23 research outputs found

    Üniversite Öğrencilerinin Yaşam Doyumları, Bağlanma Stilleri ve Psikolojik Dayanıklılıklarının Birbirleriyle olan İlişkisinin İncelenmesi

    Get PDF
    Objective: The main aim of the current research is to investigate the relationship of attachment styles to life satisfaction and psychological resilience of university students. Another aim of the present study is to see whether life satisfaction scores differ by the subjects’ level of psychological resilience. Method: The current work is a descriptive study using the relational screaning model. The study sample consisted of 425 university students, 302 of whom (71.1%) were female and the remaining 123 (29.9%) male. Convenience sampling was used in selecting the sample. The sample group was composed of undergraduate, master’s, and doctoral students. Data was collected through Experiences in Close Relationships Scale II (ECRS-II) for attachment styles, the Satisfaction with Life Scale (SCLS) for life satisfaction, and the Resilience Scale for Adults (RSA) for psychological resilience. Results: Research findings concerning attachment styles of university students indicated that 49.4% of the sample displayed an avoidant and 48.9% an anxious attachment pattern. Individuals taking a score below the median in both anxious and avoidant dimensions of attachment, which constituted 31.7% of the study population, were defined as being securely attached. Study findings showed that the anxiety and avoidance sub-dimensions of attachment negatively predicted the total score of satisfaction with life. An increase in anxious and avoidant attachment scores was associated with lower levels of life satisfaction. Multiple regression analysis revealed that the anxious and avoidant attachment styles did not predict psychological resilience. In addition, satisfaction with life scores of university students varied according to levels of psychological resilience. Individuals who had a high level of psychological resilience were found to have increased satisfaction with life compared to those who had a low level of psychological resilience. Discussion: There are many studies indicating attachment styles to be the main determinant of subjective well-being. Study findings show that secure attachment affects satisfaction with life, which is one of the elements of subjective wellbeing and positive development. It is seen that the ability of university students to adapt to stressful and difficult conditions and to cope with unfavorable situations is associated with their satisfaction with life. Thus, psychotherapeutic interventions focused on improvement of attachment relations and enhancement of psychological resilience may increase the overall satisfaction with life.Amaç: Bu çalışmanın birinci amacı üniversite öğrencilerinin bağlanma stilleri ile yaşam doyumu ve psikolojik dayanıklılık düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemektir. Çalışmanın bir diğer amacı ise psikolojik dayanıklılık düzeylerine göre üniversite öğrencilerinin yaşamdan aldıkları doyumun farklılaşıp farklılaşmadığını görmektir. Yöntem: Bu çalışma ilişkisel tarama yöntemi ile yapılmış betimleyici bir çalışmadır. Çalışmaya 425 üniversite öğrencisi katılmıştır. Örneklem seçiminde kolay ulaşılabilir örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Örneklem grubu lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde öğrenim görmekte olan üniversite öğrencilerinden oluşmaktadır. Araştırmaya 302 (%71.1) kadın, 123 (%28.9) erkek öğrenci katılmıştır. Üniversite öğrencilerinin bağlanma örüntüleri Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri II (YİYE-II), yaşam doyumu Yaşam Doyumu Ölçeği (YDÖ), psikolojik dayanıklılığı Yetişkinler İçin Dayanıklılık Ölçeği (YİDÖ) kullanılarak ölçülmüştür. Bulgular: Örneklem grubunun bağlanma stillerini belirlemeye yönelik yapılan analizler sonucunda, katılımcıların %49.4’ünün kaçınmacı, %48.9’unun kaygılı bağlanma örüntüsü sergiledikleri görülmektedir. Her iki bağlanma boyutunda medyanın altında puan alanlar güvenli bağlanma örüntüsü ile tanımlanmakta ve örneklemin %31.7’sini oluşturmaktadır. Araştırma sonuçlarına göre güvensiz bağlanmanın kaygı ve kaçınma alt boyutları yaşam doyumu puanlarını negatif yönde yordamaktadır. Bireylerin kaygılı ve kaçınmacı bağlanma puanları arttıkça yaşam doyumu düzeyleri düşmektedir. Çoklu regresyon analizi sonuçları kaygılı ve kaçınmacı bağlanma stillerinin psikolojik dayanıklılığı yordamadığını göstermektedir. Ayrıca üniversite öğrencilerinin psikolojik dayanıklılık düzeyine göre yaşamdan aldıkları doyum farklılaşmaktadır. Psikolojik dayanıklılığı yüksek olan kişilerin yaşam doyumu puanları, dayanıklılığı düşük olan gruba göre anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur. Tartışma: Bağlanma ilişkilerinin, öznel iyi oluşun temel belirleyicisi olduğunu gösteren pek çok çalışma bulunmaktadır. Araştırmadan elde edilen bulgular güvenli bağlanmanın, pozitif gelişimin ve öznel iyi oluşun bileşenlerinden biri olan yaşam doyumunu etkilediğini göstermektedir. Üniversite öğrencilerinin stres ve zorlu durumlara uyum gösterme ve negatif durumlarla başa çıkma yetisinin, yaşamdan aldıkları doyumla ilişkili olduğu görülmektedir. Bağlanma ilişkilerini geliştirmeye ve psikolojik dayanıklılığı artırmaya yönelik psikoterapötik girişimlerin genel yaşam doyumunu artıracağı düşünülmektedir

    Violence-Related Attitudes and Responsibility Perception in Cyber Dating Violence Victims and Perpetrators

    Get PDF
    Geleneksel flört şiddetinden farklı olarak, fiziksel ve zamansal sınırların ötesine geçen siber flört şiddeti yeni nesil bir toplumsal sorun olarak görülmektedir. Siber flört şiddeti sıkça geleneksel şiddet formuyla birlikte seyretmektedir. Bu araştırmada, siber flört şiddeti mağduru ve faili bireylerin şiddete yönelik kabul edici tutumları ve sorumluluk algıları arasındaki olası ilişkiler araştırılmıştır. Bulgular, şiddet uygulama ile şiddete yönelik kabul edici tutum ve sorumluluğu atfetme biçimleri arasında ilişki olduğunu; cinsiyet gruplarının şiddete yönelik tutum ve sorumluluk algılarında farklılık bulunduğunu; siber flört şiddeti mağduru ve faili olan kişilerin şiddete yönelik tutum ve sorumluluk algılarının farklılaştığını göstermektedir. Elde edilen sonuçların güncel literatür ekseninde tartışılarak sınırlı Türkçe literatüre katkıda bulunulması ve tespit edilen boşlukların paylaşılarak yeni araştırma konularına ışık tutulması hedeflenmektedir.Unlike traditional dating violence, cyber dating violence that goes beyond physical and temporal boundaries is seen as a new generation social problem. Cyber dating violence is often accompanied by a traditional form of violence. In this study, possible correlations between the accepting attitudes toward violence and perceptions of responsibility of cyber dating violence victims and perpetrators were investigated. Findings show that there is a correlation between violence perpetration and the accepting attitude toward violence and the way of imputation; the difference in attitudes and responsibility perceptions of gender groups toward violence; the attitudes and responsibility perceptions toward violence of cyber dating violence victims and perpetrators differ. It is aimed to contribute to the limited literature in Turkish by discussing the results obtained in the axis of the current literature and to shed light on new research topics by sharing the identified gaps

    The Effect of Personality Traits on Post-Traumatic Stress Disorder in Those Who Survived the 2020 Izmir Earthquake

    Get PDF
    Bu çalışmanın amacı 2020 İzmir depremini yaşayan bireylerde TSSB (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) yaygınlığını, TSSB’yi etkileyen faktörleri ve kişilik özelliklerinin TSSB’ye etkisini incelemektir. Çalışmanın örneklemi İzmir depremini yaşayan 423 yetişkin kişiden oluşmaktadır. Çalışmada demografik bilgi formu, depremle ilgili soruların yer aldığı bilgi formu, DSM 5 için Travma Sonrası Stres Bozukluğu Kontrol Listesi (TSSBKL) ve Büyük Beş- 50 Kişilik Testi kullanılmıştır. Çalışmada 97 kişinin DSM 5 için TSSBKL ölçeğinden 48 puan ve üstü alarak TSSB tanısı alabilecek düzeyde oldukları tespit edilmiştir. TSSB’yi yordayan risk faktörleri arasında kadın olmak, genç yaşta olmak, depremden ekonomik anlamda olumsuz etkilenmek, deprem sonrası evin hasar alması, deprem sonrası ev değiştirmek ve tanıdığı birinin yaralanması yer almıştır. Kişilik özelliklerinin TSSB’yi yordayıcı etkisinin incelenmesi amacıyla yapılan Çoklu Doğrusal Regresyon Analizi sonuçlarına göre ise Duygusal Dengelilik Faktörünün TSSB’yi yordadığı tespit edilmiştir. Bu bulguların, psikologların doğal afetlere maruz kalan insanlar için müdahale stratejileri geliştirmeleri ve TSSB tanısı olan bireylerin iyileşmesine yardımcı olmaları için faydalı olacağı düşünülmektedir.The aim of this study is to examine the prevalence of PTSD (Post-traumatic Stress Disorder), the predictive factors of PTSD, and the effect of personality traits on PTSD in individuals who experienced the 2020 Izmir earthquake. The study sample consists of 423 adults who experienced the Izmir earthquake. Demographic information form, information form including questions about earthquakes, Post Traumatic Stress Disorder Checklist for DSM 5, and the Big Five- 50 Personality Test were used in the study. The study determined that 97 people were at a level to be diagnosed with PTSD by getting 48 points and above from the PTSDCL (Post-traumatic Stress Disorder Control List) scale for DSM 5. Among the risk factors predicting PTSD were being a woman, being young, being negatively affected by the earthquake, damage to the house after the earthquake, changing house after the earthquake, and injury to a friend. According to the results of the Multiple Linear Regression Analysis conducted to examine the predictive effect of personality traits on PTSD, it was determined that the Emotional Stability Factor predicted PTSD. It is thought that these findings will be helpful for psychologists to develop intervention strategies for people exposed to natural disasters and to help individuals with a diagnosis of PTSD recover

    Examination of the Relationship between Certain Gene Variations and Psychological Factors with Physical Activity Level in the Individuals with the Diagnosis of Schizophrenia and Bipolar Disorders

    Get PDF
    The research aims to examine certain gene variations and to examine relationship between psychological factors and activity levels by the individuals with schizophrenia and bipolar diagnosis. This research has been conducted with the participation of the patients with schizophrenia and bipolar diagnosis in the Mental Facility of Bursa Dört Çelik at the University of Health Science and all the patients take part in physical exercise activities regularly. During the research, IPAQ has been applied to determine participants’ physical activity levels whereas Beck’s Depression Inventory, Beck’s Anxiety Inventory, Staı Form TX-I-II, Beck’s Hopelessness Index has been applied to determine their psychological status after socio-demographic information of participants was obtained by demographic form. In order to examine properties of the participants genetically, oral swabs were obtained by SWAP kite. Genetic variations of cases have been recurred as a result of genotyping analysis of MAO-A, COMT, TH and SLC6A4 genes in GenoFeel panel by using isolated DNAs yielded from swap samples. When the results obtained from statistical analysis are analyzed, it has been seen that genetic properties pair with psychological factor meanwhile the characteristics of diseases bear a resemblance to these measurement. It was determined in this research that, genetic factor were matched with psychological factors, these measurement results resembled with the characteristic of diagnosed ailments as well and schizophrenia and bipolar patients have significance in MAO-A and COMT figures, excessive activation of TH (tyrosine hydroxylase) enzyme may also be included in excessive dopamine production, Homozygote mutation and heterozygote genotypes of gene which is related to SLC6A has rational increase whereas no significance was observed in schizophrenia patient’s group. As a consequence it shouldn’t be neglected that exercising should be a part of schizophrenia and bipolar patients’ life, that exercise, genetic parameters and psychological tests have positive contributions for treatments and that medical treatment has positive contributions with exercise

    Madde Bağımlılığında Nüksü Önlemede Bilinçli Farkındalığın Önemi: Bir Derleme Çalışması

    Get PDF
    Bu çalışmada, zor duygularla baş etmede bir yöntem olarak kullanılan bilinçli farkındalık uygulamalarının madde bağımlılığında nüksü önlemek için nasıl kullanılacağına yönelik bilgiler anlatılmıştır. Bilinçli farkındalık uygulamaları sağlıklı gelişimi desteklerken stresi azaltır, iyilik hâlini arttırır ve duygusal dengeyi sağlar. Madde bağımlılığı tedavisinde kullanılması oldukça yenidir. Bilinçli farkındalık, madde yoksunluğuna bağlı stres anında, öğrenme ve iyilik hâlini destekleyen öz farkındalık, öz regülasyon ve duygusal denge ile doğrudan ilişki kurmayı sağlayarak zihnin bu durumla baş edebilmesine yardım eder. Madde bağımlılığında nüksü önlemedeki grup çalış malarında oturumlar; deneysel egzersizler ve tartışmalardan oluşmaktadır. Buradaki amaç kişinin şu anki deneyimleri, nüks, iyileşme ya da hayat tarzı gibi anahtar noktaları tartışmanın merkezinde tutmaktır. Bilinçli farkındalık uygulamalarıyla katılımcıların dikkati sürekli olarak şu anda olanlara çevrilmiş olduğundan yorum ve hikâyelerin arasında kaybolup gitmeleri önlenmiş olur. Programın diğer güçlü bir yanı ise bilinçli farkındalık uygulamalarının öneminin kişiye kendini suçlu hissettirmeden ve yargılamadan ele alınması ve uygulama konusunda nazikçe cesaretlendirilmesidir. Bu sayede uygulamada ortaya çıkan zorluklar başarısızlığın değil zihinle ilgili eğilimlerin işareti olarak değerlendirilmekte ve yaşanan güçlükler normalize edilerek kişilerin motivasyonları korunmaktadır. Bilinçli farkındalık temelli nüks önleyici programın en can alıcı noktası diğer terapilerin aksine kişilere hiçbir şekilde etiketleme yapılmamasıdır. Bunun yerine kişilerin deneyimlerinin bir değer atfedilmeden yalnızca gözlenmesi ve kabullenilmesi istenir. Tüm bu uygulamalarla hedeflenen kişinin eylemlerine karşı daha farkında ve kabullenici olmasını sağlamaktır

    Relationship Between REM Sleep Behavior Disorder and Depression and Anxiety and Night Eating Syndrome

    Get PDF
    The purpose of this study is to reveal the risk of depression and anxiety disorders and night eating syndrome in individuals with REM sleep behavior disorder and to determine the relationship between them. Intermittent awakening from sleep to sleep or accompanied by physical movements that could injure itself is defined as REM sleep behavior disorder. Ethical committee approval of the study taken from T.R. Istanbul Arel University. The sample of the study was analyzed by 47 people from T.R. Ministry of Health Süreyyapaşa Chest Diseases and Chest Surgery Training and Research Hospital, 39 people from T.R. Ministry of Health Sultan Abdul Hamid Khan Training and Research Hospital, 28 people from the T.R. Ministry of Health, Okmeydanı Training and Research Hospital were included in the study. Total of 108 data randomly selected were included in the study as control group. It can be said that the REM sleep behavior disorder was low (13-0=13/3=4,33; 0-4,33: low; 4,34-8,66: intermediate; 8,67- 13,00: high). There was a positive and significant relationship between REM sleep behavior disorder scores and anxiety (r = .43; p <.05) and depression (r = .56; p <.05) scores. The participants with high REM sleep behavior disorders have high anxiety and depression symptoms

    Attachment, Depression, Anxiety, Stress, Coping and Alexithymia in Sexually Abused Adolescents

    No full text
    Child sexual abuse is the most hidden phenomenon among child abuse types with psychological, medical, judicial and educational and sociological aspects. Its’ adverse effects will be done in order to explain the relationship between attachment styles, depression, anxiety, stress levels and coping styles and alexithymic characteristics of sexual abuse adolescents. Risk and protective factors need to be identified and supported with methods that will contribute to overcome psychological problems for the sake of children and adolescents exposed to severe traumatic effects of sexual abuse. It is necessary to apply the effective practices and models to the adolescents experienced sexual abuse for healthy and safe lifestyles while taking that today’s victims may be the agents of tomorrow into consideration Sexual abuse should be integrated with its direct/indirect effects in short and long term and protective measures should be improved as well as preventive measures
    corecore