15 research outputs found
Intraoral premalign ve malign lezyonlu hastaların doku örneklerindeki candida türlerinin DNA analiziyle belirlenmesi ve sağlıklı doku ile karşılaştırılması
Amaç: Bu retrospektif çalışmada premalign ve malign lezyonlu ile sağlıklı
bireylere ait doku örneklerindeki Candida albicans, Candida kruseii,
Candida parapsilosis, Candida tropicalis ve Candida
glabrata türlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya oral premalign veya malign lezyon şüphesi nedeniyle biyopsi
uygulanmış doku örnekleri dahil edildi. Örnekler histolojik özelliklerine göre
sağlıklı (n=20), displazi (n=20), karsinoma in-situ (n=20) ve skuamoz hücreli
karsinom (SHK) (n=20) olmak üzere 4 gruba ayrıldı. DNA izolasyonunun
ardından Candida türlerine ait DNA örneklerinin miktar ve
saflık kontrolleri gerçekleştirildi. Kantitatif ölçümler için Real-Time PCR
(LightCycler 96, Almanya) kullanıldı ve standart eğriler hesaplandı. Veriler
Mann-Whitney ve Wilcoxon Signed Ranks testleri ile değerlendirildi (P<0.05).Bulgular: Sağlıklı ve displazik örneklerin yer aldığı gruplarda C.
parapsilosis (104DNA/50 mg) en sık görülen Candida türüydü.
Karsinoma in-situ grubunda C. tropicalis ve C.
kruseii (103DNA/50 mg), SHK grubunda ise C.
kruseii (104DNA/50 mg) seviyelerinin daha yüksek olduğu
belirlendi. Örneklerin hiçbirinde C. albicans varlığı
gösterilemedi. Gruplar arasında farklı Candida türlerinin
sayısına göre anlamlı bir fark gözlenmedi (P>0.05). Farklı Candida türlerinin
gruplar içerisindeki seviyeleri incelendiğinde; sağlıklı örneklerde C.
glabrata (103DNA/50 mg), displazi grubunda C.
parapsilosis (104DNA/50 mg), karsinoma in-situ
grubunda C. tropicalis-C. kruseii (103DNA/50
mg), SHK grubunda ise C. kruseii’nin (103DNA/50 mg) en
fazla sayıda gözlenen Candida türü olduğu belirlendi. Candida türlerinin
gruplar içerisindeki dağılımı anlamlı değildi (P>0.05).Sonuç: Sağlıklı, displazik, karsinoma in situ ve skuamöz hücreli karsinoma doku
örneklerinde Real-Time PCR yöntemiyle yapılan kantitatif değerlendirmede Candida türlerinin
tüm gruplarda benzer oranda mevcut oldukları belirlendi.ANAHTAR
KELİMELER
Oral Candida, C. albicans,
ağız kanseri, Real-Time PCR, moleküler analiz  
Steatozik ve steatohepatitik hepatosellüler karsinom olgularının klinikopatolojik özellikleri
Giriş SH-HSK, ilk olarak 2010 yılında Salomao ve arkadaşları tarafından tariflenen HSK'nin yeni tanımlanan varyantıdır. Tanımlayıcı bu ve benzeri çalışmalarda, SH-HSK'nin steatohepatit ve metabolik sendrom ile ilişkili olduğu vurgulanmaktadır. Çalışmamızda, tümörde izlenen steatozik ya da steatohepatitik özelliklerin, klinik ve histopatolojik parametrelerle olan ilişkisi ve de yeni tanımlanmış olan SH-HSK kavramı irdelendi. Materyal ve Metod Anabilim Dalımızda 2000-2013 yılları arasında karaciğer eksplant ve rezeksiyon materyallerinde sirotik ve sirotik olmayan zeminde gelişen, HSK tanısı almış 151 olgu tekrar gözden geçirildi. Histopatolojik verilerin, hasta dosyalarından elde edilen demografik, laboratuar ve klinik veriler ile olan ilişkisi değerlendirildi. Bulgular HSK tanısı alan 151 hastadan 13'ünde (%9) bulgular SH-HSK ile uyumluydu. SH-HSK grubunda ortalama yaş 56,69 olup, olguların 4'ü (%30,8) kadın, 9'u (%69,1) erkek idi. SH-HSK'li olgularda metabolik sendrom açısından önemli kriterlerden olan diyabet öyküsü, hiperlipidemi varlığı, dislipidemi varlığı, VKİ yüksekliği diğer tümör tiplerine göre daha sık görülmekteydi. Ancak bulgularımızda, metabolik sendrom komponentleri ile tümör grupları arasındaki ilişki mevcut çalışmalardan farklı olarak istatistiki olarak anlamlı değildi (p >0,05). Çalışmamızdaki hastaların 16'sında (%10,6) etiyolojide aşırı alkol kullanımı olduğu görüldü. Aşırı alkol kullanımı etiyolojisi en sık %27 ile "%50'den az SH-HSK" 'li olgularda izlenirken, bu oran Klasik HSK'de %8,7, SH-HSK'de %7,7'dir. Etiyolojide alkol aşırı kullanımı ile tümör tipleri arasındaki ilişki istatistiki olarak anlamlıydı (p=0,037). Çevre parankimde en sık steatoz ve steatohepatit izlenen tümör tipi SH-HSK idi. Çevre parankimde steatohepatit varlığı SH-HSK'li olguların %15,4'ü Klasik HSK olguların ise %3,9'ünde izlendi. Çevre parankimde steatoz ve steatohepatit varlığı ile tümör tipleri arasındaki ilişki anlamlı değildi. (p değeri sırasıyla 0,067 ve 0,359) Sonuç Elde edilen sonuçlar SH-HSK'nin sadece metabolik sendrom ve ADSH ile ilişkili olmadığını düşündürmektedir. HSK'de ortaya çıkan bu steatozik ve veya steatohepatitik morfoloji altta yatan hastalıktan ziyade ekspresyonu artan genlerle ilişkili olması olasıdır. Çalışma ülkemizde SH-HSK ile ilgili yapılan ilk ve tek geniş çaplı çalışma olması, SH-HSK olgularının sıklığını ve etiyolojisini araştırması yönüyle literatüre önemli veriler sunmaktadır
Nanoscale charging hysteresis measurement by multifrequency electrostatic force spectroscopy
We report a scanning probe technique that can be used to measure charging of localized states on conducting or partially insulating substrates at room temperature under ambient conditions. Electrostatic interactions in the presence of a charged particle between the tip and the sample is monitored by the second order flexural mode, while the fundamental mode is used for stabilizing the tip-sample separation. Cycling the bias voltage between two limits, it is possible to observe hysteresis of the second order mode amplitude due to charging. Results are presented on silicon nitride films containing silicon nanocrystals. (c) 2008 American Institute of Physics
Brush Biopsy Sample Quality: Preliminary Investigation of a Metal Brush Prototype
WOS: 000466852000001Objective: To qualitatively investigate whether a prototype brush composed of metal bristles collects oral epithelial cells effectively for cytological evaluation of oral mucosal lesions. Material and Methods: Twenty patients with suspicious oral mucosal lesions were enrolled. Patients were asked to gargle with saline and to deposit the oral rinse into specimen cup. Then, oral mucosal cell samples were collected using a metal oral brush, via sweeping motion. Punch biopsy was performed for histological examination. All samples were evaluated with liquid based cytology (LBC) according to the cellularity, the depth of the epithelial layer, cellular integrity by an oral pathologist. Results: Oral rinse provided samples with 100% cellular integrity and cellularity, mostly from the intermediary layers. With metal brush, both inadequate cellularity and cellular integrity was observed in 25% of the cases. Cellular integrity was adequate in 65%, cellularity was adequate in 45% of the lesions. Samples were dominantly from the intermediary layers, but in one case, metal brush collected cells from the parabasal layer. Conclusion: The narrow spiral pitch and width of metal bristles may have resisted to release the cellular samples collected. With adjustment of the spiral pitch and diameter of metal brush bristles, its efficacy could be enhanced
How Does It Feel to Be a Pathologist in Turkey? Results of a Survey on Job Satisfaction and Perception of Pathology
WOS:000603659000006PubMed: 33372264Objective: Job satisfaction affects productivity and professional performance in many aspects; however, there is limited data regarding pathologists' job satisfaction. Hence, in this study, we aimed to evaluate surgical pathologists' job satisfaction in Turkey. Materials and Methods: We conducted a 59-item web-based survey questioning respondents' institutional background, history of training, continuing education status/research activities, physical conditions, professional well-being, and job satisfaction level. Likert-type and open/close ended questions were asked and scored. The participants were also asked to complete the Minnesota Satisfaction Questionnaire-Short Form. Results: of the 321 respondents, 75% were female, the median age was 41 years (range 28-71 years), experience as a pathologist ranged between 0.12 and 44 years (mean 11.4 +/- 9.16 years). Academic pathologists, senior pathologists with >= 20 years of experience, and pathologists working at large institutions and living in developed cities expressed better physical conditions, higher satisfaction with working conditions and, therefore, higher overall job satisfaction (p80%) thought that patients barely know what pathologists do and other physicians rarely understand the difficulty and limitations in pathology practice. 82% were happy to have chosen pathology but 45% reported to experience the feeling of being "burnt out". Conclusions: Our findings suggest that younger pathologists are less satisfied with their jobs and a surgical pathologist's job satisfaction increases with the physical and technical quality of the pathology laboratory/institution, and years of experience. Pathologists seem to be aware of their important role in patient management although they think that pathology remains "invisible" to many physicians and patients
Are Clinical Predictors of Oral Malignancy Risk Changing? A Sample Study
Objective: Our study assesss the clinical features of oral lesions that require histological examination and patient-reported symptoms to estimate the risk of malignancy and to determine the presence of any altered features. Materials and Methods: Demographic characteristics of 70 patients and clinical features of lesions were analyzed using chi-square test, Fisher's Exact test of Independence and discriminant function analysis. Results: Margins, lymphadenopathy, patient's self-awareness of the lesion associated with mass effect, surface texture, colour, ulceration, loss of function and pain were significant parameters indicating the risk of malignancy (p<0.05). Analyses of the parameters related to the high risk of malignancy have led to a statistical model for clinical differentiation of benign lesions from malignancies with an accuracy of 91.4% (p=0.016). The statistical model demonstrated that the most important discriminative features were margins, surface texture, patient's self-awareness, lymphadenopathy, loss of function, ulceration, colour, and pain, respectively. Conclusion: In our study, age, gender, duration and localization did not anticipate the nature of the lesion. Our statistical model showed that irregular/indistinct margins and surface textures and the presence of lymphadenopathy have a higher risk of malignancy