17 research outputs found

    TOPLUMUN HEMŞİRELİK MESLEĞİNE YÖNELİK İMAJ ALGISI: SİSTEMATİK DERLEME

    Get PDF
    Amaç: Bu çalışma toplumun hemşirelik mesleğine yönelik imaj algısını belirlemek  amacıyla yapıldı. Yöntem: Literatür taramasında Pubmed, Cochrane, EBSCO Host, Ulakbim Medical, Science Direct ve Türk Medline veri tabanları kullanıldı. Çalışmaya 2008-2018 tarihleri arasında Türkçe ve İngilizce dillerinde tam metin olarak yayınlanmış, katılımcıları18 yaşından büyük, konusu “Toplumda hemşirelik mesleğine yönelik imaj algısı” olan çalışmalar dahil edildi. Katılımcıları hemşirelik mesleği mensubu ya da hemşirelik bölümü öğrencisi olan, araştırma deseni derleme olan ve tam metnine ulaşılamayan araştırmalar çalışma dışı bırakıldı. Literatür taraması sonucunda 3046 araştırmaya ulaşıldı. Çalışmamızın konusu ile ilgili araştırma sayısı 61 idi. Çalışma kriterlerine göre dört araştırma çalışmaya dahil edildi. Bulgular: incelenen araştırmalarda, hemşirelik mesleğinin toplum tarafından, toplum sağlığında önemli bir yere sahip olan, doktorlar tarafından istenen tıbbi tedavileri yapan, doktorların isteklerini yerine getiren, uzun çalışma saatleri olan ve düşük ücretli yardımcı bir meslek olarak algılandığı görüldü. Bunla birlikte, katılımcıların hemşirelik mesleğini etkili kişilerarası ilişkilere sahip bir meslek olarak tanımladıkları saptandı. Tıp fakültesi öğrencilerinin hemşirelik mesleği mensuplarının kendilerine bağımlı, güvenilir ve iyi teknik becerilere sahip olmaları yönünde beklentileri olduğu bulundu. Sonuç: Literatür taraması sonucunda hemşirelik imajına yönelik çalışmaların çoğunun hemşireler ya da öğrenci hemşireler üzerinde yapıldığı görüldü. Hemşirelik mesleği ile ilgili olmayan katılımcılar ile yapılmış çalışmalarsa az sayıdadır. İncelenen araştırmaların sonuçlarına göre, hemşirelerin görev ve sorumluluklarının toplum tarafından tam olarak anlaşılmamıştır. Hemşirelik mesleği hala toplum tarafından bir yardımcı meslek olarak algılanmaktadır. Bu konuda daha fazla araştırma yapılması ve bu sonuçlara göre gerekli düzenlemelerin yapılması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: hemşirelik imajı, hemşirelik ve toplum, toplumun hemşirelik algıs

    Akut koroner sendromlu hastalarda sağlığı geliştirme modeli temelli eğitimin etkinliği

    No full text
    Amaç: Bu araştırma akut koroner sendrom geçiren hastalarda Sağlığı Geliştirme Modeli temel alınarak gerçekleştirilen sağlığı geliştirme eğitiminin; hastanın sağlıklı yaşam biçimi davranışlarını kazanma durumu, ilaca uyumu ve öz yeterliliği üzerine etkisini incelemek amacıyla ön-test son-test kontrol gruplu deneysel araştırma tipinde yapıldı. Gereç ve yöntem: Araştırma bir üniversite hastanesinin kardiyoloji kliniğinde AKS tanısı ile yatan 101 hastada Ağustos 2018- Kasım 2019 tarihleri arasında yürütüldü. Veriler Hasta izlem Formu, Sağlıklı Yaşambiçimi Davranış Ölçeği-2 (SYBDÖ-2), Genel Öz-yeterlilik Ölçeği (GÖYÖ), İlaca Uyum Hakkında İnançlar Ölçeği (İUHİÖ) ve Kontrol İzlem Formu kullanılarak toplandı. Kontrol grubunudaki hastalara rutin prosedürler uygulanırken, deney grubundaki hastalara sağlığı geliştirme eğitimi verildi. Bulgular: İlk izlemde kontrol grubunun SYBDÖ-2 puanı deney grubuna göre anlamlı derecede yüksek olduğu bulundu (p= 0,000), GÖYÖ ve İUHİÖ yarar algısı alt boyutu puanları arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0,05).Son izlem verilerinde ise deney grubunun SYBDÖ-2, İUHİÖ yarar alt boyutu ve GÖYÖ puanı kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek olduğu bulundu (p0,05). According to the final follow up data, the HLBS-2, BMCS benefit perception dimension and GSES scores of the experiment group were significantly higher in comparison to those in the control group (p<0,05). In the intragroup comparisons, it was determined that the HLBS-2 and BMCS benefit perception dimension scores of the experiment group increased significantly (p<0,05), while the BMCS barrier perception dimension score of the control group increased (p=0,149), its medication compliance decreased, and GSES score was reduced (p=0,001).Conclusion: The health promotion training was found to be an effective method in providing healthy lifestyle behaviors and increasing medication compliance and self-efficacy levels

    Ultrasound-guided erector spinae plane block versus rhomboid intercostal block for postoperative analgesia following thoracotomy

    No full text
    Aim: For the thoracotomy pain relief, opioids, thoracic paravertebral and epidural interventions are frequently used practices. In recent years, interfascial blocks such as the erector spinae plan block (ESPB) and rhomboid intercostal block (RIB) have started to be used for analgesia. We aimed to compare the postoperative analgesic effect of ESPB, RIB, and a control (C) group in pain management after open thoracotomy. Material and Methods: This is a single-centered randomized controlled trial. A total of 75 patients were included in the study in three groups as the ESPB, RIB and control (C) groups. Under general anesthesia, in block groups, blockage was performed with 20 ml 0.25% bupivacaine. In Group C, no procedures other than the standard postoperative analgesia protocol were performed. The amount of postoperative analgesic consumption by the patients, and visual analogue scale (VAS) values were recorded. Results: In group ESPB and RIB, the mean 24-hour tramadol consumption was 124 +/- 29.08 mg and 116 +/- 28.65 mg, respectively (p>0.05). In Group C, the consumption was 204 +/- 44.06 mg, significantly higher than in group ESPB and group RIB (p=0.004). The VAS values (p<0.05) and the numbers of patients needing rescue analgesic (p=0.048) were lower in groups ESPB and RIB than in group C. There was no significant difference between group ESPB and group RIB in any of these parameters Discussion: ESPB and RIB were similar and they are more effective than the control group, whereas the former did not have superiority over each other

    Periferik intravenöz kateterlerin kalış süresi ile tromboflebit arasındaki ilişki

    No full text
    PERİFERİK İNTRAVENÖZ KATETERLERİN KALIŞ SÜRESİ İLE TROMBOFLEBİT ARASINDAKİ İLİŞKİ Araştırma periferik intravenöz kateterlerin kalış süresi ile tromboflebit arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla deneysel olarak planlanmıştır. Araştırmanın evrenini T.C Sağlık Bakanlığı Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi kalp damar cerrahisi servisi ve yoğun bakımında tedavi gören hastalar oluşturdu. Örneklem grubunu ise araştırma evreninden araştırmaya katılmayı kabul eden ve araştırma kıriterlerine uyan 100 hasta oluşturdu. Hastaların %50’si kontrol grubu, %50’si çalışma grubu olarak belirlendi. Kontrol grubundaki hastaların kateterleri klinik semptom gözlenene kadar damarda tutulmuş, çalışma grubundaki hastaların kateterleri ise 48-96 saatte bir klinik semptomlara bakılmaksızın rutin olarak değiştirilmiştir. Araştırmada tüm örneklemde tromboflebit oranı %25 olarak bulunmuştur. Çalışma grubunda tromboflebit oranının daha düşük olduğu, kateterin vende kalış süresi ile tromboflebit arasında anlamlı ilişki olduğu bulunmuştur ve kateterlerin 48-96 Saatte bir değiştirilmesi önerilmektedir. Kateter numarası, kateterin takıldıgı anotomik bölge, hastanın yaşı, cinsiyeti, kilosu, ailede var olan vasküler hastalık durumu, sigara içme durumu, intravenöz tedavi alma durumu ve antikoagulan kullanma durumu ile tromboflebit arasında anlamlı ilişki bulunmamıştır. Antibiyotik kullanan hastalarda tromboflebit oranı yüksek bulunmuştur. Bu nedenle antibiyotik tedavisi alan hastaların periferik intravenöz kateterlerinin tromboflebit gelişimi yönünden daha sık takip edilmesi ve kateterin daha kısa zaman aralıklarıyla değiştirilmesi önerilmektedir. Sigara kullananlarda ve ailesinde vasküler hastalık öyküsü olan hastalarda kateterin kalış süresinin daha kısa olduğu saptanmıştır. Anahtar kelimeler: İntravenöz, Periferik kateter, Tromboflebit, Tromboflebit oranı SUMMARY THE RELATION BETWEEN STAY PERIOD OF PERIPHERAL INTRAVENOUS CATHETERS AND THROMBOPHLEBITIS This study was experimentally planned in order to examine the relation between stay period of peripheral intravenous catheters and thrombophlebitis. Population of the study was comprised of patients actively treated in cardiovascular surgery department and intensive care unit of Pendik Training and Research Hospital, Marmara University, Ministry of Health, R.T The sample included 100 patients who fulfilled study criteria and consented to participate to the study among the population. Fifty percent of patients formed the control group, while study group comprised another %50 patients. Catheters of patients in control group were left inside vessel until clinical symptom is observed, while catheters of patients in study group were routinely replaced in 48-96 hours irrespective of clinical symptoms. In conclusion, the rate of thrombophlebitis was 25 % in the study. It was found that the rate of thrombophlebitis was low in study group and there was a significant relation between stay time of catheter in the vein and thrombophlebitis and thus, it is recommended that catheters are replaced once in every 48-96 hours. No significant relation was found between thrombophlebitis and gauge of catheter, anatomic region where catheter was inserted, age, gender, weight, familial history of vascular disease, smoking status, intravenous therapy status and anticoagulant therapy status. The rate of thrombophlebitis was high in patient receiving antibiotherapy. Therefore, it is recommended that peripheral intravenous catheters of patients receiving antibiotherapy is more often monitored for development of thrombophlebitis and catheters are replaced in shorter intervals. It was found that catheter stay time was shorter in smoking patients and in patients with familial history of vascular disease. Key Words: Intravenous, Peripheral catheter, Thrombophlebitis, Rate of thrombophlebiti

    Investigation of cervical cancer screening outcomes

    Get PDF
    Objectives: Cervical cancer is the most common cancer among women after breast, and colorectal cancers in the world and an important health problem. This study is a cross sectional retrospective study that was conducted to investigate cervical cancer screening outcomes of women in the middle of Turkey.Methods: The women who applied between 1 January to 31 December 2013 constituted the universe of the study and also, 1087 women who applied between 1 October to 31 December 2013 and was taken Pap smear constituted the sample of this study. Data was collected by investigating CEDSEC polyclinic documents and cervical cancer Screening and Consent Forms records. Data was evaluated at computer by using SSPS 15.0 (Statistical Program for Social Sciences) package program for analysis, percentage, mean, chi-square and standard deviation. In every stage of the study it is taken care to follow ethical principles. Ethical Council Consent from Nevsehir Haci Bektas Veli University and written consent from Nevsehir City Public Health Directorate.Results: It is determined that 39.1% of the women were between 40-49 years old and older than 40 years got pap smear tests. When their pap smear outcomes were investigated, it is found that 0.3% of them got ASCUS, 0.3% of them got HGSIL. While women aged over 60 who HSIL result of the study we see that before the age of 60 women with ASCUS.Conclusion: In our study, the woman with HGSIL was older than the others who had ASCUS. This result shows the importance of early diagnosis and screening. For being protected from cervical cancer, to know the factors that could be causes for this disease and importance of early diagnosis are important in terms of taking required measures. Giving educations about this subject to society, especially, groups that under risk, composing awareness related to increase to participation to the screening programs are important roles of nurses

    Kedi ve Köpeklerde Kardiyovasküler Hastalıkların Tanısında Natriüretik Peptidler’in Önemi

    No full text
    Kalp yetmezliği ile ilgili hastalıkların patofizyolojisinin anlaşılması ve sağaltımı hakkında son yıllarda oldukça fazla ilerlemeler kaydedilmiştir. Hastalığın tanısında detaylı fiziksel muayeneler yapılmasına rağmen kedi ve köpeklerde yine de zorluklarla karşılaşılmaktadır. Kalp hastalıklarının klinik tanısında; anamnez, fiziksel muayene, kardiyopulmoner oskültasyon ve göğüs radyografisinden yararlanılmaktadır. Tanıda daha çok anlam ifade eden ekokardiyografi kullanımı ve uygulaması uzmanlık gerektirmekte ve aynı zamanda hayvan sahibine ek bir maliyet yüklemektedir. Bu nedenle serum biyomarkırları kalp hastalıklarının tanısı ve sağaltıma verilen cevabın belirlenmesinde kullanılmaktadır. Natriüretik peptidler kalp hastalıklarının tanısında önemli bir yer tutmaktadırlar. Natriüretik peptidler; natriürezisi, idrar üretimini ve böbrek kan akımını arttırırken, sistemik damar direncini ve kalpte dolum basıncını azaltarak diyastololik fonksiyonu etkilemektedir. Kalp hastalıklarının tanısı belirlemede önemli bir protein olmasından dolayı natriüretik peptidlerin kullanımı gittikçe yaygınlaşmaktadır. Bu derlemenin amacı; kalp hastalıklarının tanısında natriüretik peptidlerin etkinliğinin irdelenmesi amaçlanmıştır

    Importance in dairy technology of bacteriocins produced by dairy starter cultures

    No full text
    Bacteriocins produced by Lactic acid bacteria (LAB) and propionic acid bacteria (PAB) are heterogeneous group of peptide inhibitors which include lantibiotics (class I, e. g. nisin), small heat-stable peptides (class II, e. g. pediocin PA-1) and large heat-labile proteins (class III, e. g. helveticin J). Many bacteriocins belonging to the first two groups can be successfully used to inhibit undesirable microorganisms in foods, but only nisin is produced industrially and is used as a food preservative. LAB and PAB develops easily in milk and milk products. LAB and PAB growth in dairy products can cause microbial interference to spoilage and pathogenic bacteria through several metabolits, specially bacteriocins. The review deals with the description of milk-borne bacteriocins and their application in milk and milk products either to extend the shelf life or to inhibit milk pathogens
    corecore