649 research outputs found

    Effects of different feeding strategies on the growth of young rainbow trout (Oncorhynchus mykiss)

    Get PDF
    This study investigated the effects of different feeding strategies on the growth, conditions and food conversion rate of young rainbow trout (Oncorhynchus mykiss). The groups set up are as follows: a control group (Gc), which was fed every day for the week, a group with no feeding on Monday and Thursday (GMon-Thu), a group with no feeding on Saturday and Sunday (GSat-Sun), and a group that alternated feeding one day and no feeding the next (GF-NF). At the end of the study, the mean (±SD) weight and food conversion ratio of groups were found to be: 83.51 ± 5.43 g and 1.09; 87.38 ± 5.95 g and 1.14; 83.50 ± 5.97 g and 1.15; and 76.66 ± 4.56 g and 1.26, respectively. Group GF-NF showed significantly slower growth than the others, and it exhibited a higher food conversion ratio value than groups GMon-Thu and GSat-Sun (P<0.05). The condition factors of the groups were similar (P>0.05). This study showed that the two groups that did not feed for two days a week (GMon-Thu and GSat-Sun) did not exhibit negative growth performance, whether they were not fed on consecutive days or different days of the week, while group GF-NF exhibited negative growth performance.Key words: Rainbow trout, feeding strategy, food conversation rate

    DOES REAL EXCHANGE RATE MATTER FOR EMERGING MARKETS’ INTERNATIONAL TRADE? A GRAVITY MODEL APPROACH FOR TURKEY

    Get PDF
    From its perspective, we apply the gravity panel data model (log of OLS and REM models) to Turkey’s bilateral trade flows over 1990-2005, using annual data. In our augmented gravity model, we test the model for the effects of real exchange rate (RER), and a set of dummy variables (Costum Union (COSTUM), The crisis of 1994 (D_94) and 2001 (D_01), either facilitating or restricting trade between pairs of countries, on trade performance of Turkey, as well as the core variables; distance (DIST), incomes (GDPs or PPP) and populations (POPs) of the trading countries, as quoted in standart models

    A novel EBG structure to improve isolation in MIMO antenna

    Get PDF
    25th Signal Processing and Communications Applications Conference, SIU 2017 -- 15 May 2017 through 18 May 2017 -- 128703A new, and advanced Electromagnetic Band Gap (EBG) structure is reported to reduce the mutual coupling between two tightly spaced rectangular patch antennas. The EBG structure provides more than 20 dB reduction in mutual coupling without degrading far-field patterns, gain, or bandwidth.IEEE Antennas & Propagation SocietyInstitute of Electrical and Electronics Engineers Inc.Ultra Safe Nuclear Corporatio

    Kur’ân’da Hak Kelimesinin Anlam Biçimleri

    Get PDF
    Kur’ân-ı Kerim hem İslâm dininin hem de İslâm düşüncesi alanında ortaya konulan ilmî çalışmaların temel kaynağıdır. Bu nedenle bir kelimenin Kur’ân’da nasıl istihdâm edildiği meselesi, düşünce sistemi yönüyle Kur’ân’a bağlı olan İslâm ilimlerinin konu, yöntem ve hedeflerinin tespit edilmesi açısından son derece önemlidir. Geniş bir anlam yelpazesi ile Kur’ân’da istihdam edilen kavramlardan biri de hak kelimesidir. Hak kavramı sahip olduğu anlam biçimleri ile bir tarafta Müslümanların din ve düşünce dünyalarını, niyet ve hareket tarzlarını etkilemiş öte yanda Müslüman düşüncesi içerisinde farklı ilim dallarında çeşitli anlamlar kazanmıştır. Bu kavram Kelâm ilminde, eşyânın hakikati bağlamında felsefi-teolojik bir zeminde ele alınmış, İslâm Hukuku’nda kendisine normatif ilkelerin temel ve nesnel idesi olarak yer bulmuştur. Tasavvufta bâtınî alanı daha çok vurgulayan ezoterik bir anlam biçimiyle işlenen bu kavram Belâgât ilminde, lafız ve mana ilişkisi içerisinde incelenmiştir. Dolayısıyla günümüzde hak kelimesinin anlam biçimlerini tespit etmek isteyen araştırmacılar için geniş bir literatür bulunmaktadır. Bununla birlikte Kur’ân’da geçen bir kelimenin anlamlarına hızlı bir şekilde ulaşmak isteyenler için Vücûh ve Nezâir kitapları temel başvuru kaynakları arasındadır. Fakat bu kitaplar Kur’ân’daki bütün kelimeleri kapsamadıkları gibi ele alınan kelimelerin bütün anlamlarını da içermemektedir. Bağlamda hak kavramı da geniş bir literatür içinde kullanılmasına rağmen Vücûh ve Nezâir kitaplarında bütün anlamlarına yer verilmeyen sözcüklerden biridir. Bu tespitlerle gerekçelendirilmiş metnimizde ilk olarak Kur’ân’da hak kelimesinin anlam biçimleri hakkında bilgi verilmiştir. Daha sonra hak kelimesinin, vücûh ve nezâir kitaplarında yer almayan hikmet ve yasa anlamları Mâturîdî ve Zemahşerî’nin görüşlerinden yola çıkarak tespit edilmiş ve kavramın anlam biçimlerine eklenmiştir

    ‘VARLIK’ YA DA ‘MUTABAKAT’: ‘HAK’ KAVRAMININ ASLI VE ‘ALÊTHEİA’

    Get PDF
    İslâm düşüncesinin önemli kavramlarını birbirine bağlayan hak kelimesi, Kur’ân’da otuzdan fazla anlama gelecek şekilde istihdam edilmiştir. Ayrıca hak kelimesi ahlak, hukuk, bilgi, sanat ve bilimsel konulara ait farklı söylem ve bağlam ilişkileri içinde sıklıkla yer bulmaktadır. Bu yoğun anlam ilişkileri içinde hak kelimesinin asıl anlamının ne olduğu meselesi tam olarak belirtilmiş değildir. Bununla birlikte hak kelimesinin aslının mutâbakât olduğu konusunda yaygın bir kanâat oluşmuştur. Arap dilinin önemli sözlüklerinde de asıl anlam olarak mutâbakât manası ön plana çıkarılmıştır. Bu durum zamanla mutâbakât manasının hak kavramının asıl anlamının yerine geçmesine sebebiyet vermiştir. Gerçekte hak kelimesinin asıl manası kendisinde hiçbir kuşku olmayan salt varlıktır. Fakat henüz tahakkuk etmemiş makdurâtı da kapsadığı için mevcud kavramından daha kapsamlıdır. Asıl anlam imiş gibi gösterlen mutabakat manası ise bilgi, değer ve estetik durumlarının var olana göre belirlenmesi sonucunda üretilmiştir. Bu varsayım ile tasarlanmış çalışmamızda hak kelimesinin asıl anlamının varlık olduğu tezi gerekçelendirilmeye çalışılmıştır. Bu anlamı belirlemek için de farklı dillerde varlık ve oluş kavramlarını belirten kelimelerle irtibat kurulmuştur. Bunun dışında Müslümanların varlık tasavvuruna yön veren kurucu görüşlere müracaât edilmiştir. Sonuç olarak hak kelimesinin aslının varlık olduğu, bu mânânın bilgi, değer ve estetik biçimlerine mutâbakât anlamı ile kaynaklık ettiği hususu tespit edilmiştirİslâm düşüncesinin önemli kavramlarını birbirine bağlayan hak kelimesi, Kur’ân’da otuzdan fazla anlama gelecek şekilde istihdam edilmiştir. Ayrıca hak kelimesi ahlak, hukuk, bilgi, sanat ve bilimsel konulara ait farklı söylem ve bağlam ilişkileri içinde sıklıkla yer bulmaktadır. Bu yoğun anlam ilişkileri içinde hak kelimesinin asıl anlamının ne olduğu meselesi tam olarak belirtilmiş değildir. Bununla birlikte hak kelimesinin aslının mutâbakât olduğu konusunda yaygın bir kanâat oluşmuştur. Arap dilinin önemli sözlüklerinde de asıl anlam olarak mutâbakât manası ön plana çıkarılmıştır. Bu durum zamanla mutâbakât manasının hak kavramının asıl anlamının yerine geçmesine sebebiyet vermiştir. Gerçekte hak kelimesinin asıl manası kendisinde hiçbir kuşku olmayan salt varlıktır. Fakat henüz tahakkuk etmemiş makdurâtı da kapsadığı için mevcud kavramından daha kapsamlıdır. Asıl anlam imiş gibi gösterlen mutabakat manası ise bilgi, değer ve estetik durumlarının var olana göre belirlenmesi sonucunda üretilmiştir. Bu varsayım ile tasarlanmış çalışmamızda hak kelimesinin asıl anlamının varlık olduğu tezi gerekçelendirilmeye çalışılmıştır. Bu anlamı belirlemek için de farklı dillerde varlık ve oluş kavramlarını belirten kelimelerle irtibat kurulmuştur. Bunun dışında Müslümanların varlık tasavvuruna yön veren kurucu görüşlere müracaât edilmiştir. Sonuç olarak hak kelimesinin aslının varlık olduğu, bu mânânın bilgi, değer ve estetik biçimlerine mutâbakât anlamı ile kaynaklık ettiği hususu tespit edilmiştir

    THE DETERMINATION OF APPROACHES TO THE PROPHETIC PARABLES AS METHOD STUDY

    Get PDF
    Prophethood is the founding doctrine of revelation in that it expresses the communication between God and man and the basic structure on which the principles of belief are built. Based on this importance, those who deny religious truths and those who defend them have focused on the issue of prophethood. While those who do not believe in God, Christians, Jews, and groups such as Barahima and Summaniya criticized Islam's understanding of prophethood. On the contrary, the Mutakallims tried to advocate the prophethood through reason and religious evidence. In this context, one of the issues on which opinions are expressed is the subject of the authenticity and truth of the parables. In the fact that the exemplary historical events were called as the qissa in a religious-moral sense instead of usture which Arabs before Islam called it. Not only the naming of past social events but also their content has been corrected. Nevertheless, the question of the authenticity of the parable has always been the subject of debate. There are two dimensions of the nobility of the prophetic parables as reality and authenticity. While the truth is about whether narrations refer to a case outside of the mind, the issue of authenticity is about the cultural base to which stories belong to. One of the attitudes about the authenticity and reality of the prophetic parables is the positivist approach. According to this approach, parables are a reflection of mythological narratives on religious beliefs. The second form of approach is the Psychoanalytic approach, based on the interpretations made on the symbolic manifestations of stories. According to this approach, parables are religious experiences that appear symbolically in consciousness through symbols and metaphors. In the theological approach, in which the possibility of revelation is accepted, there is a general acceptance that parables are signifying a truth properly. On the other hand, there are three different means of this approach, whether the stories are a complete expression of truth or symbolic messages created to give specific meanings. The first of these ways is the literalist view, in which the verbal of the stories are regarded as the truth. The second is the batini intuitionist approach that is considered the truths are under the apparent verbal meaning of stories, and that claims to be reached only through intuition only, not by way of literal meaning. The third approach is that the truth will be reached by understanding the language employing the real meaning suitable for the speaker. Among all approaches, the double truth paradigm, in which Ibn Rushd draws attention to the distinction between religion and philosophy, has come to the fore as a remarkable method. Thus, the fields of religion and philosophy have been separated from each other, and it has become important not to confuse the areas where interpretation is necessary and the areas that should be believed. As a conclusion proposal, the Mutakallims should consider this perspective in terms of providing a way out of the tension between religion and science in the modern period. In our study designed to evaluate the claims put forward in this regard, the ways of approaching the reality and authenticity of the parables of the Qur'an will be examined. As a result, in this study, in which the basic views of some Mutakallims on the subject are also stated, a method has been tried to be presented about the way they approach the nature and content of the prophetic parables

    Peygamber kıssalarının asliyeti meselesi: Neden Atlantis Efsanesi Nûh kıssasının aslı değildir?

    Get PDF
    Nübüvvet, İslâm inanç esaslarının ulûhiyet ve ahiret ile birlikte en önemli üç ilkesinden biridir. Vahiyle ilişkili olması, Allah ile insan arasındaki iletişimi sembolize etmesi bakımından dinin kurucu doktrinidir. Bu öneminden hareketle Allah’ın evrene müdahalesini, insana doğru yolu göstermek amacı ile vahiy göndermesini inkâr eden natüralistler, dînî inancı sarsmak için ilahî hitabın mahiyeti ve muhtevası üzerinde şüphe yaratmaya çalışmışlardır. Bu amaçla peygamberlerin tarihsel kişilikleri gündeme getirilmiş, peygamber kıssaları mitolojik hikâyeler şeklinde yansıtılmıştır. Bu anlamda mitoloji ile ilişkilendirilen kıssalardan biri de Nûh kıssasıdır. Avrupa merkezci kültür tanımlamasını esas alan bazı natüralistlere göre Kur’ân’da ve diğer kutsal kitaplarda yer alan Nûh kıssasının aslı Atlantis efsanesidir. Natüralistlerin bu iddiasını değerlendirmek üzere tasarlanmış metnimizde Nûh tûfanı ile Atlantis efsanesinin hakikat ve asliyet bakımından farklı olaylar olduğu, Atlantis efsanesinin Nûh kıssasından esinlenerek kurgulandığı tezi yer ve zaman bakımından gerekçelendirilmeye çalışılmıştır

    Kelâm da Ta lîm-i Esmâ Dil Teorileri Bağlamında İlâhî Manaların İsimlendirilmesi Meselesi

    Get PDF
    Kur’ân’da, Bakara Sûresinin 31. ayetinde, Hz. Âdem’e bütün isimlerin öğretildiği belirtilmektedir. Söz konusu âyet, ilâhî kudretin dilin kaynağı üzerinde belirleyici olduğuna işaret etmektedir. Bununla birlikte insanların sürekli yeni düşünceler keşfettikleri, kavramları belirtmek üzere semboller icat ettikleri bilinen bir gerçektir. Bu durum dinî düşüncede özellikle dil ve hakikat arasında mutlak ve statik ile mukayyet ve dinamik olanı bağdaştırmayı zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle kelâmcılar da tarihsel süreçte Kur’ân’da işaret edilen hakikatlerin mutlak boyutu ile hayatın yenilikçi ve dinamik boyutu arasında bir anlama ve anlamlandırma faaliyetini icra etmişlerdir. Bu sorumluluk günümüzde de devam etmektedir. Fakat modern dönemde, dil, düşünce ve varlık ilişkisinin kelâm düşüncesinde neye tekâbül ettiğini tespit etmek için öncelikle konunun klasik kelâm kaynaklarındaki izdüşümlerini bilmek gerekmektedir. Bu amaçla tasarlanmış çalışmamızda ta‘lim-i esmâ meselesi bağlamında ilâhî mânaların isimlendirilmesinin hakikat ve değeri irdelenmiştir. Bu bağlamda araştırmada öncelikle dil teorilerine, dil düşünce ilişkisine ve ilâhî mânaları belirtmek üzere kurucu kaynaklarda kullanılan isimlerin tevkîfî olup olmadığı meselesine odaklanılmıştır. Esasında ta‘lîm-i esmâ konusu, Kur’ân merkezli bir mesele olmasına rağmen zât-sıfat ilişkisi ve halku’l-Kur’ân gibi gerilimli tartışmaların gölgesinde kalmıştır. Bununla birlikte kelâmcıların zât-sıfat, halku’l-Kur’ân, hüsün ve kubûh meselelerine yaklaşımlarından hareketle onların ilâhî mânaların isimlendirilmesi konusundaki görüşlerine ulaşmak mümkün olmuştur. Araştırmada görüleceği üzere kelâmcıların ta‘lîm-i esmâ meselesine yaklaşımları onların zât ve sıfat anlayışları ile paralellik arz etmektedir. Zira Allah’ın bir ismi olması bakımından bazı kelimelerin hem anlam hem de lafız olarak kadîm bir belirlenmişliğe sahip olup olmadığı meselesinin ortaya çıkması aynı zamanda Kelâm’da ilâhî mahiyet konusundaki tartışmaların bir devamıdır. İlâhî isimler ezelî bir belirlenmişliğe sahipse, bu durumda her ismin Allah’a izafe edilmesinin kaynağı da ezelî olacaktır. Ayrıca beşer dilinde ifade bulan isimler, Allah’ın adları ile aynı ise bu da tecsîme yol açacaktır. İsimler Allah’ın zâtından ayrı ve gayrıdır denilse birden fazla ezelî ve ebedî varlık olacaktır. Bu kadar çok sayıda ezelî ve ebedî varlığın bulunması ise tevhîd ilkesine aykırıdır. Ne var ki sıfat ile zâtın zihinde birbirinden ayrılması ile dış dünyada bir ve beraber bulunması arasındaki ayrım fark edilmediği durumlarda sıfatlar, zâtın dışında ve ondan bağımsız, zâta zâid şeyler gibi anlaşılmıştır. Bu bağlamda Mu‘tezilî kelâmcılar Allah’ın zâtını hâdis niteliklerde tenzîh ederken kıdem kavramına büyük önem vermişler, âlemle ilişkili olan ilâhî eylemleri, zâtla özdeş yetkinliklerle temellendirdikleri için âlemde tahakkuk eden bütün varlıkları muhdes kategorisine almışlardır. Bu nedenle, her ne kadar Allah’ın zâtı ile alîm olduğu belirtilse de ilâhî ilmin zaman ve mekân koşullarındaki ontolojik ve epistemolojik tahakkuku âlemin muhdesliği içinde tasarlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında Mu‘tezilî kelâmcılara göre Kur’ân’da belirtilen isimler tıpkı Kur’ân’ın kendisi gibi hâdistir. Bunlar mâna itibari ile ilâhî ilmin sınırları içinde olmakla birlikte kelimeleri itibari ile beşerîdir. Dolayısıyla Ebû Ali Cübbâî’de karşılık bulduğu üzere insanların konuşmalarında Allah’ı tarif etmek üzere kullandıkları bu isimler ıstılâhîdir. Allah’ın zât ve sıfatlarını bir iletişim dili içinde belirtmek için dilin diğer kelimeleri gibi insanlar tarafından uzlaşma ile belirlenmiştir. Allah vahiy esnasında bu kelimelerle insanlara hitap etmiştir. Sonuç olarak Mu‘tezile kelâmcıları isim ve müsemmâ ilişkisini ıstılâhî görürken Ehl-i sünnet kelâmcıları meseleyi Allah’ın her şeyi yaratmasını temel alan büyük resmin içinde konumlandırmışlardır. Üçüncü bir yol olarak ortaya çıkan meleke ya da kuvve teorisine bazı Eş‘arî ve Mâtürîdî kelâmcıları destek vermişlerdir. Bu bağlamda vahyi kavramsal olarak Allah’a, söz değeri bakımından insana tahsis eden Mâtürîdî’nin görüşlerinin, meleke teorisine uygun olduğu tespit edilmiştir

    Rauta ja Ristilukki : Vilho Helasen salapoliisiromaanisarja

    Get PDF
    Vilho Helanen (1899 1952) was a right-wing opinion leader in interwar Finland. But following the Second World War, the political situation in the country changed dramatically, and Helanen lost his job as well as his influential social station. He began to write detective fiction, and between 1946 and 1952 published seven novels (one had already been published in 1941). The novels protagonist is Kaarlo Rauta, a lawyer who acts as a private investigator. This doctoral dissertation analyzes the Rauta series from three different points of view. It investigates the extent to which the author s life and his strong political background appears in the series. The study also situates the series within Finnish society during and after the war. Finally, the study examines the Rauta series in terms of the genre conventions of detective fiction, that is, the study compares the Rauta series with other Finnish crime fiction and international crime fiction written during the 1940s. The Iron and The Cross Spider uses the term citizenship education when analyzing how Helanen implicitly continued his political teaching when writing crime fiction. The series includes a didactic register, which instructs the middle class in appropriate behaviour and manners, and the social roles entailed by gender. A special area of focus in this didacticism are norms of correct masculinity and femininity. The study devotes specific attention to the status of character in the series. The masculine detective and his beautiful wife are prominent, as is the fictive community and the tensions that criss-cross it. After the war, the Rauta series takes on a positive tone. Men can earn their place in society by fighting at the front, and after the war a homosocial bond exists between all the former soldiers. Women are shut out of the war experience. The detective hero has served in the war, but he is physically and psychologically untouched by it. The community is threatened by artists and immoral bohemians, but not the working class. Artists have affairs outside of marriage and abnormal sexual habits. The members of the upper class are also described as immoral in the series. Sadistic sexuality is often characteristic of the criminals, who are mostly femme fatales in the fashion of hard-boiled detective stories and film noir. Also, strong feelings have a negative connotation in the series, and showing them is forbidden behaviour. Men become criminals when they are insufficiently masculine or when they have not carried out their duty by fighting in the war. Helanen portrayed the communists, his political opponents from the 1930s, as criminals in his post-war series, but they were not openly represented as Russians or communists. Instead, Helanen used the cross spider as their symbol, a symbol which the readers of the time would recognize.FT Vilho Helanen (1899 1952) oli aktiivinen oikeistolainen poliittinen vaikuttaja Suomessa 1920-luvulta aina 1940-luvulle saakka. Hän toimi näkyvästi Akateemisessa Karjala-Seurassa ja oli tunnettu, kiistelty mielipidejohtaja, mutta yhteiskunnallisten olosuhteiden muututtua jatkosodan päättymisen jälkeen hän jäi sivuun poliittisesta elämästä ja elätti perheensä kirjoittamalla salapoliisiromaaneja. Helanen julkaisi seitsemän romaania (yksi oli ilmestynyt jo sodan aikana) vuosina 1946 1952 varatuomari Kaarlo Raudan tutkimuksista, ja näistä muodostui ensimmäinen merkittävä suomalainen salapoliisiromaanisarja. Väitöskirja tarkastelee Rauta-sarjaa yhteydessä toisen maailmansodan jälkeiseen suomalaiseen yhteiskuntaan ja kirjailijan elämänvaiheisiin sekä hänen aatteelliseen taustaansa. Helanen kirjoitti salapoliisiromaaneja lajin murrosaikana, jolloin suomalainen traditio oli vielä ohut, joten tutkimuksessa tarkastellaan myös Helasen salapoliisiromaanien yhteyksiä salapoliisiromaanin lajipiirteisiin sekä sarjan eroja ja yhtäläisyyksiä kotimaisen 1940-luvun rikoskirjallisuuden ja ajan ulkomaisen rikoskirjallisuuden kanssa. Rauta-sarjalla oli sodan jälkeisinä vuosina paljon lukijoita ja sen läpäiseväksi tematiikaksi muodostuivat sodan vaikutukset ja positiivinen usko suomalaisten perusarvojen säilymiseen ja sodasta toipumiseen. Tutkimuksessa keskeisiksi nousevat sankari ja tämän vaimo joka auttaa miestään tutkimuksissa sekä salapoliisiromaanien kuvaama yhteisö. Aviopari Rauta edustaa sallittua, avioliittoon kytkeytyvää seksuaalisuutta. Sarjan kuvaamassa yhteisössä rajoja rikkovat boheemit, moraalittomat taiteilijat, mutta myös sivistyneistön ja yläluokan jäsenet on osittain kuvattu avoimen turmeltuneina. Avioliiton ulkopuolinen, sadistinen seksuaalisuus on sarjassa rikollisten ominaisuus. Myös voimakkaiden tunteiden tunteminen ja niiden näyttäminen on epätoivottavaa käytöstä sarjassa. Naishahmot ovat usein rikollisia ja heihin liittyy niin itsenäisen, ammatissa toimivan, modernin uuden naisen piirteitä kuin kohtalokkaan viettelijättären, femme fatalen ominaisuuksia. Miehet ansaitsevat paikkansa yhteisössä osallistumalla sotaan ja sodan jälkeen rintamakokemus yhdistää heitä. Naiset sen sijaan on suljettu sotakokemuksen ulkopuolelle. Miehistä tulee sarjassa rikollisia, kun he eivät ole osallistuneet sotaan tai kun he pyrkivät pois luontaiselta paikaltaan yhteisössä. Rikollisiin liittyy myös vahvasti kytkös kommunismiin ja vasemmistolaisuuteen, vaikka sitä ei toisen maailmansodan jälkeen olekaan esitetty lukijoille suoraan. Rikollisen hahmon, Ristilukin Helanen kytkee venäläisyyteen viittaamalla Sibeliuksen sävellykseen Laulu ristilukista

    Comprehensive Solution to Scattering by Bianisotropic Objects of Arbitrary Shape

    Get PDF
    This paper presents a method of moments (MoM) solution for the problems of electromagnetic scattering by inhomogeneous three- dimensional bianisotropic scatterers of any shape. The electromagnetic response of bianisotropy has been described by the constitutive relations of the most general form composed of four 3 X 3 matrices or tensors. The volume equivalence principle is used to obtain a set of mixed potential formulations for a proper description of the original scattering problem. Here, the total fields are separated into the incident fields and the scattered fields. The scattered fields are related to the electric and magnetic potentials which are excited by electric and magnetic bound charges and polarization currents. The body of the scatterer is meshed through the use of tetrahedral cells with face-based functions used to expand unknown quantities. At last, the Galerkin test method is applied to create a method of moments (MoM) matrix from which the numerical solution is obtained. Implemented in a MATLAB program, the numerical formulation is evaluated and verified for various types of scatterers. The results are compared with those of previous work, and a good agreement is observed. Finally, a scattering from a two-layered dispersive chiroferrite sphere is presented as the most general example
    corecore