8 research outputs found

    The importance of infrastructure investments in the development of the provinces and the role of the Iller Bank.

    No full text
    TEZ9196Tez (Yüksek Lisans) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2014.Kaynakça (s. 156-172) var.xviii, 173 s. : res., tablo ; 29 cm.İllerin gelişimine etki eden en önemli faktörlerden biri kentsel altyapı yatırımlarıdır. Çünkü kentsel altyapı yatırımları, doğrudan ve dolaylı etkileri ile illerin sosyo-ekonomik gelişimi üzerinde belirleyici olmaktadır. Doğrudan etki; içmesuyu, kanalizasyon, harita ve imar planı, katı atık gibi yatırımlarda kendini göstermektedir. Bunlar temel altyapı yatırımları olarak adlandırılarak, bir ilin yaşanılabilir hale gelmesine doğrudan katkıda bulunurlar. Dolaylı etki ise; üstyapı yatırımlarında ve altyapı yatırımlarının özel sektör yatırımlarına olumlu dışsallık sunmasında ortaya çıkar. Üstyapı yatırımlarının gerçekleştirilebilmesi için, öncelikli olarak altyapının sağlam olması gerekmektedir. Çünkü altyapının sağlam olmasından sonra, üstyapı yatırımlarında istenilen sonuçlara ulaşılabilir. Tüm bu yatırımlar tam olduğunda ise, özel sektör faaliyette bulunmaya başlayacaktır. Dolayısıyla altyapı yatırımları, farklı etki kanalları ile illerin gelişimine son derece önemli katkılarda bulunmaktadır. Kentsel altyapı yatırımlarının gerçekleştirilmesinde dünyada olduğu gibi Türkiye’de de esas sorumlu kurum belediyelerdir. Ancak birçok belediye teknik, mali veya personel yetersizliğinden dolayı bu yatırımları kendisi gerçekleştirememektedir. Bu durumda devreye İller Bankası girmektedir. Güçlü kurumsal kimliği ve yıllardır sahip olduğu tecrübeyle belediyelerin eksik olduğu alanlarda, onlara destek olmaktadır. Bu desteğin esas olarak, mali ve teknik olmak üzere iki ayağı vardır. Mali destek; yatırımların gerçekleştirilmesi için mali gücü yeterli olmayan belediyelere kredi açılmasında ve genel bütçe vergi gelirlerinden belediyelere aktarılan paylara Banka’nın aracılık etmesinde ortaya çıkmaktadır. Teknik destek ise; gerek ihale aşamasında, gerekse de yapılan işi kontrol eden teknik personel yoluyla kendini göstermektedir. Tüm bu değerlendirmelerden sonra çalışmanın ortaya koyduğu sonuç; altyapı yatırımları ile illerin gelişimi arasında paralel bir ilişki olduğu ve bu ilişkiye katkıda bulunan en önemli kurumun İller Bankası olduğudur.One of the most important factors affecting improvement of the cities is urban infrastructure investments. This is because, urban infrastructure investments have been decisive on socioeconomic improvement of cities directly and indirectly. Direct effects emerge in investment fields such as potable water, sewage system, mapping and zoning plan, and solid waste. These are called primary infrastructure investments, and contribute directly to the cities becoming livable places. Indirect effects, on the other hand, appear on superstructure investments and infrastructure investments which is providing positive externalities to the private sector’s investments. To achieve superstructure investments, infrastructure investments need to be fulfilled throughly. When the infrastructure is robust, the desired results can be achieved in the superstructure investments. And, when all these investments are complete, the private sector will start to operate. Therefore, infrastructure investments make extremely important contributions to the developments of cities via different channels of effects. Municipalities are the institutions mainly responsible for achieving urban infrastructure investments as it is all around the world. However, many municipalities cannot make these investments on its own due to insufficient technical knowledge, financial issues, and lack of employees. Therefore, The ILLER Bank takes on responsibility. With its strong institutional identity and decades of experience, The ILLER Bank supplements the areas where the municipalities are insufficient. This supplement mainly consists of two main components as financial and technical support. Financial support takes place on mediating financially insufficient municipalities to borrow a loan from Banks and getting the share allocated on General Budget Tax Revenues. Technical support, on the other hand, takes place on both during the auction stage and the technical staffs who control the implementation process. After all these assessments, the result of this survey is; there is a positive correlation between infrastructure investments and the developments of the provinces, and The ILLER Bank is the most significant institution making contribution on this interaction

    Buhar makinesinden dijital teknolojilere sanayi devrimleri: İktisat tarihi açısından bir inceleme

    No full text
    “Sanayi Devrimi” olarak tanımlanan dönemler dikkate alındığında, dünya ekonomisi birbirleriyle bağlantılı olan beş büyük dönüşüme tanıklık etmiştir. Bu dönüşümlerden ilki olan ve 18. yüzyılın sonlarına doğru İngiltere’de ortaya çıkan Birinci Sanayi Devrimi’nde, kas gücüne dayalı atölye tarzı üretim sisteminin yerine buhar gücü ile çalışan makinelerin kullanıldığı fabrikalar ön plana çıkarken; yaklaşık yüz yıl sonra meydana gelen ve “Teknoloji Devrimi” olarak da adlandırılan İkinci Sanayi Devrimi’nde, yeni teknolojik gelişmeler sayesinde seri üretim sistemine geçilmiştir. Yaklaşık 50 yıllık bir döneme sıkışan son üç sanayi devrimi ise, teknolojinin artık çok daha hızlı bir şekilde dönüşebildiğini göstermiştir. 1970’li yıllarda gündeme gelen Üçüncü Sanayi Devrimi ile birlikte üretimde dijital teknolojiler kullanılmaya başlanmış ve 2011 yılında ortaya çıkan Dördüncü Sanayi Devrimi’nde, siber fiziksel sistemlere dayalı üretim anlayışı benimsenmiştir. 2016 yılından itibaren tartışılmaya başlanan Beşinci Sanayi Devrimi’nde ise insan ve yapay zekâ teknolojilerinin bir araya getirilerek süper akıllı toplumların yaratılması hedeflenmiştir. Böylece yeni teknolojik gelişmelerle bağlantılı olarak ortaya çıkan her bir sanayi devrimi, aslında kendinden öncekini hem daha çok geliştiren hem de dönemin koşullarına göre tamamlayan bir süreçtir. Teknoloji anlamında meydana gelen tüm bu gelişmelerle bağlantılı olarak, sanayi devrimleri ile dünya ekonomisi arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Çünkü her bir sanayi devrimi, dünya ekonomisindeki hâkimiyet mücadelesini etkileyen en önemli faktörlerden biri olarak kabul edilmektedir. Birinci Sanayi Devrimi ile birlikte Asya’dan Avrupa’ya kayan dünya ekonomisinin merkezi, İkinci Sanayi Devrimi sayesinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ne geçmiştir. Üçüncü Sanayi Devrimi ise ABD’nin dünya ekonomisindeki hâkimiyetini sağlamlaştırmakla birlikte, aslında bu hâkimiyetin uzun vadede sona erebileceğinin sinyallerini vermesi açısından önemli bir gelişmedir. Sadece beş yıl arayla ortaya çıkan Dördüncü ve Beşinci Sanayi Devrimleri de bu “uzun vade”nin artık giderek yaklaştığını göstermektedir. Bu açıklamalar doğrultusunda önce her bir sanayi devriminin ana vurgusunun ele alındığı, daha sonra ise bu dönemlerde meydana gelen ekonomik güç kaymalarının incelendiği bu çalışmanın amacı, yaklaşık olarak 250 yıllık bir dönemde ortaya çıkan sanayi devrimlerinin dünya ekonomisinin merkezini hangi ölçüde etkilediğini ortaya koymaktır

    Migration Fact in the 21st Century: The Political Economy of International Migration Theories

    Get PDF
    Göç kavramı; kişilerin ekonomik, kültürel, politik ve/veya doğal afetler gibi toplumsal birtakım nedenlerle yaşadıkları yeri değiştirme eylemi olarak tanımlanabilir. Bireysel ya da toplumsal faktörler tarafından ortaya çıkan göç olgusunu açıklamak için özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren farklı teoriler geliştirilmiştir. Bu teorilerden bazıları; Neoklasik iktisadın mikro ve makro göç teorisi, dünya sistemleri teorisi, ikiye bölünmüş emek piyasası teorisi, yeni ekonomi teorisi, network kuramı ve göç sistemleri teorisidir. Günümüzde ise göç dalgası, özellikle 2010 yılında Arap Baharı ile başlayan ve domino etkisi göstererek şuan başta Suriye olmak üzere Arap dünyasında ortaya çıkan savaşlar sebebiyle insanların doğup büyüdüğü topraklardan ayrılmak zorunda kalmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu dönemden sonra daha çok üstünde durulan ve artık sadece ekonomik faktörlerle açıklanamayan göç olgusunun, 21. yüzyılın en önemli sorunlarından biri olduğu görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, uluslararası göç teorilerinin küresel birtakım nedenlerle özellikle Arap dünyasında (Müslüman coğrafyada) ortaya çıkan 21. yüzyıldaki göç dalgasını ne kadar açıklayabildiğini incelemektir. Bu amaç doğrultusunda çalışmada, tarihsel inceleme ve karşılaştırmalı analiz yöntemi tercih edilmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda uluslararası göç teorilerinin günümüz şartlarında yenilenmesinin ya da alternatif teorilerin geliştirilmesinin daha faydalı olacağı düşünülmektedir.Migration concept, can be defined as the act of changing the place wehere people live for economic, cultural, political and/or social reasons as a naturel disasters. Different theories have been developed since the second half of the 20th century in order to explain the phenomenon of migration, which is caused by individual or social faktors. Some of these theories are; the theory of micro and macro migration of Neoclassical economics, world systems theory, dual labor market theory, new economics theory of migration, network theory and migration systems theory. Today, the immigration wave has emerged, especially since the Arab Spring started in 2010 and the domino effect led to the emergence of people from the lands that originated in the Arab World, especially in Syria. After this period, it is seen that immigration, which has been emphasized more and can not be explained by economic factors anymore, is one of the most important problems of the 21st century. The purpose of this study is to examine how international theories of migration can explain the emergence of migration in the 21st century, especially in Arab World (Muslim geography) for some global reasons. For this purpose, historical review and comparative analysis method have been preferred. As a result of the examinations carried out, it is considered that the renewal of international migration theories in today’s conditions or the development of alternative theories will be more benefical

    Hollanda Ekonomisinin Yükselişi ve Düşüşü: 16. ve 18. Yüzyıllar Arasında Yaşanan Dönüşüm

    No full text
    Coğrafi Keşiflerle birlikte Asya’dan Yeni Dünya’ya kadar uzanan coğrafyada geniş bir ticaret ağı kuran Portekiz ve İspanya, bu sayede Avrupa ekonomisinin en önemli aktörleri konumuna yükselmişlerdir. Ancak 17. yüzyıla gelindiğinde Avrupa’nın ekonomik güç merkezi İber Yarımadası’ndan Kuzey Denizi’ne, yani Portekiz ve İspanya’dan Hollanda’ya kaymıştır. Hollanda’nın bu konuma yükselmesinde etkili olan faktörlerden biri ise Asya ile Avrupa arasındaki ticareti kontrol eden Portekiz’in bu gücünü ele geçirmek amacıyla dönemin şartlarında güçlü bir sermaye ile kurulan Birleşik Doğu Hindistan Şirketi’dir (Vereenigde Oost-Indische Compagnie-VOC). 1602 yılında kurulan bu şirket hem Avrupa ile Asya arasındaki özellikle baharat ticaretinde hem de Asya içi gümüş, çay, ipek, pamuk ve baharat ticaretinde önemli bir rol oynamıştır. VOC’un bu başarısı üzerine Hollanda, Yeni Dünya’daki tütün ve şeker plantasyonlarını da ele geçirerek ticaret imparatorluğunu Asya'dan Yeni Dünya’ya kadar genişletmek istemiştir. Bu doğrultuda 1621 yılında kurulan Batı Hindistan Şirketi (The Dutch West India Company-WIC) ilk etapta Batı Afrika kıyılarından gemilere yüklediği köleleri Yeni Dünya’daki plantasyonlarda çalıştırmak üzere buraya taşımış, daha sonra ise bu plantasyonlardan elde ettiği ürünleri Avrupa’da satmıştır. Böylece hem köle ticaretinden hem de elde edilen ürünlerin Avrupa’da satılmasından önemli bir gelir elde etmiştir. Ancak Hollanda’nın kurmuş olduğu bu ticaret imparatorluğu 18. yüzyıl itibarıyla yavaş yavaş güç kaybetmeye başlamıştır. Dünya ticaretine hâkim olmak isteyen İngiltere ile girdiği savaşlarda birçok sömürgesini kaybeden Hollanda’nın, aynı zamanda bu savaşlar nedeniyle katlanmak zorunda kaldığı maliyetler, ülke piyasalarının çökmesine ve finansal açıdan zayıflamasına neden olmuştur. Bu gelişmelerin sonucunda Hollanda’nın özellikle Asya ticaretine yön veren ve bu sayede ticari ve ekonomik yönü güçlü bir ülke hâline gelmesini sağlayan VOC 1799 yılında ve WIC ise 1794 yılında dağılmıştır. Böylece 1579 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra özellikle VOC üzerinden güçlü bir ticaret imparatorluğu kuran Hollanda’nın 19. yüzyıla gelindiğinde ekonomik anlamda eski gücünden çok uzakta olduğu görülmektedir. Bu doğrultuda çalışma giriş ve sonuç kısımları hariç iki ana bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünden sonraki birinci bölümde Hollanda ekonomisinin yükselişinde etkili olan VOC ve WIC'in Asya, Afrika ve Yeni Dünya'daki ticari faaliyetleri ele alınmıştır. Şirket faaliyetlerinin en yoğun olduğu 17. yüzyıl boyunca dünya ticaretine hâkim olan Hollanda’nın 18. yüzyıl itibarıyla bu gücünü yavaş yavaş kaybetmesinin nedenleri ise ikinci bölümde incelenmiştir. Sonuç kısmında ise bağımsızlıktan sonraki yaklaşık iki yüz yıllık bir süreçte yükseliş ve çöküş dönemlerine arka arkaya giren Hollanda ekonomisi ile ilgili genel bir değerlendirme yapılmıştır

    The general view of the world economy in the 15th century

    Get PDF
    Dünya ekonomisindeki hâkimiyet mücadelesi farklı yüzyıllarda farklı bölgelerin ön plana çıkmasına tanık olmuştur. Erken dönemlerden itibaren dünyanın en güçlü ekonomisi olma özelliğini taşıyan Asya, 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu gücünü yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştır. Avrupa ise özellikle Portekiz ve İspanya’nın öncülüğünde gelişen Coğrafi Keşifler sayesinde, bu yüzyılın sonlarına doğru hem Batı Afrika kıyılarından Hindistan ve Güneydoğu Asya’ya hem de Amerika’ya ulaşarak dünya ekonomisinin yeni merkezi olma yolunda hızla ilerlemiştir. Asya ile Avrupa’nın dışında bu dönemde ön plana çıkan diğer bölgeler ise dünya ekonomisinin merkezi olma iddiası bulunmamakla birlikte her iki kıtayı birbirine bağlayan önemli ticaret yollarının merkezinde yer alan ve bu sayede sürekli canlı bir ekonomiye sahip olan Ortadoğu Bölgesi ve Osmanlı Coğrafyası’dır. Bu çalışma, ilerleyen yıllarda dünya ekonomisinin merkezinin Asya’dan Avrupa’ya kayacağının sinyallerini vermesi açısından önemli bir dönem olan 15. yüzyılda ekonomik anlamda ön plana çıkan bölgelerin incelenmesini amaçlamaktadır.The struggle for domination in the world economy witnessed different regions coming to the fore in different centuries. Since the early ages, Asia, which had been the strongest economy in the world, started to lose this power gradually from the second half of the 15th century. Especially with the effect of the Geographical Discoveries led by Portugal and Spain, Europe reaching both America and from the West African coast to India and Southeast Asia towards the end of this century has rapidly progressed to become the new center of the world economy. Apart from Asia and Europe, the other region that came to the fore in this period were the Middle East and Ottoman Geography. Although it does not claim to be the center of the world economy, this region, which is located at the center of the important trade routes connecting both continents, in this way, has a constantly vibrant economy. This study aims to examine the economically prominent regions in the 15th century, which is an important period in signaling that the center of the world economy will shift from Asia to Europe

    The main transformations in the world economy and the future: 1500 and beyond.

    No full text
    TEZ13114Tez (Doktora) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2020.Kaynakça (s. 158-189) var.XII, 190 s. :_29 cm.1500 yılında Asya, bölgesel anlamda dünyanın en güçlü ekonomisi olarak ön plana çıkarken, Asya’ya bu gücü kazandıran en büyük iki ekonomi ise Çin ve Hindistan’dır. Ancak dünyanın geri kalanına kıyasla çok daha gelişmiş bir ekonomiye sahip olan bu bölgenin, Coğrafi Keşiflerin de etkisiyle yavaş yavaş gücünü kaybetmeye başladığı görülmektedir. Bu keşifler ve sonrasında ortaya çıkan sömürgecilik hareketleri nedeniyle Asya, Afrika ve Amerika Kıtaları, Avrupalıların kontrolü altına girmiştir. Asya’dan ipek, pamuk ve baharat; Afrika’dan köle ve değerli madenler; Amerika’dan ise altın, gümüş ve gıda maddeleri, özellikle Portekiz, İspanya, İngiltere, Hollanda ve Fransa aracılığıyla Avrupa’ya taşınmıştır. Bu sayede dünya ekonomisinin merkezi de Asya’dan Avrupa’ya kaymıştır. Bu süreçten en çok kazançlı çıkan ülke ise İngiltere olmuştur. 18. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan Sanayi Devrimi sayesinde, İngiltere dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri haline gelmiştir. Önce Kıta Avrupa’sına daha sonra ise Amerika’ya yayılan Sanayi Devrimi, başta Amerika olmak üzere birçok ülkenin gelişmesine katkı sağlamıştır. İngiltere’de Sanayi Devrimi’nin ortaya çıktığı dönemlerde bağımsızlığını kazanan Amerika, sanayi yatırımları sayesinde sonraki yüz yıl boyunca hızlı bir şekilde büyümüştür. 1914 yılında patlak veren 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ülkelerini ekonomik anlamda zor günler beklerken, Amerika ise bu süreçten güçlenerek çıkmıştır. Ancak tüm bu ekonomik gücüne rağmen 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran’dan en çok etkilenen ülkelerden biri olan Amerika, 2. Dünya Savaşı ile birlikte tekrar eski gücüne kavuşmuştur. Böylece Sanayi Devrimi ile birlikte dünya ekonomisinin merkezi Asya’dan Avrupa’ya kayarken, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte bu güç artık Amerika’ya geçmiştir. 21. yüzyıla gelindiğinde ise Amerika, hâlâ dünyanın en güçlü ekonomisidir. Ancak, özellikle teknoloji yatırımları sayesinde hızlı bir şekilde büyüyen Asya ülkeleri, Amerika merkezli dünya ekonomisindeki hâkimiyetin yüzyıllar sonra tekrar Asya’ya kaymasının çok da uzak bir ihtimal olmadığını gösteriyorlardı. Özellikle son yirmi yılda yaptığı yatırımlarla önemli sektörlerde dışa bağımlılığı azaltmaya çalışan, sanayi üretimini artıran ve teknoloji yatırımlarını hızlandıran Türkiye ise bu sayede bölgenin en güçlü ekonomilerinden biri haline gelmiştir. Ancak Türkiye sadece kendi bölgesinin değil aynı zamanda dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olmak için çabalamaktadır. Mevcut şartlarda bu hedefinden uzak gibi görünen Türkiye’nin, uzun vadede ise bu hedefe ulaşacağı tahmin edilmektedir.In 1500, while Asia came to the fore as the world’s powerful economy in the regional sense, the two biggest economies were China and India that gave this power to Asia. However, this region, which had a much more developed economy compared to the rest of the world, seems to be gradually losing its power with the effect of geographical discoveries. Due to these discoveries and following colonial movements, the continents of Asia, Africa and America have come under the control of the Europeans. Silk, cotton and spices from Asia; slave and precious metals from Africa; gold, silver and foodstuffs from America were moved to Europe, especially through Portugal, Spain, England, Netherlands and France. Thus, the center of the world economy shifted from Asia to Europe. England has been the most profitable country from this process. Thanks to the Industrial Revolution that emerged towards the end of the 18th century, England became one of the most powerful economies in the world. The Industrial Revolution, which firstly spread to Continental Europe and then to America, contributed to the development of many countries, especially America. America, that gained its independence in the periods when the Industrial Revolution emerged in England, has grown rapidly over the next hundred years thanks to its industrial investments. After the First World War, which erupted in 1914, while European countries had hard times ahead economically, America came out of this process by getting stronger. Although, despite all this economic power, America, one of the most affected countries by the Great Depression experienced in 1929, regained its strenght with the Second World War. Thus, with the Industrial Revolution, while the center of the world economy shifted from Asia to Europe, especially with the second half of the 20th century, this power has passed to America now. By the 21th century, America is still the strongest economy in the world. However, Asian countries, which grew rapidly thanks to technology investments, showed that the domination of the American-centered world economy is not a distant possibility to shift back to Asia after the centuries. Turkey, also that tries to reduce foreign dependency on important sectors, increases industrial production and accelerates technology investments especially in the last twenty years; hence has become one of the most powerful economies in the region. Turkey strives to become one of the most powerful economy not only in its own region but also all over the World. In the present context, this goal seems far from Turkey, however in the long term, it is estimated to reach this goal

    Examining of the Relationship Between Geographical Factors and Economic Development in the Context of Economic Geography: Case of England

    Get PDF
    Ekonomik Coğrafya; ekonomik faaliyetlerdeki coğrafi faktörlerin önemini ele alarak, etkileşimin hangi doğrultuda gerçekleştiğini inceleyen bir yaklaşımdır. Coğrafya; bölgesel, ülkesel veya daha küçük ölçekli olarak kentsel hiyerarşilerin oluşumunda son derece önemli bir faktör olduğu için, iktisat literatüründe geç de olsa kendisine yer bulmuştur. Neo-klasik yaklaşımın hâkim olduğu dönemlerde, mekân unsuru analizlere dâhil edilmemekle birlikte; mekân ve ekonominin bir arada değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkan Kademelenme Teorileri‟nin geçmişi 1930‟lı yıllara kadar götürülebilir. Krugman‟ın 1991 yılında geliştirdiği “Yeni Ekonomik Coğrafya Yaklaşımı” ise kent kademelenmesinin nasıl gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. Çalışmada, ilk olarak iktisat literatüründe son dönemlerde artan bir ilgiyle takip edilen iktisat ve coğrafya arasındaki ilişkiden bahsedilmiştir. Daha sonra tarihselci bir yaklaşımla sanayi devrimi, coğrafi keşifler, sömürgeciliğin İngiltere‟nin coğrafi konumu ile olan ilişkisi ve bu unsurların İngiltere‟nin kalkınmasındaki rolünün oldukça önemli olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.Economic Geography is a approach which takes into account the importance of geographical factors in economic activities, and the direction in which the interaction takes place. In order to geography was a very important important factor in the formation of urban hierarchies as a regional, national, or even smaller scale, it impressed eventually itself in the literature of economics. While the neoclassical approach dominates, space is not included in the analysis; The history of the theories of Clustering which have been emerged as a result of a combination of space and economy, can be traced back to the 1930s. The "New Economic Geographical Approach" developed by Krugman in 1991 reveals how urban cascading is taking place. In this study, first of all it is going to mention the relation between economics and geography, which has been pursued with increasing interest in the economic literature in the recent period. After that, it is aim to examining the relationship between the industrial revolution, geographical discoveries, colonialism and the England's geographical position and its role in the development of England through histrorical approach

    Pricing approaches in post-keynesian economics

    No full text
    Neoklasik iktisadın en önemli analiz araçlarından birisi olan fiyatlandırma kuramı piyasa için çok önemli bir yer tutmaktadır. Farklı piyasa yapıları için fiyatlandırma stratejileri değişebilmesine rağmen genel itibariyle arz ve talep çerçevesinde açıklanmaktadır. Fiyatlandırma yaklaşımını farklı açılardan inceleyen Post Keynesyen iktisat ise neoklasik iktisadın öngördüğünün aksine piyasa yapılarının monopol ve oligopol şeklinde örgütlendiğini kabul etmektedir. Bu açıdan ele alındığında Post Keynesyen fiyatlandırma kuramı esas itibariyle ‘maliyet artı’ yöntemine dayanmaktadır. Çalışmada ortodoks neoklasik fiyatlandırma kurgusundan farklı bir bakış açısı benimseyen Post Keynesyen iktisat çerçevesinde geliştirilen fiyatlandırma mekanizmasının nasıl oluştuğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.Pricing theory which is one of the most important analysis tools of neoclassic economics has a great significance for market. In spite of pricing strategies may change in accordance with different market structure, in general they can be explained within the framework of supply and demand. Post Keynesian economics which evaluates the pricing approach in different aspects assumes that markets are organized as monopoly and oligopoly contrary to the neoclassic assumption. In this respect Post Keynesian price theory stands out ‘cost plus’ method. In this study, it is tried to reveal how the pricing mechanism developed within the framework of Post Keynesian economics, which adopts a different point of view than orthodox neoclassical pricing construct
    corecore