32 research outputs found

    COVID-19 PCR Pozitif ve Negatif Anneden Doğan Bebeklerin Sistemik İmmün İndekslerinin Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi - Neonatal Etkiler Öngörülebilir mi?

    Get PDF
    Amaç: Dünya Sağlık Örgütü’nün 11 Mart 2020 tarihinde pandemi olarak ilan ettiği Koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19), Şiddetli akut respiratuvar sendrom-Koronavirüs-2’nin neden olduğu bir durumdur ve olgu sayısı her gün giderek artmaktadır. Çalışmanın amacı COVID-19 pandemisi döneminde hassas popülasyon olan COVID-19 polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) pozitif anneden doğan yenidoğan bebeklerinin SİSTEMİK immün- enflamasyon indeksleri (Sİİ) normal popülasyona göre farklılıklarının araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Mart 2019 ve Kasım 2021 tarihleri arasında Ankara Şehir Hastanesi’nde doğumdan önceki iki haftada COVID-19 PCR testi pozitif saptanan annelerden, ?37 gestasyon haftasında doğan, nazal sürüntü ile alınan COVID-19 PCR testi negatif saptanan ve anne yanında olağan bakım verilen yenidoğanlar ile kontrol grubunda ?37 gestasyon haftasında COVID-19 PCR testi negatif anneden doğan sağlıklı yenidoğanların bazal hematolojik parametreleri karşılaştırıldı. Bulgular: COVID-19 PCR pozitif anne bebekleri grubunda (n=86) sezaryen yöntemiyle doğum oranı daha fazlaydı (p<0,05). Hemogram parametrelerine bakıldığında toplam beyaz küre, nötrofil, hemoglobin/hematokrit sayıları kontrol grubunda (n=94) daha düşük, trombosit/plateletkrit değerleri daha yüksekti (p<0,05). Nötrofil lenfosit oranı ve Sİİ COVID-19 PCR pozitif anne bebekleri grubunda istatistiksel anlamlı olarak yüksek, multivariate lojistik regresyon analizinde nötrofili ve nötrofil lenfosit oranı ise bağımsız prediktif değişkenler olarak saptandı (p=0,048 ve p=0,011). Sonuç: COVID-19 PCR pozitif anneden doğan bebeklerde vertikal viral geçişi gözlenmedi. Kontrol grubuna göre COVID-19 PCR pozitif anneden doğan bebeklerde nötrofil lenfosit oranı yüksekliği ve nötrofili maternal sitokin salınıma bağlı olabileceği düşünüldü. Çalışmamız bu durumun detaylandırılması ve daha uzun izlem için ileri araştırmalara ışık tutacaktır

    Oncological and functional outcomes of patients who underwent open partial nephrectomy for kidney tumor

    Get PDF
    Objective: To report long-term functional and oncological outcomes of OPN Methods: We enrolled 182 patients who underwent consecutive OPN with a diagnosis of kidney tumor in our clinic between April 2002 and February 2020 and were selected from our prospective OPN database. Preoperative demographic and clinical characteristics, intraoperative and pathological results, and patients' postoperative functional and oncological follow-up data were retrospectively analyzed. Overall survival (OS) and disease- free survival (DFS) were evaluated using Kaplan-Meier survival analysis. The time-dependent variation between preoperative and postoperative functional results was statistically analyzed and presented in a graph. Results and limitations: The mean age was 54.4 ± 10.8 yr, and the median age-adjusted Charlson comorbidity index (ACCI) was 1 (interquartile range [IQR] 0-1). The mean tumor size was 3.1 ± 1.2 cm, and the median RENAL score was 6 (IQR 5-8). The most common malign histopathological subtype was clear cell carcinoma with 76.6%, and five cases (3.4%) had positive surgical margins (PSMs). The most common surgical techniques were the retroperitoneal approach (98.9%) and cold ischemia (88.5%). Estimated glomerular filtration rate (eGFR) preservation was 92% (80.8-99.3, IQR), which translates to 32% chronic kidney disease (CKD) upstaging. Acute kidney injury (AKI) was detected in 27 (14.8%) patients according to RIFLE criteria. The intraoperative complication rate was 5.5%, and the postoperative overall complication rate (Clavien-Dindo 1-5) was 30.2%. Major complications (Clavien-Dindo 3-5) were observed in 13 (7.1%) patients. The median oncological follow-up was 42 mo (21.3- 84.6, IQR), and the 5- and 10-yr OS were 90.1% and 78.6%, 5 and 10-yr DFS were 99.4% and 92.1%, respectively. No local recurrence was observed in 5 (3.4%) patients with PSMs; only one had distant metastasis in the 8th postoperative month. The retrospective design, the small number of patients who underwent PN based on mandatory indication, and one type of surgical approach may limit the generalizability of our findings. Conclusions: This study confirms excellent long-term oncologic and functional outcomes after OPN in a cohort of patients selected from a single institution. In light of the information provided by the literature and our study, our recommendation is to push the limits of PN under every technically feasible condition in the treatment of kidney tumors to protect the kidney reserve and achieve near-perfect oncological results

    1923-1938 döneminde uygulanan ekonomi politikalarının Türk bankacılık sektörüne etkileri

    No full text
    Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılına gelindiğinde, Türkiye ekonomisinin Osmanlıdan miras aldığı geri kalmış yapısının değişmesi için yoğun çaba gösteren dönem hükümetleri, ekonomik kalkınmanın hızlandırılmasında bankacılık sektörünün taşıdığı önemin bilinci içinde ulusal bankacılığın geliştirilmesi için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. 1923 yılında hükümet ve toplumun tarım, ticaret ve sanayi kesimlerinin önde gelenlerinin katılımıyla yapılan İzmir İktisat Kongresi'nde, ekonomik gelişme için ulusal bankacılığın kurulmasının gerekliliği tüm katılımcılar tarafından dile getirilmiştir. Kongre'ye katılan tüccarlar bir ana ticaret bankasının kurulmasını önermişler ve Türkiye İş Bankası bu öneriler doğrultusunda 1924 yılında özel sektör bankası olarak kurulmuştur. İktisat Kongresi'ne katılan sanayicilerin önerileri arasında bir sanayi bankasının kurulması da yer almıştır. Bu öneri doğrultusunda 1925 yılında Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası kurulmuştur. Bu banka ülkemizde kurulan ilk kalkınma bankasıdır. İzmir İktisat Kongresi'ne katılan tarım kesimi temsilcileri de tarım sektörüne daha fazla ve daha uygun koşullarda kredi verilmesi amacıyla Ziraat Bankası'nın güçlendirilmesini istemişlerdir. Bu istekler doğrultusunda Ziraat Bankası'nın sermayesi 1924 yılında artırılmış, bankaya tarımsal kredi vermenin yanında her türlü bankacılık faaliyetinde bulunabilme yetkisi verilmiş ve bankanın statüsü anonim şirket olarak değiştirilmiştir. 1927 yılında konut kredisi vermek amacıyla Emlak ve Eytam Bankası kurulmuştur. Banka, 1946 yılında Emlak ve Kredi Bankası'na dönüştürülmüştür. 1923-1929 döneminde, bölge tüccarlarının kredi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla çok sayıda yerli sermayeli tek şubeli banka kurulmuştur. Cumhuriyet döneminde bankacılık alanında atılan en önemli adımlardan birisi, 1930 yılında T.C. Merkez Bankası'nın kurulması olmuştur. Bir merkez bankası kurulması çalışmaları 1920'li yılların ilk yarısında başlatılmış olmasına rağmen bu dönemde ödemeler dengesi problemleri ve çeşitli mali zorluklar ile karşı karşıya bulunulması, merkez bankası kurulabilmesi için gerekli olan altın ve döviz varlıklarının, ülkenin iç imkanları ile oluşturulmasını engellemiş; dönemin dış konjonktürünün dış finansman imkanları kısıtlamış olması nedeniyle de bankanın kurulması 1930 yılına kadar mümkün olmamıştır. 1929 yılına gelindiğinde Türkiye tarım üretiminin egemen olduğu bir ülke görünümündedir. 1920'li yıllarda izlenen özel kesimin özendirilmesi ile sanayileşme stratejisi, sermaye birikiminin yetersizliği nedeniyle önemli bir sonuç vermemiştir. Bu durum, ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi için devletin sınai yatırımların yapılmasında daha aktif bir rol oynaması gerektiği konusundaki görüşlerin tartışmaya açılmasına neden olmuştur. Tam bu dönemde başlayan Dünya Ekonomik Krizi'nin, dış ticaret açıkları vermemize yol açması, ve tarım ürünleri fiyatlarındaki düşüşün çiftçilerin gelirlerinde meydana getirdiği önemli azalış, sanayileşme için yeni yöntemler bulunması çalışmalarını hızlandırmıştır. 1930'lu yılların başlarında, bu iç ve dış etkilerin sonucu olarak, 1920'li yıllarda izlenen özel kesimin özendirilmesi ile sanayileşme stratejisi bir tarafa bırakılarak, kamu iktisadi girişimleri aracılığı ile sınai yatırımlarda bulunarak sanayileşme stratejisi benimsenmiştir. İktisadi devletçilik olarak adlandırılan bu sanayileşme stratejisinin temelinde ülkemizin o dönemde içinde bulunduğu koşullar nedeniyle, büyük sermaye gerektiren ve ileri derecede teknik bilgiye ihtiyaç gösteren yatırımların gerçekleştirilmesinde, devletin özel kesime göre daha fazla olanaklara sahip olduğu görüşü bulunmaktadır. Bu strateji oluşturulurken, yine o yıllarda Sovyetler Birliği ve Almanya'da uygulanmakta olan devletçilik deneyimlerinden yararlanılmıştır. Devlet tarafından kurulmasına karar verilen sanayi işletmeleri ile ilgili yatırım planları Birinci ve İkinci Sanayi Planları'nda belirtilmiştir. İktisadi devletçilik stratejisi, bankacılık sistemimizi de önemli ölçüde etkilemiştir. Bu dönemde, Sümerbank (1933), Belediyeler Bankası (1933), Etibank (1935), Denizbank (1937) ve Halk Bankası ve Halk Sandıkları (1938), sanayi planlarında yer alan işletmelerin kurulması, işletilmesi ve finansman ihtiyaçlarının sağlanması amacıyla, devlet tarafından özel amaçlı banka statüsüyle kurulmuştur. 1933-1938 döneminde sanayileşme için gerekli olan ancak getirisi görece olarak düşük olduğu için özel sektör tarafından yapılmayan yatırımların devlet tarafından gerçekleştirilmesi, bu yatırımların finansmanlarının bütçe olanakları zorlanarak ve bazı zorunlu tasarruf imkanlarına başvurularak karşılanmasıyla mümkün olabilmiştir. 1936 yılında kabul edilen 2999 sayılı Bankalar Kanunu ile, banka mevduatlarının yüzde 15'i oranında Devlet İç Borçlanma Senetleri'nden veya aynı derecede faiz getiren diğer menkul kıymetlerden munzam karşılık ayırma zorunluluğu getirilmiş, bu uygulamanın bir amacı da kamu yatırımları için düşük maliyetli finansman kaynağı sağlamak olmuştur. Dünya Ekonomik Krizi sonucu tarım sektöründe gelirlerin düşmesi ve ticari faaliyetlerin azalması, 1930'lu yılların başlarında, tek şubeli yerel bankaların büyük bir bölümünün kapanmasına neden olmuştur. Bu genel değerlendirmeler ışığında, yapmış olduğumuz çalışmanın ortaya çıkardığı sonuçlar iktisadi politikalar ile bankacılık sistemindeki banka gruplarının piyasa payı arasında önemli bir bağlantı olduğu yönündedir. Liberal iktisat politikalarının izlendiği 1923-1929 döneminde Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı bankalar aktif toplamda Türk bankacılık sisteminde en büyük grup iken, iktisat politikasında ortaya çıkan değişme nedeniyle 1930-1938 döneminde bu üstünlüklerini kaybetmişler ve kamu bankalarından sonra aktif toplamında ikinci sıraya düşmüşlerdir. Üçüncü sırayı ise yurt çapında faaliyet gösteren özel bankalar almıştır. Kamu bankalarının 1930-1938 döneminde piyasada en büyük paya sahip olmalarının en önemli sebebi; hükümetlerce bu dönemde izlenen iktisadi devletçilik politikaları olmuştur. İktidardakiler, para ve mali piyasalarda kamu sermayesinin hakimiyeti ile kalkınmanın ve sanayileşmenin gerçekleşebileceğine inanmışlardır. Hammadde ihracatı ile tüketim malı ithalatı yapan yabancıların egemenliğindeki dış ticareti finanse eden yabancı bankalardan boşalan yeri, büyük ölçüde kamu bankaları ve ulusal sermayeli özel bankalar doldurmuşlardır. Dolayısıyla, 1930-1938 döneminde kamu bankaları ve özel bankalar, yabancı bankalara rağmen piyasa paylarını artıran bankacılık grupları olmuşlardır. Tek şubeli yerel bankaların aktif toplamdaki payı, her iki alt dönemde değişmemiştir. Ülkede uzun vadeli yatırımlar için gerekli uzun vadeli ulusal tasarrufların yetersizliğinden dolayı, kalkınma bankalarının payı ise her iki alt dönemde de hemen hemen sıfıra yakındır. Zaten bu grupta sadece 1925-1932 yılları arasında faaliyet gösteren T.Sanayi ve Maadin Bankası yer almıştır. Banka aktif toplamına ilişkin olarak yukarıda ulaşılan sonuçlar, bankalar mevduatı, kredileri, ödenmiş sermayeleri kalemlerine ilişkin piyasa payları için de geçerlidir. 1938 sonrasından günümüze kadar geçen zamanı hükümetlerce izlenen iktisat politikaları ve bankacılık alanındaki gelişmeler açısından başlıca beş alt döneme ayırarak incelemek mümkündür. Bunlar; İktisadi Devletçilik Dönemi (1940-1950), Özel Bankaların Geliştiği Dönem (1951-1963), Planlı Dönem (1963-1980), Serbestleşme ve Dışa Açılma Dönemi (1980-1994), Kriz Yıllarından Günümüze (1994-2004) . Banka gruplarının banka aktif toplamı içindeki paylarının 1926-2004 döneminde meydana gelen gelişmesi bakımından şu bulgular elde edilmiştir: Kamu bankalarının piyasa payları 1926-1963 döneminde sürekli artmış, ancak daha sonra azalmaya başlamıştır. Özel bankalarınki ise 1926-2004 dönemi boyunca sürekli artmıştır. Yabancı bankaların piyasa payları 1926-1980 dönemi boyunca sürekli azalmış ve sonra sabit kalmıştır. Kalkınma bankalarının payı 1951-1980 döneminde artmış, sonra azalmıştır. Yerel bankalar ise 1951-1963 döneminden sonra piyasadan çekilmişlerdir. Sonuç olarak, Türkiye'de 1980'den sonra izlenen liberal iktisat politikaları nedeniyle, 1930'lu yıllardan itibaren devletin bankacılık sektöründe başlayan hakimiyeti sona ermiş ve özel sermayeli ulusal bankalar piyasada lider olmuşlardır. Bununla beraber, kamu bankalarının sektördeki payları gelişmiş Batılı ülkelere göre hala yüksektir. Buna karşılık Meksika, Brezilya, Pakistan, Hindistan, Mısır gibi gelişmekte olan ülkelere göre düşüktür. Neticede, Türkiye'de devlet, bankacılık sektöründe piyasanın 1/3'lük önemli bir kısmına doğrudan müdahale edebilmektedir. Bu durum, Türkiye'de 1930-38 döneminde izlenen iktisadi politikaların hala günümüz bankacılığını etkilemeye devam ettiğinin bir göstergesidir. SUMMARY By coming of the year 1923, in which the Turkish Republic was found, the governments of that period, who tried to change the underdeveloped structure of the Turkish Economy inherited from the Ottomans, initiated in many ways to develop national banking by the conscious of the importance as to banking sector in speeding up economic development. In 1923 at the İzmir Economic Conference, held by the common participation of the representatives of government, agriculture, trade and industry, all participators disclosed commonly the need to set up national banking for economic development. The participating tradesmen at the Congress offered a main trade bank to be set up and thus Türkiye İş Bankası was found as a private bank in 1924. Also there was an offer, which was among the proposals released by the representatives of industry, as to the setting up an industry bank. Then, Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası was found in the year 1925. The bank is the first development bank founded in Turkey. Even the participating representatives of agriculture at the Congress wanted the enchantment of Ziraat Bankası in order to give more and proper credits to the sector of agriculture. After that, its capital was increased in 1924 and it was authorized for carrying out all kind of banking activities altogether with its initial authority for giving agricultural credits and its legal statue was also converted into an anonym company. Emlak ve Eytam Bankası was founded in 1927 in order to give housing credit. Its company name was changed as Emlak ve Kredi Bankası in 1946. During the period between 1923-1929, many local national banks of one branch were founded in order to meet the need for the credit demand of the regional tradesmen The establishment of the Turkish Central Bank has been one of the most important steps in banking in the Republic era. Although the studies for founding of a central bank were started in the first half of the 1920s, the problems arisen from the balance of payments' deficit and some fiscal bottlenecks had blocked at that time the creation of gold and foreign currency assets, which was required for the establishment of a central bank, through the domestic sources. The foundation of the bank was not possible until the year 1930 because the external conditions in that period had also restricted the external financial sources. Turkish economy was still dominated by mainly agricultural sector until 1929. The industrialization strategy of supporting the private sector, followed by the governments, during 1920s had not succeed because of the insufficiency in domestic capital formation. That case caused to an argument that the state should play more active role in industrial investments in order to realize economic development. Just in meantime, the start of The Great Depression in 1930 resulted in external trade deficit in Turkey and the decrease in agricultural prices caused to serious downs in the Turkish farmers' incomes. As result, the searching of new methods toward industrialization was started and speeded up by the governments. At the beginning of the 1930s, as a result of these internal and external effects, the industrialization strategy of investing in industry through public economic entities was adopted by the governments instead of the industrialization strategy of supporting the private sector during 1920s. At the base of the new industrialization strategy, which was called as "economic etatism", there was an argument that the state owns wider sources than private sector in realizing investments requiring advanced technical knowledge and high capital as a result of the conditions during that period in Turkey. In forming of that strategy, some experiences in the USSR and Germany were used as an example to some extent. The investment plans as to industrial institutions, which were decided to set up by the state, were taken place in the First and the Second Industrial Plans. The strategy of economic etatism has importantly affected Turkish banking system. In that period, Sümerbank (1933), Belediyeler Bankası (1933), Etibank (1935), Denizbank (1937) and Halk Bankası (1938) were founded by the state as the banks with the specific targets in order to establish and manage the state-owned enterprises envisaged in the Industrial Plans and to meet their financial needs sufficiently. The realization of the investments, which were regarded as necessary for the industrialization of the country and could not be realized by the private sector because of its relatively low income capacity, was possible only by using the public budget sources and applying to some source of compulsory private savings by the state. As result of the World Economic Crisis in 1930, the decrease in agricultural income and the slowdown in trade activities caused to the closedown of many local national banks of one branch in the beginning of the 1930s. In the light of these general assessments, the result of our researches made in this study has been that there has been a significant correlation between economic policies and market shares of the banking groups in Turkish banking system. As of total assets, the foreign banks during the period between 1923 and 1929 were the biggest group in Turkish banking system. However, they lost their superiority during the period between 1930 and 1938 because of the important change in economic policy and went backward to the second rank after the public banks. The private banks operating in nation-wide get the third place in the sector. The main reason behind biggest market share of the public banks during the period between 1930 and 1938 was the policy of the economic etatism implemented by the governments. The leaders responsible for public administration believed that development and industrialization could be achieved only by the domination of public capital in monetary and fiscal markets. The open area left behind by the foreign banks financing foreign trade sector, which was dominated by the foreigners who exported raw materials and imported consumer goods, was filled mostly by the public banks and to some extent the national private banks. As consequently, the public banks and the national private banks were the banking groups increasing their market shares contrary to the foreign banks during the period between 1930 and 1938. The market share of local banks owning one branch in total assets did not changed during the two sub-periods. Also the share of the development and investment banks was near to zero during the periods because of the insufficiency in long term national savings required for long term investments. Anyway, only Türkiye Sanayi ve Maadin Bankası operating between 1925 and 1932 took place in this banking group. The results above mentioned are also the same and valid for the balance sheet figures such as banking deposit, credit, paid up capital. It is possible that we can review the period from 1938 until now by dividing into mainly different five sub-periods in terms of economic policies implemented by the governments and the changes in banking sector such as Economic Etatism period (1940-1951), Developing Private Banks period (1951-1963), Planned Economy period (1963-1980), Economic Liberalization (1980-1994), From Crisis Up to Now (1994-2004). These are the findings as to the change during the period between 1926 and 2004 in the market share of banking groups in total banking assets: the market share of the public banks between 1926 and 1963 increased constantly but decreased afterwards. The share of the private bank increased constantly between 1926 and 2004. The market share of the foreign banks decreased constantly between 1926-1980 and then stayed same. The share of the development and investment banks increased between 1951-1980 and decreased afterwards. Local banks leaved the market after the period between 1951-1963. As consequently, the state domination, starting since 1930s, in banking sector has ended and national private banks have been leader in the market as a result of the liberal economic policies implemented after 1980s in Turkey. However, the total market share of the public banks are still higher than the developed Western countries. But, it is lower than the developing countries such as Mexico, Brazil, Pakistan, India, Egypt. In sum, the state can control directly an important share of 1/3 in the market in Turkey. The case shows that the economic policies implemented during the period between 1930 and 1938 still affect the present banking system in Turkey

    Performance Analysis of Deposit Banks in Turkey by Using VIKOR Method

    No full text
    Amaç – Bu araştırma, Türkiye’de faaliyet gösteren kamu, özel ve yabancı mevduat bankalarının finansal performanslarını değerlendirmek ve birbirleriyle karşılaştırmak amacı ile gerçekleştirilmiştir. Yöntem – Araştırma çok kriterli karar verme tekniklerinden biri olan VİKOR yöntemi ile yapılmıştır. Araştırmada sermaye yeterliliği, likidite, karlılık ve aktif kalitesi ile ilgili olan ve bankaların bilanço ve gelir tablosundaki verilerden üretilen 14 farklı finansal oran değerlendirilmiştir. Araştırmada 2016-2018 yıllarında faaliyet gösteren 25 adet kamu, özel yerli ve yabancı mevduat bankası analiz edilmiştir. Bulgular – Yapılan analiz sonucunda, bu üç yılın ortalamasına bakıldığında, en iyi performans sergileyerek birinci olan banka Deutsche Bank, ikinci en iyi banka Akbank ve üçüncü en iyi banka ise İş Bankası olmuştur. Tartışma – Performans sıralamada başarılı olan bankaların özellikle sermaye yeterliliği, likidite ve karlılık oranlarında diğer bankalara görece üstünlüğe sahip oldukları, başarılı olmayan bankaların ise banka verimliliğinin en önemli göstergelerinden biri olan aktif kalitesine ilişkin oranlarda diğer bankalardan geride kaldıkları görülmektedir.Purpose – This study has been conducted to evaluate and compare the financial performance of the public, private and foreign deposit banks operating in Turkey. Design/methodology/approach – As one of the multi criteria decision making methods, VIKOR method has been used in this study. Derived from balance sheet and income statement of banks, 14 different financial ratios relating to capital adequacy, liquidity, profitability and asset quality have been evaluated in this study. Findings – In the study, a total of 25 public, private domestic and foreign deposit banks operating in Turkey between 2016-2018 have been analized. In the light of calculation of the average of these tree years concerning to financial performance of these deposit banks operating in Turkey, Deutsche Bank has been found to be the best that attained the first place in ranking. Following Deutsche Bank, Akbank has been in the second place. Then İş Bankası came in the third place in ranking. Discussion – It is observed that banks that are successful in performance ranking have relatively superiority to other banks, especially in capital adequacy, liquidity and profitability ratios, and that banks that are not successful are behind other banks in rates related to their active quality, which is one of the most important indicators of bank efficiency

    BANK CREDIT, EXPORT, ECONOMIC GROWTH NEXUS: CASE OF TURKISH ECONOMY

    No full text
    Bazı iktisatçılara göre kredi hacminin büyümesine dayalı finansal gelişme ve ekonomik büyüme arasında var olduğu varsayılan nedensellik ilişkisi çift yönlüdür. Bir taraftan ekonomik büyüme finansal piyasaların gelişimine yol açarken, diğer taraftan gelişen finansal piyasalar da ekonomik büyümeye yol açmaktadır. Bu görüşe göre ekonomik büyüme ve finansal gelişme arasındaki ilişkide hem arz ve hem de talep yönlü faktörler etkindir. Çalışmanın amacı, Türkiye’deki ekonomik büyüme ile banka kredisi büyümesi ve ihracat büyümesi arasındaki ilişkilerin nedenselliğini açıklayabilmektir. Yapılan Johansen eşbütünleşme analizine göre ekonomik büyüme ile kredi ve ihracat büyümeleri arasında uzun dönemli bir ilişki saptanmıştır. Toda-Yamamoto nedensellik testinin uygulandığı çalışma sonucunda, ekonomik büyümeden ihracat büyümesine doğru bir nedensellik belirlenmiştir. Ayrıca ihracat büyümesinden ekonomik büyümeye doğru ve kredi hacmi büyümesine doğru nedensellik olduğu da görülmüştür. Varyans ayrıştırması analiz sonuçlarına göre kredi hacmi büyümesinin ilk dönemde yüzde 48.7’si kendisi tarafından, yüzde 43.4’ü ekonomik büyüme tarafından ve yüzde 7’si de ihracat tarafından açıklandığı görülmüştür. Ekonomik büyümedeki değişimin tamamı ise ilk dönemde ekonomik büyümenin kendisi tarafından açıklanmaktadır. Kredi hacmindeki değişimlerin modeldeki tüm değişkenler tarafından etkilendiği görülmektedir. Ancak aynı durum ihracat ve ekonomik büyüme için geçerli görünmemektedir.According to some economists, the presumed causality relationship between financial development and economic growth based on the growth of credit volume is twofold. On the one hand, economic growth leads to the development of financial markets, while on the other hand, emerging financial markets lead to economic growth. According to this view, both supply and demand factors are effective in the relationship between economic growth and financial development. The aim of the study is to explain the causality of the relations between economic growth, bank loan growth and export growth in Turkey. According to the Johansen integration analysis, a long term relationship was seen among economic growth, credit growth and export growth. As a result of the study in which the Toda?Yamamoto causality test was applied, a causality was found from economic growth to export growth. In addition, it was seen that there was causality from export growth to economic growth and from export growth to credit growth. According to the results of the variance separation analysis, credit growth was explained by 48.7 percent by itself, 43.4 percent by economic growth and 7 percent by export growth. The entire change in economic growth was explained by the economic growth itself in the first period. It was observed that credit growth is influenced by all variables in the model. However, the same result does not seem to apply to export and economic growth

    Comparing Performances Of The Portfolios Created According To The Net Working Capital Approach: Example Of Istanbul Stock Exchange

    No full text
    Graham’ın Net İşletme Sermayesi (NİS) yaklaşımı kullanılarak oluşturulan portföylerin, BIST 100 endeksinden daha fazla getiri sunup sunmadığını test etmek çalışmanın temel amacıdır. Bu doğrultuda, 2000 ile 2020 yılları arasında Borsa İstanbul’da NİS yaklaşımı ile oluşturulan portföylerin performansları, “back-testler” yapılarak ölçülmüş ve portföy performans ölçüm teknikleri kullanılarak karşılaştırılmıştır. Çalışma sonucunda NİS’nin piyasa değerine oranı 1’den büyük olan paylardan oluşan portföyler, BIST 100 endeksine göre aylık ortalama %2.19 ek getiri sağlarken; Sharp oranına göre ise diğer portföy gruplarından daha iyi bir risk-getiri bileşimi sunmuştur. Diğer bir önemli sonuç da NİS yaklaşımı ile seçilen portföylerin piyasa üzerinde getiri sağlama nedeninin, firma küçüklüğünden bağımsız olabileceğidir.Testing whether portfolios created by using Graham’s Net Working Capital (NWC) approach offer greater returns than the BIST 100 index is the main purpose of this study. Accordingly, between 2000 and 2020, the performance of the portfolios created by the NWC approach in BIST was measured by “back-tests” and compared using portfolio performance measurement techniques. As a result of the study, while portfolios of shares with the ratio of a market value to NWC being greater than 1 provide an average monthly additional return of 2.19% compared to the BIST 100 index, according to sharp ratio, they also offered a better combination of risk-return than other portfolio groups. Another important result is that the reason for the portfolios selected with the NWC approach to deliver excess returns over the market may be independent of the company size

    Türkiye için dış ticaret belirleyenleri: ARDL sınır testi yaklaşımı

    No full text
    Taşseven, Özlem (Dogus Author) -- Saracel, Nüket (Dogus Author) -- Yılmaz, Naci (Dogus Author)This paper analyses the determinants of trade balance such as gross domestic product of Turkey, gross domestic product of foreign countries (EU), real exchange rates and oil prices by using quarterly data for the period 1998 and 2018. The model used is ARDL (the autoregressive distributed lag) bound testing approach of cointegration. The outcome of our research is that there is a cointegration relationship between trade balance and its determinants. In the long run absorption approach is validated for Turkey. It is found that the appreciation of real exchange rate and an increase in oil prices reduces the trade deficit in a significant way. In the long run it is found that a 1% increase in gross domestic product of Turkey leads to 4.97 % improvement in trade balance, whereas 1% increase in the gross domestic product of European countries increases trade balance by 0.41 %. It is seen that a 1% appreciation of real exchange rate leads to nearly 0.31 % increase on trade balance. It is seen that a 1% decrease in oil prices leads to 0.65 % increase on trade balance.Bu çalışma Türkiye’de 1998–2018 dönemine ilişkin üç aylık veriler kullanılarak ticaret dengesinin belirleyicileri olan Türkiye’nin gayri safi yurtiçi hasılası, AB ülkelerinin gayri safi Yur içi hasılası, reel döviz kuru ve petrol fiyatlarını analiz etmektedir. Kullanılan model eşbütünleşme yönteminin ARDL (ardışık bağlanım) yaklaşımına dayanılarak tahmin edilmiştir. Araştırma sonucunda ticaret dengesi ile belirleyicileri arasında eş bütünleşik bir ilişki olduğu bulunmuştur. Türkiye için uzun dönemde absorbe yaklaşımının geçerli olduğu saptanmıştır. Reel kurun artmasının ve petrol fiyatlarındaki artışın ticaret açığını istatistiksel olarak anlamlı şekilde azalttığı görülmüştür. Uzun dönemde Türkiye’nin reel yurtiçi gelirinde yüzde 1’lik bir artışın ticaret dengesinde yaklaşık yüzde 4.97’lük iyileşmeye, yurtdışı gelirdeki yüzde 1’lik bir artışın ise yüzde 0.41’lik bir iyileşmeye neden olduğu görülmüştür. Reel kurdaki yüzde 1’lik artma yani Türk lirasının değer kaybı, ticaret açığında yüzde 0.31’lik artışa sebep olmuştur. Petrol fiyatlarındaki yüzde 1’lik azalma ise ticaret dengesinde yüzde 0.65’lik bir artışa sebep olduğu görülmüştür
    corecore