7 research outputs found

    Tasavvufun Gâye ve Yöntemini Belirleyen Bir Kavram Olarak Ezeliyet: Cüneyd-i Bağdâdî’de İnsanın Ezelîliği Düşüncesi

    Get PDF
    İslâm düşünce geleneğinde daima ikmâl edici ve kuşatıcı bir misyonla faaliyet gösteren tasavvuf, âlem ile Allah irtibatını, diğer disiplinlerden farklı bir gâye ve farklı bir yöntemle izah etmektedir. İslâmî gelenekte tedâvül eden hemen her tasavvur ve tasdik için de daha geniş ve derin anlamlar teklif eden sûfîlerin dayandıkları bazı üst ilkeler vardır. Bunlardan biri de insanın âlemin herhangi bir ferdi olarak değil, Allah’ın husûsî bir kurgusu olarak var olduğu inancına kaynaklık eden “ezeliyet” kavramı veya ruhun ezelîliği düşüncesidir. Ezeliyet kavramını normatif geleneğin hassasiyetlerinden uzak ama yine de Ehl-i sünnet anlayışına muvâfık bir tarzda yorumlayan sûfîler, kavrama tasavvufun hemen hemen bütün meselelerini taşıyabilecek bir kapasite tanımışlardır. Husûsen tasavvuf tarihinin inşa edici simalarından Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909), insan ve Allah arasındaki irtibatın boyutlarını “ruh” üzerinden ele alarak beşerî vücûdda ilâhî bir unsur olan ruha yönelmeyi düşünce sisteminin merkezi haline getirmiştir. Bu konudaki mülahazalarıyla “Allah insanın nesi olur?” veya “İnsan nerelidir?” gibi çok temel iki soruya cevap arayan Cüneyd, bir şekilde “ruhun ezeliyeti” düşüncesine ulaşmıştır. Öyle ki bu konu hakkında öne sürdüğü fikirler, Cüneyd ile birlikte tasavvuf ilminin gâyesinin “ezeliyete vuslat”, yönteminin ise “ezelî ahde vefâ” olarak güncellendiğini söylememizi mümkün kılmaktadır. Cüneyd’in tevhîd anlatılarının ana temasını oluşturan “mîsâk” olgusu ile tevhîdin usûlü olarak takdîm ettiği “fenâ” tecrübesi bu noktada Cüneyd’in ezeliyet düşüncesini kavramak bakımından büyük önem arz etmektedir. Bu makale, mîsâk ve fenâ gibi kavramsal referanslardan hareketle, taşıyıcı bir kavram olarak ezeliyetin, Cüneyd’in düşünce sistemindeki yerini ve etkinliğini ortaya koymayı, aynı zamanda kavramın tasavvuf ilminin gâyesi ve yönteminin belirlenmesine nasıl kaynaklık ettiğini açığa kavuşturmayı amaçlamaktadır

    Cüneyd-i Bağdâdîye Göre Velâyet

    Get PDF
    Sufis have tried to explain all the issues of the relationship between God and man on the basis of “continuity” and “directness”. In response to the belief that the revelation ended with the prophet’s death, sufis developed the theory of “walāya/sainthood” and defended the continuation of the “wisdom” which they saw as the next form of revelation after the prophethood, and the belief that people could establish a direct and special bond with Allah even without the prophets' interventions. Through this theory placed at the center of the discussions about human nature and its spiritual development, sufis raised the claim that the endless layers of meaning of the Qur'an and the knowledge of truth is always but only by the “selected ones” knowable. Therefore, walāya can be seen as an answer from the sufi wing to the question of what might be the ultimate level achieved by man in the epistemic sense. This article aims to expand the focal point of sainthood researches which concentrate on Khatm al-awliyāʾ of al-Tirmidhī and ignore the thoughts of pre- Tirmidhī sufis, by revealing the views of Junayd al-Baghdādi.Sûfiler tanrı ve insan arasındaki ilişkiye dair tüm meseleleri, “süreklilik” ve “doğrudanlık” esasından hareketle izah etmeye çalışmışlardır. Bundandır ki Sûfiler Allah’ın kullarına hitabı olan vahyin, Hz. Peygamber’in vefatıyla sona ermiş olduğu kanaatine mukabil sûfiler “velâyet” teorisini geliştirerek vahyin nübüvvetten sonraki formu saydıkları “hikmet”in kesilmezliğini ve insanların peygamberlerin tavassutu olmadan da Allah ile doğrudan ve özel bir bağ kurabileceklerini savunmuşlardır. İnsanın mahiyeti ve tekamülüne ilişkin tahlillerin merkezine yerleştirilen bu teori aracılığıyla sûfiler, ezelî hikmet olan Kur'ân-ı Kerîm’in sonsuz anlam katmanlarına veya hakikatin bilgisine her zaman için; ama yalnızca “seçilmiş olanlar” tarafından vakıf olunabileceği iddiasını gündeme getirmektedirler. Dolayısıyla Allah’ın ezelde seçtiği kişilere yani velîlerine hasrettiği makam olarak velâyet, insanın epistemik anlamda ulaşabileceği en nihai mertebenin ne olabileceği sorusuna tasavvuf kanadından gelen bir cevap olarak görülebilir. Bu makale de çoğu zaman Hakim Tirmizî’nin Hatmü’l-Evliyâ isimli eseri üzerinden yürütülen velâyet teorisine ilişkin modern araştırmaların sarf-ı nazar ettiği Tirmizî öncesi sufilerden Cüneyd-i Bağdâdî’nin görüşlerini ortaya koyarak, velayet araştırmalarındaki odak alanını genişletmeyi amaçlamaktadır

    Molla Cami’nin Levâyih adlı eseri (inceleme- metin)

    No full text
    ÖZETMolla Câmî, 15. yy İslâm dünyâsının en mühim sîmâlarından olup, ismi ve kābiliyyetleri henüz hayattayken şöhret bulmuştur. Onun bu denli bir şöhreti yakalamasında vahdet-i vucûd telakkîsini Nakşî tarîkiyle sentezlemesi büyük bir rol oynamıştır ki böylece Câmî, Ekberî gelenek ile Nakşî esaslarının buluşma noktasını teşkîl etmiştir. Onun bu sentezleyici tasavvuf algısının en tebellür ettiği eseri de çalışma konumuz olan Levâyih’tir. Levâyih’te Câmi, seyr u sülûk ve vahdet-i vücûd konularını, lâyihalar ve rubâiler eşliğinde açıklamıştır. Eserin aslı Farsça olup, Osmanlı coğrafyasında Şemseddin Sivâsî (ö.1597), İsmâil Amasî (ö.1588), İsmâil Müfîd(ö.1803 ) ve Yâkup Han Kâşgarî(ö.1899) tarafından Osmanlı Türkçe’sine, uzak doğuda ise Liu Chih(ö.1730) tarafından Çince’ye tercüme edilmiştir. Bu çalışma öncelikle tarafımızca Levâyih’in günümüz türkçesine tercümesini, ardından diğer mütercimlerin tercümelerindeki husûsiyetler ile iki tercümenin günümüz Türkçesine çevrimyazımını ve Levâyih’in muhtevâ tahlîlini konu edinmektedir.Anahtar Kelimeler: Molla Câmî, Levâyih, Sivâsî, Amasî, Yâkûb Han, İsmail Müfîd, Tasavvuf.,ABSTRACTMolla Jāmi is one of the most significant figures in 15th century and his name and capability won fame when he was still alive. That he synthesised the concept of wahdat al-wujud with Naqshi order played a key role in this fame, thus he collected the Akbarian tradition and the Naqshi principals in himself. This synthesizer attitude of him became cristallized best in Lawayeh which is our thesis subject. In this book, Jāmi explained the issues concerning practical tawhid and theorical tawhid in company with lāyehas [short articles] and rubaies [quatrains]. The book is originally Persian and has been translated into Turkish several times by Sivāsī(d.1597), Amasī(d.1588), İsmāel Mufīd (d.1803 ) and Yâkûb Khan Qashgarī(d.1899) during the Ottoman Empire and also into Chinese by Liu Chih(d.1730) in far east. This treatise primarily contains the new translation of the book into modern Turkish by us, then the peculiarities of the other translations of the interpreters with the transcription of the two of them, finally an assessment of Lawayeh’s content.Kewwords: Mulla Jāmi, Lawāyeh, Sivāsī, Amasī, Yakūb Khan, İsmāil Mufīd, Sufism

    Siyâset, Melâmet ve Şehâdet Döngüsünde Bir Şeyh: İsmâil Mâşûkî

    No full text
    Bayrâmî-Melâmî kutbu kabul edilen ve Pîr Ali Aksarâyî’nin oğlu olan İsmâil Mâşûkî XVI. yüzyıl Osmanlı coğrafyasının yetiştirdiği önemli sûfîlerden biridir. 1508 senesinde Aksaray’da doğan şeyh, ömrünü aşk-ı ilâhîye adamasından ötürü “Mâşûkî”, babasının şeyh olması hasebiyle “Çelebi”, irşâd faaliyetine çok genç yaşta başladığı için de “Oğlan Şeyh” olarak anılmaktadır. İrşad için gittiği İstanbul’da büyük camilerde irad ettiği tesirli ve ateşli vaazlarla halkı kendine meftun bırakan Mâşûkî, kısa bir zaman içinde daha çok çiftçi ve köylülere hitap eden bir taşra tarîkatını entelektüel bir şehir tarîkatı seviyesine yükseltecek kadar taraftar toplamıştır. Ancak cezbe, muhabbet ve vahdet-i vücûd ağırlıklı söylemleri, ilmî ve siyâsî otoritelerin dikkatini ve gazabını celb edince, Şeyhülislâm Çivizâde’nin fetvasıyla mülhid ve zındık ilan edilip, katline hükmedilmiş ve h. 945/ 1539 yılında da on iki mürîdiyle birlikte At Meydanı’nda idam edilmiştir. Mâşûkî’nin idamına gerekçe oluşturan suçlamaların ne olduğuna dair elimizde yalnızca yapılan muhâkemenin 20 Zilhicce 945 tarihli zabıt metni bulunmaktadır. Bu metinde Mâşûkî’nin de hâzır bulunduğu celsede şahitlerin beyanına göre kaydedilmiş ithamlar yer almaktadır. Ancak mecliste bulunmasına rağmen şeyhin bu ithâmlara kabul cihetinden mi yoksa itiraz cihetinden mi yaklaştığına dair ise hiçbir kayda rastlanmamaktadır. Dolayısıyla Mâşûkî aleyhinde süregelen ilhâd ve zendeka iddialarının sıhhatine en azından bu belge özelinde ulaşmak imkânsız görünmektedir. Bu sebeple araştırma sorularımızdan ikisine karşılık gelen Mâşûkî’nin “nasıl anlaşıldığı” ve “âkıbetinin ne olduğu” meselesinin iç yüzünü kavrayabilmek için dönemin dînî, siyâsî ve sosyal arkaplanına inmek, Osmanlı resmî ideolojisine bakmak bu noktada önem kazanmaktadır. Araştırmanın son sorusu olan Mâşûkî’nin gerçekte ne dediğini ise Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir mecmûada bulunan Mâşûkî’ye ait mesnevî ve gazellerde bulmaktayız. Onun nasıl anlaşıldığından ziyade gerçekte ne dediğini ortaya çıkarmak bakımından önemli bir kaynak olan bu manzumlar dikkate alındığında Mâşûkî’nin söyleminden, tasavvufî düşüncenin temel unsurlarından olan vahdet-i vücûd düşüncesinin tekrarından başka bir mânânın çıkmadığı fark edilmektedir. Bu çalışma Mâşûkî’nin ne dediği, nasıl anlaşıldığı ve akıbetinin ne olduğuna dair üç soruyu ters kurguyla cevaplandırmaya matuftur

    Molla Cami’nin Levâyih adlı eseri (inceleme- metin)

    No full text
    Molla Câmî, 15. yy İslâm dünyâsının en mühim sîmâlarından olup, ismi ve kābiliyyetleri henüz hayattayken şöhret bulmuştur. Onun bu denli bir şöhreti yakalamasında vahdet-i vucûd telakkîsini Nakşî tarîkiyle sentezlemesi büyük bir rol oynamıştır ki böylece Câmî, Ekberî gelenek ile Nakşî esaslarının buluşma noktasını teşkîl etmiştir. Onun bu sentezleyici tasavvuf algısının en tebellür ettiği eseri de çalışma konumuz olan Levâyih’tir. Levâyih’te Câmi, seyr u sülûk ve vahdet-i vücûd konularını, lâyihalar ve rubâiler eşliğinde açıklamıştır. Eserin aslı Farsça olup, Osmanlı coğrafyasında Şemseddin Sivâsî (ö.1597), İsmâil Amasî (ö.1588), İsmâil Müfîd(ö.1803 ) ve Yâkup Han Kâşgarî(ö.1899) tarafından Osmanlı Türkçe’sine, uzak doğuda ise Liu Chih(ö.1730) tarafından Çince’ye tercüme edilmiştir. Bu çalışma öncelikle tarafımızca Levâyih’in günümüz türkçesine tercümesini, ardından diğer mütercimlerin tercümelerindeki husûsiyetler ile iki tercümenin günümüz Türkçesine çevrimyazımını ve Levâyih’in muhtevâ tahlîlini konu edinmektedir. Anahtar Kelimeler: Molla Câmî, Levâyih, Sivâsî, Amasî, Yâkûb Han, İsmail Müfîd, Tasavvuf., ABSTRACT Molla Jāmi is one of the most significant figures in 15th century and his name and capability won fame when he was still alive. That he synthesised the concept of wahdat al-wujud with Naqshi order played a key role in this fame, thus he collected the Akbarian tradition and the Naqshi principals in himself. This synthesizer attitude of him became cristallized best in Lawayeh which is our thesis subject. In this book, Jāmi explained the issues concerning practical tawhid and theorical tawhid in company with lāyehas [short articles] and rubaies [quatrains]. The book is originally Persian and has been translated into Turkish several times by Sivāsī(d.1597), Amasī(d.1588), İsmāel Mufīd (d.1803 ) and Yâkûb Khan Qashgarī(d.1899) during the Ottoman Empire and also into Chinese by Liu Chih(d.1730) in far east. This treatise primarily contains the new translation of the book into modern Turkish by us, then the peculiarities of the other translations of the interpreters with the transcription of the two of them, finally an assessment of Lawayeh’s content. Kewwords: Mulla Jāmi, Lawāyeh, Sivāsī, Amasī, Yakūb Khan, İsmāil Mufīd, Sufism
    corecore