9 research outputs found
Prevalence of dual left anterior descending artery variations in CT angiography
PURPOSEWe aimed to evaluate the frequency and features of dual left anterior descending artery (LAD) variants using computed tomography (CT) angiography.METHODSA total of 1337 consecutive coronary CT angiography examinations performed between April 2010 and December 2013 were retrospectively evaluated for the presence of dual LAD. CT examinations were performed with either 64- or 320-row multidetector CT scanners. All CT angiography images were evaluated for the presence and morphologic features of dual LAD subtypes.RESULTSFifty-six dual LAD variations (4%) were identified in this study population. Type 1 was the most common type of dual LAD (n=48), while Type 3 (n=3) and Type 4 (n=2) were infrequent and Type 2 was not detected. Additionally, we detected previously unclassified dual LAD variations in three cases.CONCLUSIONDual LAD may be a relatively more common variant than described in the medical literature, which is mostly based on catheter angiography studies. Coronary CT angiography seems markedly efficacious for detecting and documenting the anatomical details of dual LAD subtypes, as well as showing other associated cardiocoronary anomalies
Usage of plant pathogenic viruses in nanotechnology
Bitki virüsleri nanobiyoteknolojide konukçularında çok miktarda antijenik materyal üretmeleri nedeni ile sıklıkla kullanılmaktadır.
Bitki virüslerinin şablon olarak kullanıldığı biyomateryaller, biyonanobilim araştırmalarının bir alt alanında, nanoölçek düzeyinde
cihazların üretiminde ya da yöntemlerin hazırlanmasında kullanılmaktadır. Bitki patojeni virüslerden, ayrıca, viral nanopartikül
olarak tıpta yararlanılmakta, biyokatalizör olarak kullanılmakta, tarımda bitki patojenlerinin kontrolünde de yararlanılmaktadır. Bu
makalede bitki virüslerinden nanobiyoteknolojide yararlanma olanakları derlenmiştir.Plant viruses are increasingly being developed for applications in nanobiotechnology because of their potential for producing large
quantities of antigenic material in plant hosts. The obtained biomaterials from plant viruses are used in the production of nanoscale
devices or in the preparation of methods in a sub-area of bionanosim. Plant pathogenic viruses are used as templates for the
production of new materials in nanotechnology. Plant pathogenic viruses also utilize as viral nanoparticle in medicine, are used as
biocatalysts, and are also used in the control of plant pathogens in agriculture. In this review the opportunity of use of plant virus
particles in nanobiotechnology is highlighted
Reliability of a functional test battery evaluating functionality, proprioception, and strength in recreational athletes with functional ankle instability
Aim. In contrast to the single evaluation methods used in the past, the combination of multiple tests allows one to obtain a global assessment of the ankle joint. The aim of this study was to determine the reliability of the different tests in a functional test battery.
Methods. Twenty-four male recreational athletes with unilateral functional ankle instability (FAI) were recruited for this study. One component of the test battery included five different functional ability tests. These tests included a single limb hopping course, single-legged and triple-legged hop for distance, and six and cross six meter hop for time. The ankle joint position sense and one leg standing test were used for evaluation of proprioception and sensorimotor control. The isokinetic strengths of the ankle invertor and evertor muscles were evaluated at a velocity of 120 degrees/s. The reliability of the test battery was assessed by calculating the intraclass correlation coefficient (ICC). Each subject was tested two times, with an interval of 3-5 days between the test sessions.
Results. The ICCs for ankle functional and proprioceptive ability showed high reliability (ICCs ranging from 0.94 to 0.98). Additionally, isokinetic ankle joint inversion and eversion strength measurements represented good to high reliability (ICCs between 0.82 and 0.98).
Conclusion. The functional test battery investigated in this study proved to be a reliable tool for the assessment of athletes with functional ankle instability. Therefore, clinicians may obtain reliable information from the functional test battery during the assessment of ankle joint performance in patients with functional ankle instability
Ayak bileği ekleminin fonksiyonelliğini, propriosepsiyonunu ve kuvvetini değerlendiren fonksiyonel test bataryasının güvenirliği
Aim: In contrast to the one-sided evaluation methods used in the past. combining multiple tests allows one to obtain a global assessment of the ankle joint.
Materials and Methods: Twenty healthy male volunteers participated in this study. One component of the test battery included five different functional ability tests, which included: single limb hopping course, one-legged and triple-legged hop for distance, and six-meter (6-m) and cross 6-m hop for time. Ankle joint position sense and one leg standing test were used for proprioceptive evaluation. Isokinetic strength of the ankle invertor and evertor muscles were evaluated at a velocity of 120 degrees/sec. Reliability of the test battery was assessed by calculating the intraclass correlation coefficient (ICC).
Results: The ICCs for ankle functional and proprioceptive ability showed good to high reliability (ICC ranging from 0.89 to 0.98). Furthermore, isokinetic ankle joint inversion and eversion strength measurements represented good reliability (ICCs between 0.86-0.89).
Conclusions: The functional test battery investigated in this study proved to be a reliable toot in the assessment of the ankle joints of healthy recreational athletes. Clinicians may use the information of the functional test battery to detect changes in ankle joint performance as a component of a screening evaluation.Geçmişte kullanılan tek yönlü değerlendirme yöntemlerinin aksine birden fazla testin birleştirilmesi ayak bileği eklemi için daha geniş çaplı bir değerlendirme yapılmasına olanak sağlayacaktır. Yöntem ve Gereç: Çalışmaya 20 sağlıklı erkek denek katıldı. Kullanılan test bataryasının bir bölümü beş farklı fonksiyonel testi kapsadı. Bunlar arasında parkur testi, tek adım ve üç adım sıçrama mesafesinin ve altı metreyi düz ve çapraz sıçrama zamanının ölçümü vardı. Ayak bileği propriosepsiyonu eklem pozisyon hissi ve tek bacak durma testi ile değerlendirildi. Ayak bileği invertör ve evertör kaslarının izokinetik kuvveti 120°/sn’lik açısal hız ile ölçüldü. Test bataryasının güvenirliği sınıf içi korelasyon katsayısının (ICC) hesaplanması ile değerlendirildi. Bulgular: Ayak bileğinin fonksiyonel ve proprioseptif becerisi için elde edilen ICC değerleri iyi ve yüksek bir güvenirliğe işaret etti (0.89-0.98 arasında değişim göstermiştir). Bunun yanısıra, ayak bileği izokinetik invertör ve evertör kuvvet ölçümleri de iyi düzeyde bir güvenirliği yansıttı (0.86-0.89 arasında değişim göstermiştir). Sonuç: Bu çalışmada incelenen fonksiyonel test bataryası sağlıklı rekreasyonel sporcuların ayak bileği eklemlerinin değerlendirilmesinde güvenilir bir yöntem olduğunu kanıtlamıştır. Klinisyenler fonksiyonel test bataryasından elde edecekleri bilgileri tarama muayeneleri kapsamında ayak bileği performansındaki değişiklikleri tespit etmek için kullanabilirler
Chronic groin pain in an amateur soccer player
Chronic groin pain is common in soccer players because of the biomechanics of kicking causing recurrent stress to the abdominal muscles, groin flexors, and adductor muscles. Myositis ossificans in adductor muscles is a rare cause of chronic groin pain in soccer players. Only two cases have been reported and the iliopsoas muscle was involved in both. This case report emphasises the importance of direct radiography for diagnosis in chronic groin pain and is a reminder that the development of myositis ossificans in the adductor muscles may be a cause
Percutaneous management of bile leaks after laparoscopic cholecystectomy
Amaç: Laparaskopik kolesistektomi sonrası gelişen safra kaçaklarının yönetiminde minimal invaziv girişimlerin yerini vurgulamayı ve bu hastaların yönetiminde uyguladığımız tedavi yaklaşımımızı tartışmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Laparoskopik kolesistektomi sonrası semptomatik safra kaçağı olan 25 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Tedavi yönetiminde hastaların geliş semptomlarına göre perkütan koleksiyon drenajı, endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi (ERCP), perkütan transhepatik kolanjiyografi (PTK) ve perkütan biliyer drenaj (PBD) uygulandı. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 55 olup (31-84), 15’i kadın, 10’u erkekti. Hastaların 13’üne ultrasonografi (US) veya bilgisayarlı tomografi (BT) eşliğinde perkütan koleksiyon drenajı uygulandı. Bu hastaların 9’unda başka tedaviye gerek kalmadan tam iyileşme sağlandı. Diğer dört hastaya yüksek hacimli safra drenajı nedeniyle ERCP uygulandı. Sarılık ve yüksek bilirubin düzeyleri olan 9 hastada ilk tedavi seçeneği olarak ERCP uygulandı. Üç hasta ise akut batın semptomları nedeniyle tekrar opere edildi. ERCP, manyetik rezonans kolanjiyopankreatografi ve PTK uygulanan hastalarda safra yolu yaralanmaları Strasberg sınıflamasına göre sınıflandırıldı. Bunlardan 7 hastada tip A, üç hastada tip E2, üç hastada tip E3 ve bir hastada tip E4 yaralanma tespit edildi. Sonuç: Laparoskopik kolesistektomi sonrası semptomatik safra kaçağı olan hastalarda geliş semptomları izlenecek tedavi prosedürünün belirlenmesinde yardımcı olmaktadır.Objective: To discuss the importance of minimally invasive treatment options in the management of bile leaks after laparoscopic cholecystectomy and to present our approach in the management. Materials and Methods: Management of 25 patients with symptomatic bile leak after laparoscopic cholecystectomy was retrospectively evaluated. Percutaneous collection drainage, endoscopic retrograde cholangiopancreatography (ERCP), percutaneous transhepatic cholangiography (PTC) and percutaneous biliary drainage were performed regarding the presenting symptoms of the patients for the management. Results: Mean age of the patients (15 women, 10 men) was 55. Either ultrasonography or computed tomography guided percutaneous drainage was performed in 13 patients. By only percutaneous drainage 9 of the patients were completely recovered. In 4 of them ERCP was performed because of high drainage volume. In 9 of the patients with jaundice and high bilirubin levels ERCP was performed as the first option. And 3 patients were reoperated because of acute abdomen signs. ERCP, MRCP and PTC revealed type A in 7, type E2 in three, type E3 in three and type E4 in one of the patients according to Strasberg classification. Conclusion: Presenting symptoms of the patients with symptomatic bile leaks are helpful in the determination of the treatment option
Evaluation of Oral Prostaglandin E1 in Management of Ductus Dependent Congenital Heart Disease
Amaç: İntravenöz prostaglandin E1 (PGE1) infüzyonu duktus bağımlı konjenital kalp hastalarında etkisi kanıtlanmış bir ilaçtır. Ancak intravenöz PGE1 oldukça pahallı, sürekli intravenöz infüzyon gerektiren ve her merkezce temini zor bir ilaçtır. Uzun süre kullanılması gerektiğinde bu sorunlar daha önemli hale gelmektedir. Bu çalışmada Oral PGE1in intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar duktusun açık kalmasını sağlayıp sağlamadığını göstermek amaçlanmıştır. Yöntem: Yenidoğan yoğun bakım ünitesine duktus bağımlı konjenital kalp hastalığı tanısıyla yatırılıp intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar oral PGE1 verilen 10 hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların oral PGE1 ve intravenöz PGE1 başlanmadan önce ve sonra arteryal kan gazında pO2 ve ciltten bakılan sO2 değerleri kaydedildi. Bulgular: Oral PGE1 tedavisine ortalama başlama yaşı 5.5 saat (0.525), verilme süresi 28 saat (1846) idi. Hastaların oral PGE1 başlandıktan 2 saat sonra alınan pO2 ve sO2 değerlerinin başlanmadan önceki değerlerine göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde arttığı gözlendi. PO2 ve SO2 düzeyindeki düzelme intravenöz PGE1 başlanıncaya kadar devam etti. İntravenöz PGE1 başlandıktan 2 saat sonra bakılan PO2 ve SO2 değerlerinin intravenöz PGE1 başlanmadan önce bakılan değerlerine göre bir miktar daha artış gösterdiği gözlendi. Sonuç: Kısa süreli kullanımda intravenöz PGE1 oral PGE1den daha etkili olsa da oral PGE1de duktusun açık kalmasında yeterince etkilidir. Bu nedenle intravenöz PGE1 temin edilinceye kadar oral PGE1 alternatif bir seçenek olarak kullanılabilir. Uzun süreli kullanımda ise damar yoluna ve hastanede yatışa gerek duyulmadan, kullanımı kolay ve oldukça ucuz olan oral PGE1in intravenöz PGE1 yerine kullanılabileceğini düşünüyoruz. Ancak bunun için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.Purpose: Intravenous prostaglandin E1 (PGE1) infusion is a treatment which has been proven to be effective in ductus dependent congenital heart disease. However, PGE1 is very expensive, needed continuous infusion and its supply is difficult by every center. When its long term use is necessary, these problems become more important. The aim of this study was to show whether oral PGE1could keep the ductus open or not till the supply of intravenous PGE1. Method: Ten patients, who were admitted to newborn intensive care unit with the diagnosis of ductus dependent congenital heart disease and received oral PGE1 till the supply of intravenous PGE1, were evaluated. The PO2 with the arterial blood gas analysis and SO2 levels with pulse oxymeter at skin were recorded before and after the administration of oral and intravenous PGE1. Results: The mean oral PGE1 initiation age was 5.5 hours (0.525), and mean administration period was 28 hours (1846). It was observed that the PO2 and SO2 levels of patients measured 2 hours after the initiation of oral PGE1 were significantly increased compared to the levels before initiation of PGE1. The improvement in PO2 and SO2 levels continued till the initiation of intravenous PGE1. It was also observed that the PO2 and SO2 levels of patients measured 2 hours after the initiation of intravenous PGE1 were slightly increased compared to levels before initiation of intravenous PGE1. Conclusion: Although intravenous PGE1 is more effective than oral PGE1 in short term usage, oral PGE1 is also sufficiently effective in keeping the dustus open. For this reason until the intravenous PGE1 is supplied oral PGE1 may be used as an alternative treatment choice. We think that in long term use oral PGE1, which is cheaper and easy to use, could be used instead of intravenous PGE1 without need of admission to hospital and opening intravenous line. However for this further studies are needed to confirm this assumption