15 research outputs found

    Evaluation on the results of basic life support and defibrillation course in a university hospital

    Get PDF
    OBJECTIVE: A basic life support and defibrillation course, attended by doctors and nurses, was organized in order to provide the skills of health professionals when witnessing cardiopulmonary arrest to initiate basic life support and resuscitation, if needed, until resuscitation team arrived. The aim of this study is to evaluate the attendants' level of providing skills, and to compare the profession groups (doctors and nurses) and those previously receivedCPRtraining or not. MATERIALS and METHODS: Concordant with the resuscitation guide of European Resuscitation Council published in 2005, in this basic life support and defibrillation course composed of theoretical lectures and practices sensory control, calling for aids, respiration and circulation control, thoracal compression, ventilation and defibrillation practices were performed.Attendants were evaluated for providing skills according to a form of 20 steps.Attendants' professions and histories of resuscitation course were recorded. RESULTS: Hundred and six people; 64 doctors and 27 nurses attended the course. Forty-one attendants (38.7%) performed all steps correctly in order. The correct performance rates of steps were 81.1% for sensory control, calling for aids, respiration and circulation control, 84% for thoracal decompression, 66% for ventilation and 73.6% for defibrillation. There was no difference between the success rates of doctors and nurses. Among the attendants, only 1.9% has a basic life support and defibrillation course in the last year and 33% had no resuscitation course. CONCLUSION: The success of attendants was adequate in the post-course evaluation. The low rate of attending a basic life support course in the last year shows the lack of training on resuscitation training among the healthcare personnel in our hospital.We think that hospital management should provide a continuing education with training equipment and organization support.AMAÇ: Hastanemizde kardiyopulmoner arreste tanık olan sağlık personelinin, resüsitasyon ekibi gelinceye kadar, temel yaşam desteğine başlaması ve gerekiyorsa defibrilasyonu yapabilme becerisini kazandırmak amacıyla öncelikle doktorların, hemşirelerin katıldığı, temel yaşam desteği ve defibrilasyon kursu yapıldı. Bu araştırmanın amacı kursa katılanların beceri kazanma düzeyleri değerlendirmek, önceden KPR eğitimi alanlarla almayanlar arasında ve meslek grupları (doktorlar ile hemşireler) arasında fark olup olmadığını araştırmaktır. GEREÇ ve YÖNTEM: Avrupa Resüsitasyon Konseyinin 2005 yılında yayınladıgı resüsitasyon kılavuzuna uygun olarak teorik ders ve pratik uygulamalardan olusan temel yaşam desteği ve defibrilasyon kursunda bilinç kontrolü, yardım çağırma, solunum ve dolaşımın kontrolü; göğüs kompresyonu; ventilasyon ve defibrilasyon uygulamaları yapıldı. Kursun sonunda katılımcıların beceri kazanımları 20 basamaktan olusan forma göre değerlendirildi. Katılımcıların daha önceden resüsitasyon kursu alıp almadıkları ve meslekleri kayıt edildi. BULGULAR: Kursa 64'ü doktor, 27'si hemsire toplam 106 kisi katıldı. Kırkbir katılımcı (% 38,7) tüm basamakların doğru ve sırasında yaptı. Katılımcıların % 81,1'i bilinç kontrolü, yardım çagırma, solunum ve dolaşımın kontrolü, % 84'ü gögüs kompresyonu, % 66'sı ventilasyon, % 73,6 defibrilasyon grubundaki basamakları doğru olarak yaptı. Doktorların ve hemsirelerin başarı oranları arasında anlamlı fark bulunmadı. Kursa katılanların % 1,9'u son bir yıl içinde temel yaşam desteği ve defibrilasyon kursuna katılmıstı, % 33'ü hiç resüsitasyon kursuna katılmamıstı. SONUÇ: Temel yaşam desteği ve defibrilasyon kurslarından sonra yapılan değerlendirmede, katılımcıların başarısı yeterli bulundu. Katılımcılar arasında son bir içinde temel yaşam desteği kursuna katılanları oranının çok düşük olması, hastanemizdeki sağlık personelinin kardiyopulmoner resüsitasyon eğitimindeki eksikliğini yansıtmaktadır. Hastane yönetiminin eğitim materyali ve organizasyon desteği ile eğitimin süreklililiğinin sağlanmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz

    The incidence of residual curarization associated with vecuronium and the effect of age groups

    Get PDF
    AMAÇ: Bu çalışmanın amacı sağlıklı, eriskin hastalarda vekuronyuma baglı erken ve geç derlenme dönemindeki postoperatif rezidüel kürarizasyon (RK) insidansını ve buna yaş gruplarının etkisini araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEMLER: Çalısma prospektif, gözlemsel olarak, elektif cerrahilerde vekuronyum kullanılan ve ameliyat bittikten sonra derlenme odasına alınan hastalarda yapıldı. Derlenme odasında akselomiyograf ile nöromusküler ileti monitorize edildi ve dörtlü uyarıya yanıt (TOF) oranı ölçüldü; 0,9’un altındaki değerler “RK var” olarak kaydedildi. Hastalara kullanılan anestezikler ve kas gevseticisinin seçimi, antidot (neostigmin) kullanımı, ekstübasyon ve derlenme odasına alınma kararları hastayı takip eden anestezi doktoruna bırakıldı. Yaş RK için risk faktörü olarak alındı, binary lojistik regresyon analizi yapıldı. BULGULAR: Çalışmaya vekuronyum kullanılan 94 hasta alındı. Hastaların %52,1’ine neostigmin yapıldı. Ortalanma cerrahi süresi 96,5 dakikaydı. Derlenme odasında erken derlenme döneminde RK insidansı (TOF <0,90) %13,8 ve geç derlenme döneminde ise %5,3 olarak bulundu. Regresyon analizine göre yaş faktörünün, hem erken (OR: 0,714; %95 CI: 0,675-1,085) hem de geç (OR: 0,836; %95 CI: 0,226 - 3,185) derlenme döneminde, RK üzerine anlamlı etkisi saptanmadı. SONUÇ: Veküronyuma bağlı RK insidansı düşük oranda bulundu. Yaş faktörünün de sistemik sorunu olmayan hastalar için RK açısından risk faktörü olmadığı düşünüldü.OBJECTIVE: The aim of this study is to investigate the incidence of postoperative residual curarization (RC) associated with vecuronium administered to adult patients during early and late postoperative period and the effect of age groups. MATERIALS AND METHODS: This prospective and observational study was conducted after obtaining the permission of the local ethics committee. Adult patients who received vecuronium during general anesthesia for elective surgical procedure were included in the study. The decisions about the anesthetics and muscle relaxants used on the patients, reversal with neostigmine, extubation and transfer to the recovery room were left to be made by the anesthesiologist following the patient. The patient who was taken into the recovery room had neuromuscular monitoring using accelomyography. Train-of-four (TOF) ratios under 0.9 were recorded as “RC present”. Age was considered risk factor for RK, binary logistic regression analysis was conducted. RESULTS: This study included 94 patients were given vecuronium. Reversal was performed with neostigmine in 52.1% of the patients at the end of the operation. The median length of surgery was 96.5 minutes. RK incidence (TOF<0.90) in the recovery room was determined to be 13.1% (early recovery period) and 5.3% (late recovery period). Based on the regression analysis, the age factor did not have any significant effect onRC in the early (OR: 0.714; 95% CI: 0.675-1.085) and late (OR: 0.836; 95% CI: 0.226 - 3.185) recovery period. CONCLUSION: The incidence of RC following vecuronium is less frequent. It was shown to the age factor is not effect RC of vecuronium in early and late recovery period

    The ıncidence of residual neuromuscular blockade associated with single dose of ıntermediate-acting non-depolarizing neuromuscular blocking

    Get PDF
    Bu çalısmanın amacı saglıklı, eriskin hastalarda endotrakeal entübasyon için uygulanan tek doz orta etki süreli kas gevseticilerine (atrakuryum, vekuronyum ve rokuronyum) baglı erken postoperatif rezidüel nöromusküler blok (PRNB) insidansını ve buna etki eden sonra faktörleri arastırmaktır. Çalısma prospektif, gözlemsel olarak, anestezi sırasında sadece endotrakeal entübasyonu kolaylastırmak için tek doz vekuronyum, atrakuryum veya rokuronyum kullanılan ve ameliyat bittikten sonra derlenme odasına alınan hastalarda yapıldı. Derlenme odasında akselomiyograf ile nöromusküler ileti monitorize edildi ve dörtlü uyarıya yanıt (TOF) oranı ölçüldü; 0,9'un altındaki degerler “PRNB var” olarak kaydedildi. Hastalara kullanılan anestezikler ve kas gevseticisinin seçimi, antidot (neostigmin) kullanımı, ekstübasyon ve derlenme odasına alınma kararları hastayı takip eden anestezi doktoruna bırakıldı. Yas, kilo, cinsiyet, antidot kullanımı, anestezi süresi, ekstübasyondan sonra derlenme odasına alınma süreleri PRNB için risk faktörü olarak alındı, stepwise lojistik regresyon analizi yapıldı. Çalısmaya 84 hasta alındı, vekuronyum, atrakuryum, rokuronyum kullanılan hasta sayısı sırasıyla 29, 28, 27 oldu. Hastaların % 58,3'ne neostigmin yapıldı. Medyan anestezi süresi 80 dakikaydı. Derlenme odasında PRNB insidansı (TOF<0,90) % 13,1 bulundu. Regresyon analizinde cinsiyetin PRNB'u etkiledigi; kadın cinsiyetin, PRNB riskini artırdıgı bulundu (OR: 7,250, %95 CI:1,019-51,593). Diger risk faktörlerinin PRNB'a anlamlı etkisi saptanmadı. Klinik olarak ameliyat nedeni dısında ek risk faktörü tasımayan ve anestezi süresi bir saatten uzun olan hastalarda, “cinsiyet” tek doz orta etkili kas gevseticilerine baglıPRNBinsidansını etkileyebilirThe aim of this study is to investigate the incidence of postoperative residual neuromuscular blockade (PRNB) associated with single-dose intermediate-acting muscle relaxants (atracurium, vecuronium, rocuronium) administered to adult patients for endotracheal intubation during early postoperative period and subsequent factors affecting. This prospective and observational study was conducted after obtaining the permission of the local ethics committee. Adult patients who received a single dose of vecuronium, atracurium or rocuronium during general anesthesia for elective surgical procedure were included in the study. The decisions about the anesthetics and muscle relaxants used on the patients, reversal with neostigmine, extubation and transfer to the recovery room were left to be made by the anesthesiologist following the patient. The patient who was taken into the recovery room had neuromuscular monitoring using accelomyography. Train-of-four (TOF) ratios under 0.9 were recorded as “PRNB present”. Age, weight, gender, reversal, anesthesia duration, time for transfer to the recovery room after extubation were considered risk factors for PRNB, stepwise logistic regression analysis was conducted. This study included 84 patients were given vecuronium (n=29), atracurium (n=28) and rocuronium (27). Reversal was performed with neostigmine in 58.3% of the patients at the end of the operation. The median length of anesthesia was 80 minutes. PRNB incidence (TOF<0.90) in the recovery room was determined to be 13.1%. Based on the regression analysis, PRNB risk was determined to increase in a gender dependent manner in female gender (OR: 7.250, 95%, CI:1.019-51.593). The remaining factors did not have any significant effect on PRNB. In patients who do not have other risk factors in addition to the operation reason and whose anesthesia duration is longer than one hour, “gender” may affect PRNB incidence associated with single-dose intermediate-acting muscle relaxants

    Automatic ventilator (surevent™) use for the transport of the patients who had undergone open heart surgery

    Get PDF
    Bu çalısmanın amacı açık kalp cerrahisi uygulanan hastaların yogun bakıma transportu sırasında balonvalv cihazıyla (Ambu® resüsitatör Mark III) yapılan manuel ventilasyon ile Surevent™ otomatik ventilatörle yapılan mekanik ventilasyona baglı hemodinamik ve kan gazı degisiklikleri karsılastırmaktır.Açık kalp cerrahisinden sonra entübe olarak yogun bakıma transfer edilecek 50 hasta çalısmaya alındı. Hastalar randomize edilerek transportta kullanılacak ventilasyon yöntemine göre manuel ventilasyon (Ambu® resüsitatör Mark III; Grup BV, n= 25) veya mekanik ventilasyon (Surevent™ otomatik ventilatör; Grup SV, n= 25) gruplarından birine dahil edildi. Hastalardan, yogun bakıma transporttan önce (T0), yogun bakıma transporttan hemen sonra (T1) ve yogun bakıma transporttan 20 dakikada sonra (T2) olmak üzere üç kez kan gazı ve hemodinamik verileri kaydedildi.Iki grubun da transport süresinin medyan degeri 5 dakikaydı. Gruplar arasında PaO2' de, transporttan önce fark saptanmazken, yogun bakıma transporttan sonra Grup SV'de Grup BV' den belirgin olarak yüksek bulundu (p= 0,002). Yogun bakıma transporttan sonra 20. dakikada bakılan PaO2 degerlerinde fark saptanmadı. Diger kan gazı verilerinde ve hemodinamik parametrelerde gruplar arasında önemli fark saptanmadı.Surevent™ otomatik ventilatör, açık kalp cerrahisi uygulanan hastaların transportunda kısa süreli olarak kullanılabilecegi ve manuel ventilasyonla karsılastırıldıgında aralarında anlamlı bir fark olmadıgı görüldü.To investigate whether Surevent™automatic ventilator could be safely used or not for the transport of the patients who had undergone open heart surgery to intensive care unit (ICU) and to compare this equipment with manual ventilator(Ambu® Resusitator Mark III). The study included 50 patients greater than 18 years old, that would be transported intubated to ICU after open heart surgery. The patients were randomized to two groups according to the ventilation method that would be used during the transport as, the patients that would be transported with manuel ventilation (Group BV, n= 25) or Surevent™automatic ventilator (Group SV, n= 25). Arterial blood gas testing was performed three times for each patient before the transport to the ICU (T0), after the transport to the ICU (T1), at 20 minutes after the transport to the ICU (T2). Hemodynamic variables were recorded at the same time periods. While there were no significant differences between the two groups according to PaO2 values measured during the preoperative and before the transport, the PaO2 values of group SVwas significantly greater than group BV postoperatively after the transport to the ICU (p= 0.002). PaO2 values at 20 minutes after the transport to the ICU were not different between the two groups. There were no significant differences between the two groups in the hemodynamics variables. Surevent™automatic ventilator can be used for a short period for the transport of the patients after open heart surgery and we observed no significant difference when compared with manual ventilatio

    Evaluation of tooth development stages with deep learning-based artificial intelligence algorithm

    Get PDF
    Background: This study aims to evaluate the performance of a deep learning system for the evaluation of tooth development stages on images obtained from panoramic radiographs from child patients. Methods: The study collected a total of 1500 images obtained from panoramic radiographs from child patients between the ages of 5 and 14 years. YOLOv5, a convolutional neural network (CNN)-based object detection model, was used to automatically detect the calcification states of teeth. Images obtained from panoramic radiographs from child patients were trained and tested in the YOLOv5 algorithm. True-positive (TP), false-positive (FP), and false-negative (FN) ratios were calculated. A confusion matrix was used to evaluate the performance of the model. Results: Among the 146 test group images with 1022 labels, there were 828 TPs, 308 FPs, and 1 FN. The sensitivity, precision, and F1-score values of the detection model of the tooth stage development model were 0.99, 0.72, and 0.84, respectively. Conclusions: In conclusion, utilizing a deep learning-based approach for the detection of dental development on pediatric panoramic radiographs may facilitate a precise evaluation of the chronological correlation between tooth development stages and age. This can help clinicians make treatment decisions and aid dentists in finding more accurate treatment options

    Chemogenomics and orthology‐based design of antibiotic combination therapies

    Get PDF
    Abstract Combination antibiotic therapies are being increasingly used in the clinic to enhance potency and counter drug resistance. However, the large search space of candidate drugs and dosage regimes makes the identification of effective combinations highly challenging. Here, we present a computational approach called INDIGO, which uses chemogenomics data to predict antibiotic combinations that interact synergistically or antagonistically in inhibiting bacterial growth. INDIGO quantifies the influence of individual chemical–genetic interactions on synergy and antagonism and significantly outperforms existing approaches based on experimental evaluation of novel predictions in Escherichia coli. Our analysis revealed a core set of genes and pathways (e.g. central metabolism) that are predictive of antibiotic interactions. By identifying the interactions that are associated with orthologous genes, we successfully estimated drug‐interaction outcomes in the bacterial pathogens Mycobacterium tuberculosis and Staphylococcus aureus, using the E. coli INDIGO model. INDIGO thus enables the discovery of effective combination therapies in less‐studied pathogens by leveraging chemogenomics data in model organisms
    corecore