22 research outputs found
The Effect of Postpartum Hemoglobin Level of the Mother’s on the Postnatal Life Quality, Fatigue and Depression
Amaç: Bu çalışmanın amacı, annelerin postpartum hemoglobin düzeyinin doğum sonu yaşam kalitesi, yorgunluk ve depresyon düzeyleri üzerine etkisini incelemektir.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipteki araştırma, Mart 2019-Şubat 2020 tarihleri arasında Bursa Mustafakemalpaşa Devlet Hastanesi’ne spontan vajinal doğum yapmak amacıyla başvuran ve örneklem kriterlerine uyan 141 gebe ile yürütülmüştür. Verilerin toplanmasında Birey Tanıtım Formu, Yaşam Kalitesi Ölçeği Kısa Form-36, Yorgunluk İçin Görsel Benzerlik Skalası ve Edinburgh Postpartum Depresyon Ölçeği kullanılmıştır. Veriler araştırmacı tarafından anneler ile üç görüşme (hastaneye kabul sırasında, postpartum 24. saat ve postpartum 40.gün) yapılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, nonparametrik testler ve korelasyon analizi kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmada annelerin yorgunluk ve enerji düzeylerinin, hastaneye kabul sırasındaki değerler ile karşılaştırıldığında postpartum 24. saat ve 40. günde artış gösterdiği, postpartum 40. günde depresyon düzeylerinin postpartum 24. saate göre daha düşük olduğu ve depresyon riskinin gerilediği belirlenmiştir. Ayrıca annelerin hemoglobin düzeyinin artması ile yorgunluk düzeylerinin düştüğü, enerji düzeylerinin arttığı, depresyon düzeylerinin azaldığı bulunurken hemoglobin düzeyi ile yaşam kaliteleri arasında ilişki olmadığı belirlenmiştir
Sonuç: Sağlık çalışanları hem gebelik hem de postpartum dönemde anne sağlığını olumsuz etkileyen aneminin önlenmesi için uygun girişimleri ve bütüncül bakımı planlamalıdır.Objective: The aim of this study is to examine the effects of postpartum hemoglobin level of the mothers on the postnatal life quality, fatigue and depression levels. Material and Method: The descriptive study was conducted with 141 pregnant women who applied to Bursa Mustafakemalpaşa State Hospital for giving spontaneous vaginal delivery between March 2019 and February 2020 and have the sampling criteria. The data were collected by using the Personel Description Form, Short Form-36 Quality of Life Scale, Visual Analogue Scale for Fatigue and Edinburgh Postpartum Depression Scale by the researcher by conducting three interviews with the mothers (at the time of admission to the hospital, postpartum 24th hour and postpartum 40th day). To evaluate the data descriptive statistics, nonparametric tests and correlation analysis were used. Results: In the study, it was determined that fatigue and energy levels of mothers increased at the postpartum 24th hour and 40th days when compared with the values at the time of admission to the hospital, depression levels were lower on the postpartum 40th day compared to the postpartum 24th hour and the risk of depression decreased. In addition, it was found that with the increase in hemoglobin level of the mothers, fatigue levels decreased, energy levels increased, and depression levels decreased, while there was no relationship between hemoglobin level and quality of life. Conclusion: Healthcare professionals should plan appropriate interventions and holistic care to prevent anemia that negatively affects maternal health both during pregnancy and postpartum periods
Women Health Problems and Scientific Research Areas
Dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan kadınların, pek çok toplumda doğumda beklenen yaşam süresi erkeklere kıyasla daha uzun olmasına rağmen, sağlıklı yaşam süreleri daha kısa, hastalık yaşama oranları daha yüksektir. Bu farklılığın en önemli nedeni, kadının doğurganlık özelliğidir. Kadın sağlığı alanındaki sorunları inceleyen ve bu sorunların çözümüne yönelik öneriler geliştiren bilimsel araştırmalar, kadınların yaşamlarını ve sağlıklarını etkileyen çeşitli faktörlere ilişkin değişiklik yapmaya ve bu değişiklikleri gerçekleştirecek eylemleri teşvik etmeye odaklanmaktadır. Bu derleme kadın sağlığı sorunlarını inceleyerek, araştırmacılara bu sorunlara yönelik yapılabilecek çalışma önerileri sunmayı amaçlamaktadır.Although women, who make up about half of the world's population, have a longer life expectancy at birth compared to men in many societies, their healthy life expectancy is shorter and their rate of disease is higher. The most important reason for this difference is the fertility of the woman. Scientific researches, which examines the problems in the field of women's health and develops suggestions for the solution of these problems, aims to make changes regarding various factors affecting the lives and health of women and to focuses that encourages actions to make these changes. This review aims to examine women's health problems and offer research suggestions that can be made to address these problems to researchers
Kanıta Dayalı Hemşireliğe Yönelik Tutumlar: Mezuniyet Öncesi ve Sonrası Durum
Amaç: Bu çalışmanın amacı kanıta dayalı hemşireliğe yönelik mezuniyet öncesinde ve sonrasında katılımcıların tutumlarını, etkileyen faktörleri belirlemek ve karşılaştırmaktır.Gereç ve Yöntem: Çalışmanın birinci aşamasında veriler, dördüncü sınıfta öğrenim gören (n=171) öğrencilere Birey Tanıtım Formu ve Öğrencilerin Kanıta Dayalı Hemşirelik Konusundaki Bilgi, Tutum ve Davranışları Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Araştırmanın ikinci aşaması mezunlar (n=103) ile yürütülmüştür. İkinci aşamada veriler Kanıta Dayalı Hemşireliğe Yönelik Tutum Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Katılımcıların mezuniyet öncesi ve sonrası kanıta dayalı hemşirelik konusundaki tutumları arasında pozitif yönde zayıf bir ilişki bulunmuştur. (r=0,236; p=0,016). Ayrıca mezuniyet öncesinde katılımcıların kanıta dayalı hemşireliğe yönelik tutumu olumlu oldukça, kanıta dayalı hemşireliğin klinik uygulamada sağladığı yararlar konusundaki duyguları da olumlu olmaktadır (r=0,214; p=0,030). Hemşirelik bakımını planlarken kanıta dayalı uygulamalardan yararlanmak, mesleki dergileri okumak ve bilimsel toplantılara katılmak hem mezuniyet öncesi hem de mezuniyet sonrası bireyin kanıta dayalı hemşireliğe yönelik tutumunu etkileyen faktörler arasındadır.Sonuç: Öğrencilerin lisans eğitimi boyunca öğrencilerin kanıta dayalı hemşireliğe yönelik bilgileri, tutum ve davranışları ne kadar geliştirilir ise, çalışma hayatlarında kanıta dayalı hemşireliği uygulama eğilimi o kadar artacaktır.Objective: The aim of this study is to determine and compare participants’ attitudes and influencing factors towards evidence-based nursing before and after graduation.Material and Method: The data in the first stage of the study were collected by using Individual Identification Form and Knowledge, Attitude and Behaviors of Nursing Students Towards Evidence-Based Nursing Scale to the senior (n = 171) students. The second stage of the research was carried out with graduates (n = 103). In the second stage, data were collected by using Attitude Towards Evidence-Based Nursing Scale.Results: A weak positive correlation was found between the attitudes of the participants before and after graduation towards evidence-based nursing (r = 0.236; p = 0.016). In addition, before graduation, the more positive the attitude of the participants towards evidence-based nursing is, the more positive they feel about the benefits of evidence-based nursing in clinical practice. (r=0.214; p=0.030). Utilizing evidence-based practices when planning nursing care, reading professional journals, and attending scientific meetings are among factors that affect the attitudes of individual towards evidence-based nursing both before and after graduation.Conclusion: The more students’ knowledge, attitudes, and behaviors towards evidence-based nursing are increased during their undergraduate education, the more they will tend to apply evidence-based nursing in their working area
Antenatal, Intrapartum and Postpartum Management of COVID-19 Infection
Koronavirüs enfeksiyonu (COVID-19) tüm popülasyonu etkilediği gibi gebeleri ve postpartum dönemde olan kadınları da etkilemektedir. COVID-19 enfeksiyonu ile mücadele kapsamında birçok ulusal ve uluslararası birlik tarafından, gebeler ve postpartum dönemde olan kadınlar için, enfeksiyondan korunma, bulaşı önleme, enfekte bireylerin bakım hizmetlerinden faydalanması ve tedavi edilme standartlarını belirlemek amacıyla rehberler yayınlanmaktadır. COVID-19 pandemisi sırasında, bu güncel rehberlerden faydalanarak bakımı organize etmek ve COVID-19 enfeksiyonu olan ya da olmayan kadınlarda antenatal, intrapartum ve postpartum yönetimi sağlamak önemli hemşirelik sorumluluklarından biridir. Bu nedenle bu derleme, COVID-19 enfeksiyonunun antenatal, intrapartum ve postpartum yönetimine yönelik güncel literatürün incelenmesi amacıyla yapılmıştır.Coronavirus infection (COVID-19) affects the whole population, as well as pregnant women and women in the postpartum period. Within the scope of combating COVID-19 infection, guidelines are published by many national and international associations for pregnant women and women in the postpartum period in order to determine the standards of protection from infection, prevention of infection, the use of care services and treatment of infected individuals. During COVID-19 pandemic, it is one of the important nursing responsibilities to organize care by using these current guidelines and to provide antenatal, intrapartum, and postpartum management in women with or without COVID-19 infection. Therefore, this review has been written to examine the current literature for antenatal, intrapartum, and postpartum management of COVID-19 infection
Management of Infertility and Assisted Reproductive Techniques in COVID-19 Infection and Nursing
Üreme sağlığında önemli bir yere sahip olan infertilite ve yardımcı üreme teknikleri yeni koronavirüs pandemisinden etkilenebilecek bir alandır. Salgının yayılmasının önlenmesine yönelik alınan tedbirler yardımcı üreme tekniklerini de kapsamaktadır. Bu amaçla ulusal ve uluslararası otoriteler tarafından bazı öneriler yayınlanmıştır. İnfertil hastalara yönelik bu öneriler tedavi programlarının ertelenmesini, COVID-19 semptomu gösteren hastaların yönetimini, doğurganlığın korunmasına yönelik girişimlerin düzenlenmesini, olası emosyonel etkinin azaltılmasına yönelik girişimleri, tedavilerin finansman sorunlarının düzenlenmesini ve sağlık profesyonellerinin çalışma koşullarına yönelik düzenlemeleri içermektedir. Bu derlemenin amacı COVID-19 salgınının infertilite ve yardımcı üreme teknikleri üzerindeki etkilerine dikkat çekerek yayınlanan önerileri sunmak ve bu doğrultuda infertilite ve yardımcı üreme teknikleri alanında çalışan hemşirelerin rol ve sorumluluklarına yönelik önerilerde bulunmaktır.Infertility and assisted reproductive techniques, which have an important place in reproductive health, is an area that can be affected by the new corona virus pandemic. The precautions taken to prevent the spread of the infection also include assisted reproductive techniques. For this purpose, some suggestions have been published by national and international authorities. These recommendations for infertile patients include postponing treatment programs, management of patients with the symptoms of COVID-19, regulation of interventions for the protection of fertility, attempts to reduce the potential emotional impact, regulating the funding concerning issues and regulations for the working conditions of health professionals. The aim of this review is highlight the effects of the COVID-19 outbreak on infertility and assisted reproductive techniques and to make suggestions regarding the roles and responsibilities of nurses working in the field of infertility and assisted reproductive techniques
HEALTHY LIFESTYLE BEHAVIORS AND PERCEIVED PRENATAL STRESS IN OBESE PREGNANT WOMEN
Purpose: The study was conducted to examine healthy lifestyle behaviors and perceived prenatal stress levels, affecting factors, and the relationship between healthy lifestyle behaviors and perceived prenatal stress levels in obese pregnant.Material and Methods: This cross-sectional study was conducted with 159 primipara pregnant who were gestational week>37th, prepregnancy BMI>30 kg/m2, and applied to the obstetrics clinic of a university hospital in Izmir between December 2020 and July 2021. Data were collected using the Individual Identification Form, the Prenatal Perceived Stress Scale, and the Healthy Lifestyle Behaviors II Scale. The data of the study were collected in the interview room of the polyclinic in approximately 30 minutes by the self-report method. Descriptive statistics, non-parametric tests, and Spearman correlation analysis were used in the analysis of the data.Results: It was found that the Healthy Lifestyle Behaviors II Scale mean score of the obese pregnant was 107.4 +/- 14.7, PPSS mean total score was 3.4 +/- 0.8. It was found that as the age of obese pregnant women increased, the perceived prenatal stress levels decreased and HLB was more positive. It has been determined that the pregnant women who are high school graduates, have a good income, have a planned pregnancy and go to control during their pregnancy have lower prenatal stress levels and more positive health lifestyle behaviors. It was determined that there was a negative, significant and high correlation (r=-0.715; p< 0.001) between the mean total score of the Healthy Lifestyle Behaviors II Scale for obese pregnant and the mean scores of the Prenatal Perceived Stress Scale.Conclusion: With a multidisciplinary team, care should be given to obese pregnant to gain healthy lifestyle behaviors and to avoid or manage stress
Sexual Function and Dyadic Adjustment in Infertile Women
Introduction: Infertility is a painful and emotionally stressful life crisis due to the processes performed in the infertility treatment process. Couples can cause problems in marriage relations, sexual dysfunctions and couple relationships by forcing stress coping skills and social support resources in this process. This study was conducted to evaluate the sexual function status and the couple match level of women that have infertility problems. Method: 169 infertile women, who were applied to the IVF center of an educational research hospital in Izmir, were accepted in the sample set of the study that is descriptive and relational type Data were collected by the Golombock-Rust Inventory Sexual Satisfaction-Female Form (GRISS) and the Dyadic Adjustment Scale (DAS) with face-to-face interviews of infertile women. Mann Whitney U, Kruskal Wallis test and correlation analysis were used in data analysis. Results: the mean age of women was 29,8 ± 3,0 years and the mean marriage duration was 5,3±2,2 years. 54,4% of them were high school graduates, 57,4% of them were not working, 41,4% of them did not know the cause of infertility and 85,2% of them were primary infertile. the total DAS score of women was 91,2±19,4 and the total GRISS score was 5,3±1,4. in the study, a negative significant correlation was found at medium level between the total DAS score and GRISS score of infertile women participated in the study (r=-0,65, p=0,00). However a significant correlation between the marriage duration of the women and the duration of requesting the children and GRISS and DAS total score was found, there was difference only between the total DAS score regarding the type of infertility and its cause. Conclusion: It was found in this study that women, who had infertility diagnosis, experienced sexual dysfunction fewer as their couple adjustment increases. Health professionals at any stage of health service should evaluate the family holistically not only the woman that effected by the infertility. They should make right overtures about revealing effect of infertility on couples and their sexual life.Giriş: İnfertilite, tedavi sürecinde yapılan işlemler nedeniyle acı verici ve duygusal olarak stresli bir yaşam krizine neden olmaktadır. Bu süreç, çiftlerin stresle başa çıkma becerilerini ve sosyal destek kaynaklarını zorlayarak evlilik ilişkilerinde problemler yaşamalarına, cinsel işlev bozukluklarına, ilişkilerinde bozulmalara neden olabilmektedir. Bu çalışma, infertil kadınların cinsel işlev durumu ve çift uyumu düzeylerinin değerlendirilmesi amacıyla yürütülmüştür. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişkisel tipteki araştırmanın örneklemini, İzmir’de bir eğitim araştırma hastanesinin Tüp Bebek Merkezi’ne başvuran, araştırmaya dâhil edilme kriterlerine uyan, 169 infertil kadın oluşturmuştur. Veriler, infertil kadınlar ile yüz yüze görüşülerek Birey Tanıtım Formu, Golombock-Rust Cinsel Doyum Ölçeği-Kadın Formu (GRCDÖ) ve Dyadik Çift Uyum Ölçeği (DÇUÖ) kullanılarak toplanmıştır. Verileri değerlendirmek amacıyla Mann Whitney U, Kruskal Wallis testi ve korelasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Kadınların yaş ortalaması 29,8±3,0 yıl ve evlilik süresi 5,3±2,2 yıl olup, %54,4’ü lise mezunu, %57,4’ü çalışmıyor, %41,4’ü infertilite nedenini bilmemekte ve %85,2’si primer infertildir. Kadınların DÇUÖ toplam puan ortalaması 91,2±19,4, GRCDÖ toplam puan ortalaması ise 5,3±1,4’dir. Çalışmaya katılan infertil kadınların GRCDÖ toplam puan ortalamaları ile DÇUÖ toplam puan ortalamaları arasında negatif yönde orta düzeyde anlamlı bir ilişki olduğu tespit edilmiştir (r=-0,65, p=0,00). Kadınların evlilik süresi ve çocuk isteme süreleri ile GRCDÖ ve DÇUÖ toplam puan ortalamaları arasında ilişki varken, infertilite tipine ve nedenine göre sadece DÇUÖ toplam puan ortalamaları arasında anlamlı fark vardır. Sonuç: Araştırmada, infertilite tanısı alan kadınların çift uyumlarının artması ile, cinsel işlevlerinde bozulmayı daha az yaşadıkları belirlenmiştir. Sağlık hizmetinin, tüm basamaklarındaki sağlık çalışanları sadece infertiliteden etkilenen kadını değil, aileyi bir bütün olarak değerlendirmeye almalı ve infertilitenin çift ilişkisi ve cinsel yaşam üzerine etkisini açığa çıkartabilecek doğru yaklaşımlarda bulunmalıdır
Birth preferences by nulliparous women and their partners in Turkey
Objective: The aim of this study was to examine the preferences of nulliparous women and their partners in giving birth and the reasons for these preferences. Methods: The sample in this cross-sectional study consisted of 162 pregnant women in the last trimester of pregnancy and their partners. Data collection was accomplished using a questionnaire. Results: It was found that most women (90.8%) and their partners (92%) preferred a vaginal birth. The couples' birth preferences were generally similar to one another. The main reasons for the choice of a vaginal birth were that it was natural and healthier for the mother and child and that recovery and discharge from the hospital were quicker. The main reasons for the choice of cesarean section were fear of childbirth and not putting the baby at risk. Conclusions: Antenatal education may help to reduce the number of elective cesarean sections by changing the negative perceptions of vaginal birth and reducing the fear of childbirth