28 research outputs found
Health attributes of an endemic orchid from Eastern Anatolia, Dactylorhiza chuhensis Renz&Taub. - in vitro investigations
Abstract Phytochemical composition and potential health attributes of Dactylorhiza chuhensis Renz&Taub., an endemic orchid from Eastern Anatolia, were investigated. Lyophilized methanol-based extracts obtained from leaf, flower, stem and tuber were investigated for the presence of phenolic compounds [Folin-Ciocalteu assay and high performance liquid chromatography analysis (HPLC)], antioxidant capacities [ferric reducing antioxidant power (FRAP) and oxygen radical absorbance capacity (ORAC) assay] and enzyme-inhibitory activities [lipase, α-amylase, α-glucosidase and angiotensin converting enzyme (ACE)]. The tuber, used as a traditional remedy and utilized by the pharmaceutical industry, had the lowest content of total phenolics, inferior antioxidant and enzyme-inhibitory activities. The highest phenolic content (44.9 ± 0.8 mg GAE/g DW) was exhibited by the leaf extract, which also showed superior reducing (736.8 ± 16.2 μmol Fe/g DW) and oxygen radical scavenging capacities (2715.8 ± 83.5 μmol Trolox E/g DW). The inhibitory activities of the leaf extract toward α-amylase, α-glucosidase and ACE were moderate. Applied at non-toxic concentrations, the leaf extract effectively reduced accumulation of nitric oxide (NO) in lipopolysaccharide (LPS)-activated hepatocellular carcinoma (HepG2) cells. Further studies towards potential utilization of D. chuhensis leaf as a source of physiologically active phytochemcials are justified
Genetic and biochemical differences in populations bred for extremes in maize grain methionine concentration
Background: Methionine is an important nutrient in animal feed and several approaches have been developed to increase methionine concentration in maize (Zea mays L.) grain. One approach is through traditional breeding using recurrent selection. Using divergent selection, genetically related populations with extreme differences in grain methionine content were produced. In order to better understand the molecular mechanisms controlling grain methionine content, we examined seed proteins, transcript levels of candidate genes, and genotypes of these populations. Results: Two populations were selected for high or low methionine concentration for eight generations and 40 and 56% differences between the high and low populations in grain methionine concentration were observed. Mean values between the high and low methionine populations differed by greater than 1.5 standard deviations in some cycles of selection. Other amino acids and total protein concentration exhibited much smaller changes. In an effort to understand the molecular mechanisms that contribute to these differences, we compared transcript levels of candidate genes encoding high methionine seed storage proteins involved in sulfur assimilation or methionine biosynthesis. In combination, we also explored the genetic mechanisms at the SNP level through implementation of an association analysis. Significant differences in methionine-rich seed storage protein genes were observed in comparisons of high and low methionine populations, while transcripts of seed storage proteins lacking high levels of methionine were unchanged. Seed storage protein levels were consistent with transcript levels. Two genes involved in sulfur assimilation, Cys2 and CgS1 showed substantial differences in allele frequencies when two selected populations were compared to the starting populations. Major genes identified across cycles of selection by a high-stringency association analysis included dzs18, wx, dzs10, and zp27. Conclusions: We hypothesize that transcriptional changes alter sink strength by altering the levels of methionine-rich seed storage proteins. To meet the altered need for sulfur, a cysteine-rich seed storage protein is altered while sulfur assimilation and methionine biosynthesis throughput is changed by selection for certain alleles of Cys2 and CgS1
Doğallığın Yitirilmesi ve Yeniden Tesisi Bağlamında Sanatta Ölü Beden
The concepts of death and body have been two important concepts in art history. These two concepts are dealt with separately and have been emphasized many times as a whole. The body has been used to function as an art material and many times as a source of expression. By referring to these uses, searches have been made regarding the location of the dead body. One of the main issues of the subject, the expression of naturalness, was also sought through the dead body, focusing on the natural process of the dead body.
While creating the scope of the thesis, the expressions of the dead body became a subject of curiosity. Within the scope, the relationship of body form with death was emphasized. While forming the basis of the text, arguments have been created based on the thoughts of thinkers such as Sartre, Steven Derek, Schopenhauer and Jankelevitch on death and body. Application studies supported by visual and literary examples were created through the ways of using the body, and the image of the dead body. In the studies, the body form has shown changes with specific ways of thinking and entered a process. Subsequently, the natural process of the dead body was discussed and thoughts were formed on the unification of the body with nature. Artistic works have been created and evolved based on this idea.Ölüm ve beden kavramları sanat tarihinden süregelen önemli iki kavram olmuştur. Bu iki kavram ayrı ayrı ele alındığı gibi bir bütün olarak da birçok defa üzerlerinde durulmuştur. Bedene sanat malzemesi olmak gibi birçok işlev yüklenmiş ve beden birçok ifadenin yerine kullanılmıştır. Bu kullanımlara değinilerek ölü bedenin konumuna ilişkin arayışlar gerçekleştirilmiştir. Konunun ana meselelerinden biri olan doğallık ifadesi de ölü beden üzerinden araştırılmış, ölü bedenin doğal olma sürecine odaklanılmıştır.
Tez kapsamı oluşturulurken ölü bedenin ifade biçimleri merak konusu olmuştur. Kapsam dahilinde beden formunun ölüm ile ilişkisi üzerinde durulmuştur. Metnin temeli oluşturulurken Sartre, Steven Derek, Schopenhauer ve Jankelevitch gibi düşünürlerin ölüm ve beden üzerine düşüncelerinden yola çıkarak argümanlar oluşturulmuştur. Bedenin kullanım şekilleri üzerinden görsel ve yazınsal örneklerle desteklenen uygulama çalışmaları oluşturulmuş ve ölü beden imgesi oluşturulmuştur. Çalışmalarda beden formu belirli düşünce şekilleri ile değişim göstermiş ve bir süreç içerisine girmiştir. Devamında ölü bedenin doğal olma süreci ele alınmış ve bedenin tabiatla birleşimi üzerinde düşünceler oluşturulmuştur. Sanatsal çalışmalar bu düşünce temelli oluşturulmuş ve evrimleşmiştir
Ebû İshâk el-Cûzcânî’nin “Ahvâlu’r-Ricâl” Adlı Eserindeki Tenkit Metodu, Cerh-Ta’dil Lafızları ve Delâletleri
Hadis tespit ve tenkit sistemindeki değeri ve işlevine binaen râvi soruşturmaları, erken sayılabilecek bir dönemde başlamış ve bu alanda tarihi süreç içerisinde devâsa bir külliyat oluşmuştur. Hicri 3. asırda yoğunlaşan ve ricâl tenkidine esas teşkil eden lafızların muhtevalarının ve delâletlerinin tespiti, ortaya çıktıkları dönemin şartları ve ilmî gelişmeleriyle yakından ilişkilidir. Dolayısıyla tenkit lafızlarının tarihsel kökenleriyle buluşturulması, doğal ve özel bağlamlarının tespiti, onların hadiste doğru kullanımına imkân hazırlayacaktır. Cerh-tadil ilminin sistematik bir yapı kazanmaya başladığı Hicri 3. asırda yaşamış, bu alanda eser vermiş dönemin münekkit muhaddislerin biri de Ebû İshâk el-Cûzcânî’ (öl. 259/873) dir. Cerh ve ta’dil âlimlerinden Cûzcânî’nin, “duafâ” literatürünün bir örneği olan “Ahvâlu’r-ricâl” adlı eseri, özellikle bid’at ehline yönelik aşırı tenkitleriyle dikkat çekmektedir. Ayrıca, hadis usûlünde genel kabul gören, mübtediʻ râvînin dâî olması durumunda rivayetine itibar edilmeyeceği kuralını ilk tahdîs eden münekkit olması itibarıyla da araştırılmaya değer niteliktedir. Genellikle zayıf, metrûk ve bid‘at ehlinden râvilerin yer aldığı eserinde Cûzcânî, Hâricîler başta olmak üzere ehl-i bid’at fırkaları kitabın ilk kısmında zikretmiş ve onları mezhebî düşüncelerinden dolayı cerhetmiştir. Diğer taraftan râvileri beldelerine göre de tasnif etmiş, en çok da Şiî eğilimli olan Kûfelileri, sonra da Kaderiyye mezhebine mensup Basralı râvileri tenkit etmiştir. O, döneminin cerh-ta’dil imamlarının görüşlerine başvurduğu gibi, geçmiş âlimlerin değerlendirmelerini de bazen isnadlı bazen de ilim ehli nezdinde maruf olduğu için senedsiz olarak nakletmiştir. Birçok yerde ricâlle ilgili isim, künye, nisbe, lakab ve belde bilgilerini de zikretmiş, bazen ricâl tenkidine dair bilgiyi aktarırken, râvinin hadis tahammül yöntemine de işaret etmiştir. Tenkit metodu çerçevesinde Cûzcani, cerh sebebini bazen açıklamış, bazen râvinin belirli bir sıfatı veya rivayetleri nedeniyle yaptığı “mukayyed” yani şartlı tenkitlere yer vermiştir. Râvi hakkındaki hükmünü açıklarken, görüşünü destekler nitelikteki diğer münekkit âlimlerin değerlendirmelerini de nakletmiştir. Bazen râvilerin tenkit durumları arasında kıyaslama yapmayı tercih etmiştir. Eserde çoğunlukta sıdk ve adâlet sıfatlarının bulunmaması, bid‘atıyla tanınması, rivayetinde hatasının çokluğu ve zayıflığıyla bilinmesi nedeniyle rivayetlerinin kabul edilmeyeceği mecrûh râvilere yer verilmiştir. Bu râviler hakkında müfred ya da mürekkeb olarak çeşitli cerh lafızları yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Ancak özellikle bid‘at ehlinden olan râvileri tenkit ederken bazı kullanımları ile kendine özgü bir terminoloji oluşturmaya çalışmıştır. “Ahvâlu’r-ricâl”de genellikle zayıf, metrûk ve yalancı râvilere yer vermekle birlikte bazen, yalnız bid‘atını açıklamak gayesiyle sika olanları da zikretmiştir. “Sika, sebt, sadûk, mütemâsek” gibi ta’dile delalet eden lafızlarla bid’at görüşü dışında bazı râvilerin güvenilir ve sadûk olduğuna hükmetmiş, böylelikle râvinin mezhebî düşüncesi ile hadis rivayeti arasında bir ayrım yapmıştır. Bununla birlikte, eserinde zikrettiği birçok ricâlin bid’at ehlinden olması ve onları aşırı cerh etmesi nedeniyle, tenkit metodu itibarıyla cerh-ta’dil ilminde müteşeddit münekkitlerden addedilmiştir. Ancak, Cûzcânî’nin, bid’at ehlinin dâî olması durumunda rivayetinin kabul edilmeyeceği görüşü dikkate alındığında ihtiyat gereği tenkitlerinde aşırı olması daha anlamlı hale gelmektedir. Hicri 3. asırdan itibaren birçok cerh-ta’dil âliminin onun görüşlerine başvurması, ondan rivayette bulunması ve eserlerinde iktibaslar yapması, tenkitlerine itibar edildiğini, eserinin “duafâ” literatürü açısından önemli bir kaynak değeri olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte erken dönemde bazı âlimler tarafından Hz. Ali ve Ehl-i Beyte karşı olumsuz tutumlarıyla bilinen Cûzcânî, daha sonraları Nâsıbî ve Harûrî gibi mezheplere mensup olmakla itham edilmiştir. Bu durum onun Kûfeli râvilere önyargılı olduğu ve onlar hakkındaki cerhlerinin kabul edilemeyeceği şeklinde değerlendirmelere neden olmuştur. Bazı âlimler tarafından cârih ile mecrûh arasındaki itikâdî ve mezhebî düşünce farklılığına Cûzcânî’nin örnek gösterilmesi, ricâl ilmi alanındaki araştırmalarda dikkatleri onun ve eserinin üzerine çekmiş ve son yıllarda hakkında bazı çalışmalar yapılmıştır. Bu araştırma, “Ahvâlu’r-ricâl” özelinde Cûzcânî’nin ricâl tenkit metodunu belirlemeyi amaçlamaktadır. Eserdeki ricâl tenkitleri dikkate alınarak tenkit metodu, cerh-ta’dil lafızlarının tarihsel kökenleriyle buluşturulması, doğal ve özel bağlamlarının tespiti ve delâleti hakkında bir sonuca ulaşılmaya çalışılmıştır
Personnel Selection for Manned Diving Operations
The selection of personnel for diving operations is a challenging task requiring a detailed assessment of the candidates. In this study, we use computer aided multi-criteria decision support tools in order to evaluate the divers according to their work experience and physical fitness condition
Estimating genetic variation among dent corn inbred lines and topcrosses using multivariate analysis
Identification of suitable parental lines and high yielding hybrids in maize breeding and genetics program is crucial. The aims of
this research were to: (1) determine the genetic variation between dent corn inbred lines from diverse backgrounds and topcrosses
created by crossing each inbred line with the tester line ‘FrMo 17’, by using multivariate analyses, and (2) identify appropriate
parents and topcrosses for future breeding and genetics program. Field evaluations were conducted in two different environments,
Samsun and Tokat, during 2001-2002 growing season. Tasseling time, plant height, ear height, ear length, row number per ear,
grain number per ear, single ear yield, 1000 grain weight and total grain yield were evaluated. Based on the field evaluation results,
inbred lines, H49, Y582A and Yildiz32, had relatively high yielding genotypes when compared to the other genotypes, yet their
combining ability with the tester line was low. The topcrossess developed by using Akpinar55 and Yildiz32 genotypes with the
tester line was also identified as relatively high yielding genotypes. The most similar inbred lines, revealed by D2 multivariate
distances, were B 87 and Pool 30a, while the topcrosses 496 x FrMo 17 and 504 x FrMo 17 were the most similar. On the other
hand, the most different inbred lines were FrMo 17 and Pool 30 whereas the topcrosses were Pa.401.P x FrMo 17 and Akpinar 10
x FrMo 17. The inbreds Akpinar 55 and Yildiz32 will be used in maize genetics and breeding programs as parents
Substance Abuse Profiles of Patients Admitted to the Alcohol and Drug Addiction Research, Treatment, and Education Center in Turkey
Objectives: To determine the substance abuse profiles of patients treated a Drug Addiction Research, Treatment, and Education Center (AMATEM) in association with the percentage of substance use distribution and multiple substance use in their urine samples. For this, we retrospectively evaluated the urine sample analysis reports of 600 male and female patients aged 13 to 65 years who were treated at the AMATEM unit of Istanbul Neuropsychiatry Hospital between January 1st, 2015, and December 12th, 2015
X-ray fluorescence microscopy of zinc localization in wheat grains biofortified through foliar zinc applications at different growth stages under field conditions
Biofortification of wheat with zinc (Zn) through foliar Zn application has been proposed as an agronomic strategy to increase grain Zn concentration, which could serve as a nutritional intervention in regions with dietary Zn deficiency.
Bread wheat (Triticum aestivum L.) was biofortified through foliar Zn applications at different growth stages. The concentration of Zn and associated micronutrient in harvested whole grains was determined by ICP-OES. Synchrotron-based X-ray fluorescence microscopy (XFM) was then used to investigate the localization of Zn and associated micronutrients in cross sections of these grains.
The concentration of Zn and other micronutrients (Mn, Fe, and Cu) was higher in grains treated with foliar Zn during grain-filling (early milk/dough) than those treated at stem elongation. The increase in Zn concentration of wheat grain with foliar application during grain-filling can be attributed to the intense localization of Zn in the aleurone layer, modified aleurone, crease tissue, vascular bundle, and endosperm cavity, and to a modest localization in endosperm, which is the most dominant grain tissue. These tissues and the Zn they contain are presumed to remain after milling and can potentially increase the Zn concentration in wheat flour.
By using XFM, it was shown that foliar Zn spray represents an important agronomic tool for a substantial Zn enrichment of different fractions of wheat grain, especially the endosperm. Further investigation of the chemical speciation of Zn in the endosperm is recommended to assess Zn bioavailability in harvested whole grain of wheat that has been biofortified through different timing of foliar Zn application