38 research outputs found
Kognitive lernstrategienkompetenz der lehramtsstudenten für Deutsch
Yabancı dil eğitimindeki paradigma değişimine bağlı olarak otonom öğrenme her alanda tartışılan ve amaç edilen bir beceri haline gelmiştir. Otonom öğrenmede amaç, öğrencinin kendi potansiyeli, ihtiyaçları doğrultusunda öğrenme sürecine ilişkin kararları bağımsız bir şekilde vermek suretiyle bireysel öğrenme sürecini etkinleştirmesidir. Ancak, öğrencinin bunu başarabilmesi için öncelikle öğrenme stratejilerini bilmesi ve bu stratejileri bilinçli bir şekilde kullanmayı öğrenmesi gerekmektedir. Bu anlamda, öğrencinin stratejileri bilinçli bir şekilde kullanması da öğrenme sürecinin üst bilişsel boyutlarından bir tanesini yansıtmaktadır. Öğrenme stratejilerini bilme ve bunları bilinçli kullanma, öğrenme süreci hakkında konuşma, öz değerlendirme yapma, öğrenme sürecini planlama gibi etkinlikler kazandırılabilen ve geliştirilebilen bilişsel ve üst bilişsel becerilerdir. Bu çalışmadaki amaç, Almanca öğretmen adaylarının bilişsel öğrenme stratejileri edinçlerini ve öğrenme bilinçlerini saptamaktır. Bu amaçla kapalı ve açık uçlu sorulardan oluşan bir anket hazırlanmıştır. Araştırmaya 2014-2015 eğitim-öğretim yılı Trakya Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu hazırlık sınıfı öğrencileri ve Trakya Üniversitesi Yabancı Diller Bölümü Almanca Öğretmenliği Ana Bilim Dalı 1. ve 2. sınıf öğrencileri katılmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler, Almanca Öğretmen adaylarında bilişsel öğrenme stratejileri edincinin ve öğrenme bilincinin yeteri kadar gelişmediğini ortaya koymuştur; ancak buna karşın Öğretmen adaylarının üst bilişsel boyutta öğrenme süreçleri hakkında düşünme ve öz değerlendirme becerilerine karşı olumlu bir tutum sergiledikleri saptanmıştır.abstractUm autonom lernen zu können und den Lernprozess effektiv gestalten zu können, ist es für Lernende wichtig, dass sie die Lernstrategien kennen und sie bewusst und zielorientiert einsetzen. Das Lernbewusstsein stellt dabei die metakognive Dimension des Lernprozesses dar. Ein metakognitives Denkvermögen, d.h. über das Lernen sprechen zu können ist eine Fähigkeit, die erlernbar und lehrbar ist. Die Arbeit zielt auf kognitive und somit auch auf metakognitive Sprachlernprozesse. Um das Ziel zu erreichen, wurden die Lernstrategienkompetenz und Lernbewusstheit bei den Studierenden der Deutschlehrerausbildung an der Trakya Universität ermittelt. Es wurde dabei eine Antwort auf die Frage gesucht, ob die Probanden über eine Lernbewusstheit verfügen, und wenn ja, wie sie diese im DaF-Lernprozess einsetzen. Die Daten wurden durch eine Umfrage gesammelt, die qualitativ und quantitativ bewertet wurde. An der Umfrage nahmen sowohl Studierende der Vorbereitungsklasse der Fremdsprachenhochschule der Universität Trakya (Mai 2016) als auch Studierende der Deutschlehrerausbildung im Studienjahr 2015-2016 (2. Semester und 4. Semester) dergleichen Universität teil. Die Ergebnisse, die aus der Studie resultieren, legen den Schluss nahe, dass die Studierenden der Deutschlehrerausbildung an der Trakya Universität über keine ausreichende Lernstrategienkompetenz und Lernbewussheit im DaF-Bereich verfügen, aber eine positive Grundhaltung bezüglich der exekutiven Ebene der Metakognition aufweisen
Die Problematik Der Sprachlosigkeit Bei Migranten Und Die Behandlung Dieser Problematik Aus Der Perspektive Der Erzaehlungen Von Emine Sevgi Özdamar
DergiPark: 326067trakyasobedDie Migration nach Deutschland- und anderen Ländern in den 60er Jahren brachte viele Probleme mit sich bei. Die Problematik der Sprache steht dabei gewiss als eines der wichstigsten Probleme im Vordergrund, die sich vor allem in der zweiten und dritten Generation entstandenen Problematik der Muttersprache bemerkbar macht. Auf mangelhaftes Lernen oder Verlernen der Muttersprache zurückzuführende Problematik wirkt sich einerseits im negativen Sinne auf das Erlernen der Fremdsprache aus und andererseits verursacht sie auf individueller und gesellschaftlicher Ebene Probleme, die sich als ein Phänomen der Identitätslosigkeit manifestiert. Es ist nämlich keineswegs abzustreiten, dass ein Individuum, das weder die Muttersprache, noch die Fremdsprache beherrscht, sich mit seiner Identität auseinandersetzt und sie sogar in Frage stellt. Diese Gegebenheit erweist sich daher als eine ernst zu nehmende Thematik, die in der Migrationsliteratur behandelt- und analysiert werden muss. Unter Berücksichtigung dieses Faktums ist das Anliegen der vorliegenden Arbeit, die Problematik der Muttersprache Anhand der Erzählungen von Emine Sevgi Özdamar, die als eine der wichtigsten Autorinnen der Türkisch- Deutschen Migrationsliteratur Geltung hat, zu untersuchen. Auf dieses Ziel gerichtet wird die Behandlung und die Perspektive der Autorin hinsichtlich dieser Problematik in Angriff genommen und diskutiert, indem die Erzählungen analysiert werden1960’lı yıllardan sonra Almanya ve diğer ülkelere yaşanan göçler, birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Bu sorunların başında dil sorunu gelir. Her kuşakta farklı şekillerde zuhur eden dil sorunu, bilhassa ikinci ve üçüncü kuşakta kendini gösteren ana dil sorunsalıyla daha vahim bir hal almıştır. Anadili unutmaktan ya da doğru bir şekilde öğrenememiş olmaktan kaynaklanan bu sorun, yabancı dili öğrenme ya da yabancı dili etkin bir biçimde kullanma sürecini de olumsuz bir şekilde etkilemek suretiyle bireysel ve toplumsal açıdan birçok sıkıntıya sebebiyet vermektedir. Bu sorunların başında kimlik sorunu gelmektedir; zira hiçbir dili anadili gibi konuşamayan bir insanın nereden geldiğini ya da nereye ait olduğunu sorgulaması ve bunun neticesinde kendisini psikolojik bir buhran içinde bulması kaçınılmazdır. Anadiline hâkim olmamasının yanı sıra, yabancı dili de doğru düzgün konuşamaması, kişinin yaşadığı topluma intibak etmesini ve o toplum tarafından kabul görmesini de imkânsız kılmaktadır. Dilsizlik sorunsalının, bireysel olduğu kadar toplumsal açıdan da azımsanmayacak boyutları haiz olduğu gerçeği, bu sorunsalı kuşkusuz, göçmen yazını kapsamında ele alınması gereken ciddi bir konu haline getirmektedir. Nitekim Türk-Alman göçmen yazınının en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilen Emine Sevgi Özdamar da eserlerinde bu sorunu somut olarak işlemektedir. Bu çalışmadaki amaç, dilsizlik sorununu Emine Sevgi Özdamar’ın “Mutterzunge” ve “Vaterzunge” öyküleri üzerinden irdelemekti
Almanca Öğretmen Adaylarının Bilişsel Öğrenme Stratejileri Edinci
DergiPark: 371171trakyasobedYabancı dil eğitimindeki paradigma değişiminebağlı olarak otonom öğrenme her alanda tartışılan ve amaç edilen bir becerihaline gelmiştir. Otonom öğrenmede amaç, öğrencinin kendi potansiyeli,ihtiyaçları doğrultusunda öğrenme sürecine ilişkin kararları bağımsız birşekilde vererek bireysel öğrenme sürecini etkinleştirmesidir. Ancak, öğrencininbunu başarabilmesi için öncelikle öğrenme stratejilerini bilmesi ve bustratejileri bilinçli bir şekilde kullanmayı öğrenmesi gerekmektedir. Buanlamda, öğrencinin stratejileri bilinçli bir şekilde kullanması da öğrenmesürecinin üst bilişsel boyutlarından bir tanesini yansıtmaktadır. Öğrenmestratejilerini bilme ve bunları bilinçli kullanma, öğrenme süreci hakkındakonuşma, öz değerlendirme yapma, öğrenme sürecini planlama gibi etkinlikler kazandırılabilenve geliştirilebilen bilişsel ve üst bilişsel becerilerdir. Bu çalışmadaki amaç,Almanca öğretmen adaylarının bilişsel öğrenme stratejileri edinçlerini veöğrenme bilinçlerini saptamaktır. Araştırmaya 2014-2015 eğitim-öğretim yılıTrakya Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu hazırlık sınıfı öğrencileri veTrakya Üniversitesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Almanca Öğretmenliği AnaBilim Dalı 1. ve 2. sınıf öğrencileri olmak üzere toplam 108 kişi katılmıştır.Veriler nitel ve nicel olmak üzere iki farklı öçme aracıyla toplanmıştır.Araştırmadan elde edilen veriler, Almanca Öğretmen adaylarında bilişsel öğrenmestratejileri edincinin ve öğrenme bilincinin yeteri kadar gelişmediğini ortayakoymuştur; ancak buna karşın Öğretmen adaylarının üst bilişsel boyutta öğrenmesüreçleri hakkında düşünme ve öz değerlendirme becerilerine karşı olumlu birtutum sergiledikleri saptanmıştır. Umautonom lernen zu können und den Lernprozess effektiv gestalten zu können, istes für Lernende wichtig, dass sie die Lernstrategien kennen und diese bewusstund zielorientiert einsetzen. Die Lernbewusstsheit stellt dabei die metakogniveDimension des Lernprozesses dar. Die kognitive und metakognitive Kompetenz,d.h. die Lernstrategien zu kennen und sie ziel- und situationsorientiert aufder deklarativen Ebene einzusetzen sowie über den eigenen Lernprozess zu sprechenund auf der exekutiven Ebene sich selbst zu evaluieren sind Fähigkeiten, dieentwickelt werden können. Das Ziel dieser Arbeit ist damit, die kognitiveLernstrategienkompetenz und die Lernbewusstsheit der Lehramtskandidaten fürDeutsch zu ermitteln. Auf dieses Ziel gerichtet wurde eine Umfragedurchgeführt, die sich aus qualitativen und quantitativen Fragen zusammensetzt.An der Umfrage nahmen sowohl Studierende der Vorbereitungsklasse derFremdsprachenhochschule der Universität Trakya als auch Studierende derDeutschlehrerausbildung im Studienjahr 2014-2015 (2. Semester und 4. Semester)dergleichen Universität teil (n=108). Die Datein wurden teils mit qualitativenteils mit quantitativen Erhebungsinstrumenten gesammelt. Die Ergebnisse, dieaus der Studie resultieren, legen den Schluss nahe, dass die Studierenden derDeutschlehrerausbildung an der Trakya Universität über keine ausreichendeLernstrategienkompetenz und Lernbewussheit im DaF-Bereich verfügen, aber einepositive Grundhaltung bezüglich der exekutiven Ebene der Metakognitionaufweisen.
New host records for trichodinid protozoans, trichodina heterodentata and t. pediculus (ciliophora: trichodinidae) from Turkey
Bu çalışmada, Cichlidae familyasına ait sarı prenses (Labidochromis caeruleus), mavi prenses (Pseudotropheus socolofi) ve ahli çiklit (Sciaenochromis fryeri) balıkları ile Poecilidae familyasına ait velifera (Poecilia velifera) ve beyaz moli (Poecilia sphenops) balıklarının ektoparazitolojik yönden incelenmesi amaçlanmıştır. Aralık 2013- Kasım 2014 periyodunda ticari bir çiftlikten 600 balık örneği alınmıştır. Deri ve solungaç lamellerinden hazırlanan sürtme preparatların mikroskobik incelemesinde Trichodina sp.(Ehrenberg 1831) siliyatları tespit edilmiştir. Trichodinidler görüldüğünde Klein’in kuru gümüş boyama metodu kullanılarak yapışkan disk belirginleştirilmiştir. Sonuçlar Trichodina pediculus’ ün radial iğne sayısı ve dentikül mesafesinin T. heterodentata’ dan farklı olduğunu göstermiştir. T. pediculus’ ün vücut çapı 55-70 (57,6 ± 1,03) µm ve T. heterodentata’ nın vücut çapı 50-60 (54,72 ± 0,52) µm olarak ölçülmüştür. T. pediculus’ ün yapışkan disk çapı 38-49 (44,78 ± 0,47) µm ve T. heterodentata’ nın 34-49 (44,85 ± 0,51) µm olarak belirlenmiştir. Etkilenen balıklar anormal davranışlar veya klinik bulgu göstermemiştir. Bu çalışmada Trichodina pediculus ve T. heterodentata (Ciliophora: Trichodinidae) için yeni konak kayıtları bildirilmiştir.In this study, we aimed, certain ornamental fish which the members of Cichlidae including the electric yellow (Labidochromis caeruleus), powder blue cichlid (Pseudotropheus socolofi), electric blue hap (Sciaenochromis fryeri) and the members of Poecilidae including yucaten molly (Poecilia velifera), white molly (Poecilia sphenops) were examined for ectoparasitological. Six hundred fish samples collected from a commercial farm December 2013 through November 2014. Microscopical examination of the smear preparations prepared skins and gill lamellae of them showed Trichodina sp. (Ehrenberg 1831) ciliates. When trichodinids observing, Klein’s dry silver method was used to confirm the adhesive disc. Results showed numbers of radial pins and size of denticle span of Trichodina pediculus were different from those of T. heterodentata. The body diameter of T. pediculus was 55-70 (57,6 ± 1,03) µm and the body diameter of T. heterodentata was 50-60 (54,72 ± 0,52) µm. Width of the adhesive disc diameter was 38-49 (44,78 ± 0,47) µm for T. pediculus and was 34-49 (44,85 ± 0,51) µm for T. heterodentata. The affected fish did not show up unusual behavior or external clinical findings. Trichodina pediculus and T. heterodentata (Ciliophora: Trichodinidae) are informed for new hosts at first time in this study
Almanca Öğretmen Adaylarının Almancadaki İsmin Hallerini Doğru Kullanma Tutumlarına İlişkin Bir Araştırma
DergiPark: 326036trakyasobedIn dieser Studie wurde den im sechsten Semester studierenden Lehramtskandidaten der Trakya Universität im Studienjahr 2014-2015 eine Arbeit vorgelegt, die sich aus drei Teilbereichen zusammensetzt. Der erste Bereich befasste sich mit einer Übersetzungsaufgabe aus dem Türkischen ins Deutsche, der Zweite widmete sich der Textproduktion und der letzte Bereich beschäftigte sich mit einem Lückentext. Anhand dieser unterschiedlichen Aufgabentypen konnte eruiert werden, ob die grammatischen Fähigkeiten der Studierenden ausreichen, um zwischen unterschiedlichen Kasus zu differenzieren und sie adäquat zu verwenden. Die Daten, die sich aus dieser Studie ergaben, legten den Schluss nahe, dass die Studierenden bei dem deutschen Lückentext hinsichtlich der Kasusdifferenzierung nicht sehr viele Fehler aufzeigten, jedoch bei der Übersetzungsaufgabe und bei der Textproduktion die Kasus nicht immer korrekt verwendetenBu çalışmada Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü Alman Dili ve Eğitimi Anabilim Dalı 3.sınıf öğrencilerine 2014-2015 eğitim-öğretim yılında üç aşamadan oluşan bir çalışma yaptırılmış, Türkçe bir metnin Almancaya çevrilmesi, serbest olarak Almanca bir metinin yazılması ve boşlukların yer aldığı bir metinde bu boşlukların doldurulması suretiyle Almancadaki ismin hallerini ayırt edecek ve doğru kullanabilecek düzeyde bir dilbilgisi bilgisine sahip olup olmadıkları araştırılmıştır. Elde edilen veriler, Almanca öğretmen adaylarının Almanca bir metinde ismin hallerine ilişkin eksiklikleri tamamlarken fazla hata yapmadıklarını ancak Türkçeden Almancaya çevirdikleri metinde ve serbest olarak yazdıkları Almanca metinlerde Almancadaki ismin hallerini her zaman doğru kullanamadıklarını ortaya koymuştur
Isolation of Staphylococcus hominis from Cultured Gilthead Sea Bream (Sparus aurata L.) in Antalya Bay, Turkey
In this study, a disease case caused with 15% mortality on gilthead sea bream (Sparus aurata) which was cultured in the Antalya Bay in the Mediterranean coast of Turkey was investigated in July 2015. Lethargy, loss of equilibrium, petechae on the operculums and the dorsal part of the body, pillar of the gills were recorded in the diseased fish. Internally, ascites, splenomegaly and hemorrhages on the intestinal tissue and muscle were observed. Occurrence of parasite was not detected. According to the results of phenotypical test and 16S rDNA sequencing analysis, the isolated bacterial species was identified as Staphylococcus hominis. Histopathologically, hyperplasia of primary lamellae, lamellar telangiectasia, edema and hemorrhages on the gill arch, numerous melanomacrophage centers (MMCs) in the spleen tissue, vacuoler degeneration, necrose and hemorrhages in the liver, multifocal necrosis, and numerous MMC in the kidney were determined and hemorrhages in the tunica propria region of the intestine were observed. It was determined that he isolates showed different susceptibility against antimicrobial agents
Nötral baş pozisyonunda karotis arter palpasyonu yardımıyla internal jugular ven kanülasyonunun başarı oranı
Amaç: İnternal jugular ven İJV kanülasyonu bazı klinik durumlarda baş nötral pozisyonda tutularak yapılmalıdır. Ancak bu pozisyonda hangi anatomik işaretleme noktasının kullanılması gerektiği açık değildir. Bu çalışmanın amacı baş nötral pozisyonda iken karotis arter KA palpasyonu kullanılarak yapılan sağ İJV kanülasyonunun başarı oranlarını araştırmaktır. Gereç ve yöntem: Bu prospektif randomize çalışma iki aşamada dizayn edildi. Birinci aşama: Birbirini takip eden 30 servikal bilgisayarlı tomografi görüntüsü çalışma öncesi sağ İJV ve KA arasındaki ilişkiyi belirlemek için incelendi. İkinci aşama: Sağ İJV kanülasyonu yapılması planlanan toplam 150 hasta çalışmaya alındı. Hastaların başı nötral pozisyonda tutuldu. Genel anestezi altında trendelenburg pozisyonu ve soluk sonu pozitif basınç uygulandı. Sağ İJV kanülasyonu 10 farklı klinisyen tarafından KA palpasyonu işaret noktası alınarak, iğneye medial yada laterale açı verilmeksizin uygulandı. Öncelikli hedefimiz iğne ile ilk üç girişimde sağ İJV ulaşabilme başarı oranlarının belirlenmesi idi. Bulgular: İğnenin toplam üç girişimde sağ İJV’ye ulaşma oranı %96,7 idi. Klinisyenler arasında başarı oranları açısından istatistiksel fark yoktu. Hastaların hiçbirinde KA delinmedi. Sonuç: Başın nötral pozisyonda tutulduğu hastalarda sağ İJV kanülasyonu için yüksek başarı oranlarından dolayı KA işaret noktası olarak etkili bir şekilde kullanılabili
Investigation of antibacterial activities of ethanol and methanol extracts of some marine algae species on yersinia ruckeri
Bu çalışmada Liagora ceranoides (Rhodophyta), Halopteris scoparia (Ocrophyta), Padina pavonica (Ocrophyta) ve
Sargassum vulgare (Ocrophyta) alglerinin etanol ve metanol ekstraktlarının hasta gökkuşağı alabalığı (Oncorhynhus
mykiss)’ndan izole edilen Yersinia ruckeri suşları üzerine antibakteriyel aktiviteleri değerlendirilmiştir. Ayrıca, suşların
çeşitli antibiyotiklere duyarlılıkları da çalışılmıştır. Balıklardan izole edilen suşlar fenotipik testler, API 20E hızlı
tanı kiti ve PZR sonuçlarına göre Yersinia ruckeri olarak tanımlanmıştır. Çalışmada L. ceranoides, H. scoparia, P.
pavonica ve S. vulgare makroalglerinin metanol ekstraktlarının Y. ruckeri’ye karşı antibakteriyel etki göstermediği
bulunmuştur. P. pavonica’nın etanol ekstraktı Y. ruckeri’ye karşı düşük antibakteriyel aktivite göstermiştir. L.
ceranoides, H. scoparia ve S. vulgare makroalglerinin etanol ekstraktlarının bakteriye karşı antibakteriyel aktivite
göstermediği tespit edilmiştir. Antibiyogram test sonuçlarına göre suşların ampisilin, flumekuin, oksitetrasiklin ve
trimetoprime duyarlı oldukları bulunmuştur. Suşlar eritromisine karşı orta derecede direnç göstermiştir. Sonuç
olarak, alglerin antibakteriyel aktiviteye sahip olduklarının bildirilmesine karşın her alg türünün antibakteriyel
aktivite gösteremeyeceği anlaşılmıştır.In this study, antibacterial activities of extracts of Liagora ceranoides (Rhodophyta), Halopteris scoparia (Ocrophyta),
Padina pavonica (Ocrophyta) and Sargassum vulgare (Ocrophyta) on Yersinia ruckeri strains isolated from sick rainbow
trout (Oncorhynhus mykiss) were evaluated. Also, susceptibilities of the strains against various antibiotics were
studied. The strains isolated from the sick fish were identified as Yersinia ruckeri according to the results of the
phenotypic tests, the API 20E rapid diagnostic kit and PCR. In the study, it was found that the methanol extracts
of L. ceranoides, H. scoparia, P. pavonica and S. vulgare did not show antibacterial activity against Y. ruckeri. The
ethanol extract of P. pavonica showed low antibacterial activity against Y. ruckeri. The ethanol extracts of L.
ceranoides, H. scoparia and S. vulgare macroalgae did not show antibacterial activity against the bacterium. According
to the results of the antibiogram test, it was found that the strains were sensitive against ampicillin, flumequine,
oxytetracycline and trimethoprime. The strains showed intermediate resistance against erythromycine. In
conclusion, although it was reported that algae had antibacterial activities, it was understood that every algae
species could not exhibit antibacterial activity
Recommended from our members
Prevalence, associated factors and outcomes of pressure injuries in adult intensive care unit patients: the DecubICUs study
Funder: European Society of Intensive Care Medicine; doi: http://dx.doi.org/10.13039/501100013347Funder: Flemish Society for Critical Care NursesAbstract: Purpose: Intensive care unit (ICU) patients are particularly susceptible to developing pressure injuries. Epidemiologic data is however unavailable. We aimed to provide an international picture of the extent of pressure injuries and factors associated with ICU-acquired pressure injuries in adult ICU patients. Methods: International 1-day point-prevalence study; follow-up for outcome assessment until hospital discharge (maximum 12 weeks). Factors associated with ICU-acquired pressure injury and hospital mortality were assessed by generalised linear mixed-effects regression analysis. Results: Data from 13,254 patients in 1117 ICUs (90 countries) revealed 6747 pressure injuries; 3997 (59.2%) were ICU-acquired. Overall prevalence was 26.6% (95% confidence interval [CI] 25.9–27.3). ICU-acquired prevalence was 16.2% (95% CI 15.6–16.8). Sacrum (37%) and heels (19.5%) were most affected. Factors independently associated with ICU-acquired pressure injuries were older age, male sex, being underweight, emergency surgery, higher Simplified Acute Physiology Score II, Braden score 3 days, comorbidities (chronic obstructive pulmonary disease, immunodeficiency), organ support (renal replacement, mechanical ventilation on ICU admission), and being in a low or lower-middle income-economy. Gradually increasing associations with mortality were identified for increasing severity of pressure injury: stage I (odds ratio [OR] 1.5; 95% CI 1.2–1.8), stage II (OR 1.6; 95% CI 1.4–1.9), and stage III or worse (OR 2.8; 95% CI 2.3–3.3). Conclusion: Pressure injuries are common in adult ICU patients. ICU-acquired pressure injuries are associated with mainly intrinsic factors and mortality. Optimal care standards, increased awareness, appropriate resource allocation, and further research into optimal prevention are pivotal to tackle this important patient safety threat
Recommended from our members
Correction to: Prevalence, associated factors and outcomes of pressure injuries in adult intensive care unit patients: the DecubICUs study
The original version of this article unfortunately contained a mistake