35 research outputs found

    Bioremoval of reactive dye Remazol Navy by kefir grains

    No full text
    Abstract Potential use of living and non-living kefir grains (small, gelatinous white/yellow irregularly shaped masses consist of live bacteria and yeasts) on removal of reactive dye Remazol Navy RGB from aqueous solutions were investigated. Experiments were carried out under different process conditions in order to optimize and model the bioremoval processes. At all conditions the living kefir grains exhibited higher dye removal efficiencies than the non-living grains. In 180 min, 96.3% and 79.4% dye removal was obtained with living and non-leaving kefir grains respectively, at pH 2, 25 °C for 100 mg/L initial dye concentration by using 2.4 g/L kefir grain. Maximum adsorption capacities by living and inactivated kefir grains were obtained at 400 mg/L initial dye concentration as 134.59 and 56.92 mg/g respectively. Consecutive batch studies show that the living kefir grains could be reused over at least 5 cycles with high dye removal efficiency without any nutrition supplement. The biosorption kinetics both for living and non-living kefir grains were best described with pseudo-first-order kinetic model. On the other hand the biosorption equilibrium for living and non-living kefir grains were better defined by Temkin and Langmuir isotherm models respectively. Results suggest that the kefir grains could be used efficiently, eco-friendly and economically for removal of dyes from aqueous solutions

    Amblyopia Frequency in Patients with Refraction Error and Strabismus

    Get PDF
    Amaç: Bu çalışmanın amacı, refraksiyon kusuru veya şaşılık nedeni ile başvuran çocuk olgulardaki ambliyopi sıklıklarını ve tiplerini araştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel ve hastane bazlı çalışmada, 4-12 yaş arasında refraksiyon kusuru veya şaşılığı olan 537(%51,5) kız ve 506(%48,5) erkek olmak üzere toplam 1043 olgu prospektif olarak değerlendirildi. Hastalara tam oftalmolojik muayene uygulandı. Ambliyopi tespit edilen hastalarda, ampliyopinin tipi, hangi gözde olduğu ve derinliği tespit edilerek kaydedildi.Bulgular: Çalışmaya alınan 98 (%44,3) olguda tek taraflı, 123 (%55,7) olguda iki taraflı olmak üzere toplam 221 (%21,2) olguda ampliyopi tespit edildi. Yaş ortalaması 8,6±2,47 yaş olarak bulundu. Kız ve erkek hastalar arasında ambliyopi oranları karşılaştırıldığındaanlamlı fark bulunmadı (x2=2,89,p=0,089). İki taraflı ve tek taraflı ambliyopi hastaları karşılaştırıldığında tek taraflı ambliyopide daha derinambliyopi izlendi (x2=8,88, p=0,012). Ambliyopi tipleri değerlendirildiğinde hastaların 158'inde (%71,5) refraktif, 8'inde (%3,6) şaşılığa bağlı, 11'inde (%5) yoksunluk ambliyopisi ve 44'ünde (%19,9) mikst refraktif ve şaşılığa bağlı ambliyopi bulundu. Ambliyopi tipleri, ambliyopi derinliği açısından incelendiğinde yoksunluk ambliyopisinde istatiksel açıdan anlamlı daha fazla (%81,8) derin ambliyopi sıklığı izlenmiştir(x2=42,89,p=0,001). Ambliyopi hastalarında refraksiyon kusuru tipinin ambliyopi derinliği üzerinde anlamlı etkisi bulunmamıştır (x2=2,37p=0,668).Sonuç: Çalışmamızda poliklinik başvurularında refraksiyon kusuru veya şaşılık olan hastalarda ciddi bir sıklıkta ambliyopi tespit edilmiştir. Ambliyopinin önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalık olduğu da göze alındığında ülkemizde ulusal bir göz tarama programına ihtiyaçolduğu açıktır.Objective: The aim of this study was to investigate the amblyopia frequencies and types in children with refraction error or strabismus. Material and Method: In this cross-sectional and hospital-based study, 537 (51.5%) females and 506 (48.5%) males who were between 4-12 ages and totally 1043 cases with refraction error or strabismus were evaluated prospectively. All the patients underwent full ophthalmological examination. Amblyopia type, lateralization and its severity were documented for each patient diagnosed with ambliyopia. Results: Amblyopia was detected unilaterally in 98 (44.3%) cases, bilaterally in 123 (55.7%) cases, totally in 221 (21.2%) cases who were included in the study. The mean age was 8.6±2.47 (4-12) years. There was no statistically significant difference in the amblyopia frequency when it was compared between the male and female patients (x2=2.89,p=0.089). When bilateral and unilateral amblyopia were compared according to the amblyopia deepness, deep amblyopia was found to be higher in the unilateral amblyopia (x2= 8.88, p=0.012). When the patients were evaluated according to the amblyopia types; 158 (71.5%) refractive, 8 (3.6%) strabismic, 11 (5%) deprivation and 44 (19.9%) mixt refractive and strabismic ambliyopia were documented. When the amblyopia types were assessed according to the amblyopia deepness (x2=42.89,p=0.001), the frequency of deep amblyopia (81.8%) was found to be statistically higher in the deprivation amblyopia type. The types of refraction errors had no statistically significant impact on ambliyopia deepness in the patients with amblyopia (x2=2.37 p=0.668). Conclusion: In this study, we found high frequency of amblyopia in the patients with refraction error or strabismus. Since ambliyopia is considered as a preventable and treatable disease, it is obvious that a nation-wide eye screening program is needed in our country

    Bilateral Cystoid Macular Edema in A Patient Treated With Capecitabine

    No full text
    Yetmiş altı yaşındaki kadın hasta son 5-6 aydır olan bilateral ağrısız görme azalması şikayetiyle başvurdu. Düzeltilmiş en iyi görme keskinlikleri sağ gözde 20/640, solda 20/500 idi. Biyomikroskobik muayenesinde bilateral psödofak olması dışında bir özellik yoktu. Göz içi basınçları normaldi. İndirekt retina ve optik koherens tomografi (OKT) muayenesinde bilateral şiddetli kistoid maküla ödemi izlendi. Hastaya 10 ay önce kolon kanseri nedeniyle oral kapesitabin başlanmış olduğu ve 4 ay önce tedavisinin tamamlanmış olduğu öğrenildi. Kapesitabin dışında sistemik veya topikal bir ilaç kullanım öyküsü yoktu. Asetozolamid tablet, topikal stereoid ve nonstereoid anti-infl amatuar damla tedavisinden bir ay sonra düzeltilmiş en iyi görme düzeyleri sağ gözde 20/200, solda 20/63’e yükseldi. OKT’de kistoid maküla ödeminin sağ gözde azaldığı, sol gözde kaybolduğu görüldü. Olgumuz literatürde kapesitabine kullanımına bağlı bilateral kistoid maküla ödemi geliştiği raporlanan ilk olgudur .76 years old female patient applied our clinic with bilateral painless decreased vision for 5-6 months. Best corrected visual acuities were 20/640 in the right, 20/500 in the left eye. Slit lamp examination was unremarkable except bilateral pseudophakia. Intraocular pressures were within normal limits. Bilateral severe cystoid macular edema was identifi ed in indirect retina examination and optical coherence tomography (OCT). Patient was initiated oral capecitabine therapy 10 months ago and the therapy was ceased 4 months ago. There wasn’t any other topical or systemic medication history except capecitabine. After the treatment with oral acetazolamide and topical steroid and non-steroidal drops, best corrected visual acuities increased to 20/200 in right eye and 20/63 in the left eye. In OCT examination cystoid macular edema was decreased in the right eye and disappeared in the left eye. This is the fi rst case reporting bilateral cystoid macula edema related to capecitabine therapy in the literature

    Enterrobacteriaceae'nin klinik izolatları arasındaki temel ve SHV tipi Beta-Laktamaz genler taşıyan direnç plasmidlerinin horizontol yaygınlaştırılması

    No full text
    Genişletilmiş spektrumlu beta-laktamaz (ESBL) üreten bakteriler, dünya çapında artan sıklıkta izole edilmiştir. ESBL'nin ifadesi genellikle çoklu ilaç direnci ve direnç plazmidleri tarafından yayılma ile ilişkilidir. 2000 yılında iki aylık bir süre boyunca, enterobakteriyel suşların 133 klinik izolatı, Türkiye'deki bir üniversite hastanesinde ayaktan ve yatan hastalardan rastgele toplandı. ESBL üreten suşlar, çift disk sinerji (DDS) testi ile belirlendi. Escherichia coli (n = 9), Klebsiella pneumoniae (n = 7), Klebsiella oxytoca (n = 2) ve Enterobacter aerogenes (n = 2) dahil olmak üzere 20 ESBL üreten suş (% 15) tespit edildi ve direnç aktarım özellikleri açısından daha fazla analiz edildi direnç genlerinin plazmid profili ve doğası. Plazmid transfer deneyleri, broth çiftleşme teknikleri kullanılarak yapıldı. TEM- ve SHV-genleri, polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve spesifik problar kullanılarak hibridizasyon ile analiz edildi. Salgın plazmidlerin saptanmasında R plazmidlerinin EcoRI restriksiyon enzim analizleri kullanıldı. EcoRI restriksiyon enzim analizi ile on dört plazmid profili (A, B1, B2, C1 ve C2 ila L) elde edildi. Bu plazmitlerin çoğunun, PCR ile hem TEM hem de SHV'den türetilmiş genleri taşıdığı tespit edildi ve her bir genin hibridizasyon deneyi ile lokalize edilmesiyle doğrulandı. Epidemiyolojik kanıtlar, bu hastanede çoklu ilaca dirençli enterobakteriyel cinsler ve türler arasında konjugatif R plazmidlerinin görünür bir yatay yayılımı olduğunu gösterdi. EcoRI restriksiyon enzim analizi ile on dört plazmid profili (A, B1, B2, C1 ve C2 ila L) elde edildi. Bu plazmitlerin çoğunun, PCR ile hem TEM hem de SHV'den türetilmiş genleri taşıdığı tespit edildi ve her bir genin hibridizasyon deneyi ile lokalize edilmesiyle doğrulandı. Epidemiyolojik kanıtlar, bu hastanede çoklu ilaca dirençli enterobakteriyel cinsler ve türler arasında konjugatif R plazmidlerinin belirgin bir yatay yayılımı olduğunu göstermiştir. EcoRI restriksiyon enzim analizi ile on dört plazmid profili (A, B1, B2, C1 ve C2 ila L) elde edildi. Bu plazmitlerin çoğunun, PCR ile hem TEM hem de SHV'den türetilmiş genleri taşıdığı tespit edildi ve her bir genin hibridizasyon deneyi ile lokalize edilmesiyle doğrulandı. Epidemiyolojik kanıtlar, bu hastanede çoklu ilaca dirençli enterobakteriyel cinsler ve türler arasında konjugatif R plazmidlerinin görünür bir yatay yayılımı olduğunu gösterdi.The extended-spectrum ß-lactamase (ESBL)-producing bacteria have been isolated at increasing frequency worldwide. Expression of ESBL is often associated with multidrug resistance and dissemination by resistance plasmids. During a two-month period in 2000, 133 clinical isolates of enterobacterial strains were randomly collected from outpatients and inpatients at a university hospital in Turkey. The ESBL producing strains were determined by double-disk synergy (DDS) testing. Twenty ESBL producing strains (15%) including Escherichia coli (n = 9), Klebsiella pneumoniae (n = 7), Klebsiella oxytoca (n = 2) and Enterobacter aerogenes (n = 2) were detected and further analyzed for their resistance transfer features, plasmid profile and nature of the resistance genes. Plasmid transfer assays were performed using broth mating techniques. TEM- and SHV- genes were analyzed by polymerase chain reaction (PCR) and hybridization using specific probes. EcoRI restriction enzyme analyses of R plasmids were used in the detection of epidemic plasmids. Fourteen plasmid profiles (A, B1, B2, C1, and C2 to L) were obtained with EcoRI restriction enzyme analysis. Most of these plasmids were detected to carry both TEM- and SHV-derived genes by PCR, and confirmed by localizing each gene by hybridization assay. Epidemiological evidence indicated that there was an apparent horizontal dissemination of conjugative R plasmids among multidrug-resistant enterobacterial genera and species in this hospital

    Serum Vitamin D Levels in Patients with Age Related Macula Degeneration

    No full text
    Amaç: Yaşa bağlı makula dejenerasyonu(YBMD) olan hastalarda serum vitamin D düzeyini araştırmaktır. Gereç ve yöntemler: YBMD tanısıyla takip edilen 26 kuru tip,25 yaş tip toplam 51 YMBD hastası ile benzer yaş ve cinsiyetteki 34 sağlıklı kontrol çalışma kapsamında değerlendirildi. Tüm katılımcıların serum vitamin D düzeyleri ölçüldü. Vitamin D düzeyleri ara- sındaki karşılaştırmaları t testi ile yapıldı. Bulgular: Kuru tip YBMD’li hastalarda serum vitamin D düzeyi ortalamaları21,40±12,61?g/L, yaş tip YBMD’de 21,25±15,19?g/L, kontrol grubunda ise 24,84±12,9 ?g/L olarak bulundu. Hem kuru tip, hem de yaş tip YMBD hastaları ile kontroller arasında serum vitamin D seviyeleri açısından anlamlı bir farklılık tespit edilmedi (sırasıyla p=0,307, p=0,332). Sonuç: YBMD hastalarında serum vitamin D düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik saptanmadı.Purpose: To investigate vitamin D levels in patients with age related macula degeneration (AMD). Materials and Methods: 26 dry AMD and 25 wet AMD totally 21 patients with AMD follow-up and age-gender matched 34 healthy control were included in the study. Vitamin D levels of all participants were measured. Comparisons among Vitamin D levels were performed by paired t test. Results: Mean vitamin D levels were found to be 21, 40±12, 61?g/L in dry AMD patients, 21, 25±15, 19?g/L in wet AMD patients and 24, 84±12, 9 ?g/L in control group. When compared to control group, mean vitamin D levels were not found to be signifi cantly different from both dry AMD and wet AMD patients. (p=0,307, p=0,332 respectively) Conclusion: In AMD patients serum vitamin D levels were not found to be statistically signifi cantly different

    Intraocular Pressure after Intravitreal Injection of Anti-Vascular Endothelial Growth Factors

    No full text
    Amaç: Anti-vasküler endotelyal büyüme faktörlerinin göz içi basıncı üzerine etkisini araştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya intravitreal aflibersept enjeksiyonu yapılan 25 yaşa bağlı maküla dejenerasyonu hastası ile intravitreal ranibizumab enjeksiyonu yapılan 24 diyabetik maküla ödemi hastası olmak üzere toplam 49 hasta dahil edildi. Hastaların enjeksiyon öncesi veenjeksiyon sonrası 1. saat, 1. gün ve 1. ay göz içi basınçları ölçülüp, sonuçlar eşleştirilmiş t testi ile değerlendirildi.Bulgular: Hem ranibizumab grubunda hem de aflibersept grubunda enjeksiyon sonrası 1. saat göz içi basıncı ölçüm değerleri enjeksiyonöncesine göre istatistiksel olarak anlamlı daha yüksek bulundu (p<0,05). Tüm olgular birlikte değerlendirildiğinde yine 1. saat göz içi basıncıölçüm değerleri anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Ancak hem ranibizumab ve aflibersept ilaç gruplarına göre hem de tüm olgular birliktedeğerlendirildiğinde 1. gün ve 1. ay göz içi basıncı ölçüm değerleri ile enjeksiyon öncesi değerler arasında anlamlı farklılık tespit edilmedi.Sonuç: İntravitreal anti-vasküler endotelyal büyüme faktörlerin enjeksiyon sonrası volüm artışına bağlı olarak enjeksiyon sonrası 1. saatte göz içi basıncı istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu.Objective: To evaluate the effect of anti-vascular endothelial growth factors on intraocular pressure. Material and Method: 25 patients with age related macula degeneration who underwent intravitreal aflibercept injection and 24 patients with diabetic macular edema who underwent intravitreal ranibuzumab injection, totally 49 patients were included in the study. Intraocular pressures of all patients were measured before the injection and 1 hour, 1 day and 1 month after the injection and results were evaluated with paired t-test. Results: In both ranibizumab and aflibercept groups, intraocular pressure measurements 1 hour after the injection were found to be statistically significantly higher than the measurements before the injection (p<0.05). When all the cases taken into account 1st hour intraocular measurements were also found significantly higher. However for both ranibizumab and aflibercept groups seperatly and when all the cases taken into account, there was not any significant difference between 1st day and 1st month intraocular measurements and measurements before the injection. Conclusion: Intraocular pressures 1 hour after the intravitreal anti-VEGF injection were found to be significantly higher according to increased volume

    Türkiye’den Toplanan Bazı Yabani Mantarların Antimikrobiyal ve Anti-Quorum Sensing (Çoğunluğu Algılama) Aktiviteleri

    No full text
    msufbdYabani mantarlar, tıbbi özellikleri nedeniyleçok eski tarihten beri bilinen, ormanların önemli bir parçasıdır. Bu çalışmada, Karadeniz bölgesinden toplananbazı yabani mantarların (Amanitarubescens, Russula delica, Lactarius sp.) anti mikrobiyal ve anti-quorumsensing (çoğunluğu algılama) aktiviteleri incelenmiştir. Mantar ekstraktları süper kritik akışkanekstraksiyonu metodu ile hazırlanmıştır. Ekstraktların antimikrobiyalpotansiyelleri Staphylococcus aureusATCC 25923, Escherichia coli ATCC25922, Enterococcus faecalis ATCC29212, Pseudomonas aeruginosa ATCC27853, Klebsiella pneumoniae ATCC13883, Proteus mirabilis ATCC 7002, Listeria monocytogenes ATCC 43251 and Candida albicans ATCC 10231mikroorganizmalarına karşı agar kuyucuk difüzyon yöntemiyle test edilmiştir.Anti-quorum sensing (çoğunluğu algılama) aktivite ise Chromobacterium violaceum ATCC 12472 bakterisi üzerinde testedilmiştir. Sonuçlar, Amanita rubescensmantar ekstraktının Staphylococcusaureus' u inhibe ettiğini, Amanitarubescens ve Lactarius ssp. ekstraktlarının Chromobacterium violaceum a karşı anti-quorum sensing (çoğunluğualgılama) aktiviteye sahip olduğunu göstermiştir.Wild mushrooms are an important part of foreststhat have been known since the early history for their excellent medicinalproperties. In this study, anti-microbial and anti-quorum sensing activities ofsome wild mushrooms (Amanita rubescens, Russula delica, Lactarius sp.) collected from the Black Sea regionin Turkey were investigated. Mushroom extracts were prepared by supercriticalfluid extraction method. Antimicrobial potential of extracts was tested by agarwell diffusion method against Staphylococcus aureus ATCC 25923, Escherichia coli ATCC 25922, Enterococcus faecalis ATCC 29212, Pseudomonas aeruginosa ATCC 27853, Klebsiella pneumoniae ATCC 13883, Proteus mirabilis ATCC 7002, Listeria monocytogenes ATCC43251 and Candida albicans ATCC10231. Anti-quorum sensing activity was tested on Chromobacterium violaceum ATCC 12472 bacteria.  The results revealed that Amanita rubescens showed an inhibitory effect against Staphylococcusaureus and Amanita rubescens and Lactariussp. extracts showed anti-quorum sensing activity against Chromobacteriumviolaceum.34769

    Evaluation of Serum YKL-40 Levels in Patients with Age Related Macular Degeneration

    No full text
    Amaç: Yaşa bağlı maküla dejenerasyonu olan hastalarda serum YKL-40 düzeylerini değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, 72 yaşa bağlı maküla dejenerasyonu hastası (32 kuru tip ve 40 yaş tip yaşa bağlı maküla dejenerasyonu) ve 42 kontrol olgu üzerinde yürütülmüştür. Serum YKL-40 düzeyleri, bir enzime bağlı immünosorbent assay (ELISA) kiti kullanılarak değer- lendirilmiştir. Bulgular: İki grup arasında ortalama yaş, cinsiyet dağılımı ve vücut kitle indeksi arasında anlamlı bir farklılık yoktu (p>0,05). Yaşa bağ- lı maküla dejenerasyonu hastalarında serum YKL-40 düzeyleri 10,94±3,19 ng/mL ve kontrol grubunda 11,20±4,35 ng/mL idi (p=0,716). Yaşa bağlı maküla dejenerasyonu alt grupları arasında serum YKL-40 seviyeleri açısından anlamlı bir farklılık gözlenmedi (p>0,05). Sonuç: Yaşa bağlı maküla dejenerasyonu hastaları ile kontrol grubu bireylerin serum YKL-40 düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık tes- pit edilmedi. Ancak enflamasyon ve anjiyogenez de önemli bir yeri olan YKL-40’ın yaşa bağlı maküla dejenerasyonu patogenezindeki rolünün daha iyi anlaşılabilmesi için aköz ve vitreus konsantrasyonlarının değerlendirildiği ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Objective: To evaluate serum YKL-40 levels in patients with age related macular degeneration. Material and Method: This study included 72 age related macular degeneration patients (32 dry and 40 wet type) and 42 control subjects. The serum levels of YKL-40 were measured by enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) kit. Results: There was no significant difference between two groups with respect to age, gender and body mass index (p>0.05). Mean serum YKL-40 level was 10.94±3.19 ng/mL in age related macular degeneration group and 11.20±4.35 ng/mL in control group (p=0.716). There was- n’t any significant difference between age related macular degeneration sub-groups for serum YKL-40 levels (p> 0.05). Conclusion: Serum YKL-40 levels between age related macular degeneration and control groups was not significantly different. However, we think that further studies evaluating the aqueous humor and vitreous concentrations of YKL-40, which has an important place in inflam- mation and angiogenesis, are needed to clarify the role of YKL-40 in age related macular degeneration pathogenesi

    Paraoxonase and Arylesterase Enzymatic Activities in Retinal Vein Occlusion Patients

    No full text
    Amaç: Paraoksonaz enziminin retina ven tıkanıklığı ve kontrol gruplarında arilester ve paraoksonaz etkinliklerinin karşılaştırılması. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 38 retina ven tıkanıklığı hastası ve 38 cinsiyet ve yaş eşleştirilmiş gönüllü dahil edildi. Hastalardan alınan kan örneklerinin serumları santrifuj edilerek ayrıldı ve ticari kitler kullanılarak serumda paraoksonaz enziminin paraoksonaz ve arilasteraz etkin- likleri spektrofotometrik olarak ölçüldü. Retina ven tıkanıklığı hastalarında ve kontrol grubu etkinlikleri istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Cinsiyet, yaş ve beden kitle indeksi açısından gruplar arasında anlamlı fark yoktu. Gruplar arasında paraoksonaz ve arilesteraz etkinlikleri bakımından anlamlı fark yoktu (sırasıyla, p=0,543ve p=0,477). Her iki grupta da paraoksonaz ve arilesteraz etkinlikleri arasında anlamlı bağıntı mevcuttu (retina ven tıkanıklığı grubunda p=0,001, r=0,507 ve kontrol grubunda p<0,001, r=0,543). Sonuç: Bu çalışmada, retina ven tıkanıklığı ve kontrol grupları arasında, paraoksonaz enziminin paraoksonaz ve arilesteraz enzim etkin- likleri arasında anlamlı fark yoktu.Objective: To compare the paraoxonase and arylesterase activities of paraoxonase enzyme between retinal vein occlusion and control groups. Material and Method: Thirtyeight retinal vein occlusion patients and age-gender matched 38 control subjects were included in the study. The blood samples were obtained from all of the participants and serum was separated by centrifuge. Spectrophotometric paraoxonase and arylesterase activities of paraoxonase enzyme were measured by commercially available kits. The enzyme activities were compared between reti- nal vein occlusion and control groups statistically. Results: There wasn’t any statistical difference between groups with respect to age, gender and body mass index. Paraoxonase and arylesterase activities were not statistically different between the groups (p=0.543 and p=0.477, respectively). Significant correlations were found between paraoxonase and arylesterase activities in both group (in RVO group p=0.001, r=0.507 and in control group p<0.001, r=0.543). Conclusion: In this study, there were not any significant differences between the retinal vein occlusion and the control groups in terms of paraoxonase and arylesterase activitie
    corecore