10 research outputs found

    Pregnancy and hereditary thrombophilia

    Get PDF
    Gebelikte ortaya çıkan venöz tromboembolizm (VTE) maternal mortalite ve morbiditeyi arttıran en önemli faktörlerden birisidir. Gebelikle ilişkili VTE geçiren kadınların 2/3'ünde edinsel ve %30-50'sinde kalıtsal trombofilik risk faktörü saptanmıştır. Gebelikte kalıtsal olarak ortaya çıkan en sık kalıtsal trombofili nedenleri faktör-VLeiden (FV-L), protrombin G20210Ave metilentetrahidrofolat redüktaz gen mutasyonlarıdır. Kalıtsal trombofilili gebelerde VTE yanı sıra plasental vasküler zedelenme, infarktüs ve fibrinoid nekroz nedeniyle ablatio plasenta, yineleyen gebelik kayıpları, intrauterin fetal ölümler, intrauterin fetal gelişme gerilikleri(İUFGG) ve preeklampsi görülmektedir. Gebelikte kalıtsal trombofili tarama testleri gebelik ya da puerperiumile ilişkili VTE, birinci, ikinci trimestirde ortaya çıkan yineleyen gebelik kaybı ve intrauterin fetal ölümolgularında gereklidir.Ancak şiddetli preeklampsi, İUFGG, ablatio placenta gibi gebelik komplikasyonlarında da önerilebilir. Bu testler özellikle doğumdan 3 ay sonra yapılmalıdır. Gebelikte ortaya çıkan akut VTE tedavisinde unfraksiyone heparin (UFH) ya da düşük molekül ağırlıklı heparinler (DMAH) kullanılmalıdır. Her iki heparin de plasentaya geçmediği için gebelikte güvenlidir. En az UFHkadar etkili olanDMAH'in biyo yararlılığı daha fazla ve yan etkileri daha azdır. Gebelikte VTE rekürrensi%1-13 arasındadır. Antitrombin eksikliği ve VTE öyküsü olan tüm kalıtsal trombofilili gebeler yüksek riskte kabul edilmekte ve agressif olarak antikoagulan proflaksisi önerilmektedir. VTE öyküsü olmayan heterozigot Protein C eksikliği, homozigot FV-L ve protrombin gen mutasyonlu ve AT eksikliği dışındaki kombine trombofilili gebeler ise orta risk gurubunda olup tromboproflaksi yapılmalıdır. Heterozigot PS eksikliği, FV-L, protrombin gen mutasyonları bulunan gebeler ise düşük risk altında olup tromboproflaksi önerilmemektedir.Ancak tromboz için ek bir risk faktörü bulunan, yineleyen bebek kaybı, intrauterin fetal ölüm, şiddetli preeklampsi, İUFGG gibi komplikasyon gelişen, dört saatten uzun sürecek uçak yolculuğuna çıkacak kalıtsal trombofilili gebelerde de tromboproflaksi yapılmalıdır. Tromboproflaksi DMAH ile gebelik boyunca ve doğumdan sonraki ilk altı hafta süresince uygulanmalıdır.Pregnancy-related venous thromboembolism (VTE) is one of the risk factors that increase maternal mortality and morbidity. Acquired and congenital thrombophilic risk factors were detected in 2/3 and 30-50% of women with VTE related pregnancy, respectively. The most common causes of pregnancy related VTE are factor-V Leiden (FV-L), prothrombin G20210A and methylenetetrahyrofolate reductase (MTHFR) gene mutations. In pregnant women with hereditary thrombophilia, both VTE and adverse pregnancy outcomes including pregnancy loss, placental abruption and intrauterine growth retardation (IUGR) can be seen. Screening tests for hereditary thrombophilia should be done in VTE related to pregnancy or puerperium , recurrent pregnancy loss in the first and second trimester and intrauterine fetal death. Additionally, these screening tests should also be recommended in pregnancy related complications such as severe preeclampsia, IUGR and placental abruption. These tests should be done especially after three months of pregnancy. Both low molecular weight heparin (LMWH) and unfractionated heparin are the choice of treatment in pregnancy-related VTE. These heparins do not penetrate placenta, so they are safe. Recurrence of VTE in pregnancy is 1-13 %. The pregnant women who have antithrombin deficiency and history of VTE with all types of congenital thrombophilia are accepted to be in high-risk group and aggressive thromboprophylaxis should be done in these subjects. Pregnant women who had no history of VTE with heterozygote protein C deficiency and homozygote FV-L and prothrombin gene mutations and combined thrombophilia excluding antithrombin deficiency are in moderate group and thromboprophylaxis should also be done. Heterozygote protein S deficiency, FV-L, prothrombin gene mutations are in low-risk for VTE, so that thromboprophylaxis should not be recommended. However, thromboprophylaxis should be performed in severe preeclampsia, recurrent pregnancy loss, intrauterine fetal death and IUGR and also air travels more than four hours. Thromboprophylaxis with LMWH should be done during the pregnancy and the first six weeks following labor there after

    Severe kyphoscoliosis ın pregnancy: a case report

    Get PDF
    Gebelikte kifoskolyoz ve beraberinde bulunan tıbbi koşullar kendine özgü takip gerektirir. Çoğunlukla sorunsuz olmakla birlikte bazı durumlarda gebeliğin sonlandırılması gerekmektedir. Ağır kifoskolyoz nedeniyle sevk edilen, primigravid age, makat prezentasyon ve oblik duruş, 32 haftalık gebeliği olan olgunun takibi ve tedavisini sunduk. Solunum zorluğu, bel ve kaburgalarda ağrı ve hareket kısıtlılığı nedeniyle doğum, preterm olarak sezaryen ile gerçekleştirildi.Pregnancy with kyphoscoliosis may need modified management because of the severity of kyphoscoliosis and her other medical conditions. Although most of the pregnancies can be completed successfully some cases are advised as medical abortion. The primigravid age patient referred to clinic suffering form pain due to severe kyphoscoliosis at her 32nd week of pregnancy with breech presentation and oblique lie. The case we reported was performed preterm birth with cesarean section because of difficulty in respiration, spinal and rib pain and restricted movements

    The contraception methods preferred bywomen who demand legal abortion and their attitude about contraception methods following ınduced abortion ın Aydın.

    Get PDF
    Amaç : Aydın'da yasal tahliye amacıyla başvuran kadınların kontraseptif kullanım özelliklerini ve tahliye sonrasında kullanmayı düşündükleri kontraseptif yöntem hakkındaki fikirlerini öğrenmek için yapılan tanımlayıcı bir anket çalışması. Yöntem : Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı ve Aydın Doğum ve Çocuk Bakımevi Hastanesi Aile Planlaması Polikliniği`nde rastgele günlerde yasal gebelik tahliyesi amacıyla başvuran 107 kadın ile tahliye öncesinde yüz yüze görüşme yapıldı. Tanımlayıcı bulgular aritmetik ortalama ± standart sapma ve yüzde değerleri ile verildi. Bulgular : Çalışmaya alınan kadınların gebe kaldıklarında kullandıkları yöntemler: 21'i (%20) korunmamış, 71'i (%66) geri çekme, 11'i (%10) takvim yöntemi, 3'ü (%3) kılıf ve 1'i (%1) rahim içi araç (RıA). Bundan sonra nasıl korunmayı düşündükleri sorulduğunda, 48'i (%44) RıA, 22'si (%20) hap, 8'i (%8) tüp bağlatma, 8'i (%8) kılıf, 2'si (%2) enjeksiyon, 2'si (%2) geri çekme yöntemini tercih edeceklerini ve 17'si (%16) ise henüz bir tercihi olmadığını ifade etmiştir. Sonuç : Yasal tahliye sonrası danışmanlık çok büyük önem kazanmaktadır. Evlilik öncesinde rutine girecek bir danışmanlık hizmetine gereksinim vardır. Yasal tahliye için başvuran kadınlar yasal tahliyeyi halen bir aile planlaması yöntemi olarak görmektedir. Temel çözüm etkili alternatif yöntemler önermek ve kullandıkları yöntemlerle ilgili karşılaşılan sorunlara yönelik bilgilendirmede bulunmaktır. Aile Planlaması hizmetlerinin organizasyonunda hizmet sonrası danışmanlık gerekli ve zorunlu bir örgütlenmedir.Objective: This descriptive study was designedto determine the contraception method preferred by womenwho demand legal abortion and their attitude about contraception methods following legal abortion inAydın. Methods: Hundred and seven women admitted to Adnan Menderes University Faculty of Medicine, Department of Obstetrics and Gynecology and Aydın Maternity and Childcare Hospital for legal abortion participated in this questionnaire on random days. The questionnaire was filled out by interview. The descriptive results were analyzed and obtained in the format of average ± standard deviation and a percent ratio. Results: The methods used by women at the time they got pregnant were as follows; 21 (20%) no method, 71 (66%)coitus interruptus, 11 (10%) calendarmethod, 3 (3%)condomand 1 (1%) intrauterine device (IUD).Atthe time of procedure, the contraception methods they would prefer following induced abortion were as follows, 48 (44%) iUD, 22 (20%) oral contraceptive steroid pills, 8 (8%) surgical sterilization, 8 (8%) condom, 2 (2%) oral contraceptive steroid injections, 2 (2%) coitus interruptus and 17(16%) no decision. Conclusion: Counseling for family planning is gaining more importance following legal abortion. Routine pre-marriage counseling for family planning is necessary. Women participated in this study still think that legal abortion is a family planning method. A major solution would be advising alternative effective methods and informing women about the pitfalls of the methods they were using. Follow-up counseling for family planning services is amandatory component ofthe organization

    Comparison of the effects of intranasal and transdermal estradiol plus dydrogestorone on lipids, lipoprotein(a) and apolipoproteins in postmenopausal women

    Get PDF
    Amaç: Bu araştırmanın amacı, postmenopozal kadınlarda, intranazal ve transdermal 17 östradiol ile didrogesteronun kombine kesintisiz hormon replasman tedavisinin, serumlipid, lipoprotein(a) ve apolipoprotein düzeyleri üzerindeki etkilerini karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu prospektif araştırmaya yaşları 43-54 arasında değişen, sağlıklı 50 postmenopozal kadın dahil edildi. Olgular, 12 hafta süre ile 300 μg/g ün intranazal 17 β- östradiol (n=25) veya 50 μg/gün transdermal östradiol (n=25) almak üzere iki gruba randomize edildi. Bütün olgulara 10 mg/gün oral didrogesteron kesintisiz verildi. Araştırmanın başında ve sonunda, total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL, VLDL, lipoprotein(a), Apo A-I ve Apo B düzeyleri, grup içi ve gruplar arasında farkın yüzdeleri karşılaştırıldı. İstatistiksel analiz içinMann-WhitneyUveWilcoxontesti kullanıldı. P<0,05anlamlı kabul edildi. Bulgular: Araştırmayı, intranazal grubunda 16, transdermal gurubunda 18 olmak üzere 34 olgu tamamladı. İntranazal östradiol grubunda, tedavi başlangıcına kıyasla, tedavi sonunda sadece apolipoprotein B düzeyinde anlamlı bir azalma izlenirken (2,0±0,4'den 0,9±0,1'ye, p=0,028), total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL,VLDL, lipoprotein(a) ve Apo A-I düzeylerinde anlamlı değişiklik izlenmedi. Transdermal östradiol gurubunda hiçbir değişkende anlamlı değişiklik gözlenmedi. Her iki grup arasında, tüm değişkenler açısından anlamlı farklılık yoktu. Sonuç: İntranazal ve transdermal östradiolün, didrogesteron kombinasyonuyla yapılan kesintisiz hormon replasman tedavisinin, total kolesterol, trigliserid, HDL, LDL, VLDL, lipoprotein(a) ve Apo A-I düzeylerine etkileri benzerdir.Objective: To compare the effects of continuous hormon replacement therapy in the form of intranasal and transdermal 17β-estradiol combined with dydrogesterone on serum lipids, lipoprotein(a) and apolipoproteins among postmenopausal women. Materials and methods: In this prospective study, 50 healthy postmenopausal women aged 43-54 years were randomly assigned to receive either 300 μg/day intranasal 17β- estradiol (n=25) or 50 μg/day transdermal 17β- estradiol (n=25) for 12 weeks. All women also received 10 mg/day oral dydrogesterone continuously. At the end of the study, changes in serum total cholesterol, triglyceride, HDL, LDL, VLDL, lipoprotein(a), Apo A-I and Apo B levels within and percent changes between the groups were compared. Mann-Whitney U and Wilcoxon tests were used as indicated. P-values below 0.05 were considered significant. Results: Thirty-four women completed this study (intranasal group, n=16; transdermal group, n=18). In intranasal estradiol group, only apolipoprotein B levels were decreased significantly after 12 weeks of treatment (2.0±0.4 to 0.9±0.1, p=0.028) whereas no changes in the levels of total cholesterol, triglyceride, HDL, LDL, VLDL, lipoprotein(a) and Apo A-I were observed. Also, in transdermal estradiol group, no significant changes were seen in all variables. No significant differences with regard to variables were noted between the groups at the end of the study. Conclusions: The effects of intranasal and transdermal estradiol plus dydrogestorone asa continouos hormone replacement therapy on the serum total cholesterol, triglyceride, HDL, LDL, VLDL, lipoprotein(a) and Apo A-I levels are similar in postmenopausal women

    Fetal and placental anthropometry and blood glucose levels inwomen at low risk of gestational diabetes mellitus

    Get PDF
    Amaç: Gestasyonel diyabetes mellitus (GDM) taraması pozitif ancak tüm oral glukoz tolerans test (OGTT) degerleri normal ve sadece birOGTTdegeri anormal olan gebelerin, fetal ve plasental antropometrik degerlerinin kıyaslanması Gereç ve Yöntem: GDM riski olmayan, 38.-40.gebelik haftaları arasında dogum yapmıs ve 24.-28.gebelik haftaları arasında 50 gram 1 saatlik glukoz tarama testi (GTT) uygulanan 317 olgunun dosyaları, retrospektif olarak incelendi. Tarama sonucu negatif olanlar ve taramasının pozitif olması nedeniyle (GTT-1.saat kan glukoz düzeyi 140 mg/dl) OGTT uygulanan olgular arastırmaya alındı. OGTT sonuçlarına göre, iki çalısma ve iki kontrol grubu olusturuldu: Group 1, tarama pozitif ancak OGTT’de tüm degerleri normal (OGTT - TDN, =24) olguları kapsadı. Grup 2, tarama pozitif ve OGTT'de sadece bir degeri yüksek (OGTT-BDY, =16) olgulardan olusturuldu. Kontrol grupları ise, tarama negatif (GTT-Normal, n=263) ve GDM ( =14) olgularından olusturuldu. Sadece GDM olguları diyet tedavisine alındı. Tüm olguların doguma kadar normoglisemik kalmaları saglandı. Gebelik öncesi agırlık ve vücut kitle indeksi (VKI), gebe son agırlıgı, gebelikte kilo alımı, fetal agırlık, ponderal indeks, plasental agırlık ve fötoplasental oranları kıyaslandı. Fetal ve plasental agırlıgın ve fötoplasental oranın, maternal antropometrik ölçümler ve kan glukoz degerleriyle iliskisi arastırıldı. Bulgular: Tüm degiskenler açısından, gruplar arasında istatistiksel bir fark yoktu. Fetal agırlıkla hiçbir degisken arasında iliski bulunmadı. Plasental agırlıkla, OGTT-2.saat dısında, tüm OGTT degerleriyle pozitif bir korelasyon saptandı. Plasental agırlıkla, gebelik öncesi VKI arasında pozitif, gebelikte kilo alımı arasında zayıf negatif bir iliski görüldü. Fötoplasental oranla, gebelikte kilo alımı arasında zayıf pozitif, GTT-0.saat degeri arasında zayıf negatif bir iliski saptandı. Sonuç: Sadece tarama pozitif oldugu içinGDMriski görece düsük özel bir populasyonda, “tanı testi negatif veya glukoz intoleransı” olan gebelerin fetal ve plasental antropometrik degerleri olumsuz etkilenmemektedir. Aynı sonucun, sadece diyet tedavisi alan GDM olgularında da gözlenmesi, riski görece düsük gebelerde çalısılmıs olmasından ve diyet tedavisinin yeterli olmasından kaynaklandıgını düsündürmektedir.Ancak GDM riski görece yüksek gebelerde dikkatli olunmalıdır.Aim: To compare fetoplacental anthropometric outcomes of gestational diabetes mellitus (GDM) in screening negative and positive women Material and Methods: By retrospective surveillance of 317 women who delivered in their 38th-40thweek ofgestation and who had undergone glucose challenge test (GCT) in their 24th-28th of gestation, the screen negative and positive women (GCT-1st hour ≥140 mg/dl) were assigned into four groups: The screen positive women all of whose OGTT values were normal (n=24), screen positive women who had only one abnormal value (n=16),women negative for GDM (n=263) and women with GDM (n=14). Only GDM group was given a diet therapy. We compared fetal and placental weight (FW, PW), ponderal index and fetoplacental ratio (FPR). We also investigated the correlations between all variables. Results: There was no significant difference in all variables between the groups. There was no correlation between FW and all other variables. There was a positive correlation between PW and BMI and all OGTT values except OGTT 2 hour value. The correlation between PW and weight gain and FPR and GTT-0.hour value was negative, whereas a positive correlation between FPR and weight gain was determined. Conclusion: In a special population with a low risk of GDM, “having a negative diagnostic test or impaired glucose tolerance” do not adversely affect fetoplacental anthropometric outcomes. The same results also exist for the GDM cases. It might be due to the fact that the study was conducted in a low risk group and the diet therapy was appropriate. However, care should be taken in pregnant women at high risk

    Blood transfusion in obstetricks and gynecology

    Get PDF
    Amaç: Ilimizde bulunan üniversite ve dogum hastanelerinin verilerini kullanarak kadın hastalıkları ve dogum servislerinde yapılan kan transfüzyonları hakkında bilgi saglamak. Gereç ve Yöntem: Ilimiz hastanelerinin Kadın Hastalıkları ve Dogum servislerinde Ocak 2005 ileAgustos 2006 tarihleri arasındaki 20 aylık transfüzyon kayıtları geriye dönük tarandı. Bu sürede dogum servisleri ile erken gebelik ve jinekoloji servisleri degerlendirildi. Bu servislerde kaç hastaya kan ürünü verildigi ve miktarı belirlendi, dogum sayıları dogum sekline bakılmaksızın kaydedildi. Erken gebelik müdahaleleri ve jinekolojik hasta olarak bu servislere yatırılıp ameliyat edilen veya invaziv girisimde bulunulan hasta sayıları da saptandı. Sadece tıbbi tedavi gören hastalar bu çalısmanın dısında tutuldu. Her iki hastanenin transfüzyon hızları, kan ürünü çesidi kullanımı özellikleri, toplam transfüzyon miktarları, yıllık ihtiyaçları, transfüzyon yapılan olgularda hasta basına transfüzyon miktarları belirlendi. Yine her gruptan 100 hasta için ihtiyaç duyulan miktarlar hesaplandı.Bu incelemeler yine tüm olguları kapsayacak sekilde irdelendi. Iki hastane degerlerini karsılastırmak için iki örnek oranının karsılastırılması yapıldı. Bulgular: Bu çalısmada dogum hastaları, erken gebelik veya jinekolojik hastalıklar nedeniyle invaziv girisim yapılmıs 10.149 hasta saptandı. Bunların 954'üne (%9,4) kan ürünü verildi. Hasta basına ortalama 2 ünite transfüzyon yapıldıgı, her 100 hasta için 18,3 ünite kan ürünü gerektigi belirlendi. Hem dogum hastaları hem diger hastalar için üniversite hastanesinde daha az oranda hastaya ancak hasta basına daha çok miktarda kan verilmesi gerektigi saptandı (p<0.05). Sonuç: Kadın hastalıkları ve dogum servislerinde girisim ve müdahale yapılan hastalarda kan ve kan ürünleri transfüzyonu önemli bir oranda gerçeklestirilmektedir. Kan ürünlerinin ayrıstırılması tam kan kullanım oranını azaltacaktır.Purpose: Using data from a university and a maternity hospital in our province, we aimed to report on the practice of blood use. Material and Methods: Data between January 2005 and August 2006 were retrospectively obtained from the archives of the obstetrics and gynecology clinics from two hospitals. The data of obstetrics clinics and early pregnancy and gynecology clinics were evaluated seperately. Patients treated medically were excluded. Transfusion rates, type of blood product rates, total and annual uses, requirements for every 100 patients and amounts of transfusion per patient were calculated. Two-sample ratio-test was used for comparison of the data from two hospitals. Results: There are 10149 patients who had delivered or experienced any invasive procedures, and 954 (9.4%) of them had been transfused. The amount of blood products transfused was at an average of 2 units per patient. The requirement for every 100 patients was 18.3 units of blood products in these two hospitals. More blood was used per patient in the university hospital, although the transfusion rate was lower than the maternity hospital's (p<0.05). Conclusion: Transfusions of blood and use of blood products are quite common in the practice of obstetrics and gynecology clinics. Providing blood products would reduce the use of whole blood

    Effects of melatonin and dexpanthenol on antioxidant parameters when combined with estrogen treatment in ovariectomized rats

    No full text
    Tiwari, Prafulla/0000-0001-7913-5386WOS: 000326100600017PubMed: 23471492The purpose of the study was to assess whether it is possible to reduce the oxidative damage using antioxidant agents combined with hormone replacement therapy after menopause. In this prospective experimental study, 50 mature female Wistar albino rats weighing 270-310 g were used. Rats were divided into the following six groups: (1) Ovx group (n = 7): the animals underwent bilateral ovariectomy. No drug was administered following bilateral ovariectomy. (2) Ovx + E (2) group (n = 7): bilateral ovariectomy + 17 beta-estradiol (100 mu g/kg/day); (3) Ovx + E (2) + MT5 group (n = 7): bilateral ovariectomy + 17 beta-estradiol (100 mu g/kg/day) + melatonin (5 mg/kg/day); (4) Ovx + E (2) + MT20 group (n = 7): bilateral ovariectomy + 17 beta-estradiol (100 mu g/kg/day) + melatonin (20 mg/kg/day); (5) Ovx + E (2) + Dxp250 group (n = 7): bilateral ovariectomy + 17 beta-estradiol (100 mu g/kg/day) + dexpanthenol (250 mg/kg/day); (6) Ovx + E (2) + Dxp500 group (n = 7): bilateral ovariectomy + 17 beta-estradiol (100 mu g/kg/day) + dexpanthenol (500 mg/kg/day), and the activity of these antioxidative enzymes and oxidative stress products were measured. Enzymatic activity levels of catalase (CAT), superoxide dismutase (SOD), glutathione peroxidase(GSH-Px), and glutathione reductase and levels of free radicals (malondialdehyde (MDA) and nitric oxide) were both analyzed. We observed an increase in the level of GSH activity, but no significant differences in levels of CAT, SOD, and GSH-Px enzymatic activity and in levels of free radical MDA following 17 beta-estradiol or additional antioxidant treatment (melatonin or dexpanthenol). Despite the present study indicating that the addition of melatonin and dexpanthenol into the hormone replacement therapy regimen may contribute to the antioxidant effect of estrogen, the existence of limited data in this field indicates that further studies are warranted

    Effects of melatonin and dexpanthenol on antioxidant parameters when combined with estrogen treatment in ovariectomized rats

    No full text
    The purpose of the study was to assess whether it is possible to reduce the oxidative damage using antioxidant agents combined with hormone replacement therapy after menopause. In this prospective experimental study, 50 mature female Wistar albino rats weighing 270–310 g were used. Rats were divided into the following six groups: (1) Ovx group (n = 7): the animals underwent bilateral ovariectomy. No drug was administered following bilateral ovariectomy. (2) Ovx + E(2)group (n = 7): bilateral ovariectomy + 17β-estradiol (100 μg/kg/day); (3) Ovx + E(2) + MT5 group (n = 7): bilateral ovariectomy + 17β-estradiol (100 μg/kg/day) + melatonin (5 mg/kg/day); (4) Ovx + E(2) + MT20 group (n = 7): bilateral ovariectomy + 17β-estradiol (100 μg/kg/day) + melatonin (20 mg/kg/day); (5) Ovx + E(2) + Dxp250 group (n = 7): bilateral ovariectomy + 17β-estradiol (100 μg/kg/day) + dexpanthenol (250 mg/kg/day); (6) Ovx + E(2) + Dxp500 group (n = 7): bilateral ovariectomy + 17β-estradiol (100 μg/kg/day) + dexpanthenol (500 mg/kg/day), and the activity of these antioxidative enzymes and oxidative stress products were measured. Enzymatic activity levels of catalase (CAT), superoxide dismutase (SOD), glutathione peroxidase(GSH-Px), and glutathione reductase and levels of free radicals (malondialdehyde (MDA) and nitric oxide) were both analyzed. We observed an increase in the level of GSH activity, but no significant differences in levels of CAT, SOD, and GSH-Px enzymatic activity and in levels of free radical MDA following 17β-estradiol or additional antioxidant treatment (melatonin or dexpanthenol). Despite the present study indicating that the addition of melatonin and dexpanthenol into the hormone replacement therapy regimen may contribute to the antioxidant effect of estrogen, the existence of limited data in this field indicates that further studies are warranted
    corecore