116 research outputs found
Effect of Cycloplegia on Keratometric and Biometric Parameters in Keratoconus
Purpose. To obtain information about effect of cycloplegia on keratometry and biometry in keratoconus. Methods. 48 keratoconus (Group 1) and 52 healthy subjects (Group 2) were included in the study. We measured the flat meridian of the anterior corneal surface (K1), steep meridian of the anterior corneal surface (K2), lens thickness (LT), anterior chamber depth (ACD), and axial length (AL) using the Lenstar LS 900 before and after cycloplegia. Results. The median K1 in Group 1 was 45.64 D before and 45.42 D after cycloplegia, and the difference was statistically significant (P<0.05). The median K2 in Group 1 was 50.96 D before and 50.17 D after cycloplegia, and the difference was significant (P<0.05). The median K1 and K2 in Group 2 were 42.84 and 44.49 D, respectively, before cycloplegia, and 42.84 and 44.56 D after cycloplegia, and the differences were not statistically significant (all P>0.05). There were significant differences in SE, LT, ACD, and RLP between before and after cycloplegia in either Group 1 (all P<0.05) or Group 2 (all P<0.05). There were not statistically significant differences in AL between before cycloplegia and after cycloplegia in either Group 1 (P=0.533) or group 2 (P=0.529). Conclusions. Flattened corneal curvature and increase in ACD following cycloplegia in keratoconus patients were detected
Organik Hayvansal Üretim ve Çevre
Toprak, su ve havadan oluşan çevrenin, tarımsal üretim nedeniyle kirlenmesi diğer bir ifadeyle tarımsal kaynaklı çevre kirliliği son yıllarda önemli bir sorun olarak gündeme gelmektedir. Çevre kirliliğinin sadece endüstrileşme hareketleri ile başlamadığı ve bu kirliliğin endüstrileşme hareketlerinden önce tarımsal kaynaklı olarak da var olduğu bilinen bir gerçektir. Fakat, konvansiyonel tarım yerine organik tarım ve iyi tarım uygulamaları gibi sürdürebilir tarım sistemlerine geçilerek sürdürebilir bir çevrenin oluşmasına önemli katkılar sağlanacağı da ileri sürülmektedir. Makalede organik tarım içinde yer alan organik hayvansal üretimin çevre ile ilişkisini açıklayabilmek için bu üretim yaşam döngüsü parametreleri bakımından incelenmiştir. Bu makaleden elde edilen sonuçlar, organik hayvansal üretimde genelde enerji kullanım etkinliği ile ötrifikasyon potansiyelinin konvansiyonel üretimden daha iyi olduğunu, buna karşılık küresel ısınma ve asitleştirme potansiyeli ile ilgili azaltıcı etkiler görülse de, bu konudaki araştırmalara halen ihtiyaç olduğunu göstermiştir
Hearing loss and stigma
Amaç: Bu çalışmada işitme kaybı ve işitme cihazı ile ilişkili stigma değerlendirildi. Hastalar ve Yöntemler: Bu çalışmada Eylül 2015 - Mart 2016 tarihleri arasında işitme kaybı ile Kulak Burun Boğaz polikliniğine başvuran ve muayene sonucunda işitme cihazı önerilen ancak cihazı kullanmayı reddeden 35 hasta yapılandırılmış formlarla değerlendirildi. Bulgular: İşitme kaybı olan hastaların %57.1’i işitme kaybından daha ciddi öncelikleri olduğunu düşünmekteydi. Hastaların cihaz edinmesinde stigma ile ilişkili en önemli engeller “işitme cihazının dışarıdan fark edilmesi” (%45.7) ve işitme cihazının kullanıcıyı “yaşlı” (%37.1) ve “engelli” (%45.7) gösterdiği düşüncesi idi. Sonuç: Stigma işitme cihazı edinimindeki önemli engellerden biridir. İşitme kaybı için yardım isteyen hastalara psikososyal destek gereklidir. İşitme kaybı ile ilgili stigma hakkında toplumsal farkındalık artırılmalı ve medya stigma engelinin kırılması için yardım etmelidir.Objectives: This study aims to evaluate the stigma associated with hearing loss and hearing aid. Patients and Methods: A total of 35 patients were examined with structured forms, who were admitted to the Ear Nose and Throat outpatient clinic between September 2015 and March 2016 with hearing loss and were recommended to use hearing aid but refused to do so. Results: Patients with hearing loss believed that they had more serious priorities than their hearing impairment (57.1%). The most important barriers associated to stigma in the adoption of hearing aid were the thoughts of “hearing aid is noticeable from outside” (45.7%) and the hearing aid makes the user look “old” (37.1%) and “disabled” (45.7%). Conclusion: Stigma is one of the important barriers of hearing aid adoption. Psychosocial support is necessary for the patients who seek help for their hearing loss. Social awareness should be increased about stigma associated to hearing loss and the media should help to disrupt the stigma barrier
Bir Hemodiyaliz Hastasında Üç Kapak Tutulumu Olan Endokardit Vakası
A 22 year-old male patient referred to cardiology clinic with complaints of fever, chills and malaise. He had been on haemodialysis for 12 months due to immunoglobulin A nephropathy. On admission his body temperature, pulse rate and blood pressure was 38.6°C, 115 beats/min and 110/70 mmHg, respectively. In the laboratory examination there were leukocyte, C-reactive protein and erythrocyte sedimentation rate elevation. There were vegetations on the mitral, aortic and tricuspid valves. Blood cultures were positive for Enterococcus faecalis which was susceptible to vancomycin. Since the patient did not accept the surgical operation, he died because of multi-organ dysfunction.On iki aydır immünglobulin A nefropatisi tanısıyla hemodiyaliz yapılan yirmi iki yaşında erkek hasta ateş, terleme ve halsizlik şikayeti ile kardiyoloji kliniğimize yönlendirildi. Hastanın başvurusunda vucut sıcaklığı 38,6°C, kalp hızı 115 atım/dk ve tansiyon arteriel 110/70 mmHg idi. Labaratuvar tetkiklerinde lökosit, eritrosit sedimantasyon hızı ve C-reaktif protein değerleri yüksekti. Mitral, aort ve triküspit kapakta vejetasyon vardı. Kan kültüründe vankomisine duyarlı Enterococus faecalis üredi. Cerrahi operasyonu kabul etmeyen hasta multiorgan disfonksiyonu nedeniyle kaybedildi
Perforated primary small bowel lymphoma: A case report
İnce bağırsak malign tümörleri nadir görülen ve tanı aşamasındaki güçlükler nedeniyle ileri evrelerde tanı konan tümörlerdir. Lenfoma gastrointestinal sistem malign tümörlerinin %1'ini oluşturur. Primer gastrointestinal lenfoma ender görülür ve ameliyat öncesi tanı konması oldukça zordur. Primer gastrointestinal lenfoma tanısı genellikle laparotomi ile konur. Bu yazıda, subileus tanısı ile takip edilmekteyken akut karın kliniği gelişen ve acil cerrahi eksplorasyona alınarak ince bağırsak tümör perforasyonu saptanan 77 yaşında erkek hasta sunuldu. Hastaya geniş ince bağırsak rezeksiyonu ve uç uca çift kat ince bağırsak anastomozu yapıldı. Histopatolojik inceleme sonucu indolent B-hücreli non-Hodgkin lenfoma olarak bildirildi. İnce bağırsak tümörlerinin nadiren subileus tablosu ile karşımıza çıkabileceği ve tanının çoğu zaman gecikebileceği unutulmamalıdırMalignant tumors of the small bowel are rarely seen and are usually diagnosed in advanced stages because of the difficulties in diagnosis. Lymphomas account for %1 of malignant gastrointestinal system tumors. Primary gastrointestinal lymphoma is very rare and its preoperative diagnosis is difficult. Its diagnosis is usually made through laparotomy. A 77-year-old male patient developed acute abdomen during observation for partial mechanic intestinal obstruction. Emergent explorative laparotomy revealed perforation of a small bowel tumor. A wide small bowel resection was performed with a double-layer end-to-end anastomosis. Histopathological examination of the surgical specimen was reported as indolent B-cell non&#8211;Hodgkin's lymphoma. It should be kept in mind that small bowel tumors can present as mechanic intestinal obstruction, resulting in delayed diagnosis
Comparison between Karydakis flap repair and primary closure for surgical treatment of sacrococcygeal pilonidal sinus
Amaç: Bu prospektif çalışmada, pilonidal sinüsün cerrahi tedavisi için son dönemlerde yaygın kullanılan bir teknik olan Karydakis flep ameliyatı ile primer kapama tekniği karşılaştırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Pilonidal sinüs nedeniyle ameliyat edilen 48 hasta (46 erkek, 2 kadın) çalışmaya alındı. Hastalar iki gruba ayrıldı. Sinüs eksizyonundan sonra 33 hastaya (grup 1) primer kapama, 15 hastaya (grup 2) ise Karydakis flep ameliyatı uygulandı. Ortalama takip süresi grup 1'de 6.8 ay (dağılım 4-11 ay), grup 2'de 6.2 ay (dağılım 3-10 ay) idi. Bulgular: Grup 1'de dört hastada (%12.1), grup 2'de iki hastada (%13.3) yara yerinde seröz sıvı birikimi ve akıntı saptandı. Grup 2'de bir hastada (%6.7) yara yerinde ciltaltı hematom oluştu. Takipler sırasında her iki grupta da hiçbir hastada yara yerinde enfeksiyon görülmezken, grup 1'de bir (%3), grup 2'de yine bir hastada (%6.7) erken dönemde nüks görüldü. Sonuç: Uygulanması diğer yöntemlere göre daha kolay ve basit, iyileşme süresi daha kısa ve skar dokusu daha az olduğundan, eksizyon ve primer kapama yöntemi uygun olgularda tercih edilen bir ameliyat şekli olabilir.Objectives: In this prospective study, we compared primary closure and Karydakis flap repair which has recently proved a popular technique for surgical treatment of pilonidal sinus. Patients and Methods: The study included 48 patients (46 males, 2 females) who were operated on for pilonidal sinus. The patients were randomized to two groups. After sinus excision, 33 patients (group 1) underwent primary closure, and 15 patients (group 2) underwent Karydakis flap surgery. The mean followup was 6.8 months (range 4 to 11 months) in group 1, and 6.2 months (range 3 to 10 months) in group 2. Results: Serous liquid collection and discharge were seen at the site of the lesion in four patients (12.1%) in group 1, and in two patients (13.3%) in group 2. Subcutaneous hematoma was detected in one patient (6.7%) in group 2. During the follow-up period, none of the patients developed wound infection. Recurrences were seen in one patient (3%) in group 1, and in one patient (6.7%) in group 2. Conclusion: Excision and primary closure can be the preferred method for the treatment of pilonidal sinus in selected patients due to its advantages such as ease and simplicity, shorter recovery time, and limited scar formation
A Case of Triple Valve Endocarditis in a Patient on Haemodialysis
A 22 year-old male patient referred to cardiology clinic with complaints of fever, chills and malaise. He had been on haemodialysis for 12 months due to immunoglobulin A nephropathy. On admission his body temperature, pulse rate and blood pressure was 38.6°C, 115 beats/min and 110/70 mmHg, respectively. In the laboratory examination there were leukocyte, C-reactive protein and erythrocyte sedimentation rate elevation. There were vegetations on the mitral, aortic and tricuspid valves. Blood cultures were positive for Enterococcus faecalis which was susceptible to vancomycin. Since the patient did not accept the surgical operation, he died because of multi-organ dysfunction
Benign pneumoperitoneum: A case report
Fleksibl kolonoskopi kolon patolojilerinin tanı, tedavi ve takibinde kullanılan en iyi yöntem olarak kabul edilmektedir. Kolonoskopi sonrası karın ağrısından yakınan her hastada, perforasyondan şüphelenilmelidir. Kolonoskopi sonrası perforasyon sıklığı tanısal amaçlı yapılan kolonoskopide %0.01 ile %0.4 arasında değişmektedir. Yaygın peritoneal irritasyon bulguları olması durumunda cerrahi girişim şarttır. Erken cerrahi girişim birçok yazar tarafından mortalite ve morbiditeyi azaltan en iyi stratejik yaklaşım olarak görülmektedir. Seçilmiş olgularda, peritoneal irritasyon bulguları olmaması durumunda ameliyatsız (non-operative) yaklaşım denenebilir. Geniş olgu çalışmaları incelendiğinde ameliyatsız yaklaşılan olguların tüm kolonik perforasyon olgularının ortalama %1 ila %5'ini oluşturduğu görülmektedir. Bu yazıda, kolonoskopi sonrasında intraperitoneal alanda serbest gaz tespit edilen ve ameliyatsız tedavi edilen olgu sunuldu.Flexible colonoscopy is the gold standard in diagnosis, treatment, and follow-up of colonic pathologies. The acute onset of abdominal pain after colonoscopy may be a clinical sign of colonic perforation. Perforation rate after diagnostic colonoscopies varies between 0.01%-0.4%. If the patient develops signs of peritoneal irritation, the surgical intervention is obligatory. According to the literature, early surgical treatment is the best strategic approach that decreases the morbidity and mortality. Nonoperative treatment could be a choice in selected patients without signs of peritoneal irritation. In large colonoscopy series, only 1-5% of the cases with colonic perforation secondary to the colonoscopy were treated conservatively. We reported a case with colonic perforation after diagnostic colonoscopy which we successfully treated nonoperatively without further need of surgery
Therapeutic and protective effects of montelukast against doxorubicin-induced acute kidney damage in rats
Objective(s): The current study was designed to investigate the therapeutic and protective effects of montelukast (ML) against doxorubicin (DOX)-induced acute kidney damage in rats.Materials and Methods: Thirty-five Wistar albino female rats were randomly divided into 5 groups as follows: Group I: Control; Group II: Control+ML; Group III: DOX; Group IV: DOX+ML; Group V: ML+DOX. At the end of the experiment, the kidney tissues of rats were collected. Thiobarbituric acid reactive substance (TBARS), reduced glutathione, superoxide dismutase (SOD), and catalase levels were determined from the kidney tissues. In addition, the kidney tissues were examined histologically.Results: DOX induced a significant increase in the kidney TBARS levels, whereas SOD contents significantly decreased when compared with the control group. On the other hand, ML administration before and after DOX injection caused significant decreases in TBARS production and also increases in SOD levels. Histologically, the most remarkable damage was glomerulosclerosis and tubular changes in the DOX group. Moreover, marked tubular necrosis and swelling in tubular epithelial cells were observed in this group. Contrarily, although glomerulosclerosis was recognized as alleviated also in both DOX+ML and ML+DOX groups, the lesions did not completely ameliorate. However, treatment with ML after DOX injection was more effective than treatment with ML before DOX injection with respect to the protection of tubular structures. Conclusion: It was determined that ML treatment after DOX injection caused therapeutic effects against DOX-induced kidney damage. Thence, ML treatment is of some clinical properties for oxidative stress damage in kidney tissues
- …