94 research outputs found
Glioblastome multiforme tanısı ile temozolamid ve eş zamanlı konformal radyoterapi veya yoğunluk ayarlı radyoterapi tekniğiyle eş zamanlı entegre ek doz uygulanan ve uygulanmayan hastaların tedavi sonuçlarının karşılaştırılması
Amaç: Daha önce cerrahi dışı herhangi bir tedavi almamış glioblastome multiforme
(GBM) tanılı hastalarda Stupp protokolüne uygun olarak uygulanan standart 60 Gy
radyoterapi (RT) + eşzamanlı Temozolomid (TMZ) ile aynı protokole uygun ancak RT’nin
simültane entegre boost (SIB) tekniğiyle 70 Gy’e eskale edilmiş olduğu genel sağkalım ve
lokal kontrol oranlarını karşılaştırmayı amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Biyopsi veya açık cerrahi sonrası histopatolojik olarak GBM tanısı
almış, eşzamanlı TMZ’yle birlikte definitif RT uygulanan, 126 hastanın verileri
retrospektif olarak incelendi. Dozun 70 Gy’e eskale edildiği grupta; PTV1=GTV=70 Gy,
PTV2=PTV1+1 cm=60 Gy ve PTV3=PTV2+1 cm=50 Gy olarak belirlenmiş ve 30
fraksiyonda SIB tekniğiyle (yoğunluk ayarlı RT) uygulanmıştır. Retrospektif kontrol
kolundaysa RT standart olarak PTV1=GTV+2 cm=40 Gy, PTV2= GTV+1 cm=60 Gy
şeklinde 30 fraksiyonda 3B-konformal RT tekniğiyle uygulanmıştır. RT sırasında tüm
hastalar 75 mg/m2 TMZ almıştır. Primer sonlanım noktası genel sağkalım (GS) olarak
belirlenmiştir.
Bulgular: Hastaların medyan yaşı 55 ve medyan takip süresi 14.2 ay olarak
hesaplanmıştır. Hastaların 35’ine SIB 70 Gy uygulanmışken geriye kalan 91 hasta
retrospektif kontrol grubunu oluşturmuştur. Analizler sırasında 26 (%20.6) hasta halen
hayattaydı. Tüm grup için belirlenen medyan GS 15.4 ay olarak bulunmuştur. Medyan GS
süreleri retrospektif kontrol grubunda 14.9 ay iken SIB uygulanan grupta 21.9 ay olarak
bulunmasına rağmen iki grup arasındaki fark istatistiksel anlamlılığa ulaşamamıştır
(p:0.45). Standart RT grubu ve doz eskale SIB gruplarında 1 ve 2 yıllık GS oranları
sırasıyla (%60.4 vs. %68.6) ve (%31.7 vs. %34.6) olarak bulunmuştur. Univaryan
analizlerde, RPA skoru (p<0.001), KPS skoru (p:0.03), rezeksiyon durumu (p:0.04) ve yaş
grubu (p:0.001) GS’yi etkileyen faktörler olarak belirlenmiştir. Multivaryan analizlerde
RPA ve rezeksiyon durumu anlamlılığını korurken KPS ve yaş grubu istatistiksel
anlamlılığını yitirmiştir (p<0.05, her biri için).
Sonuç: Güncel çalışmamızın sonucunda yeni teknolojilerin kullanılmasıyla daha yüksek
doz RT uygulamanın mümkün olmasına rağmen sağkalım avantajının gösterilememiş
olması ümit kırıcı bir gelişme olarak görülse de 60 Gy alan gruptaki 14.9 ay’lık medyan
GS değerine karşılık SIB grubundaki 21.9 ay’lık değer sonuçlarimizin hasta sayısı
yetersizliğine bağli olabileceğini düşündürmektedir. Dolayısıyla bu sonuçların daha geniş
serilerde anlamlılık kazanabilme ihtimalini göz önünde bulundurarak daha yüksek hasta
sayılı randomize çalışmaların nihai sonuca ulaşmada önemli olabileceğini düşünmekteyiz.
Purpose: Radiotherapy (RT) dose escalation has repeatedly been demonstrated to be of no
benefit for glioblastome multiforme (GBM) patients in the pre-temozolomide period.
However, there is lack of robust confirmation considering the conceivable advantageous
impact of dose escalation on the outcomes of such patients in the era of temozolomide
(TMZ). Therefore, we aimed to retrospectively compare the survival outcomes of newly
diagnosed GBM patients treated with standard or escalated radiotherapy (RT) doses in
presence of concurrently and adjuvantly administered TMZ.
Patients and Methods: Newly diagnosed 126 patients with KPS≥70 and
histopathologically proven GBM who received cranial standard or escalated doses of RT
and concurrent plus adjuvant TMZ were included. In the standard RT group patients
received a total of 60 Gy with 3D-conformal RT (PTV1=GTV+2 cm=40 Gy, PTV2=
GTV+1 cm=60 Gy, in 30 fractions), while dose escalated group received a total of 70 Gy
with simultaneous integrated boost IMRT technique (PTV1=GTV+2 cm=50 Gy,
PTV2=GTV+1 cm=60 Gy, PTV3=GTV=70 Gy, in 30 fractions), respectively. During the
RT course all patients received 75 mg/m2 TMZ concurrently, and adjuvantly following
completion of RT. Primary endpoint was overall survival (OS).
Results: The median age was 55 years for the entire cohort. Thirty-five and 91 patients
received 70 Gy and 60 Gy (retrospective control group), respectively. At a median followup
of 14.2 months 26 (20.6%) patients were still alive. The median OS for the whole group
was 15.4 months (95 CI= 12.1-18.8). In comparative analysis although the 70 Gy group
had numerically longer OS than the 60 Gy group this difference did not translate into
statistical significance (21.9 vs. 14.9 months; p=0.45). Respective 1- and 2-year OS rates
were 68.6% vs. 60.4% and 34.6% vs. 31.7%. In the univariate analysis; age group (≤50 vs.
>50 years; p=0.001), KPS score (90-100 vs. 70-80; p=0.03), RPA score (3-4 vs. 5-6;
p<0.001), and resection extent (gross total vs. subtotal/biopsy; p=0.04) and were found to
be associated with significantly longer OS times. However, in the multivariate analysis
only the RPA (p= 0.02) and resection extent (p=0.02) were demonstrated to retain their
significance.
Conclusion: Despite of the fact that the results of our current study did not demonstrate
any statistically significant survival advantage with use of escalated RT doses beyond the
standard 60 Gy even in the presence of TMZ, the achieved median OS of 21.9 months in
the escalated dose suggest that our study population size, especially in the escalated dose
group might have been insufficient to retrieve the possible significance. Therefore,
randomized studies with larger cohorts are warranted to achieve more reliable data on this
subject of paramount importance
Multiple sclerosis prevalence study the comparison of 3 coastal cities, located in the black sea and mediterranean regions of Turkey
The prevalence of multiple sclerosis (MS) has significantly increased all over the world. Recent studies have shown that Turkey has quite a high prevalence. The aim of this study is to estimate prevalence in the Mediterranean and Black Sea regions of Turkey and to compare the results. This study was designed as a door to door survey in 3 cities. One is located in the Mediterranean region (South), 2 are located in the Black Sea region (North). A previous validated form was used for screening in the field. The patients were examined first in the field, then in the regional health facility. McDonald criteria were used for the diagnosis. In total, 26 patients were diagnosed with MS. The prevalence was found to be 18.6/100,000 in Artvin (Black Sea region), 55.5/100,000 in Ordu, (Black Sea region), 52.00/100,000 in Gazipasa (Mediterranean region). The female/male ratio was 2.25. This study is the first prevalence study which was conducted in the Mediterranean City (South) of Turkey. The prevalence rate was found to be higher than expected in the Mediterranean city of Gazipasa. The results showed that the prevalence varies from region to region. Latitude difference was not observed
Triptofan Graft-Poly (HEMA) polimerik nanopartikülünün sentezi, karakterizasyonu, toksisitesi ve biyodağılımı
Nanoteknoloji, son yıllarda yoğun ilgi duyulan ve birçok ürün geliştiren bir alandır. Polimerler sahip olduğu avantajları nedeniyle biyomateryal olarak kullanımı dikkat çekicidir. Polimerik nanopartiküller hastalık tanısı, görüntüleme ve tedavisi gibi biyoteknolojik ve biyomedikal alanlardaki kullanımıyla nanoteknolojide önemli bir yere sahiptir. Bu tez çalışmasında, ilaç taşınımında kullanılması planlanan Triptofan-graft-poli(HEMA) polimerik nanopartikülünün [Trp-graft-p(HEMA)] sentezi, karakterizasyonu, in vitro ve in vivo toksisite potansiyelinin araştırılması ve biyodağılımının belirlenmesi amaçlanmıştır. p(HEMA) sürfaktansız emülsiyon polimerizasyon yöntemiyle sentezlenmiş ve ardından Trp ile graftlanarak Trp-graft-p(HEMA) elde edilmiştir. Polimerik nanopartikülün karakterizasyonunda, FTIR, Zeta potansiyel ve boyut analizi, SEM ve şişme testi kullanılmıştır. Ortalama partikül boyutu 164.1 nm, polidispersite değeri 0.501 ve nanopolimerin yüzey yükü değeri -19.6 mV'dir. Sıcaklık artışıyla birlikte nanopolimerin şişme miktarı düşmektedir. Nanopolimerin in vitro toksisite potansiyelinin belirlenmesi için MTT testi, hemoliz testi, HET-CAM testi ve AMES testi yapılmış ve bu testler sonucunda, nanopolimerin sitotoksik ve hemolitik aktivitesinin olmadığı, antianjiyogenik etki gösterdiği ve genotoksik potansiyelinin belirlenmesi adına çalışmaların sürdürülmesi gerektiği tespit edilmiştir. Balb/c albino deney fareleriyle yürütülen in vivo toksisite çalışması sonucunda nanopolimerin akut dozda toksisite göstermediği belirlenmiştir. Nanopolimerin fizikokimyasal özellikleri nedeniyle PBS'de disperse olamamasından ötürü biyodağılım çalışması gerçekleştirilememiştir.Nanotechnology is a field that has attracted a lot of interest in recent years and has developed many products. Because of the advantages of polymers, their use as biomaterials is remarkable. Polymeric nanopArticles have an important position in nanotechnology with their use in biotechnological and biomedical fields such as disease diagnosis, imaging and therapy. In this thesis study, synthesis, characterization, investigation of in vitro and in vivo toxicity potential and determination of biodistribution of Tryptophan-graft-poly(HEMA) polymeric nanopArticle [Trp-graft-p(HEMA)]. p(HEMA) was synthesized by surfactant free emulsion polymerization method and then Trp-graft-p(HEMA) was obtained by grafting with Trp. In the characterization of the polymeric nanopArticle, FTIR, Zeta potential and size analysis, SEM and swelling test were used. The average pArticle size is 164.1 nm, the polydispersity index is 0.501 and the surface charge of the nanopolymer is negative -19.6 mV. The amount of swelling of the nanopolymer decreases with increasing temperature. MTT test, hemolysis test, HET-CAM test and AMES test were performed to determine the in vitro toxicity potential of the nanopolymer, and it has been determined that the nanopolymer has no cytotoxic and hemolytic activity, has antiangiogenic effect and should continue its studies in order to determine the genotoxic potential. In vivo toxicity studies conducted with Balb/c albino experimental mice indicated that the nanopolymer did not show toxicity in acute doses. Because of the physicochemical properties of the nanopolymer, the biodistribution study could not be performed because of the non-dispersibility in PBS
Etlik piliçlerde fizyolojik stresin kan parametreleri ile et kalitesi üzerine etkileri ve ilgili özelliklerin kalıtımı
Bu tez projesinde, et kalitesi ve stres parametrelerin kalıtımı ve aralarındaki ilişkilerin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla, ROSS 308 etlik damızlıklarına ait 19 horoz ve 152 tavuk kullanılmıştır. Her bir horoza 8 tavuk olacak şekilde pedigri oluşturulmuş ve horoz basına 18-25 civciv olmak üzere toplam 825 civcivde tez çalışması yürütülmüştür. Civcivler 35. güne kadar standart civciv/piliç büyütme koşulları altında yetiştirilmiştir. Otuz besinci günde piliçler 2 gruba ayrılmış, birinci grupta bulunan 475 adet piliç kontrol olarak korunmuş, diğer gruptaki 350 adet piliçte kronik stres yaratılmak amacıyla yeme 3 gün süre ile her gün 15 mg/kg kortikosteron hormonu eklenmiştir. Oransal bütün göğüs, alt but, kanat ve sırt ağırlığı üzerine grup ve baba etkisi önemli bulunmuş, kontrol grubu piliçlerde sırt ağırlığı dışında oransal parça ağırlıklarının daha yüksek olduğu saptanmıştır. pH24, L* (parlaklık) ve b* (sarılık) için grup etkisinin pH20 ve b* (kırmızılık) için baba etkisinin önemli olduğu saptanmıştır. Stres grubunda çözünme ve pişirme kayıpları ile sertlik kontrol grubuna göre artarken, su tutma kapasitesi gerilemiştir. Stres grubunda tüm kan parametreleri kontrol grubuna göre daha yüksek bulunmuştur. Kortikosteron hariç diğer tüm kan parametreleri için baba etkisi önemli olarak saptanmıştır. İncelenen özelliklerden karkas parça ağırlıklarına ait kalıtım dereceleri orta düzeyde tahminlenirken, et kalite özellikleri ve kan parametrelerine ait kalıtım derecelerinin düşük düzeylerde tahminlendiği saptanmıştır. Sonuç olarak, 1). Üzerinde çalışılan popülasyon standart ticari etlik piliçler olmasına rağmen, halen karkas parça ağırlıklarının geliştirilmesi için potansiyel taşıdığı, 2). Kesim öncesi kortikosteron verilerek yaratılan kronik stresin karkas parça ağırlıklarını ve pH24, L*, b*, çözünme ve pişirme kayıpları, sertlik ve su tutma kapasitesi gibi et kalite özelliklerini olumsuz etkilediği 3). Et kalitesi ve stres parametrelerine ait özellikler arasındaki korelasyonun düşük düzeyde olmasına rağmen önemli olduğu saptanmıştır. Strese dayanıklılık için yapılacak seleksiyonun et kalite parametrelerinde kısmen iyileşme sağlayabileceği sonucuna varılmıştır
Etlik piliçlerde aydınlatmanın ve hareketliliğin tibial dyscondroplasia (TD) oluşumu üzerine etkileri
Bu çalışmada, sınırlı aydınlatma ile büyüme döneminin başlangıcında gelişmenin yavaşlatılmasının yemliğe ulaşmada rampa kullanarak hareketliliği artırmanın etlik piliçlerde Tibial Dyschondroplasia (TD) oluşumu üzerine etkileri incelenmiştir. Bu amaçla 360 adet Cobb erkek etlik civciv rasgele iki gruba ayrılmıştır ve sürekli aydınlatma (23A:1K) ve sınırlı aydınlatma programında yetiştirilmiştir. Sınırlı aydınlatmada 0-3 günler arasında 24A, 4-8 günler arasında her gün aydınlık süre 2 saat azaltılarak 14A:8Kʼa ulaşılmış bu aydınlık sure 8-28 günler arasında korunmuş, 28- 42 günler arasında 23A:1K uygulanmıştır. Her 2 aydınlatma programında yetiştirilen civcivler tekrar iki gruba ayrılmış; 1. grupta normal yemlik 2. grupta yemliğe ulaşmada rampa kullanılmıştır. Canlı ağırlık, canlı ağırlık artışı, yem tüketimi, tibia, femur ve humerus kemiği özellikleri, kanda kalsiyum ve fosfor düzeyleri ile TD (42. günde) saptanmıştır. Deneme boyunca aydınlatma programı ve yemlik tipinin etkisi önemsiz olmakla birlikte, 3., 4. ve 5. haftalarda aydınlatma programı ile yemlik tipi arasında interaksiyon saptanmıştır. Üçüncü haftada sürekli aydınlatmada rampalı yemlik kullanımı canlı ağırlığı artırırken, 4. ve 5. haftalarda sınırlı aydınlatmada rampa kullanımı canlı ağırlığın gerilemesine yol açmıştır. Kesim yaşında gruplarda canlı ağırlıklar benzer olmakla birlikte sürekli aydınlatmada rampa kullanımı, normal yemliğe göre canlı ağırlığın 65 gram daha fazla olmasını sağlamıştır. Yemden yararlanmanın aydınlatma programı ve yemlik tipinden etkilenmediği saptanmıştır. Femur kemiğinin kırılma mukavemeti uygulamalardan etkilenmemiş, tibia dayanıklılığı sürekli aydınlatmada rampa kullanımı ile azalırken, sınırlı aydınlatmada rampa kullanımı ile dayanıklılık artmıştır. Humerus kemiğinde ise tibiaʼnın tersine dayanıklılık sürekli aydınlatmada rampa kullanımı ile artmıştır. Tibia uzunluğu gruplarda benzer bulunmuş, tibia genişliği ve femur uzunluğu rampalı yemlik kullanılan gruplarda azalmıştır. Tibia, femur ve humerus kemiklerinde 6. haftada ham kül, kalsiyum düzeyleri ile kan kalsiyum ve fosfor düzeyleri gruplar arasında benzer olmuştur. Aydınlatma programı ve yemlik tipinin TD görülme oranı üzerine etkisi istatistik olarak önemsiz bulunmuştur. Bu sonuçlar, sürekli aydınlatmada rampalı yemlik kullanımının canlı ağırlığı olumlu yönde etkileyebileceğini ve humerus dayanıklılığını artıracağı izlenimini vermektedir
Sakral tarlov kistine bağlı anejakülasyon: Olgu sunumu
Persistent or recurrent difficulty, delay in, or
absence of attaining orgasm following sufficient sexual
stimulation was defined as inhibited ejaculation or
anejaculation that causes personal distress. Efferent
innervation of ejaculation is somatic through the
parasympathetic sacral outflow, originates at S2–S4.
Anejaculation has neurogenic and nonneurogenic causes.
Tarlov cysts occur on the extradural components of sacral
or coccygeal nerve roots. Large Tarlov cysts may cause
symptoms related to local compression and subsequently
may affect the ejaculation. This study reports a case of
anejaculation due to sacral Tarlov cyst.Seksuel uyariyi takiben orgazmin
olusmasinda kalici veya gecici zorluk, gecikme ya da
orgazmin gerceklesmemesi inhibe edilmis ejakulasyon ya
da anejakulasyon olarak tanimlanir. Ejakulasyonun
efferent stimulasyonu S2 – S4 den orijin alan parasempatik
liflerle saglanir. Anejakulasyonun norojenik ve
norojenik olmayan sebepleri vardir. Tarlov kistleri sacral
ve koksigeal sinir koklerinin ekstradural
komponentlerinden orijin alir. Genis Tarlov kistleri lokal
kompresyona bagli semptomlara neden olabilir ve
ejakulasyonu etkileyebilir. Bu calismada sacral Tarlov kistine
bagli gelisen anejakulasyon vakasi sunulmustur
Etlik piliçlerde taşıma stresinin göğüs eti kalite özellikleri üzerine etkisinin belirlenmesi: meta-analiz
Amaç: Bu çalışmanın amacı, mevcut konudaki çok sayıda deneysel çalışmanın sonuçlarının sentezlenerek, taşıma stresinin bazı et kalite özellikleri üzerindeki gerçek etkisinin meta-analizi ile belirlenmesidir. Materyal ve Yöntem: Çalışmaya esas oluşturacak makalelerin seçimi, Google Akademik veri tabanı kullanılarak sistematik bir literatür taraması yoluyla belirlenmiş ve seçme kriterlerini karşılayan toplam 13 makale meta-analizine dahil edilmiştir. Arama sadece tek bir tür (etlik piliç) olarak sınırlandırılmış ve diğer kanatlı türleri çalışmaya dahil edilmemiştir. Taşıma stresi ve kontrol grubu arasındaki farkın önemliliğinin belirlenmesi amacıyla etki büyüklükleri hesaplanmıştır. Çalışmalar arasındaki heterojenliğin belirlenmesinde Q istatistiği kullanılmıştır. Araştırma Bulguları: Tahminlenen etki büyüklüğü değerleri için anlamlı farklılık damla kaybında saptanmış olup, rastgele modele göre belirlenen etki büyüklüğü istatistiki olarak önemli (p<0.05) ve orta düzeye yakın (EBDK= 0.416) olarak belirlenmiştir. Sonuç: Araştırma sonuçları, etlik piliçlerin kesim öncesi farklı süre ya da mesafelerde taşıma stresine maruz kalmalarının göğüs eti kalite özellikleri üzerinde, damla kaybı hariç, önemli bir etkisinin olmadığını göstermiştir. Analizlere göre, göğüs eti damla kaybı için anlamlı farklılık belirlenmiş olup; bu sonuç taşıma stresinin göğüs eti damla kaybını artırarak et kalitesinde bir azalmaya neden olabileceğini göstermiştir
- …