15 research outputs found

    Polymorphisms in the tumor necrosis factor-alpha gene in Turkish women with pre-eclampsia and eclampsia

    Get PDF
    The genetic background predisposing pregnant women to pre-eclampsia/eclampsia (PE/E) is still unknown. The aim of the current study was to investigate whether there is an association between the TNF-alpha-308 and 850 polymorphisms and PE or eclampsia. In this study, 40 cases of eclampsia, 113 cases of PE and 80 normotensive control cases were genotyped for the TNF-alpha-G-308A and C-850 polymorphisms. At position 308, the replacement of Guanine with Adenosine was denoted as TNF2. We found a significant difference between the TNF2 allele frequencies of the eclamptic, pre-eclamptic and normotensive controls. TNF2 (AA) polymorphism frequency was significantly higher among the eclamptics and pre-eclamptics (control : 5%, PE : 13.3%, E : 12.9%). A significantly different genotype distribution of C-850T polymorphism was observed between the PE/E and control groups, with the frequency of the variant TT genotype being significantly reduced in the preeclamptics (PE : 17% ; E : 17.5%) when compared with the control group (24.3%). We have demonstrated an association between TNF-alpha polymorphisms and pre-eclampsia susceptibility. However, it is not known whether C-850T polymorphism has a functional effect on the TNF-alpha gene. In addition, it was not possible to determine whether this polymorphism promotes the progression from PE to eclampsia because of no statistically significant difference between eclampsia and the controls

    Klippel-Trenaunay-Weber syndrome with nonimmune hydrops fetalis: A case report

    No full text
    İlk defa Klippel ve Trenaunay tarafından 1900 yılında tanımlanan Klippel-Trenaunay-Weber sendromu kutanöz hemanjiyomatöz lezyonlar, varikozite ve yumuşak doku ve kemik deformitesi ile karakterize bir sendromdur. Burada nonimmün hidrops fetalisi olan bir Klippel-Trenaunay-Weber sendromu vakası sunulmuştur.Klippel-Trenaunay-Weber syndrome is characterized by cutaneous hemangiomas, varicosities and soft tissue and bone hypertrophy, and was first described by Klippel and Trenaunay in 1900. We present a Klippel-Trenaunay-Weber syndrome case with nonimmune hydrops fetali

    The evaluation of perinatal outcomes in pregnancies complicated with thrombophilias

    No full text
    Amaç: Çalışmamızda trombofili saptanıp gebe olarak başvuran ve tromboprofilaksi başlanan hastaların perinatal sonuçlarını (gebelik kaybı, preeklampsi, düşük doğum ağırlıklı (DDA), preterm doğum, venöz tromboz) değerlendirmeyi ve aynı dönemde trombofili taraması negatif olan hastalardaki perinatal sonuçlar ile karşılaştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Araştırmamızda Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Gebe Polikliniği’nde Haziran 2010 ile Şubat 2012 tarihleri arasında gebelik takibi yapılan hastalar yer aldı. Daha önce primer ve sekonder tekrarlayan gebelik kaybı nedeni ile düşük araştırması yapılmış olup, etyolojik nedenlerden sadece trombofili testlerinden en az biri pozitif çıkan hastalar çalışmaya dahil edildi. Bu hastalara gebeliğin ilk trimesterinde tromboprofilaksi başlandı ve hastaların demografik özellikleri, önceki gebelik öyküsü, trombofili tipi ve trombofilik defekt sayısı kaydedildi. Doğum şekilleri ve perinatal sonuçları prospektif olarak incelendi. Araştırmamızın kontrol grubu tekrarlayan gebelik kaybı nedeni ile düşük araştırılması yapılmış olan ve trombofili taraması negatif olan gebelerden oluşturuldu. Sonuçlar arasında istatistiksel önem düzeyi için p değeri <0,05 olarak alındı. Bulgular: Trombofili saptanan 60 gebe çalışma grubuna ve trombofili dahil etyolojik neden saptanamamış 50 gebe ise kontrol grubuna alınmıştır. Trombofili olan grup ile olmayan grup arasında gebelik kaybı, preeklampsi ve eklampsi gelişimi (p=0,257), gebelik haftasına göre küçük bebek görülmesi (p=0,619), preterm doğum görülmesi (p=0,232), venöz tromboz gelişimi (p=0,246) oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. Trombofili saptanan grupta sezaryenle doğum oranı %55 (33/60) iken kontrol grubunda %18 (9/50) olarak bulunmuş ve iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmiştir (p=0,000). Sonuç: Çalışmamızda trombofili saptadığımız grupla trombofili saptanmayan grup obstetrik sonuçlar açısından karşılaştırıldığında; doğum şekli dışındaki diğer sonuçlarda istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır. J Turk Soc Obstet Gynecol 2014;2:88-93Objective: In our study we included pregnant patients diagnosed with thrombophilia in whom thromboprophylaxis was initiated and evaluated their perinatal outcomes (pregnancy loss, preeclampsia, low birth weight, preterm labor, and venous thrombosis). We aimed to compare perinatal outcomes of the study group with those of control group with negative thrombophilia screening results. Material and Methods: Pregnant subjects that applied to Obstetrics and Gynecology Department of Çukurova University Faculty of Medicine Hospital between June 2010 and February 2012 were recruited in the study. Patients with a positive thrombophilia screening for primary and secondary recurrent pregnancy loss were initiated a thromboprophylaxia protocol in the first trimester and their demographic backgrounds and past obstetric histories were also recorded. In addition to this, the type of thrombophilia and number of thrombophilia defects were also noted and the route of birth and perinatal outcomes were evaluated prospectively. The control group included patients who had a history of recurrent unexplained miscarriages, with a negative thrombophilia screening. Differences between both groups were statistically significant at a p value <0.05. Results: Sixty patients diagnosed with thrombophilia were included in the study group, while 50 patients with no etiological cause including thrombophilia composed the control group. When the perinatal outcomes were compared; pregnancy loss, development of preeclampsia/eclampsia (p=0.257), rate of low weight baby according to gestational week (p=0.619), preterm birth rate (p=0.232) and the incidence of venous thrombosis (p=0.246) did not differ significantly. The cesarean section rate in the study group was 55% (33-60) and 18% (9/50) in the study group (p=0.000) and the difference was statistically significant between both groups. Conclusion: Our study discovered similar findings and perinatal outcomes in patients with and without thrombophilia. The only significant difference between both groups was the difference in cesarean rates. J Turk Soc Obstet Gynecol 2014;2:88-9

    PERINATAL OUTCOMES OF ADOLESCENT PREGNANCY

    No full text
    Amaç: Türkiye'deki adölesan gebeliklerin obstetrik ve neonatal sonuçları ile ilgili yapılmış sınırlı sayıda çalışma olmasını göz önünde bulundurarak hastanemizdeki adölesan gebeliklerin obstetrik ve neonatal sonuçlarını irdelemek. Gereç ve yöntemler: Bu araştırmada Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Gebe Polikliniği'ne 01.01.2008-01.08.2011 tarihleri arasında başvuran ve doğum yapan 20 hafta üzerindeki, canlı, tekil gebeliği olan 19 yaş altı gebelerin ve aynı dönemde doğum yapmış 19 yaş üstü gebelerin gebelik ve doğum kayıtları retrospektif olarak incelendi. Verilerin analizi için SPSS ver. 19.0 paket programı kullanıldı. Sonuçlar arasında istatistiksel önem düzeyi için p değeri <0.05 olarak alındı. Bulgular: Adölesan olan grupta olmayan gruba oranla preterm doğum (% 37.5, % 21.6), preeklampsi (% 31.3, % 14.7), intrauterin gelişme geriliği (% 20, % 9.8), fetal distres (% 20, % 8.8), konjenital anomali (% 16.3, % 5.9), anemi (% 40, % 12.7) görülme sıklığı anlamlı olarak yüksek saptanmıştır. (p<0.05) Plasental anomali, oligohidramnios, gestasyonel diyabet, makrozomi görülmesi açısından ise anlamlı fark saptanmamıştır. Sonuç: Adölesan gebelerde preterm doğum, preeklampsi, fetal distres, konjenital anomali oranlarının anlamlı derecede yüksek çıkması bu gebelerde maternal ve perinatal morbidite ve mortalite riskinin arttığını göstermektedir.Objective: Considering the limited number of studies conducted on obstetric and neonatal outcomes of adolescent pregnancies in Turkey, the purpose of this study is to investigate obstetric and neonatal outcomes of pregnant adolescents in our hospital. Material and methods: In this study, pregnancy and birth records of both under 19 year old and over 19 year old pregnant women, who gave single and alive birth over 20 weeks at the same period and were admitted to Pregnancyhigher for the adolescent group compared to the non-adolescent group (p <0.05). In terms of observation of placental anomalies, oligohydramnios, gestational diabetes, and macrosomia, there was no significant difference between groups. Conclusion: Significantly higher rates in preterm birth, pre-eclampsia, fetal distress, and congenital anomalies for pregnant adolescents indicate that there is an increased risk of maternal and perinatal morbidity and mortality for adolescent pregnancies. Clinic of Department of Obstetrics and Gynecology in Faculty of Medicine at Cukurova University between 01.01.2008 and 01.08.2011, were retrospectively examined. SPSS 19.0 statistical program package was used for data analysis. For the statistical significance between results, p value was taken as <0.05. Results: Preterm birth (37.5%, 21.6%), pre-eclampsia (31.3%, 14.7%), intrauterine growth restriction (20%, 9.8%), fetal distress (20%, 8.8%), congenital anomalies (16.3%, 5.9%), and anemia (40%, 12.7%) were identified significantl

    Ultrasonographic prediction of abortus in first trimester bleeding

    No full text
    Amaç: 6-11 haftalar arasında başvuran ilk trimester kanamalı hastalarda sonografik parametrelerin spontan abortus tahmin değerlerinin değerlendirilmesi. Materyal ve Metot: Viabilitesi saptanmış 64 ilk trimester kanamalı hastada yolk kesesi anormallikleri, retroplasental hematom varlığı, "ortalama kese çapı, baş-popo mesafesi (OKS - CRL)" ve fetal kalp atım hızı sonografik olarak değerlendirildi. 24. haftaya kadar izlenen gebelerde bu parametrelerin abortus tahminindeki önemleri ANOVA ve lojistik regresyon analizi ile değerlendirildi. Bulgular: Univaryant analizde "OKS - CRL" ve fetal kalp atım hızının 100 ve altında olmasının abortus için prediktif değere sahip olduğu anlaşıldı. Yolk kesesi anormallikleri ise sınırda anlamlı idi. Lojistik regresyon analizinde ise "OKS CRL < 5 mm" (OR = 5.3;95%CI = 1.98 24.16; P = 0.001) ve fetal kalp atım hızının 100 ve altında olması (OR = 9.8;95%CI = 2.76 33.24; P<0.001) abortus için prediktif değere sahip bulundu. Sonuç: Fetal kalp atım hızının 100 ve altında ve "OKS CRL < 5 mm" olması abortus için prediktif değere sahip bulundu.Objective: To evaluate the predictive values of sonographic parameters in spontaneous abortion in patients who admitted between 6 and II weeks with first trimesterbleeding. Materials and methods: Yolk sac abnormalities, reptroplacental hematoma, -mean sac diameter crown-rump length (MSD CRL)- and fetal heart rate were evaluated sonographically in 64 patients with first trimester bleeding in whom the viability was demonstrated. The importance of these parameters in abortion prediction in pregnants followed-up to 24 weeks was evaluated by ANOVA and logistic regression analysis. Results: 11 was observed that -MSD CRL- and a fetal heart rate at or below 100 were found to have predictive values for abortion in univariant analysis. Yolk sac abnormalities had marginal significance. -MSD CRL<5 mm- (OR = 5.3; 95% CI = 1.98 24.16; P =0.001) and a fetal heart rate at or below 100 (OR = 9.8; 95% CI = 2.76 33.24; P < 0.001) were found predictive in spontaneous abortion. Conclusion: -MSD CRL < 5 mm- and a fetal heart rate at or below 100 were found predictive in spontaneous abortion

    Perinatal Outcomes of Adolescent Pregnancy

    No full text
    Purpose: Considering the limited number of studies conducted on obstetric and neonatal outcomes of adolescent pregnancies in Turkey, the purpose of this study is to investigate obstetric and neonatal outcomes of pregnant adolescents in our hospital. Material and methods: In this study, pregnancy and birth records of both under 19 year old and over 19 year old pregnant women, who gave single and alive birth over 20 weeks at the same period and were admitted to Pregnancy Clinic of Department of Obstetrics and Gynecology in Faculty of Medicine at Cukurova University between 01.01.2008 and 01.08.2011, were retrospectively examined. SPSS 19.0 statistical program package was used for data analysis. For the statistical significance between results, p value was taken as <0,05. Results: Preterm birth (37.5%, 21.6%), pre-eclampsia (31.3%, 14.7%), intrauterine grwth restriction (20%, 9.8%), fetal distress (20%, 8.8%), congenital anomalies (16.3%, 5.9%), and anemia (40%, 12.7%) were identified significantly higher for the adolescent group compared to the non-adolescent group (p <0.05). In terms of observation of placental anomalies, oligohydramnios, gestational diabetes, and macrosomia, there was no significant difference between groups. Conclusion: Significantly higher rates in preterm birth, pre-eclampsia, fetal distress, and congenital anomalies for pregnant adolescents indicate that there is an increased risk of maternal and perinatal morbidity and mortality for adolescent pregnancies

    Yüksek ve düşük riskli gebeliklerde yapısal kalp hastalıklarının sıklığı ve dağılımı

    No full text
    Amaç: Doğuştan kalp hastalıkları için yüksek ve düşük risk taşıyan gebelerde intrauterin kalp hastalığı sıklığını belirlemek ve karşılaştırmak. Yöntemler: Üniversitemiz Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji Ünitesinde fetal ekokardiyografi yapılan 3782 gebenin kayıtları ve ekokardiyografi sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Gruplar arasındaki değişkenler Ki-kare testi kullanılarak analiz edildi. Bulgular: Yüksek ve düşük riskli gruplardaki tüm fetüslerin 213'ünde (%5.6) yapısal kalp hastalığı bulundu. En sık patolojiler ventriküler septal defekt (%36.2) ve atriyoventriküler septal defekt (%14.1) idi. Yüksek riskli grupta doğuştan kalp hastalığı sıklığı %7.8 (169 fetüs) bulundu; %4.1'i kompleks, %2.3'ü önemli, %1.4'ü minör patolojiydi. Düşük riskli grupta bu oran %2.7 (44 fetüs) idi; %0.6'sı kompleks, %0.8'i önemli ve %1.3'ü minör patolojiydi. Bu grupta bazı nedenlerle başvuranlarda yapısal kalp hastalığı sıklığı yüksek bulundu; önceki gebelikte intrauterin fetal ölüm (%6.3), anormal birinci ve ikinci üç aylık dönem tarama testleri (%4.3) ve çoğul gebelik (%3.4). Fetal ekokardiyografik incelemenin duyarlılığı %86, özgüllüğü %98 bulundu. Sonuç: Doğuştan kalp hastalığı sıklığı beklenildiği gibi yüksek riskli grupta daha yüksek bulundu. Düşük riskli grupta yer almalarına rağmen önceki gebelikte intrauterin fetal ölüm, anormal birinci ve ikinci üç aylık dönem tarama testleri ve çoğul gebelik nedeniyle başvuranlardaki kalp hastalığı sıklığı ile yüksek riskli gruptaki kalp hastalığı sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Bu nedenle kardiyoloji kliniğinin bu konuda uzman kardiyoloğu ve ekipmanı yeterli ise yukarıdaki nedenlerle başvuran gebelere rutin fetal ekokardiyografik çalışma yapılmasını öneriyoruz.Objective: To establish and compare the frequency of intrauterine congenital heart defects in high-risk and low-risk pregnancies for congenital heart diseases. Methods: Records of 3782 patients who underwent fetal echocardiography at the Pediatric Cardiology Unit were reviewed for reasons of referral and results of echocardiography retrospectively. The categorical variables between the groups were analyzed using a Chi-square test. Results: Structural heart defects were found in 213 (5.6%) fetuses in both high and low risk groups. Most common defects were ventricular septal defect (36.2%) and atrioventricular septal defect (14.1%). Frequency of congenital heart diseases was 7.8% (169 fetuses) in high-risk group: 4.1% were complex, 2.3% significant and 1.4% were minor. In low-risk group, the frequency was 2.7% (44 fetuses): 0.6% were complex, 0.8% significant and 1.3% were minor. In this group, rates of congenital defects were high regarding particular reasons: intrauterine fetal death in previous pregnancy (6.3%), abnormal first or second trimester screening tests (4.3%), and multiple gestations (3.4%). The sensitivity and specificity of fetal echocardiography according to transthoracic echocardiography were found to be 86% and 99%, respectively. Conclusion: Congenital heart diseases rate, as expected, was found to be higher in high-risk group. However, regarding intrauterine fetal death in previous pregnancy, abnormal first or second trimester screening tests and multiple gestation, no statistically significant difference was observed between low-risk and high-risk groups. Therefore, we suggest the routine use of fetal echocardiography in cases we have mentioned above if the staff and equipment of the pediatric cardiology clinic are eligible
    corecore