5 research outputs found

    Use of T-wave duration and Tpeak-Tend interval as new prognostic markers for patients treated with cardiac resynchronization therapy

    Get PDF
    Background: The use of electrocardiography (ECG) is a practical method to evaluate the response to cardiac resynchronization therapy (CRT) implantation, as it is easily performed and saves time.Aim: This study aimed to assess the predictive value of the T-wave duration and Tpeak-Tend (Tp-e) interval following the CRT implantation administered to heart failure patients.Methods: Sixty-seven patients with left ventricular ejection fraction ≤35, New York Heart Association (NYHA) class II–III, ambulatory class IV, normal sinus rhythm, who have complete left bundle branch block on ECG and treated with CRT were included in this study. Patients who have manifested a ≥10% improvement in ejection fraction following CRT implantation, were categorized as “responders”, and the remaining patients were categorized as “non-responders”. ECGs and echocardiograms were evaluated both six months before and after CRT implantation.Results: The post-CRT QRS duration (P = 0.01), cQT interval (P = 0.005), T-wave (P <0.001), and Tp-e interval (P <0.001) were found to be significantly reduced in the responder group compared to the non-responder group. The receiver operating characteristics curve analyses revealed that the predictive optimal cut-off of the T-wave was <182 ms (P <0.001), and that of the Tp-e interval was <92 ms (P <0.001).Conclusions: T-wave and Tp-e interval may be independent predictors of a favorable CRT response in heart failure patients

    Comparison of the echocardiographic and electrocardiographic parameters of long term left ventricular systolic functions in patients who have VDD and DDD pacemaker implantation

    No full text
    İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim DalıAmaç: VDD pacemaker sistemi, atriyoventriküler blok varlığında atriyal sensing yapıp ventrikülü uyararak atriyoventriküler senkron çalışmayı sağlayan, tek lead ve bataryadan ibaret pacemaker sistemidir. DDD pacemaker sistemi ise AV bloklu hastalardaki bu görevi çift elektrod yardımıyla yapmaktadır. Lead teknolojisinde (daha ince leadler, istenen yere fiksasyon, atriyuma direkt temas eden ikinci lead) ve batarya yazılımlarında gelişmelerle birlikte, uzun dönemde atriyal pacing ihtiyacının doğabileceği düşüncesiyle günümüzde DDD pacemaker sistemleri daha çok tercih edilmektedir. Çalışmamızda daha önce VDD pacemaker implante edilen hastaların kayıtlarından hastaların sol ventrikül fonksiyonlarının zamanla değişimini ve klinik seyrini değerlendirerek, DDD pacemaker takılan hastalarla karşılaştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 1985-2014 yılları arasında İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim dalı poliklinik ya da acil servislerine başvuran ve çeşitli nedenlerle pacemaker implantasyonu yapılmış 2025 hastadan VDD ve DDD mod pacemaker uygulanan 1238 hasta alındı. Bu hastaların pacemaker öncesi ve uzun süreli takiplerindeki sol ventrikül sistolik fonksiyonları, komplikasyonları, takip süreleri, pacemaker implantasyon öncesi ve sonrası ritimleri, pacemaker bağımlılıkları, pacemaker ile ilgili olabilecek potansiyel sorun ve ek girişimler, kapak sorunları, koroner arter hastalığı ve revaskülarizasyon uygulanıp uygulanmadığı gibi demografik ve klinik gidişle ilgili faktörler değerlendirildi. Bulgular: VDD ve DDD pacemaker implante edilen hastalar arasında yaş, hipertansiyon, diabetes mellitus, kalp yetersizliği ve koroner arter hastalığı açısından her ki grup arasında anlamlı farklılık yoktu (p>0.05). Ekokardiyorafik veriler karşılşatırıldığında, bazal EF, end-diastolik çap, end-sistolik çap ve ortalama sistolik pulmoner arter basıncı her iki grupta benzerdi. VDD hastalarında LA çapları DDD hastalarına göre biraz daha küçüktü (p=0.05). Hafif – orta ve ciddi olarak sınıflanan mitral yetersizliği oranları arasında her iki grup arasında istatistiksel olarak fark varken, aort yetersizliği oranları her iki grupta benzerdi. VDD hastalarında, pacemaker takılmadan önceki değerlerle karşılaştırıldığında son kontrolde ölçülen ejeksiyon fraksiyonunda anlamlı azalma (p<0.001), LV end sistolik çapı (p<0.001), LA boyutu (p<0.0001) ve sistolik PAB değerlerinde (p<0.008) anlamlı artış saptandı. Kontrol ve bazalde ölçülen LV end diastolik çapında ise anlamlı farklılık yoktu. Yine DDD hastalarında da, takip süresince ejeksiyon fraksiyonunda anlamlı azalma, LV end diastolik çap, LV end sistolik çapı, LA boyutu ve sistolik PAB değerlerinde anlamlı artış olduğu görüldü (p<0.0001). Sadece AV tam blok nedeniyle PM implantasyonu yapılan hastalar alınarak yapılan istatistiklerde yine her PM grubunda kontrollerindeki EF’lerde anlamlı azalma tespit edildi (p<0.0001). DDD pacemaker implante edilmiş olan hastalar RVA ve RVNA lokalizasyonlu ventriküler pacing gruplarına ayrılarak karşılaştırıldığında, RVA grubunda olanların ejeksiyon fraksiyonu RVNA grubuna göre daha yüksekti (p<0.05), RVA grubunda pacemaker takılmadan önceki değerlerle karşılaştırıldığında son kontrolde ölçülen ejeksiyon fraksiyonunda anlamlı azalma (p<0.001), RVNA grubunda, pacemaker takılmadan önceki değerlerle karşılaştırıldığında son kontrolde ölçülen ejeksiyon fraksiyonunda anlamlı azalma (p=0.022) mevcuttu. Takip sürelerinin sonunda ulaşılabilen hastaların son kontroldeki ritmleri değerlendirildiğinde, en fazla sinüs ritminin görüldüğü grup, VDD pacemaker takılan hastalardı. Hastalarımızın uzun süreli takiplerindeki, tamponad, enfeksiyon ve pnömotoraks gibi komplikasyonlara bakıldığında her iki grup arasında fark yoktu (p>0.05). VDD PM implante edilen 7 hastaya (%1.5) takiplerinde DDD PM upgrade yapıldı. Pacemaker implantasyonu sonrası ekokardiyografi ile ölçülen EF’nin % 40 ve % 45’in altı olması ile değerlendirilen sol ventrikül sistolik disfonksiyonu oranları açısından VDD ve DDD pacemaker hastaları açısından anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Hem VDD hem de DDD pacemaker takılan tüm hasta gruplarında zamanla sol ventrikül EF’de azalma ve LV çaplarında artış olmaktadır. Komplikasyon ve klinik seyir açısından VDD ve DDD modlar arasında farklılık görülmemiştir. Ancak tüm hasta grubuna bakıldığında DDD mod seçiminin avantajı olmadığı gibi, AF açısından ve batarya ömrünün kısa olması gibi dezavantajlar taşıdığı görülmektedir. AV blok olan hastalarda VDD veya DDD mod seçiminde en önemli kriter olan sinüs düğümü fonksiyonuna ek olarak hasta bazında bireysel değerlendirme yapılmalıdır.Purpose: VDD pacemaker system is composed of a battery and a lead, that stimulate the ventricle by sensing the atrium, providing synchronized activity between them in case of atrioventricular block. DDD pacemaker system, on the other hand, does this job by two leads in the AV block patients. DDD pacing has become a more preferred modality nowadays, because of the concerns about a possible need for atrial pacing in long term and developments in battery softwares and lead technology. In our study, we aimed to compare the clinical follow ups of patients who previously had a VDD pacemaker implanted to themselves with DDD patients by the clinical information and changes in left ventricular function that we obtain from previous clinical records. Methods: Our study included 1238 VDD or DDD mode patients out of a total number of 2025 pacemaker patients, who came to emergency room or polyclinics of İstanbul Bilim University Department of Cardiology, with a diverse set of clinical situations and had their pacemaker implanted between 1985-2014. Demographic variables and data such as left ventricular systolic functions before and after pacemaker implantation, complications, pacemaker dependencies, follow up times, rhythms before and after pacemaker implantation, potential problems that may be related to pacemakers and additional interventions, valvular pathologies, coronary artery disease, whether a revascularization was performed and data about the clinical follow up were evaluated. Results: There was no significant differences between the groups concerning age, hypertension, diabetes mellitus, heart failure and coronary artery disease (p>0,05). When echocardiographic data was compared, basal EF, end diastolic diameter, end systolic diameter and mean pulmonary artery pressure was similar in the two groups. The left atrial diameter was smaller in VDD patients compared to DDD patients (p=0,05). When mitral regurgitation was classified as mild to moderate and severe, there was a significant difference between the groups, while aortic insufficiency rates were similar. There was a significant decrease of ejection fraction (p<0,001) and increase of LV end systolic diameter (p<0,001), LA size (p<0,001) and systolic PAP (p<0,008) in VDD group. LV end diastolic diameter on the other hand, showed no significant difference when base and control measurements were investigated. Similarly in the DDD group there was a significant decrease in LV EF and increase in LV end diastolic diameter, LA size and systolic PAP levels. (p<0,0001). When statistics were repeated including only the patients whose reason for pacemaker implantation was complete AV block, again a significant decrease in LV EF levels in both pacemaker groups (p>0,0001). When DDD group was divided into two groups according to whether the lead was implanted to RVA and RVNA, RVA group had a significantly higher EF (p0,05). DDD PM upgrades were performed to 7 patients (%1,5) who previously had a VDD PM implanted. In the comparison of the two groups when EF of 40% and 45% were taken as a cut off level for systolic dysfunction, there was no significant difference. Conclusion: Both VDD and DDD pacemaker patients have LV EF decreases and LV diameter increases on the long term. Clinical surveys and complication frecuencies were not different in the two groups. However, it is observed that when all the patient group was taken into account, DDD mode has shown no advantages over VDD and also shown disadvantages as low battery life or when in the case of atrial fibrillation. In addition to the evaluation of sinus node function, which is the most important criterion for AV block patient in the determination of VDD or DDD, individualized evaluation should be done at patient level

    Association between Newly Diagnosed Essential Hypertension, Smoking, Assymetric Dimethylarginine and ischemia-Modified Albumin

    No full text
    Amaç: Çalışmanın amacı yeni tespit hipertansiyon (HT) olan sigara öykülü hastalarda oksidatif stres ile vücutta düzeyi artan asimetrik dimetil arginin (ADMA), iskemik modifiye albumin (IMA) düzeyleri arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Yöntemler: Çalışma polikliniğe başvuran ardışık toplam 95 hastadan oluşmaktaydı. Hastalar sağlıklı ve sigara kullanmayan (grup 1), yeni tespit HT'ye eşlik eden sol ventrikül hipertrofisi (LVH) olan ve sigara kullanmayan (grup 2), sigara kullanan yeni tespit HT' ye eşlik eden LVH'sı olan (grup 3) olmak üzere 3'e ayrıldı. Hastaların 49'u kadın (%51), 46'sı erkekti (%49). Çalışmadan dışlanma kriterleri; böbrek-kalp-karaciğer yetersizliği, koroner arter hastalığı, kalp kapak hastalığı, maligniteydi. Çalışma yerel etik kurul tarafından onaylandı. Çalışmaya alınan hastalardan 8 saat açlık sonrası kan örnekleri alınarak otoanalizörlerde biyokimyasal parametreler, C reaktif protein (CRP), ADMA, IMA çalışıldı. Hastaların ekokardiyografi cihazı ile kardiyak ölçümleri kaydedildi. Bulgular: Grup 1'de 25, grup 2'de 35 ve grup 3'te 35 hasta vardı. Hastaların 49'u kadın, 46'sı erkek; 70 hasta hipertansif, 6'sı diyabetikti. Grup 1 ile 2 karşılaştırıldığında; grup 2'de ADMA anlamlı olarak yüksekti. Retikülosit dağılım aralığı (RDW) ve nötrofil lenfosit oranı (N/L) oranları açı- sından da anlamlı fark oluştu. Her iki parametrede artış görüldü. Grup 2 ile 3 arasında ADMA, arginin, albumin ve beyaz küre sayısı açısından anlamı farklılık saptadık. Grup 3'te ADMA, beyaz küre sayısı ve albumin düzeyi artarken; arginin azalmaktadır. Sonuç: ADMA düzeyi, sigara kullanımı ile hipertansiyon arasında ilişki saptandı. Hipertansif ve sigara öyküsü olanlarda normale göre ADMA'da artışı görüldü. Hipertansiyon, sigara ADMA düzeyinde artışa sebep olarak nitrik oksit (NO) düzeyini düşürmektedir.Objective: This study aimed to investigate the relationship between increasing levels of assymetric dimethylarginine (ADMA)and ischemia- modified albumin (IMA) in people with early diagnosis of hypertension (HT) and smoking history. Methods: The study included 95 outpatients who visited our hospital. Patients were classified into three groups: group 1, healthy and non- smokers (n=25); group 2, no smoker patients with newly diagnosed essential HT with LVH (left ventricle hypertrophia) (n=35); group 3, smoking patients with a LVH accompanying newly diagnosed essential HT (n=35). 51% of patients are females; 49% of them are males.The trial was approved by the local ethics committee. Blood samples were analyzed, which were taken after 8 h of fasting. Biochemical param- eters such as, C reactive protein (CRP), ADMA, IMA values were recorded. Using echocardiography, cardiac values were recorded. Results: In this study, the first group consisted of 25 patients and sec- ond and third group of 35 patients. There were 49 females and 46 males; 70 patients were hypertensive and 6 diabetic. Comparing groups 1 and 2, a significant increase in ADMA was found in group 2. A signifi- cant difference was available regarding red cell distribution widht(RDW) and neutrophil lymphocyte ratio (N/L) ratio. Both parameters have in- creased. Significant differences were found between groups 2 and 3 in terms of ADMA, arginine, albumin, and WBC. While ADMA, white blood cell(WBC), and albumin increased and arginine decreases in group 3. Conclusion: There is an association between ADMA level, smoking, and HT. Patients with HT and smoking history showed increased ADMA level compared with normal. Hypertension and smoking are the causes of increased ADMA, but decreased NO level

    Professional, scientific, and social life of cardiology specialists

    No full text
    corecore