yardımıyla uygulanmaktadır. Bu yazıda, sağ akciğerdeki kist hidatik nedeniyle torakotomi yapılması planlanan 4 yaşındaki çocuk olguda başarıyla uygulanan alternatif tek akciğer ventilasyonu tekniğinin sunulması amaçlanmıştır. Standart monitorizasyon ve genel anestezi indüksiyonunu takiben, iç çapı 5,0 mm kafsız endotrakeal tüple (ETT) intübasyon gerçekleştirildi. Fiberoptik görüntü eşliğinde 4 Fr Fogarty embolektomi kateteri ETT içinden geçirilerek sağ akciğer ana bronşuna ilerletildi. İşlem sırasında hipoksemi gelişmeden TAV başarıyla uygulandı. Postoperatif seyir sorunsuzdu ve hasta operasyonun 8. günü evine taburcu edildi. Sonuç olarak, bu yöntemin tek akciğer ventilasyonu için yeterli ekipmanın bulunmadığı 4-6 yaş grubu çocuk olgularda, basit ve etkin bir şekilde uygulanabilen farklı bir seçenek olabileceği kanısına varılmıştır. One-lung ventilation (OLV) is generally achieved by double-lumen endotracheal tube (DLT) in adults. However, alternative techniques are used for OLV because of the absence of the suitable DLTs in the pediatric population. OLV can be achieved by selective endobronchial intubation alone or with the insertion of a endobrochial blocker in pediatric patients smaller than six years of age. We aimed in this report, a successful one-lung ventilation by using an alternative technique in a four years'old girl weighing 16 kg with right lung cyst hydatics who is undergoing thoracotomy. Following standard monitorization and general anesthesia induction, conventional endotracheal intubation was performed with internal diameter 5.0 mm uncuffed endotracheal tube (ETT). 4 Fr Fogarty embolectomy catheter was advanced as an endobronchial blocker (EBB) into that right lung main bronchus through the ETT under fiberoptic visual guidance. OLV was successfully achieved without hypoxemia during blocker placement. The post-operative course was uneventful, and patient was discharged home on the 8th postoperative day. In conclusion, we suggest that, if there is no available adequate equipment, this method can be easily and effectively used as an different alternative for one-lung ventilation in children of 4 -6 years of age

    Assessment of Fishery Products Consumption Behavior: the Case of Turkey

    Get PDF
    From the early history of humanity until today, fish and other fishery products have always been involved in human diet. The intake of a sufficient number of proteins has been enabled through high-quality fish meat containing a significant quantity of essential amino acids as well as omega-3 fatty acids. According to the studies, 150 grams of fish, meets the needs of a 50-60% of daily protein intake for an adult. A large part of fishery production in Turkey (86%), is consumed fresh. Turkey, within the scope of Common Fisheries Policy is trying to harmonize fisheries with the EU. A failure to update the 1380 coded Fisheries Law and rapid issuing of EU compatible regulations, safe food for consumers, high quality products along the year for processing industry and marketers, as well as the inability to ensure sustainable price development for the producers, prevent the success of the sector. The aim of this study was to determine the consumption behavior when taking fishery products in terms of food safety, reliability, product quality as well as the level of income and education

    ONE-LUNG VENTILATION WITH A FOGARTY CATHETER IN A CHILD PATIENT

    Get PDF
    Tek akciğer ventilasyonu (TAV) erişkin olgularda genellikle çift lümenli endobronşiyal tüple (ÇLET) gerçekleştirilir. Çocuklarda ise yaşlarına uygun ÇLET olmaması nedeniyle TAV için alternatif teknikler kullanılmaktadır. TAV, 6 yaşından küçük çocuklarda selektif endobronşiyal entübasyon veya bir endobronşiyal blokerin yardımıyla uygulanmaktadır. Bu yazıda, sağ akciğerdeki kist hidatik nedeniyle torakotomi yapılması planlanan 4 yaşındaki çocuk olguda başarıyla uygulanan alternatif tek akciğer ventilasyonu tekniğinin sunulması amaçlanmıştır. Standart monitorizasyon ve genel anestezi indüksiyonunu takiben, iç çapı 5,0 mm kafsız endotrakeal tüple (ETT) intübasyon gerçekleştirildi. Fiberoptik görüntü eşliğinde 4 Fr Fogarty embolektomi kateteri ETT içinden geçirilerek sağ akciğer ana bronşuna ilerletildi. İşlem sırasında hipoksemi gelişmeden TAV başarıyla uygulandı. Postoperatif seyir sorunsuzdu ve hasta operasyonun 8. günü evine taburcu edildi. Sonuç olarak, bu yöntemin tek akciğer ventilasyonu için yeterli ekipmanın bulunmadığı 4-6 yaş grubu çocuk olgularda, basit ve etkin bir şekilde uygulanabilen farklı bir seçenek olabileceği kanısına varılmıştır. One-lung ventilation (OLV) is generally achieved by double-lumen endotracheal tube (DLT) in adults. However, alternative techniques are used for OLV because of the absence of the suitable DLTs in the pediatric population. OLV can be achieved by selective endobronchial intubation alone or with the insertion of a endobrochial blocker in pediatric patients smaller than six years of age. We aimed in this report, a successful one-lung ventilation by using an alternative technique in a four years'old girl weighing 16 kg with right lung cyst hydatics who is undergoing thoracotomy. Following standard monitorization and general anesthesia induction, conventional endotracheal intubation was performed with internal diameter 5.0 mm uncuffed endotracheal tube (ETT). 4 Fr Fogarty embolectomy catheter was advanced as an endobronchial blocker (EBB) into that right lung main bronchus through the ETT under fiberoptic visual guidance. OLV was successfully achieved without hypoxemia during blocker placement. The post-operative course was uneventful, and patient was discharged home on the 8th postoperative day. In conclusion, we suggest that, if there is no available adequate equipment, this method can be easily and effectively used as an different alternative for one-lung ventilation in children of 4 -6 years of age

    ONE TROCAR INTRACORPOREAL LAPAROSCOPIC APPENDECTOMY: A NEW METHOD

    Get PDF
    Amaç: Akut ve perfore appandisit tedavisi laparoskopik olarak da yapılabilmektedir. Laparoskopik appendektomi (LA) tarif edildiğinden bu yana birçok modifikasyona uğramış, trokarların yeri pubik bölgeye yaklaştırılmış, çapları küçültülmüş ve sayıları azaltılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla geliştirilen "laparoskopi yardımlı" appendektomide, göbek içinden yerleştirilen tek trokarla, appendiks karın dışına alınmakta ve appendektomi karın dışında gerçekleşmektedir. Literatürden farklı olarak, göbek içinden yerleştirilen tek bir trokar ile karın içinde gerçekleştirdiğimiz LA tekniğini ve serimizin sonuçlarını sunmak istiyoruz. Gereç ve yöntem: Nisan 2005-Aralık 2005 tarihleri arasında 18 hastaya (10 erkek 8 kız) tek trokar ile karın içinde laparoskopik appendektomi uygulandı. Genel anestezi altında, 5 mm'lik 2 çalışma kanalı olan 11 mm'lik bir trokar Hasson tekniği ile göbek içinden yerleştirildikten sonra karın içine CO2 verildi. Çalışma kanallarının birinden yerleştirilen 5 mm'lik optik ile karın içi görüntülenirken diğer kanaldan 5 mm'lik bir atravmatik doku tutucuyla appendiks çevre dokulardan ayrıldı. Appendiks sağ alt kadrandan perkutan olarak periton içine girilen büyük iğneli bir dikiş materyeli ile mezosundan geçilerek karın duvarına asıldı. Bir çengel koter veya damar bağlayıcı ile mezo ayrıldıktan sonra, appendiks kökü 2-0 polyglactin ile, karın dışında oluşturulup karın içine ilerletilen bir balıkçı düğümü ile bağlandı. Appendektomi sonrası appendiks, trokarın içine alınarak trokarla birlikte karın dışına alındı. Bulgular: Tüm hastalarda LA tek trokar ile karın içinde tamamlandı. Ameliyat sırasında ve sonrasında bir komplikasyon ile karşılaşılmadı. Ameliyat süresi ortalama 35 dakika idi. Tüm hastalar ameliyat sonrası birinci günlerinde sorunsuz ve kozmetik sonuçlarından memnun bir şekilde taburcu edildiler. Sonuç: Tek trokar ile karın içinde yapılan LA, güvenilir, hızlı ve kozmetik sonuçları mükemmel bir yöntemdir. Objective: Laparoscopic appendectomy (LA) is becomming popular for the treatment of acute and perforated appendicitis. Since LA has been described, it has been modified various times, as the trocar places have been moved closed to the pubic region, the diameter sizes and the number of the trocars have been reduced. For this reason, "laparoscopy assisted" appendectomy has been developed. In this procedure, appendix is exteriorized through a single umblical trocar and the dissection of the mesoappendix and appendectomy are completed extracorporeally. Different from the literature, herein we present a new approach, one trocar intracorporeal laparoscopic appendectomy and its results. Material and method: During April 2005 -December 2005, 18 patients (10 M, 8 F) had undergone one trocar intracorporeal laparoscopic appendectomy. Under general anesthesia, an 11 mm trocar with two 5 mm working channels was inserted through the umblicus and CO2 was insufflated. While the abdomen was visiualized with a scope placed through one of the working channels, from the other channel, appendix was grasped and dissected from the surrounding tissues. With a suture percutaneously inserted from right lower quadrant into the peritoneal cavity, appendix was pulled towards the abdominal wall by passing the suture through the mesoappendix. After mesenteric dissection with hook cautery or vessel ligator, the base was ligated with 2-0 polyglactin using a fisherman knot. After appendectomy, the appendix was withdrawn into the trocar and extracted from the abdomen together with the trocar. Results: All LA were completed with a single trocar. There was no peroperative and postoperative complication encountered. Average duration of the procedure was 35 minutes. All patients were discharged from the hospital on their postoperative first days, contented with their cosmetic results. Conclusion: One trocar intracorporeal laparoscopic appendectomy is a safe and fast method with excellent cosmetic results

    THE EFFECT OF PRESENCE OF DILATED GANGLIONIC SEGMENT ON ANORECTAL AND URINARY FUNCTIONS AFTER ONE STAGE TRANSANAL ENDORECTAL PULL-THROUGH FOR HIRSCHSPRUNG'S DISEASE

    Get PDF
    Amaç: Hirschsprung hastalığı (HH) tek basamaklı transanal endorektal pull-through (TERP) ameliyatı sırasında, özellikle yenidoğan döneminden sonra, ameliyat öncesi yoğun kolonik irrigasyonlara rağmen genişlemiş ganglionik segmentin çapının düşürülememesi gibi sorunlar yaşanmaktadır. Bu nedenle genişlemiş ganglionik segment (GGS) varlığında yapılan TERP ameliyatlarına ilgi yoğunlaşmaktadır. HH ameliyatları sonrasında ortaya çıkan anorektal sorunlar dışında alt üriner sisteme ait sorunlar da oluşabilmektedir. TERP yöntemi ile yapılan HH ameliyatları sonrasında ise alt üriner sistem fonksiyonlarına ait bilgi literatürde henüz yoktur. GGS varlığında TERP yöntemi ile düzeltici ameliyatı yapılan hastalar ameliyat sonrası alt üriner sistem ve anorektal fonksiyonlar açısından değerlendirildi. Gereç ve yöntem: Kliniğimizde 2000 - 2003 yılları arasında 17 ay ile 3 yaş arasında değişen 12 hastaya (11 erkek, 1 kız) HH nedeni ile TERP ameliyatı yapıldı. Bu hastalarda, GGS varlığında, koloanal anastomozun katlantılar oluşturmadan gerçekleştirilmesi sağlandı. Bu yeni TERP yöntemi sonrası hastaların hastane ve sayısal video kayıtları incelenerek komplikasyonlar, ameliyat süreleri ve takip süreleri karşılaştırıldı. Ailelerinden onay alınan TERP yapılmış hastalara ameliyat sonrası 6 ay beklenerek standart ürodinami yapıldı. Ürodinamik çalışmada mesane kapasitesi, karıniçi basınç, mesane basıncı, detrüsör basıncı, rezidü idrar hacimleri ve pelvik taban kaslarının elektromyografi (EMG) aktivitesi değerlendirildi. Bulgular: Yedi hasta GGS varlığında 5 hasta normal kolonik çap ile ameliyat edildi. Normal kolonik çaplı grup ile karşılaştırıldığında GGS'li grupta ameliyat süresi daha uzun bulundu. Enterokolit yalnızca GGS grubundaki bir hastada ameliyat sonrası saptandı. Diğer bir hastada ise GGS'nin mesane çıkışına basısı sonucu geçici üriner retansiyon gelişti. Normal kolonik çapı olan grupta, bir hasta ameliyat sonrası dönemde iki kez enterokolit atağı geçirdi. Bu yeni TERP yöntemi ile ameliyat edilmiş 6 hastada (5 erkek, 1 kız) ürodinami çalışması yapıldı. Dört hastaya GGS varlığında TERP yapılmıştı. Bu 4 hastada işeme sonrası mesanede idrar kaldığı ve kalan idrar hacminin 20 cc'den az olduğu saptandı. Normal kolonik çap varlığında ameliyat edilen 2 hastada ise işeme sonrası mesanede idrar kalmadığı saptandı. Tüm hastalarda detrüsör aktivitesi normal olarak değerlendirildi. Hastaların takiplerinde hiçbirinde üriner sisteme ait bir semptom ile karşılaşılmadı. Sonuç: GGS varlığında TERP ameliyatı yapılması ameliyat süresini uzatmakta ve geçici idrar retansiyonuna neden olabilmektedir. Ürodinami sonuçları TERP ameliyatının GGS varlığında bile pelvik sinirlere hasar verme riskinin zayıf olduğunu düşündürmüştür. Objective: Before one stage transanal endorectal pull-through (TERP) for Hirschsprung's disease (HD), dilated proximal bowel causes problems such as inability to reduce the caliber of the ganglionic segment despite vigorous colonic irrigations, especially in infants beyond neonatal period. Therefore much concern is focused on the performance of TERP in the presence of a dilated ganglionic segment (DGS). Apart from the anorectal problems occurring after the HD operations, lower urinary system problems could also came across. There is no data in the literature, about lower urinary system functions of the HD patients underwent TERP. The anorectal and lower urinary tract system functions of the patients underwent TERP with presence of DGS were evaluated after the definitive operation. Material and method: From 2000 to 2003, 12 patients (11 boys, 1 girl) underwent TERP for HD. During presence of DGS, the coloanal anastomosis of the DGS was completed without any tapering. Hospital and digital video records of all the patients who underwent TERP were evaluated, and the duration of the operations, complications and follow up periods of the patients were compared. With the consent of their parents, standart urodynamic studies were performed after 6 months. Bladder capacity, intraabdominal pressure, intravesical pressure, detrusor pressure, residual urinary volume and EMG activities of the pelvic floor muscles were evaluated. Results: Five patients were operated with normal caliber colonic segment while 7 patients had DGS. Duration of the operation was found slightly longer in DGS group. One patient in DGS group experienced a single episode of enterocolitis. Temporay urinary retention due to compression of the bladder outlet by DGS occurred in another patient in this group. In normal caliber colon segment group, one patient experienced 2 episodes of enterocolitis. Urodynamic studies were performed to 6 patients (5 boys, 1 girl) who underwent TERP. Among them, the urodynamic studies of the 4 patient who had DGS, revealed presence of postvoiding urine volume, less than 20 cc. There were no postvoiding residual urine present in the 2 patients with normal caliber colon segment. The detrusor activities of the all the patients were evaluated as normal. No urinary system symptoms were encountered during the follow up period. Conclusion: Presence of DGS during TERP lengthens the operation time and sometimes causes reversible urinary retention. According to urodynamic study results of the patients, the risk of damaging pelvic nerves is very low during TERP, even performed under the presence of DGS

    EFFECTS OF DIFFERENT RESUSCITATION FLUIDS ON NO-REFLOW PHENOMENON AFTER THE HEMORRHAGIC SHOCK

    Get PDF
    Amaç: Hemorajik şok, dolaşımdaki kan volümünün azalması ile meydana gelir.Vücuttaki tüm organlarda doku hipoperfüzyonuna ve hipoksisine sebep olur. Uzamışiskemi sonrası organların kan dolaşımında en önemli fonksiyon bozukluğu,reperfüzyon başladığında kapiller kan akımındaki azalmadır ve kapiller no-reflow olarakadlandırılır.Hemorajik şokta amaç sadece zamanında hacmi yerine koymak değil, organlardakiiskemi reperfüzyon (İ/R) sonrası no-reflow fenomenini engellemeye yönelik olmalıdır.Reperfüzyon amacıyla kullanılan sıvıların organlarda no-reflow fenomenini engellemeyeyönelik etkinliklerini belirlemek amacıyla çalışma planlanmıştır.Yöntem: Bu çalışmada hemorajik şok oluşturulan ratlara (ortalama arteriyel basıncı40 mmHg\'ye azalıncaya kadar kontrollü kanatılarak) 60 dk sonra grup 2 (n=5) de %0,9 NaCl sıvısı, grup 3 (n=5) de jelatin sıvısı, grup 4 (n=5) de hidroksi etil nişasta(hydroxyethyl starch, 130 kD) sıvısı ve grup 5 (n=5) de dekstran 40 sıvısı ileresüsitasyon yapıldı. Grup 1 (n=3) kontrol grubu olarak kullanıldı ve tüm gruplarınçeşitli organlarında (karaciğer, akciğer, böbrek, beyin, bağırsak ve kalp) resüsitasyondan60 dakika sonra çini mürekkebi ile perfüze olan kapiller sayıları histopatolojikinceleme ile belirlendi.Bulgular: Kalp, akciğer, karaciğer, bağırsak ve beyin dokularında HES 130 kD vedekstran 40 resüsitasyonunda perfüze olan kapiller sayısının, %0,9 NaCl ve jelatinresüsitasyonuna göre istatiksel olarak anlamlı fazla olduğu saptandı.Sonuç: Çini mürekkebi perfüzyon yöntemi kullanarak hemorajik şokta İ/R sonrasıno-reflow fenomenini, kalp, akciğer, karaciğer, bağırsak ve beyin dokularında jelatin ve%0,9 NaCl sıvısının engellemediği, HES 130 kD\'nin ve dekstran 40 sıvılarının ise noreflowfenomenini engellediği saptandı.Objective: Hemorrhagic shock is caused by a decrease in the circulating bloodvolume. It causes hypoperfusion and hypoxia of the tissues in all organs of the body.The principal functional impairment in circulation of these organs is reduction ofcapillary blood flow at establishment of reperfusion and it is called the "no-reflowphenomenon".The objective of treatment in hemorrhagic shock should not solely be institution ofvolume on time but to prevent no-reflow phenomenon after ischemia-reperfusion(I/R) of the organs. This study was planned to investigate the efficiency of several Method: In this study, rats were resuscitated with saline in group 2 (n=5), gelatinesolution in group 3 (n=5), hydroxyethyl starch, 130 kD (HES 130 kD) in group 4(n=5) and dextran 40 in group 5 (n=5) after formation of hemorrhagic shock(controlled bleeding till a mean arterial pressure of 40 mm Hg is reached). Group 1(n=3) constituted the control group. The number of ink perfused capillaries werecounted hystopathologically in the organs (liver, lungs, kidney, brain, colon andheart) in all groups 60 minutes following resuscitationin. Indian drawing ink wasused for this purpose.Results: In comparison with the saline and gelatine groups, capillary perfusion in theheart, lung, liver, colon and brain tissues were found to be significantly improved inHES 130 kD and dextran 40 groups.Conclusions: It was concluded that using the ink perfusion method, the no-reflowphenomenon was not prevented with saline and gelatine resuscitation in the heart,lung, liver, colon and brain tissues following IR in hemorrhagic shock, while noreflowphenomenon was prevented with HES 130 kD and dextran 40 resuscitation

    BLADDER AUGMENTATION IN CHILDREN: EARLY AND LATE PROBLEMS

    Get PDF
    Amaç: Nörojen mesane, posterior üretral valv (PUV) ve mesane ekstrofisi gibi hastalıklar mesane kapasitesinin düsüklüğüne ve mesane fonksiyon bozukluğuna sebep olmaktadır. Bu olgularda mesane ogmentasyonu, mesane kapasitesini artırmak ve mesane fonksiyon bozukluğunun sebep olduğu ikincil sorunları tedavi etmek amacıyla tercih edilen bir yöntemdir. Hastanın gereksinimine göre, bu yönteme antegrad kolon lavmanı (AKL) ve temiz aralıklı kateterizasyon (TAK) için kateterize olabilir apendiks veya tapering yapılmıs ileum tüpü eklenebilir. Kliniğimizde mesane ogmentasyonu uyguladığımız hastalarda karsılastığımız erken ve geç dönem sorunları irdelemek amacı ile geriye dönük bir çalısma planladık. Gereç ve yöntem: Ekim 1997 ile Temmuz 2009 yılları arasında mesane ogmentasyonu yapılan hastaların hastane kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Olguların demografik verileri, ameliyat öncesi ve sonrası alt ve üst üriner fonksiyonu açısından ürodinamik, biyokimyasal, sintigrafik (dinamik ve statik) çalısmaları incelendi. Ameliyat sonrası erken ve geç dönem komplikasyonları değerlendirildi. Bulgular: Yasları 5 ile 22 (ortalama 10,08 yıl) arasında değisen 13 hastaya (4 erkek, 9 kız) mesane ogmentasyonu yapıldı. Hastaların 5'inde nörojen mesane, 1'inde PUV, 7'sinde mesane ekstrofisi nedeniyle mesane kapasiteleri yetersizdi. Hastaların tamamına Mitrofanoff prosedürü ve 4 hastaya AKL yapıldı. Hastaların 4'ünde kolon, 9'unda ileum segmenti kullanılarak mesane ogmentasyonu yapıldı. Kolosistoplasti yapılan bir hastaya, ameliyat sonrası yetersiz mesane kapasitesi nedeni ile ileal greft ile yeniden ogmentasyon yapıldı. PUV tanılı 1 hasta dısındakilerin tamamına mesane boynu onarımı yapıldı. Hastalardan 2 tanesinde yara yeri infeksiyonu, 2'sinde mesanecilt fistülü, 2'sinde mesane tası 1'inde, Mitrofanoff stomasının ciltten ayrılması gelisti. Ameliyat öncesi ortalama mesane hacmi 96,25 ml (82-111 ml), ameliyat sonrası ise 487,5 ml (450-500ml) olarak ölçüldü. Ogmentasyon sonrası hiçbir hastada DMSA'da renal fonksiyon kaybı ya da yeni renal skar olusumu saptanmadı. Tüm hastalara Mitrofanoff stomasından 3-4 saat aralıklarla TAK yaptırıldı. Äzlemde hastalar TAK aralarında kuru kaldı. Ameliyat sonrası tüm hastalarda mukus salgısının TAK uygulan masını güçlestirdiği görüldü. Sonuç: Mesane ogmentasyonunda kullanılan ileum segmenti, yeterli mesane hacmi sağlar. Kolon ya da ileumun yoğun mukus salgısı TAK'lar sırasında mesanenin bosaltılmasında güçlüğe ve mesane içi tas olusumuna sebep olabilir. Mesane ogmentasyonu, uygun hastalarda böbreklerin korunmasını ve hastaların kuru kalmasını sağlayan bir tedavi yöntemidir. Objective: Neurogenic bladder, posterior urethral valve (PUV) and bladder exstrophy may lead to low bladder capacity and abnormal bladder functions. Bladder augmentation is the most preferred multidisciplinary method in the treatment of the patients having low bladder capacity and the secondary problems due to abnormal bladder functions. According to the needs of the patient, creation of a catheterable appendix (Mitrofanoff procedure) or a tapered ileal tube for an antegrad colonic enema (ACE) and clean intermitant catheterization (CIC) might be added. We conducted retrospective study for evaluating early and late postoperative complications of augmented patients. Materials and method: Between October 1997 and July 2009, the hospital records of the patients, who underwent bladder augmentation, were studied retrospectively. Patients were evaluated according to demographics, preoperative and postoperative urodynamic studies, biochemistry, scintigraphic imaging (dynamic and static). Preoperative early and late complications were recorded. Results: 13 patients, (4 boys, 9 girls), aged between 5 and 22 (mean 10.08 years), were underwent bladder augmentation. Bladder capacity of the patients was low due to neurojenic bladder (n: 5), PUV (n: 1) and bladder exstrophy (n: 7). Mitrofanoff procedure was added to all patients. ACE procedure was performed in 4 patients. Colonic segment was used in 4 patients and ileal segment was used in 9 patients for the bladder augmentation. Cutaneous fistula in one patient, and wound infection in 2 patients occurred within early postoperative period. Additionally, one Mitrofanoff stoma was separated from the skin in 1 patient. One of the patients with a colonic segment, was needed a secondary augmentation procedure because of an inadequate bladder capacity. Ileal segment was used in this patient at the second augmentation. Bladder stone formation was seen in one patient. The mean bladder capacity was 96.25 ml (82-111 ml) preoperatively. Postoperatively, mean bladder capacity was measured 487.5 (450-500 ml). New renal scar was not determined in any patient after the augmentation. All the patients are dry when they do CIC in every 3 to 4 hours via Mitrofanoff stomas. Mucus plug formation was observed in all patients. The all parents complained of the difficulty of CIC due to the mucus formation. Conclusion: Although ileum increases the capacity very well, the intense mucus production causes problems while emptying the bladder by CIC and causes bladder stones. Bladder augmentation, although it is a very complex procedure, it helps the patients with inedequate bladder capacities to stay dry and also preserve the kidneys

    LAPAROSCOPIC TRANSPERITONEAL ADRENALECTOMY EXPERIENCES IN THE PEDIATRIC PATIENTS

    Get PDF
    Amaç: Endoskopik adrenalektomi, benign, iyi sınırlı adrenal kitlelerin tedavinde erişkinlerde altın standart haline gelmiştir. Çocukluk yaş grubunda endoskopik adrenalektomi yapılan olgu sayısı sınırlıdır. Çocukluk yaş grubunda transperitoneal laparoskopik adrenalektomi deneyimlerimizi sunmak istiyoruz. Gereç ve Yöntem: 1998-2008 yılları arasında ‘adrenal kitle' tanısıyla laparoskopik transperitoneal adrenalektomi uygulanan 4 hastanın (1 erkek, 3 kız) dosya ve dijital video kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Yaşları 1 ile 18 (ortalama 6 ± 5) arasında değişen 4 hastaya laparoskopik adrenalektomi uygulandı. Hastaların vücut ağırlıkları 8 ile 65 kg arasında (ortalama 25 ± 17) değişmektedir. Kitlelerin 2 tanesi sağ, 2 tanesi de sol adrenal bez yerleşimliydi. Ameliyat süreleri 160 ile 190 dakika (ortalama 175 ± 15) arasında değişmektedir. Histopatolojik incelemede nöroblastom (n=1), ganglionöroblastom (n=1) ve adrenal adenom (n=2) saptandı. Hastaların ameliyat sonrası hastanede kalış süresi 2-3 gündür (ortalama 2,5 ± 0,5). Hastaların izlem süresi ortalama 2 yıldır. Nöroblastom tanılı hasta halen izlemdedir. Sonuç: Laparoskopik adrenalektomi, çocukluk çağı adrenal tümörlerinin tedavisinde giderek tercih edilen bir tedavi yöntemi olmaktadır. İyi sınırlı adrenal tümörlere yaklaşımda, daha erken ağızdan beslenmeye geçilmesi, daha az ağrı ve daha küçük cerrahi kesi avantajları ile laparoskopik adrenalektomi ilk seçenek olarak düşünülmelidir. Objective: Endoscopic adrenalectomy has become a gold standart in the treatment of benign and well defined adrenal tumors of adult patients. The number of patients underwent laparoscopic adrenalectomy is limitted in the pediatric age group. We herein present our transperitoneal laparoscopic adrenalectomy experiences in pediatric patients. Material and Method: The hospital and digital video recordings of 4 patients (1 boy3 girl) with ‘adrenal mass' who underwent laparoscopic transperitoneal adrenalectomy were evaluated retrospectively. Results: Four patients aging between 1 and 18 years (mean 6 ± 5) during 1998 - 2008 were underwent laparoscopic adrenalectomy. Their body weight were between 8 and 65 kg (mean 25 ± 17). Two of the tumors were right, the other 2 were left sided. Operating time ranged from 160 to 190 minutes (mean 175 ± 15).The histopathological examination of the masses revealed 1 neuroblastoma, 1ganglioneuroblastoma, and 2 adrenal adenomas. Postoperative hospital stay was 2 to 3 days (mean 2.5 ± 0.5). The mean follow up period of the patients' was 2 years. One patient with neuroblastoma is still on follow up. Conclusion: Laparoscopic adrenalectomy has becoming a preferred procedure in the treatment of adrenal tumors in pediatric age group. Laparoscopic adrenalectomy should be the first choice in the treatment of well defined adrenal tumors as the patients start oral feedings early, have lesser pain and smaller incisions

    TRANSPERITONEAL LAPAROSCOPIC PYELOPLASTY FOR TREATMENT OF URETEROPEL VICJUNCTION OBSTRUCTION

    Get PDF
    Amaç: Üreteropelvik bileşke (ÜPB) tıkanıklığı operatif tedavisinde altın standart açık piyeloplastidir. Laparoskopik piyeloplasti (LP)'nin çocuklarda uygulanmaya başlanmasından beri bu konuda uygulanabilirliği ve teknik iyileştirmeler hakkında çalışmalar yayınlanmıştır. ÜPB tıkanıklığı olan hastalarda LP'nin yerini göstermek amaçlı geriye dönük çalışma planlandı. Gereç ve yöntem: Ekim 2005 - Mart 2009 tarihleri arasında 14 hastada toplam 15 toplayıcı sisteme 3 port kullanılarak LP yapıldı. Bulgular: ÜPB tıkanıklığı 5 hastada sağda, 8 hastada solda, 1 hastada ise bilateral idi. Hastaların preoperatif dinamik böbrek sintigrafisi ile elde edilen diferansiye renal fonksiyonları ortalama % 40,0 ± 11,1 (27 - 57) idi. Bilateral ÜPB tıkanıklığı olan hastanın onarımları farklı tarihlerde yapıldı. Daha önce sağ ÜPB tıkanıklığı nedeniyle başka bir hastanede açık yöntemle ameliyat edilen hastanın ve sol böbreği ektopik pelvik yerleşimli olan hastanın ÜPB tıkanıklığı LP ile tedavi edildi. Postoperatif 6. ayda yapılan dinamik böbrek sintigrafilerinde tüm hastalarda radyoaktif madde klirens eğrisinin normal olduğu saptandı. Postoperatif 6. aydaki diferansiye renal fonksiyonları ortalama %43,5 ± 9,8 (30 - 57) (p < 0,05) idi. Sonuç: LP çocuklarda ÜPB tıkanıklıklarının tedavisinde güvenli bir yöntemdir. Ektopik böbrek ya da açık piyeloplasti sonrası ÜPB tıkanıklığı gibi ek klinik koşullarda da LP'nin, açık piyeloplastinin alternatifi olabileceğini düşünüyoruz. Objective: Open pyeloplasty is the gold standard for the treatment of ureteropelvic junction (UPJ) obstruction. With the introduction of laparoscopic pyeloplasty (LP), several reports regarding feasibility of LP and technical achievements. A retrospective study was planned to demonstrate the place of LP in the treatment of UPJ obstruction Material and Method: Between October 2005 - March 2009 15 UPJ obstructions of 14 patients have been treated with LP conducted through 3 ports. Results: UPJ obstruction was on the right side in 5 patients, on the left side in 8 patients, bilateral in 1 patient. Preoperative split renal function was 40,0% ± 11,1 (27 - 57). LP was conducted metachronously in the patient with bilateral UPJ obstruction. A patient had a failed open pyeloplasty, another patient had a left ectopic pelvic kidney, both were treated with LP. All patients had normal MAG 3 clearance at the 6'th month of study. Split renal function measured at the 6'th month was 43,5% ± 9,8 (30 - 57) (p < 0,05). Conclusion: LP is a safe and successful procedure for the treatment of UPJ obstruction. LP can be conducted in patients with failed open pyeloplasty and ectopic kidney
    corecore