6 research outputs found

    Omeprazol ve gliklazid ilaç etkileşimine bağlı hipoglisemi olgusu

    Get PDF
    Dispeptik yakınmaların sık görülmesi nedeniyle diyabet hastaları reçeteli ya da reçetesiz olarak proton pompa inhibitörleri PPİ grubu ilaçları sık olarak kullanırlar. Farklı hastalıklar nedeniyle çeşitli ilaç gruplarının bir arada kullanılması, azalan sitokrom p450 enzim aktivitesi nedeniyle özellikle yaşlı hastalarda, ilaç-ilaç etkileşimi ve ilaç etkisinin değişmesi riskini artırmaktadır. Bu vaka sunumunda 82 yaşında diyabetik hastada omeprazol ve gliklazid ilaç etkileşimine bağlı gelişen hipoglisemi olgusu sunuld

    Assessment of the pituitary function in patients treated with cranial radiotherapy for except pituitary causes

    No full text
    Hipotalamus-hipofiz aksı santral sinir sisteminde radyasyona hassas bir bölgedir. Radyasyonla ilişkili hipofizer yetmezlik, çocuk ve erişkinde kür sağlayan kanser tedavilerinin önemli bir geç komplikasyonudur. Nazofarinks kanseri RT'ye çok iyi cevap verdiği için tedavisinde yüksek doz RT kullanılır. Radyasyonla ilişkili hipopituitarizm progresif ve geri dönüşümsüz bir tablodur, toplam doz ve RT sonrası geçen süre ile doğru orantılı olarak artar. Bu çalışmada yüksek doz RT sonrası hipofiz yetmezliği araştırıldı.Gereç ve yöntem: Nazofarinks kanseri nedeniyle RT alan 30 hasta çalışmaya alındı. Radyoterapiden 10-138 ay sonra bazal hormon düzeyleri, hipoglisemiye büyüme hormonu ve kortizol yanıtı değerlendirildi.Bulgular: Hastaların %93'ünde en az bir hormonal bozukluk, %87'sinde ise bir veya daha fazla ön hipofiz hormon eksikliği saptandı. En sık hormon eksiklikleri sırasıyla BH (%77), ACTH (%73), TSH (%27), Gonadotropin (%7) idi. Hiperprolaktinemi ise %43'ünde mevcuttu. RT sonrası takip süresi ile hipoglisemiye kortizol yanıtı arasında negatif, DHEAS ile bazal kortizol düzeyleri arasında pozitif korelasyon saptandı.Sonuç: Nazofarinks kanserli hastalarda RT sonrası hipofizer yetmezlik sanılandan daha sıktır. RT sonrası hastaların hipopituitarizm gelişimi açısından takibi gereklidir.Anahtar kelimeler: nazofarinks kanseri, hipopituitarizm, radyoterapi, hipofiz.The hypothalamic-pituitary axis is a radiosensitive area in the central nervous system. Radiation induced hypopituitarism is an important late complication of radiotherapy in children and adults. High-dose radiotherapy, with good response rates, is used in the management of nasopharyngeal carcinoma. Hypopituitarism is associated with the total dose received and it worsens over time during the follow-up period. The purpose of this cross-sectional study was to evaluate the effects of cranial irradiation on pituitary function in adult patients with nasopharyngeal carcinoma.Materials and methods: Pituitary function was evaluated in 30 patients after cranial irradiation for nasopharyngeal carcinoma. Basal pituitary hormone levels, growth hormone and cortisol response to hypoglycaemia were assessed at 10-138 months after radiotherapy.Results: At least one hormonal disorder was observed in 28 (93%) patients after radiotherapy. Twenty-six (87%) patients had one or more anterior pituitary hormone deficiency. The rates of pituitary hormone deficiency were as GH (77%), follows ACTH (73%), TSH (27%) and gonadotrophines (7%). Hyperprolactinemia was present in 13 (43%) patients. A negative correlation was noted between maximum cortisol response to hypoglycaemia and the period after radiotherapy. On the other hand, a positive correlation between DHEAS and basal cortisol levels were determined.Conclusions: Radiation-induced hypopituitarism is more common than expected in patients with nasopharyngeal carcinoma. The irreversible and progressive nature of radiation induced anterior pituitary hormone deficiencies validates evaluation of pituitary function in these subjects for timely diagnosis of hypopituitarism are tested regularly to diagnosis and receive hormone replacement therapy.Key words: nasopharyngeal carcinoma, hypopituitarism, radiotherapy, pituitary

    Struma Ovarii Dokusunda Papiller Tiroid Mikrokarsinomu: Olgu Sunumu

    No full text
    Struma ovarii, tümör dokusunun yarısından fazlasını tiroid dokusunun oluşturduğu nadir görülen bir over tümörüdür. Çalışmalarda hastalığın %0.5-5 oranında malign transformasyonu saptanmıştır. Nadir görülen bir hastalık olmasından dolayı tanı ve tedavisinde kesin bir görüş birliği yoktur ve genel kabul edilen yaklaşım malign struma ovarii vakalarının tiroid kanseri gibi tedavi ve takip edilmesidir. Bu olgu sunumunda struma ovarii zemininde gelişen bir papiller mikrokarsinom vakasının tedavisi ve 1 yıllık takibini sunmayı amaçladı

    PPARG genindeki Pro12Ala polimorfizmi, Türk populasyonunda insülin direnci ve tip 2 diyabet ile ilişkili değildir: Bir vaka-kontrol çalışması

    No full text
    Amaç: Tip 2 diyabet (T2D), diyabetin en sık görülen türüdür ve tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. İnsülin sekresyonunun azalması ve/veya insülin direnci (IR) gelişimi, T2D patogenezinde yer alan iki ana bozukluktur. Kromozom 3p25’te yer alan peroksizom proliferatör aktive reseptör gama (PPARG) geni tarafından kodlanan ve esas olarak adipositlerde eksprese edilen PPARG2, glikoz ve lipid metabolizmasının düzenlenmesinde yer alan çok sayıda anahtar geni düzenler. Fonksiyonel önemi dolayısıyla, T2D gelişimi ile ilişkisi ilk rapor edilen aday gen PPARG2 (Pro12Ala varyantı)’dir. Çalışmamızda, PPARG genindeki Pro12Ala’nın IR gelişimi ve T2D riski üzerine etkilerini Konya bölgesinde yaşayan 387 (181 non-obez/ 206 obez) T2D ve 264 (137 non-obez/127 obez) sağlıklı birey olmak üzere toplam 650 kişide değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Bireylerden alınan kan örneklerinden, T2D ilişkili biyokimyasal parametreler analiz edildi ve sonrasında HOMA-IR (HOMA indeksi) hesaplandı. HOMA-IR indeksi 2.5’ten yüksek olan kişiler insüline dirençli olarak kabul edildi. İzole edilen DNA örneklerinde, Pro12Ala genotiplendirmesi RT-PCR tekniği ile yapıldı. İstatistiksel analiz için SPSS18.0 programı kullanıldı. P0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Obez hasta grubu dışında diğer hasta ve kontrol grupları Hardy-Weinberg dengesinde değildi (p0.05). Dominant, resesif ve additif modeller kurularak yapılan ilişkilendirme analizine göre Pro12Ala polimorfizminin T2D riski ve ilişkili biyokimyasal parametreler üzerine bir etkisi bulunmadı (p>0.05). Sonuç: Hastalığın poligenik doğası ve çevresel faktörlerin karmaşıklığı, genlerin T2D patogenezindeki etkisinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, PPARG’nin hastalığın genetik zeminindeki olası rolünü ortaya çıkarmak için daha büyük popülasyonlarda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Çalışma Türk toplumunda PPARG ve T2D ilişkisi bakımından sunulan ilk rapordur

    Changes in Serum Levels of ADMA, SDMA and L-NMMA with Helicobacter Pylori Eradication

    No full text
    Amaç: Artmış asimetrik dimetil arjinin (ADMA) düzeyleri başta kardiyovasküler sistem olmak üzere birçok sistemde nitrik oksit (NO) düzeylerini azaltarak olumsuz etkilere neden olur. Helicobacter pylori (H. pylori) enfeksiyonun ADMA düzeylerinde artışa neden olduğu bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı H. pylori ile enfekte bireylerde eradikasyon tedavisinin ADMA ve diğer metilarjinin metabolizma ürünlerinin serum düzeylerine etkisini değerlendirmek olarak belirlendi.Yöntemler: 14C üre nefes testi ve gaita antijen testlerinin her ikisinde pozitiflik tespit edilen hastalar H. pylori ile enfekte kabul edildi. Hastalara 14 günlük eradikasyon tedavisi (günde 2 kez 40 mg pantoprazol, günde iki kez 1000 mg amoksisilin ve günde iki kez 500 mg klaritromisin) verildi. Eradikasyon tedavisi öncesinde ve eradikasyon sağlanan hastalarda tedaviden 3 ay sonra ADMA, simetrik dimetil arjinin (SDMA) ve N-monometil-L-arjinin (L-NMMA) serum düzeylerinin ölçümü için kan örnekleri alındı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 45 hastadan 23'ü kadın ve 22'si erkek idi. Hastaların ortalama yaşı 32,4±8 idi. Hastaların serum ADMA, SDMA ve L-NMMA düzeylerinde eradikasyon tedavisi sonrasında, tedavi öncesine göre anlamlı düzeylerde azalma olduğu görüldü.Sonuç: Bu çalışmada H. pylori eradikasyonu ile plazma ADMA, SDMA ve L-NMMA düzeylerinde anlamlı azalma olduğu gösterildi. H. pylori eradikasyonuna bağlı azalan serum ADMA, SDMA ve L-NMMA düzeylerinin, başta kardiyovasküler sistem olmak üzere bütün sistemlerde oluşturabileceği yararlı etkilerin değerlendirilmesi için geniş çaplı, uzun süreli çalışmalara ihtiyaç vardırObjective: Increased asymmetric dimethylarginine (ADMA) levels are associated with reduced nitric oxide (NO) levels in many systems, particularly the cardiovascular system, and cause adverse effects. The objective of this study is to evaluate the effect of eradication therapy in patients infected with Helicobacter pylori (H. pylori) on the serum level of ADMA and other metabolic products of methylarginine.Methods: Patients who were found positive both in urea breath tests and stool antigen tests were considered to have H. pylori infection. These patients received eradication therapy for 14 days (twice daily pantoprazole 40 mg, twice daily amoxicillin 1000 mg, and twice daily clarithromycin 500 mg). Blood samples were taken to measure serum ADMA, symmetric dimethylarginine (SDMA), and N-monomethyl-Larginine (L-NMMA) levels before eradication therapy and 3 months after the therapy for patients for whom eradication was achieved. Results: A total of 23 of the 45 patients included in the study were female, whereas 22 were male. The mean age of the patients was 32.4±8 years. Significant reductions in the serum ADMA, SDMA, and L-NMMA levels of the patients were observed post-eradication therapy versus pre-eradication therapy. Conclusion: This study demonstrated significant reductions in serum ADMA, SDMA, and L-NMMA levels with H. pylori eradication. Further extensive long-term studies are needed to evaluate the positive effects that reduced serum ADMA, SDMA, and L-NMMA levels after H. pylori eradication can have on all systems, particularly the cardiovascular syste
    corecore