27 research outputs found

    Non-Pharmacological Therapies in Pain Management

    Get PDF

    Türkiye’nin batısındaki dermatoloji hastaların alternatif ve tamamlayıcı tedavileri kullanımı

    Get PDF
    Aim:The aims of this study were to determine the use of CAM  therapies by  dermatology patients, reasons behind this use, satisfaction and information about CAM, and any side effects.Methods: This definitive research study was undertaken at the Dermatology Clinic of a training hospital in Western Turkey. A total of 297 patients, who applied to the dermatology polyclinic or who were admitted to the clinic, constitute the sample of the study. Chi-square tests were used to compare the demographic characteristics of those who did and did not use CAM. Findings: The findings indicated that 21% of the individuals, all of whom had dermatological ailments, used the CAM method. The CAM was most commonly applied by individuals with dermatological ailments such as pruritis (35.5%), acne (17.7%) and alopecia (14.5%). Almost all patients herbs were used intensively. After the use of herbs, the most used method was prayer (16.2%). More than the half of the patients using alternative therapies (75.8%) reportedly did not discuss the use of CAM with their healthcare professionals. Conclusions: Physicians and nurses could play a role in informing patients about the benefits and risks of using the CAM. Further studies and detailed examination of the beneficial and harmful effects of each method are necessary to provide more extensive and useful information on CAM methods.Amaç: Bu çalışmanın amaçları; dermatoloji hastaları tarafından TAT tedavilerinin kullanımı, bunları kullanma nedenleri, memnuniyetleri ve hastaların TAT tedavileri hakkındaki bilgi düzeyi ile diğer yan etkilerini tanımlamaktır.Yöntem: Bu tanımlayıcı araştırma, Türkiye'nin batısındaki bir eğitim hastanesindeki dermatoloji kliniğinde gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın örneklemini, dermatoloji polikliniğine başvuran veya klinikte yatmakta olan toplam 297 hasta oluşturmuştur. TAT tedavilerini kullanan ve kullanmayan hastaların demografik verilerini karşılaştırmak için ki-kare testleri kullanılmıştır. Bulgular: Bulgular, dermatoloji hastalarının %21'inin TAT tedavilerini kullandığını göstermektedir. TAT tedavilerini büyük çoğunlukla kaşıntı (%35.5), akne (%17.7) ve alopesi (%14.5) gibi dermatoloji hastalığı olan bireyler kullanmaktadır. Bu yöntemi kullanan hemen hemen bütün hastalar yoğun olarak bitkisel kaynaklı terapileri kullanmaktadır. Bitkilerin kullanımından sonra en çok kullanılan yöntemin "dua etme" (%16.2) yöntemi olduğu saptanmıştır. TAT tedavilerini kullanan hastaların yarısından fazlasının bu yöntemleri kullandığını sağlık profesyonelleri ile paylaşmadıkları belirlenmiştir.Sonuç: Hekimler ve hemşireler TAT tedavilerinin kullanımı konusundaki riskler ve yararları hakkında önemli bir rol oynamaktadırlar. TAT tedavileri hakkındaki kullanışlı ve daha yaygın verilerin sağlanması için, her metodun yararlı ve zararlı etkilerinin ayrıntılı incelenmesi ve bu konuya ilişkin daha çok çalışmanın yapılması gereklidir

    Evaluation of patients with fibrotic interstitial lung disease: Preliminary results from the Turk-UIP study

    Get PDF
    OBJECTIVE: Differential diagnosis of idiopathic pulmonary fibrosis (IPF) is important among fibrotic interstitial lung diseases (ILD). This study aimed to evaluate the rate of IPF in patients with fibrotic ILD and to determine the clinical-laboratory features of patients with and without IPF that would provide the differential diagnosis of IPF. MATERIAL AND METHODS: The study included the patients with the usual interstitial pneumonia (UIP) pattern or possible UIP pattern on thorax high-resolution computed tomography, and/or UIP pattern, probable UIP or possible UIP pattern at lung biopsy according to the 2011 ATS/ERSARS/ALAT guidelines. Demographics and clinical and radiological data of the patients were recorded. All data recorded by researchers was evaluated by radiology and the clinical decision board. RESULTS: A total of 336 patients (253 men, 83 women, age 65.8 +/- 9.0 years) were evaluated. Of the patients with sufficient data for diag-nosis (n=300), the diagnosis was IPF in 121 (40.3%), unclassified idiopathic interstitial pneumonia in 50 (16.7%), combined pulmonary fibrosis and emphysema (CPFE) in 40 (13.3%), and lung involvement of connective tissue disease (CTD) in 16 (5.3%). When 29 patients with definite IPF features were added to the patients with CPFE, the total number of IPF patients reached 150 (50%). Rate of male sex (p<0.001), smoking history (p<0.001), and the presence of clubbing (p=0.001) were significantly high in patients with IPE None of the women <50 years and none of the men <50 years of age without a smoking history were diagnosed with IPE Presence of at least 1 of the symptoms suggestive of CTD, erythrocyte sedimentation rate (ESR), and antinuclear antibody (FANA) positivity rates were significantly higher in the non-IPF group (p<0.001, p=0.029, p=0.009, respectively). CONCLUSION: The rate of IPF among patients with fibrotic ILD was 50%. In the differential diagnosis of IPF, sex, smoking habits, and the presence of clubbing are important. The presence of symptoms related to CTD, ESR elevation, and EANA positivity reduce the likelihood of IPF

    Göğüs tüpü çıkarma işlemi sırasında yapılan soğuk uygulamanın ağrı ve anksiyete üzerine etkisi

    No full text
    Bu araştırma, herhangi bir kardiyak cerrahi operasyonu geçirmiş ve sternotomi yapılarak göğüs tüpü yerleştirilmiş erişkin hastalarda, göğüs bölgesindeki tüplerin etrafına yapılan soğuk uygulamanın, ağrı ve anksiyete düzeyine etkisini incelemek amacıyla planlanmış randomize-çift kontrollü deneysel bir çalışmadır. Araştırmanın örneklemini, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Göğüs Kalp-Damar Cerrahisi Kliniği’nde herhangi bir kardiyak cerrahi operasyonu geçirmiş ve sternotomi uygulanarak göğüs tüpü yerleştirilmiş ve çalışmanın sınırlılıklarına uyan 18-74 yaş arası her bir grupta 30’ar hasta olmak üzere toplam 90 hasta oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında “Hasta Bilgilendirme ve Onam Formu”, “Hasta Tanıtım Formu”, “Visüel Analog Skala-VAS”, işlem boyunca ağrı kalitesini değerlendirmek için “McGill Ağrı Soru Formu-Kısa Formu (MPQ-SF), “Durumluk Kaygı Ölçeği”, göğüs tüpü çıkarma işlemi sırasında hastanın ağrı ve anksiyete durumunu ve hemodinamik göstergelerini (kan basıncı, nabız hızı, solunum hızı, oksijen satürasyonu) kaydetmek için “Ağrı ve Anksiyete İzlem Formu” ve uygulama için soğuk jel paketleri ile girişimli kontrol grubu için ise oda ısısında bekletilmiş jel paketleri kullanılmıştır. Çalışmada, 90 hasta girişimli kontrol, girişimsiz kontrol ve soğuk uygulama grubu olmak üzere 3 gruptan birine randomize edilerek seçildi. Soğuk ve oda ısısında bekletilmiş jel paketleri steril bir gazlı beze sarılarak her bir göğüs tüpünün etrafını saracak şekilde yerleştirilmiş ve 20 dakika bekletilmiştir. Araştırmanın yapılabilmesi için Etik Kurul’dan, ilgili kurumdan ve araştırmaya katılan hastalardan sözel ve yazılı bilgilendirilmiş onam alınmıştır. Katılımcıların ağrı algısı işlemden 10 dakika önce, işlemden hemen sonra ve işlemden 15 dakika sonra olmak üzere üç kez değerlendirilmiştir. Hastaların durumluk anksiyete düzeyi ise işlemlerden önce ve sonra iki kez değerlendirilmiştir. Tüm gruplarda göğüs tüpü çıkarma işlemi sonunda McGill Melzack Ağrı Soru Formu (MASF) kullanılarak hastaların ağrı niteliği ölçülmüştür. Tüm gruplarda, işlem süresi boyunca monitörden izlenerek hastanın hemodinamik göstergeleri işlemden 10 dakika önce, işlemden hemen sonra ve işlemden 15 dakika sonra kaydedilmiştir. Araştırmadan elde edilen verilerin analizi bilgisayarda Statistical Package For Social Science (SPSS) ve LISREL programı kullanılarak değerlendirilmiştir. Verilerin analizinde Varyans analizi modeli (tekrarlı ölçümlerde Varyans Analizi-ANOVA, Çokyönlü Varyans analizi-MANOVA) ve Örtük Büyüme Modeli’dir kullanılmıştır. Araştırmada, yaşları 18-74 arasında değişen hastaların yaş ortalaması 53.40±14.04 yıl’dır. Hastaların %52.2’sinin Koroner Bypass Greft Uygulaması (CAGB) operasyonu geçirdikleri saptanmıştır. Hastaların ağrı algılarının gruplara göre dağılımları incelendiğinde; soğuk uygulama grubunda yer alan hastaların VAS ölçümlerine göre ağrı algıları diğer gruplara göre anlamlı bir şekilde (P0.05). Hastaların işlemden sonra ağrı niteliğini değerlendirmek için uygulanan MASF’un toplam puan ortalaması 31.57±5.12 olarak belirlenmiştir. MASF’un toplam puanlarında, çalışma grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır (F=2.758, P>0.05). Hastaların anksiyete değişim düzeylerinde gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (F=1.313 P=0.27>0.05). Tüm gruplardaki hastaların yaş grubu, cinsiyet ve tüp sayısı gibi değişkenlere göre anksiyete değişim düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı olmadığı saptanmıştır (P>0.05). Hastaların göğüs tüpü çıkarma işleminden sonra ihtiyaç duyduğu analjezik sayısı açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır (F=1.80 P>0.05). Hastaların göğüs tüpü çıkarma işleminden sonra bir sonraki analjezik alınmasına kadar geçen ortalama süre açısından gruplar arasındaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (F=6.51, P0.05) ancak solunum hızı, ve diyastolik kan basıncı değişimleri arasında anlamlı bir fark saptanmıştır (P<0.05). Sonuç olarak, soğuk uygulamanın hastaların göğüs tüpü çıkarılmasına bağlı hissettiği ağrı şiddetini azalttığı, göğüs tüpü çıkarma işleminden sonra tekrar analjezik alınmasına kadar geçen süreyi uzattığı, ancak sıra işlem boyunca yaşanan anksiyete düzeyini ve işlem sonu algılanan çok boyutlu ağrı niteliğini etkilemediği saptanmıştır. Araştırmadan elde edilen bu kanıtın yanı sıra, ağrının subjektif olma özelliği nedeniyle çalışmanın benzer gruplarda yinelenmesi ve farklı farmakolojik ve nonfarmakolojik tedavi yöntemleri ile kombine edilerek soğuk uygulamanın etkinliğinin yeniden incelenmesi önerilmektedir. Göğüs tüpü çıkarma işlemi boyunca yaşanan ağrının kontrolünde nonfarmakolojik tedavi yöntemi olan soğuk uygulamanın kullanılması önerilmektedir

    Yoğun bakımda mekanik ventilatör tedavisi sürsince hastalar ile yaşanan iletişim sorunları

    No full text
    The implementation of more advanced tecnology and patient monitoring in intensive care units has improved the capacity for treatment of patients who require intensive care because of life-threatening illnesses. Intensive care "often includes the ventilator treatment. the ventilator prevents the patient from sharing thoughts, feelings and needs in the usual way. However patients who are mechanically ventilated are often nonvocal. This status would inevitably affect patients' ability to communicate and express themselves in the usual way. the nurses may also experience problems in receiving feedback from patients. Inadeguate nurse-patient communication resuts in increased levels of stres and anxiety. A literature search on patient experience of ventilator treatment identified numerous problems related to communication with nurses andother members of staff. Thus intensive care nursing directs attention to multiple factors which limit communication with the ICU patient, whether the origin is organic, environmental, chemical or associated with other therapeutic components. Establishment of a relationship, including functional communication, during artificial ventilation is important because successful collaboration with the patient is a prerequisite for effective nursing. Certain behaviours and devices have been found to facilitate and improve communication between patients and nurses. the most frequently; reported are: use of body language, facial expression, eye contact, questions addressed for yes-no responses and the use of writing or publishing material. We conclude that detailed examination of patients' potential for effective communication, evaluation of the communication skills of the nurses, and further investigation of devices that can help facilitate communication between nurses and patients during ventilator treatment is needed.Yaşamı tehdit eden hastalıklar nedeniyle, hastaların tedavi kapasitesini geliştirmek için hasta monitorizasyonu ve ileri teknoloji daha fazla kullanılmaktadır. Ventilator desteği bu amaçla kullanılan en yaygın yöntemlerdendir. Ventilatörler, hastaların düşünce, duygu ve gereksinimlerini normal yolla paylaşmasını engeller. Bu nedenle mekanik olarak ventile edilen hastalar genellikle konuşamazlar. Bu durum kaçınılmaz bir şekilde hastaların iletişim kurabilme ve kendilerini olağan yolla ifade edebilme yetilerini etkiler. Aynı zamanda hemşireler de hastalardan geri bildirim almada sorun yaşayabilirler. Yetersiz hemşire-hasta iletişimi stres ve anksiyete düzeylerinin yükselmesiyle sonuçlanır. Literatür taramalarında ventilator tedavisi uygulanan hastalar ile hemşireler ve diğer personelin iletişimi ile ilgili ciddi sorunlar tanımlanmıştır. Bu nedenle yoğun bakım hemşiresi kaynağı ne olursa olsun organik, çevresel, kimyasal ya da diğer teröpatik kompanentlerden kaynaklanan yoğun bakımdaki hastalarla sınırlı iletişimdeki birçok faktöre dikkat etmelidir. Çünkü ventilasyon süresince hasta ile başarılı bir işbirliği ile fonksiyonel iletişimi içeren ilişkiyi kurmak önemlidir. Yoğun bakım ünitelerinde hemşirelerin iletişim çabalarına karşın belli davranışlar ve araçların ortam içerisinde hasta ve hemşireler arasındaki iletişimi geliştirdiği ve kolaylaştırdığı belirtilmektedir. En sık olarak kullanılanlar; beden dilinin kullanımı, yüz ifadesi, göz teması, evet-hayır ile yanıtlanan sorular, yazı ya da basılı materyallerin kullanımıdır. Sonuç olarak, ventilator tedavisi süresince hastalar ve hemşireler arasındaki iletişimi kolaylaştırmaya yardım eden yöntemler üzerine daha fazla araştırma yapılması ve hemşirelerin iletişim becerilerinin değerlendirilmesi, etkili bir iletişim için potansiyel hastaların daha ayrıntılı kontrol edilmesine gereksinim vardı
    corecore