77 research outputs found
Osmanlı-Yemen İlişkilerinde Siyasi Bir Aktör Olarak Zeydiyye -Mehmed Memduh ve Miftah-ı Yemen Üzerinden Bir Okuma-
İslam tarihinin erken dönemlerinden itibaren Müslümanlar arasında mezhep temelli bir dinî-toplumsal yapının teşekkül ettiği ve mezheplerin Müslüman kimliğinin belirleyici bir parçası haline geldiği görülmektedir. Bu süreçte mezhepler, toplumsal hayatta dinî alanda etkili olmanın yanı sıra, siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda da etkili bir faktör olarak işlev görmeye başlamıştır. Başlangıçta dinî kaynaklı problemler etrafında şekillenen mezheplerin zamanla farklı toplumsal boyut içerisine girmeleri beraberinde mezhepleri tartışılır hale getirmiştir. 3/9. yüzyıldan itibaren mezhepler dini anlama ve yaşama noktasında bireysel veya toplumsal bir tercih olmanın ötesinde sıklıkla siyasal bir harekete dönüşerek devletleşme arayışı içerisinde olmuşlardır. Bu makalenin konusu bir mezhep olarak Zeydiyye’nin Osmanlı-Yemen ilişkilerinin şekillenmesindeki yerinin tespiti ve siyasî bir aktör olarak ilişkiler üzerindeki etkisinin değerlendirilmesidir. Konu, Mehmed Memduh’un Miftah-ı Yemen isimli eseri ile sınırlı tutulacaktır. Konunun bu şekilde sınırlandırılmasının sebebi, Mehmed Memduh’un eserinde meseleye siyasî, sosyolojik ve ekonomik açılardan bakıyor olması ve konunun tarihi ve dinî arka planına olan hâkimiyetidir. Eserlerinden onun Yemen coğrafyası, İslam tarihi, Şia ve Zeydîler hakkında detaylı bilgi sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Yemen hakkında mevcut iki eserine baktığımızda Yemen coğrafyası, İslam öncesi bölgenin dinî durumu ve İslamlaşma süreci hakkında bilgi veren Memduh’un bölgenin dinî ve toplumsal yapısına dikkat çektiği, coğrafî ve ekonomik sebeplerin yanı sıra özellikle mezhep faktörü üzerinde durduğu görülmektedir. Zeydiyye bu bölgede sürekli olarak iktidar iddiası ve çabası içerisinde olmuştur. 122/740 yılında iktidarı ele geçirmek amaçlı siyasî bir hareket olarak ortaya çıkan Zeydiyye imamet inancının da gereği olarak, 280/893 yılında Yahya b. Hüseyin’in Yemen’e gitmesinden itibaren kendi devlet yapılanması içerisinde varlığını günümüze kadar taşımıştır. Osmanlı Devleti öncesinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin Yemen’i idaresine almasından sonra da Zeydîler buldukları her fırsatta kendi hâkimiyetlerini ilan etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin bütün çabalarına rağmen özellikle Kuzey Yemen’in Osmanlı idaresi altına girdiğini söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Osmanlı-Yemen ilişkilerinde süreci belirleyen faktörler arasında mezhep unsurunun önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Bu çalışmanın amacı, mezhep olarak Zeydiyye’nin, Osmanlı-Yemen ilişkilerindeki konumunu açıklığa kavuşturmaktır. Bu çalışma mezheplerin uluslararası ilişkilerde ve toplumsal hayatta siyasî bir unsur olarak yer alıp almadığının veya siyasî açıdan nasıl rol oynadıklarının anlaşılmasına katkı sağlamayı hedeflemektedir. İslam mezhepleri alanında şimdiye kadar yapılan çalışmaların büyük bir kısmı mezheplerin tarihsel arka planı ve öğretilerinin tespiti üzerinedir. Küreselleşme süreci, İslam dünyasının güncel durumu vs. sebepleri dikkate aldığımızda artık günümüzde mezheplerin siyasî, kültürel ve folklorik boyutu üzerinde durmanın yerinde ve gerekli olduğunu düşünmekteyiz. Bu tür çalışmalarda ulaşılmak istenen nihai sonuç, yapılacak diğer çalışmalardan elde edilecek verilerin de desteğiyle toplumsal hayatta ve uluslararası ilişkilerde mezheplerin siyasi bir aktör olarak yerinin teorik çerçevesinin oluşturulabilmesidir. Osmanlı-Yemen ilişkileri üzerine yapılan çalışmalar konunun daha ziyade ekonomi ve siyaset bilimi açısından ele alındığını göstermektedir. Öte yandan Zeydiyye üzerine yapılan çalışmaların da mezhebin ortaya çıkışı, tarihçesi, görüşleri ve Şia içerisindeki yeri üzerine olduğu görülmektedir. Konumuz açısından gerek Zeydiyye gerekse diğer mezhepler üzerine yeterli çalışma olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. Biz mezheplerin itikadi bir farklılaşma olmalarının yanı sıra siyasî, sosyolojik ve tarihsel bir olgu olarak da ele alınması gerektiği kanaatindeyiz. Buradaki iddiamız mezheplerin dinî konumlarının yanı sıra uluslararası veya toplumsal ilişkilerde siyasî bir aktör olarak da yer aldığıdır. Bu çalışmada, konu dışlayıcı yaklaşımdan uzak ve betimleyici bir yöntemle ele alınmaya çalışılacaktır. Miftah-ı Yemen üzerinden yürüttüğümüz bu çalışma Osmanlı-Yemen ilişkilerinin şekillenmesinde temelde üç faktörün etkili olduğunu bize göstermektedir. İlki coğrafi sebeplerdir. Zeydîlerin yaşadığı Kuzey Yemen bölgesi Osmanlı için zorluk oluşturmasına karşılık Zeydîler için bir sığınak olmuştur. İkincisi Osmanlı devletinin isabetsiz politikaları ve bölgede görev yapan memurların kötü uygulamalarıdır. Üçüncüsü ise mezhep faktörüdür. Öngörümüz doğrultusunda siyasi nitelikli bir mezhep olan Zeydiyye din anlayışının gereği olarak bölgedeki iktidar olma fırsatını kaybetmemek için Osmanlı Devleti’nin idaresi altına girme eğiliminde olmamıştır. Osmanlı-Yemen arasındaki siyasî ilişkilerin şekillenmesinde Zeydiyye’nin tavrının belirleyici olduğu söylenebilir
The possibility of using fluid whey in comminuted meat products: capacity and viscosity of the model emulsions prepared using whey and muscle proteins
The emulsion capacity (EC) of whey and sarcoplasmic proteins were low when they were used alone, but the EC and viscosity (EV) of total meat proteins (TMP) were higher than those values of other proteins investigated, including a combination of whey plus TMP. However, the solubility of the TMP proteins was lower than that of the other proteins investigated, probably due to the differences in the physico-chemical properties of whey and muscle proteins and the buffer used. In general, EC of whey proteins showed a significant alteration when used in combination with muscle proteins, while its solubility was not changed. The present results suggest that it is possible to use fluid whey in emulsion-type meat products and these studies should continue using actual meat emulsion systems. © 1995 Springer-Verlag
Is Placing Prophylactic Dural Tenting Sutures a Dogma?
Objective
In this study, we investigated if and when dural tenting sutures are necessary during craniotomy.
Methods
Results from 437 patients aged 18 to 91 years (average, 43.5 years) who underwent supratentorial craniotomy between 2014 and 2019 were evaluated. The patients were categorized into 1 of 3 groups, patients who had at least 3 prophylactic dural tenting sutures placed before opening of the dura (group 1), at least 3 dural tenting sutures placed after surgery was completed, during closure (group 2), or no dural tenting sutures (group 3 [control]). All such sutures in groups 1 and 2 were placed in the circumference of the craniotomy and dural junction. No central dural tenting sutures were placed in any of the patients.
Results
Among the 437 patients, 344 underwent surgery for the first time and 93 were undergoing a second surgery. Cranial computed tomography imaging was performed for each patient 1 hour, 3 days, and 1 month after surgery. In group 1, 3 patients had a cerebral cortex contusion and 2 patients had acute subdural hematoma after the sutures were placed. In groups 2 and 3, none of the patients had a cerebral cortex contusion or acute subdural hematoma. Fewer complications were observed when dural tenting sutures were placed during postsurgical closure.
Conclusion
Placing dural tenting sutures is an important technique for ensuring hemostasis. However, when not needed, they seem to cause inadvertent complications. As our results suggest, knowing when and where to use them is equally important
Politik-Karizmatik Liderci Anlayışın Bir Tezahürü Olarak Zeydilik
ki Farklar, 26—53; Şehristani, el—Milel ve’n—Nihal, 1/169-235; Kummi—Nevbahti, Şii Fırkalar, adıdır. Bkz. Eş'ari, Makalatu’l—İslamıyyin, 5, 85, 102, 153, 340; Bağdadi, Mezhepler Arasında— 51, 4 üncü dipnot; Hasan Onat, Emeviler Devri Şii Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, Ankara 1993; E. Ruhi Fığlalı, İmamiyye Şiası, İstanbul 198
The effect of resistance exercise on lung functions and quality of life in young adults
Doğru şiddet ve sürelerde yapılan farklı tipte egzersizlerin başta kardiyovasküler kapasite olmak üzere bir dizi olumlu etkileri vardır. Bu çalışmada direnç egzersizinin genç erişkinlerde solunum işlevleri ve aerobik kapasite ile yaşam kalitesi üzerine etkisi araştırılmıştır. Yirmi erkek (18–25 yaş) gönüllüden 8 kişi direnç antrenman grubu (DAG), diğer 8 kişi ise kontrol grubu olarak (KOG) ikiye ayrılmıştır. DAG grubu haftada 3 gün her kas grubu için 1 maksimum tekrarın (MR) yüzde 70’i ile başlayan yüklerle 3X10 tekrarlı olarak, 2 ila 3 ay boyunca direnç egzersizi yapmıştır. Antrenman programı öncesi ve sonrası, iki kez SFT ve Kardiyo Pulmoner Egzersiz Testleri (KPET) parametreleri [Vmaks, Encore (USA)] ölçülmüş ve yaşam kaliteleri SF-36 anketi ile belirlenmiştir. Anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak kabul edilmiştir. DAG ile KOG grupları arasında egzersiz öncesi yapılan testlerde f (p=0.02) ve FVC (p=0.03) değerleri arasında anlamlı fark saptanmıştır. DAG’nda antrenman öncesi ve sonrası karşılaştırıldığında pozitif anlamlı değişiklik dayanıklılık zamanı (p= 0,02), VEmaks (l/dk) (p= 0,01), soluk sonu O2 basıncı (PETO2) (p= 0,03) ve soluk sonu CO2 basıncı (PETCO2) (p= 0,04) değerlerinde bulunmuştur. KOG grubunda ise anlamlı bir değişiklik sadece f değerinde (p= 0,04) görülmüştür. SF-36 da ise DAG’nun enerji/canlılık (p= 0,04) ve genel sağlık algısı (p= 0,01) alt boyutlarında antrenman sonrası anlamlı farklılık görülmüştür. Sonuç olarak; bu tip direnç egzersizinin genç erişkinlerde solunum işlevleri ve aerobik kapasite üzerinde minimal etkisi olduğu saptanmıştır. Yaşam kalitesi üzerine ise olumlu etki gözlenmiştir. Antrenman programı daha uzun sürdürülür ve arada karşılaşılan olumsuz unsurlar (hastalık, uykusuzluk, vb) dışlanabilirse aerobik kapasitede de olumlu bir gelişme beklenebilir.Different types of exercises performed at the right intensity and durations have positive effects on cardiovascular capacity and a number of other systems. The aim of this study was to investigate the effect of resistance exercise on lung function and quality of life in young adults. Twenty male (18-25 age) volunteers were divided into two groups: 8 people doing resistance training group (RTG) and the other 8 as control group (COG). Exercise group performed resistant exercises for whole muscle groups starting with 70 per cent of one repetition maximum (RM), 3 sets of 10 repetitions, and three times per week for 2 to 3 months. Before and after the training program, the respiratory and Cardio Pulmonary Exercise Test (CPET) parameters were measured [Vmax, Encore (USA)] and quality of life was determined by Short Form-36 questionnaire (SF-36). The level of significance was accepted as p<0.05. There was a significant difference between RTG and COG groups in preexercise tests between f (p=0.02) and FVC (p=0.03) values. A positive significant change was found in endurance time (p= 0,02), VEmaks (l/dk) (p= 0,01), end tidal O2 pressure (PETO2) (p= 0,03) ve end tidal CO2 pressure (PETCO2) (p= 0,04) values before and after training in RTG. A significant change was observed only in f value in COG. In SF-36, there was a significant difference in DAG energy/vitality (p = 0.04) and general health perception (p = 0.01) sub-dimensions after training. As a result; this type of resistance exercise was found to have minimal effect on respiratory functions and aerobic capacity in young adults. Positive effect on quality of life was observed. Aerobic capacity can also be expected to improve if the training program is maintained longer and the negative elements (illness, insomnia, etc.) encountered occasionally
- …