A Comparative Study of the Clinical Aspects and Relationship Between Fractures of Mandibular Angle and the Presence of A Lower Third Molar

bstract: Several authors have reported that the presence of teeth may be one of the determinants of mandibular fractures. Fracture of the jaw plays an important role in the practice of the oral surgeon. A number of factors contribute to the strength of the mandible. These include presence of active and strong musculature, the shape and thickness of the bone, and the presence or absence of teeth. The Deparment of Oral and Maxillofacial Surgery, Faculty of Dentistry, Istanbul University, managed 100 patients with mandibular factures between 1991 and 1999. The male to female ratio was 5.25/1 and the majority of patients were aged between 12 and 53 years. Accidents and fights were the main causes of fractures throughout the 8-year study period. A high percentage of patients were treated by closed reduction and maxillo-mandibular fixation. The aim of this study was to correlate the incidence of mandibular fractures with the presence and the degree of eruption of lower third molar teeth. Data were analyzed by chi- square and Student&rsquo;s t test. Key Words: Mandibular fracture, lower third molar</p

Comparison by Magnetic Magnetic Resonance Imaging of the Effects of Two Different Non- Steroidal Anti-Inflammatory Drugs on Edema Following the Surgical Extraction of Impacted Third Molars

Abstract: Non-steroidal anti-inflammatory drugs are continuously being developed for use as therapeutic agents for inflammatory diseases. The NSAI agents are commonly used in the control of pain by their effects on suppressing the inflammatory reaction. Pain and edema are universal complications following the surgical extraction of impacted third molars. Felden (piroxicam) and Tilcotil (felden) were used in this study for comparing the antiinflammatory effects of two different chemical agents on the control of pain and inflammation following the surgical extraction of bilaterally impacted mesio-angullary positioned lower third molars. A total of 10 patients aged from 20 to 24 attending our clinic for the extraction of third molars voluntarily were chosen. The purpose of this study was to evaluate the effects of two different NSAI drugs on the control of inflammation following the surgical extraction of third molars by MR imaging obtained on the pre-operative 1st and post-operative 3rd days. The statistical analyses were carried out by using the t-test in paired series (t=0.02, p&lt;0.05). No statistical difference was found between the two NSAI drugs regarding their effects on the control of post-operative inflammation. Key Words: Surgical extraction, impacted teeth, magnetic resonance images, piroxicam, tenoxicam.</p

Tru-Cut and Fine Needle Aspiration Biopsy Diagnosis of Lesions of the Jaws

Abstract: Nowadays, modern biopsy techniques such as fine and wide needles are used instead of invasive biopsy techniques for examining malign and benign lesions. This study examines whether wide needle biopsy (Tru-cut) possesses advantages as an alternative method to open biopsy. This study was performed on 40 patients with suspicious intra-jaw lesions. An 18-gauge, three-piece biopsy device was used. All the samples were sent to the tumor pathology unit at the oncology institute for histopathologic and cytopathologic examination. Thirty-seven of the 40 samples were adequate for diagnosis and three inadequate were. When we considered the results of Tru-cut and fine needle biopsy, the diagnostic value increased to 62.5%. In each lesion, the success rate of open biopsy is 92.5%, the success rate of Tru-cut biopsy is 55% and that of fine needle biopsy is 42.5%. According to our results, if we can support the study of this technique with new studies and can improve the specific apparatus for the maxillo-facial region, this can be a good alternative technique for open biopsy applications. Key Words: Biopsy, Tru-cut, Fine needle</p

Dasht-i Kipchak Campaigns of Mongols

Yüksek Lisans teziMoğol seferleri, tarihin en önemli askeri faaliyetlerinden biridir. Moğol hakimiyetine giren yerlerden biri de Deşt-i Kıpçak?tır. Günümüzde Rusya?nın güneyindeki ve Ukrayna?nın kuzeyindeki bozkırlardan oluşan Deşt-i Kıpçak, XIII. yüzyıla dek bir Türk boyu olan Kıpçaklarla birlikte anılmıştır. XIII. yüzyılda Moğolların gelişi siyasi anlamda Kıpçak Hanlığı?na son vermiştir. Ancak Moğolların burada tesis ettiği Cuci Ulusu, bir süre sonra Kıpçak kültürünün etkisi altında kalmıştır. Birkaç kuşak sonra da Kıpçak kültürüne adapte olmuşlar, Kıpçak Türkçesiyle konuşmaya başlamışlardır. Moğol seferlerinin başarısını anlayabilmek için ardındaki askeri ve kültürel yapı dikkate alınmalıdır. Bu yönüyle Moğolların Deşt-i Kıpçak seferleri, konunun anlaşılabilmesi için dikkat çekici bir örnektir.AbstractMongolian campaigns of history is one of the most important military operations. One of the places which was dominated by the Mongols in Cumania (Dasht-i Kipchak or Kipchak Steppe). Today, the steppes of southern Russia and Ukraine to the north consisting of Cumani, XIII. century with a Turkish tribe, which has been called the Kipchaks. In XIII. century arrival of the Mongols, the Kipchak Khanate ended in a political sense. However, the Mongols established here Nation of Cuçi, after some time under the influence of the culture remained Kipchak. After a few generations have adapted to the culture of the Kipchak and Kipchak Turkish began to talk with. To understand the success of the Mongol expedition behind the military and cultural structure should be considered. This side Dasht-i Kipchak operations of the Mongols, it is a remarkable example for the understanding of the subject

TUM YONLERİYLE TEKDİŞ İMPLANT PLANLAMASI VE UYGULAMALARI

G&uuml;n&uuml;m&uuml;z dişhekimliğinin hedefi hastalara temporomandibular eklem ve &ccedil;iğneme kasları ile uyum i&ccedil;inde olan tedavi se&ccedil;enekleri sunmaktır. Dişler, &ccedil;iğneme kasları ve temporomandibular eklemni birbirleriyle yakından ilişkileri vardır ve bir uyum i&ccedil;erisinde fonksiyon g&ouml;sterirler. Eksik dişlerin tedavisinde uygulanabilecek se&ccedil;enekler sabit protezler, resin bonding ile kullanılan yer tutucular ve dental implant uygulamalarıdır. G&uuml;n&uuml;m&uuml;zde dental implant uygulamaları %90&#39;lara varan 10 yıllık başarı oranlarıyla erişkin hastalarda &ouml;zellikle tek diş eksikliklerinde en sık tercih edilen tedavi se&ccedil;eneği olmuştur. Bu derlemede tek diş implant uygulamaları ile ilgili bilgiler verilip bazı vakalar sunulacaktır.</p

D VİTAMİNİ VE PRP İÇEREN BİYOUYUMLU TAŞIYICILARIN SIÇAN KALVARYASINDA OLUŞTURULAN KEMİK DEFEKTLERİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI

Bu çalışmanın amacı D Vitamini ve PRP İçeren Biyouyumlu Taşıyıcıların Sıçan Kalvaryasında Oluşturulan Kemik Defektleri Üzerine Etkilerinin Araştırılması olup çalışmamızda kendi kendine iyileşme potansiyeli olmayan, iyileşmesi için biyouyarıcı materyallere ihtiyaç duyan kalvaryal defektlerde PRP (platelet rich plasma) (trombositten zengin plazma) ve biyomateryallerin bilinen olumlu etkilerini, kemik gelişimini hızlandırıcı etkisi olan D vitamini ekleyerek histopatolojik, radyolojik ve biyokimyasal olarak karşılaştırmalı bir şekilde araştırmayı planladık.Çalışmada 52 adet erkek Sprague Dawley sıçan kullanılmış PRP elde etmek için kullanılan 4’ü hariç tümüne 5 mm’lik kemik defekti oluşturulup, sıçanlar rastgele 6 gruba ayrılmıştır. Kontrol grubu, kitozan grubu, kitozan+PRP grubu, PRP grubu, kalsitriol+kitozan grubu, kalsitriol+kitozan +PRP grubu. Sıçanlar eşit sayılarda 1., 2., 4., ve 8. haftalarda sakrifiye edilerek kalvaryal defektleri ve kanları incelenmiştir. Yeni oluşan kemik histopatolojik, mikrotomografik, makroskopik olarak kanlarda da biyokimyasal olarak değerlendirilmiştir; immunhistokimyasal analizle FGF23, VDR, RANK ekspresyonu incelenmiştir. Mikrotomografik değerlendirmelerde kalsitriolün ekli olduğu gruplarda diğer gruplara göre kemikleşme miktarı, kemik hacmi ve kemik mineral yoğunlukları özellikle 4. ve 8. haftalarda istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Histolojik ve makroskopik incelemelerde ‘kalsitriol+kitozan+PRP’ grubunda defekt alanının diğer gruplara göre daha çok yeni hücre ile dolduğu, defekt alanının diğer gruplara göre daha çok küçüldüğü tespit edilmiştir. Immunhistokimyasal incelemelerde RANK, FGF23, VDR antikorlarının ekspresyonunun kalsitriol+kitozan+PRP grubunda diğer gruplara göre fazla ve yoğun olduğu görülmüştür. Biyokimyasal olarak sadece kalsitriol+kitozan+PRP grubunda D vitamini seviyesinin yükseldiği, sadece bu grupta ağırlığın azaldığı görülmüştür.Sonuç olarak defekt alanına eklenen D vitamini, PRP, kitozan formülasyonunun kemik defektlerinin onarımında olumlu katkı yaptığı gözlenmiştir.Anahtar Kelimeler: D vitamini, PRP, sıçan modeli, immunhistokimya, kemik iyileşmesi Bu çalışma, İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir. Proje No: 2557