22 research outputs found
Hiperprolaktimeninin kadın infertilitesindeki rolü
TEZ2059Tez (Uzmanlık) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 1996.Kaynakça (s. 95-102) var.102 s. ; res. ; 30 cm.
Should hysteroscopy be performed before or after IVF-ICSI / ET?
Purpose: This research aims to determine the statistical efficiency of office histeroscopy, that is performed before In-vitro fertilisation-intrastoplasmic sperm injection/embriyo transfer (IVF-ICSI/ET) procedure, on the live birth rate and cost efficiency perspective. Specifically, the effects of detecting intrauterin pathologies and fixing them via operations on office environment are examined
Spontan Heterotopik Gebelik
Spontan HeterotopikGebelik Soysal C., Ürünsak İ.F., Çetin C., Eskiyörük İ. Çukurova Üniversitesi TıpFakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Giriş: Heterotopik gebelik, intrauterin ve ektopik gebeliğin aynızamanda oluşmasıdır. 1948’ de Devoe ve Pratt’ın çalışmasında bu oran 1/30000olarak bildirilmiştir. Fakat literatürde 1/30000 olarak bilinen klasikinsidansının yeni analizlerde 1/3889 olarak revize edildiği ve bu oranınyardımcı üreme teknoloji (YÜT) sikluslarında 1/100 kadar olabileceğibildirilmiştir. Olgu Sunumu:30 yaşında bayan hasta, karın ağrısı nedeni ile kliniğimize başvurdu.Gravida 2, parite 1, abortus öyküsü yok. 6 yıl önce vajinal yoldan doğum ileyaşayan bir erkek çocuğu var. Herhangi bir yardımcı üreme tekniği kullanmayanhastanın son adet tarihine göre 7 haftalık gebeliği mevcuttu. Yapılan vajinalUSG’ de intrauterin 6 hafta 3 gün ile uyumlu, içerisinde yolk sak bulunan fakathenüz fetusun izlenmediği gebelik kesesi ve sağ tubal alanda 6 hafta 1 gün ileuyumlu gebelik kesesi mevcuttu. Douglasta orta düzeyde serbest sıvı vardı.Fizik muayenede hastanın vitalleri stabil, akut batın tablosu yoktu. Hb: 11,6mg/dl, Hematokrit ise 36 % olarak görüldü. Hastanın akut batın bulgularınınolmaması, vitallerinin stabil seyretmesi ve laboratuar bulgularının değişmemesisebebi ile 2 gün kliniğimizde yatırılarak izlendi. Bu süre zarfında B-hCG ikiyekatlanarak arttı. Sonrasında hastaya yapılan kontrol transvajinal USG’ deintrauterin gebelik kesesi ve sağ tubada olduğu düşünülen ektopik keseboyutlarının değişmediği görüldü ancak batındaki serbest sıvının bir miktarartması ve hastanın operasyon isteği nedeni ile laparoskopi yapıldı. Laparoskopidedouglasta 250 cc kadar hemorajik sıvı mevcuttu. Sağ tuba fimbrial uçta rüptüreolmamış ektopik gebelik kesesi izlendi. Fimrial uçtan kanaması olan hastaya sağsalpenjektomi yapıldı. Hastanın intrauterin gebeliğin devamını istemesi sebebiile intrakaviter herhangi bir işlem yapılmadı. Postop dönemde hastanınintrauterin gebeliği sorunsuz şekilde devam etti. Sonuç:Heterotopik gebelikler, her ne kadar yardımcı üremetekniklerinin bir komplikasyonu olarak bilinse de bunların çok nadiren spontanolarak da gelişebileceği akılda tutulmalıdır. Bu yüzden erken gebelik dönemindeyapılan ultrasonografide sadece intrauterin gebelik kesesinin değerlendirilmesiile yetinilmemeli, mutlaka adneksal alanlar da değerlendirilmelidir. </p
Inherited thrombophilia as a potential risk factor in the etiology of unexplained infertility
Amaç: Açıklanamayan infertilite, infertil çiftler arasında en sık konulan tanılardan biridir. Bu çalışmada açıklanamayan infertilitede risk faktorü olarak herediter trombofilinin etkisi araştırılmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, 25 açıklanamayan infertil ve 25 fertil kadın hastada, protrombin gen G20210A mutasyonu, factor V leiden, metilen tetrahidrofolat reduktaz (MTHFR) C677T mutasyonları ve D-Dimer parametreleri araştırılmıştır. Bulgular: Çalışmamızda açıklanmayan infertilite ve kontrol grubu arasında MTHFR C677T, protrombin G20210A mutasyonları ve D-Dimer parametresi açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05). Factor V leiden mutasyonuna rastlanmadı. Sonuç: Açıklanamayan infertilite etiyopatogenezinde halen netleşmemiş noktalar mevcuttur. Bu çalışmanın sonucunda, herediter trombofili ile açıklanamayan infertilite arasında anlamlı bir ilişki çıkmamakla beraber, ilişki gösterilen çalışmaların da literatürde mevcut olması nedeniyle bu konuyu netleştirebilmek için, gelecekte yapılacak geniş olgu sayılı araştırmalara ihtiyaç vardır.nherited thrombophilia as a potential risk factor in the etiology of unexplained infertility Objective: Unexplained infertility represents one of the most common diagnoses among infertile couples. In this study we investigated the impact of inherited thrombophilia as a risk factor in unexplained infertility. Material and Methods: In this study, genetic mutations of prothrombin gene G20210A, Factor V Leiden and methylene tetrahydrofolate reductase (MTHFR) C677T, as well as D-Dimer levels were investigated in 25 women diagnosed with unexplained infertility and 25 healthy fertile women. Results: In the present study, among unexplained infertile women and the control group, MTHFR C677T, prothrombin G20210A mutations and D-Dimer levels did not have a statistically significant difference (p>0.05). Factor V Leiden mutation was not observed in either group. Conclusion: Currently, there still are unclear points in the etiopathogenesis of unexplained infertility. As a result of our findings, although we did not observe a significant association between hereditary thrombophilia and unexplained infertility, the presence of a number of studies with contradictory findings demands future research with large sample sizes to clarify this issue
The effect of tegaserod on patients with irritable bowel syndrome in the postmenopausal period
Postmenopozal dönemde ortaya çıkabilen İrritabl Barsak sendromunu tedavi edebilmek için tegaserod kullanımıyla hastaların ne kadar fayda gördüklerini ve tedavi kesildikten sonraşikayetlerin tekrar oluşup oluşmadığını araştırmaktır. Materyal ve Metod: 72 hasta geliş sıralarına göre 2 gruba ayrılarak tedavi protokollerine alındı. 72 olgu randomize bir şekilde 2 gruba ayrıldı. Birinci gruptakiler, İrritabl barsak sendromu şikayetleri için tegaserod tedavisi ve diyet uygulamasına alınırken ikinci gruptaki hastalara sadece diyet tedavisi verildi. Her iki guruptaki hastaların tedavileri 12 hafta sürdü. Olgular tedavinin akabinde 6 ay takip edildiler. Bu arada birinci gruptaki hastalar randomize bir şekilde 2 guruba ayrılarak birinci gruptaki hastalara 6 ay boyunca diyet uygulaması, 2. gruptaki hastalara hiç bir şey yapılmadan takipleri yapıldı. Bulgular : Tedavi'alan birinci grupta 6 haftada İBS semptomlarında düzelme gözlenmiştir. (p<0,05). Diyet tedavisi alan ikinci gruptaki hastalara bakıldığında tBS semptomlarında azalma anlamlı olarak bulundu (p<0,05) 12 haftalık tedaviden sonraki birinci grupta (serbest grupta) diyet uygulaması yapmayan olguların verileri değerlendirildiğinde İBS semptomlarında hızlı bir şekilde geriye dönüş gözlendi. Diyet uygulaması yapılan ikinci grupta (serbest olmayan) ise geriye dönüş daha az ve daha yavaş olarak seyrettiği saptandı . Çalışmadaki ana gruplardan 2. grup yani 12 hafta boyunca sadece diyet uygulaması yapılan hastalar 6 ay boyunca istekleri doğrultusunda beslendiler. 6'aylık verilerine bakıldığında İrritabl Barsak sendromu şikayetlerinde hızlı bir bozulmanın ortaya çıktığı gözlendi. Sonuç: HRT almayan postmenopozal dönemdeki bayanlarda tegaserod6 mg 2x1 şeklinde alınmasıyla abdominal ağrı/ rahatsızlık, şişkinlik ve konstipasyon ile kendini gösteren İrritabl Barsak Sendromu'nun genel semptomlarını hızlı bir şekilde iyileştirmektedir. Fakat ilaç kullanımı bitiminde beslenme düzenine dikkat edilmediğinde ise 1 -2 ay gibi bir süre sonunda yeniden şikayetleri ortaya çıkmaktadır.Objective: To evaluate the therapeutic effect of tegaserod on IBS appeared in the postmenopausal period while taking therapy and the recurrence of the complaints about the disease after taking therapy. Study Design: 72 patients receiving raloxiphene therapy were randomized into 2 groups. In the first group, the patients took tegaserod and diet therapy for the complaints about the IBS and the second group took only diet. Both groups had 12 weeks of therapy. The patients were observed over a period of six months after the therapy. In the first group, after tegaserod, the diet was applied to the half of the total number of patients for 6 months. The other half didn't take any diet for 6 months. Results: The first group who took tegaserod therapy for 6 weeks, experienced decrease in the incidence of IBS symptoms. The patients taking diet therapy determined decrease in the incidence of IBS symptoms. The results were stastically significant. (<0.05) In the first group patients, who did not take diet therapy, showed a rapid improvement in the IBS symptoms after 12 weeks of tegaserod therapy. The patients taking diet therapy after tegaserod therapy had slower improvement in these symptoms. The second group of patients did not have any diet after 12 weeks. During 6 months follow-up, they experienced rapid recurrence in the symptoms of IBS. Conclusion: In postmenopausal women who did not take hormone replacement therapy, the symptoms of IBS showed a rapid improvement after taking daily 2x6 mg tegaserod. Unless the patient gave importance to the diet after drug therapy, the symptoms rapidly recurred in 1-2 months
Abdominal VS vaginal hysterectomy: The comparison of post-operative complications and hospitalization length
Amaç : Abdominal ve vaginal histerektomilerde postoperatif komplikasyonları ve hastanede kalış sürelerini karşılaştırmak. Materyal ve Metod : 1995 ve 2002 yılları arasmda Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalında histerektomi uygulanan 504 olgu incelendi. Olgular tanı, yaş, hastanın şikayetleri, cerrahi yöntem, hastanede kalış süresi ve erken postoperatif komplikasyonlaryönünden değerlendirildi. Bulgular: Postoperatif komplikasyon oranı Abdominal histerektomi uygulanan olgularda % 22.5 ve Vaginal histerektomi uygulanan olgularda % 9.2 idi. Hastanede kalış süreleri % 80.2 olguda 1-5 gün arasında,%13.9 olguda 6-10 gün arasında, % 9.2 olguda ise 10 günden fazla idi. Ortalama hastanede kalış süresi abdominal histerektomi olgularında 5.6 gün, vaginal histerektomi olgularında 4.5 gün idi. Sonuçlar : Vaginal histerektomi, abdominal histerektomiye oranla daha az postoperatif komplikasyon oranı ve hasatanede kalış süresi nedeniyle tercih edilen yöntem olmalıdır.Objective: To compare the postoperative complications and hospitalization length between abdominal hysterectomy and vaginal hysterectomy. Materials and Methods: We performed hysterectomy for an indication of benign disease to 504 patients between 1995 and 2001 in Obstetrics and Gynaecology Department of Medical Faculty of University of Çukurova. We evaluated the diagnosis, age, complaints of the patients, the surgical procedure, hospitalization length and the early post-operative complications the of the patients whom we performed hysterectomy. Rcsultsffhe post-operative complication rate was 22.5% in the abdominal hysterectomy group and 9.2% in the vaginal hysterectomy group. The hospitalization length was between 1 -5 days in 80.2% of the patients, 6-10 days in 13.9% of'lhe patients and more than 11 days in 9.2% of the patients. The mean hospitalizalion length was 5.6 days in the abdominal hysterectomy group and 4.5 days in the vaginal hysterectomy group. Conclusion: Vaginal hysterectomy must be the the performed procedure. Because it has a lower post operative complication rate and hospitalization length than abdominal hysterectomy
Malate dehydrogenase/malic enzyme: is it another NADPH generating enzyme in human follicular fluid?
Amaç: Bu çalışmanın amacı, üremeye yardımcı tedavi merkezine başvuran hastaların folikül sıvı örneklerinde malat dehidrogenaz ve malik enzim aktivitelerini inceleyerek oosit ve embriyo gelişimi üzerindeki olası etkilerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Otuz hasta yaşlarına göre 3 gruba ayrıldı. Hastaların folikül sıvı örneklerinde malat dehidrogenaz ve malik enzim aktivite değişimleri incelenerek serum folikül stimülan hormon ve estradiol düzeyleri ve diğer kriterlerle (yaş, toplanan oosit sayısı, gelişen embriyo sayısı, 1. kalite embriyo sayısı, 2. kalite embriyo sayısı) ilişkisi ve embriyo gelişimi üzerindeki olası etkileri karşılaştırıldı. Bulgular: Malat dehidrogenaz-NADP aktivitesi ve estradiol düzeyi arasında zayıf fakat anlamlı bir korelasyon saptandı. En yüksek malat dehidrogenaz-NAD aktivitesi ve estradiol düzeyi ikinci grupta (30-45 yaş aralığı) bulundu. Bu grupta malat dehidrogenaz-NAD aktivitesi ve estradiol düzeyi arasında önemli bir korelasyon saptanmadı. Sonuç: NADPH, memeli oosit ve embriyolarında, lipit ve steroidal hormon sentezi ile enzimatik antioksidan koruma sistemleri için önemli bir kofaktördür. Sonuçlarımıza göre, insan foliküler sıvısında malat dehidrogenaz aktivitesinin varlığının gösterilmesi glukoz-6-fosfat dehidrogenaz aktivitesine ek olarak alternatif bir NADPH kaynağı olabileceğini düşündürmüştür.Purpose: The purpose of this study was to determine malate dehydrogenase and malic enzyme activities in human follicular fluid of patients who attended the assisted reproductive unit and to investigate their relation with oocyte and embryo development. Materials and Methods: Thirty patients were classified into three groups with respect to their age. Changes in follicular fluid malate dehydrogenase and malic enzyme activity were analyzed and compared with serum follicle stimulating hormone and estradiol levels and other criteria (age, number of retrieved oocytes, number of developed embryos, number of grade 1 embryo and grade 2 embryo) to determine the possible effects on embryo development. Results: A weak but significant correlation was detected between malate dehydrogenase-NADP activity and estradiol level. malate dehydrogenase-NAD activity and estradiol level were highest in the second group . But no significant correlation was determined between malate dehydrogenase-NAD activity and estradiol level in this group. Conclusion: NADPH is an important cofactor for lipid and steroidal hormon synthesis and enzymatic antioxidant defence systems in mammalian oocytes and embryos. According to our results, we believe that the presence of malate dehydrogenase activity in human follicular fluid may be an alternative supplier of NADPH in addition to glucose-6-phosphate dehydrogenase activity
Hidrosalpinks Cerrahi Tedavisinin İnsan Endometriyumu Üzerine Ultrastrüktürel Etkileri
Hydrosalpinx is a disease commonly observed in women and characterized by the obstruction which is in the shape of a fluid-filled sac at the distal part of tuba uterina closed to the ovary. In this study, we aimed to obtain endometrial tissue samples from the hydrosalpinx patients, before and after the surgical treatment and compare these endometrial tissue samples by using light and electron microscope. Endometrial tissue samples were obtained from the 24 women with bilateral hydrosalpinx range 19-46 years before and after the surgical treatment, and normal endometrial tissues were collected from five women without hydrosalpinx and evaluated as a control group. In endometrial samples of hydrosalpinx patients; it was observed that large and unregulated interstitial spaces representing the organellar destruction, membranous whorl structures associated with organelle destruction, thinning in the surface epithelium, decreasing in numbers of microvillus and pinopodes in microvilli cells, increasing in heterochromatin and picnotic changes in the nucleus, expansion, and vacuolization in the endoplasmic reticulum cisternae in the apical cytoplasm and intraepithelial macrophages and lymphocytes were rised in number. Although mild structural changes were observed in endometrial tissues obtained after surgical treatment of hydrosalpinx, surface epithelium, glandular and stromal cell structures were more similar to control endometrial specimens. In conclusion; serious structural changes have occurred in endometrial tissues of hydrosalpinx patients. These structural abnormalities have removed after surgical treatment so it is considered that surgical treatment is effective in patients with hydrosalpinx
Malat dehidrogenaz/malik enzim: insan folikül sıvısında NADPH üreten diğer bir enzim mi?
Purpose: The purpose of this study was to determine malate dehydrogenase and malic enzyme activities in human follicular fluid of patients who attended the assisted reproductive unit and to investigate their relation with oocyte and embryo development. Materials and Methods: Thirty patients were classified into three groups with respect to their age. Changes in follicular fluid malate dehydrogenase and malic enzyme activity were analyzed and compared with serum follicle stimulating hormone and estradiol levels and other criteria (age, number of retrieved oocytes, number of developed embryos, number of grade 1 embryo and grade 2 embryo) to determine the possible effects on embryo development. Results: A weak but significant correlation was detected between malate dehydrogenase-NADP activity and estradiol level. malate dehydrogenase-NAD activity and estradiol level were highest in the second group (age between 30-45). But no significant correlation was determined between malate dehydrogenase-NAD activity and estradiol level in this group. Conclusion: NADPH is an important cofactor for lipid and steroidal hormon synthesis and enzymatic antioxidant defence systems in mammalian oocytes and embryos. According to our results, we believe that the presence of malate dehydrogenase activity in human follicular fluid may be an alternative supplier of NADPH in addition to glucose-6-phosphate dehydrogenase activity.Amaç: Bu çalışmanın amacı, üremeye yardımcı tedavi merkezine başvuran hastaların folikül sıvı örneklerinde malat dehidrogenaz ve malik enzim aktivitelerini inceleyerek oosit ve embriyo gelişimi üzerindeki olası etkilerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Otuz hasta yaşlarına göre 3 gruba ayrıldı. Hastaların folikül sıvı örneklerinde malat dehidrogenaz ve malik enzim aktivite değişimleri incelenerek serum folikül stimülan hormon ve estradiol düzeyleri ve diğer kriterlerle (yaş, toplanan oosit sayısı, gelişen embriyo sayısı, 1. kalite embriyo sayısı, 2. kalite embriyo sayısı) ilişkisi ve embriyo gelişimi üzerindeki olası etkileri karşılaştırıldı. Bulgular: Malat dehidrogenaz-NADP aktivitesi ve estradiol düzeyi arasında zayıf fakat anlamlı bir korelasyon saptandı. En yüksek malat dehidrogenaz-NAD aktivitesi ve estradiol düzeyi ikinci grupta (30-45 yaş aralığı) bulundu. Bu grupta malat dehidrogenaz-NAD aktivitesi ve estradiol düzeyi arasında önemli bir korelasyon saptanmadı. Sonuç: NADPH, memeli oosit ve embriyolarında, lipit ve steroidal hormon sentezi ile enzimatik antioksidan koruma sistemleri için önemli bir kofaktördür. Sonuçlarımıza göre, insan foliküler sıvısında malat dehidrogenaz aktivitesinin varlığının gösterilmesi glukoz-6-fosfat dehidrogenaz aktivitesine ek olarak alternatif bir NADPH kaynağı olabileceğini düşündürmüştür