13 research outputs found

    The efficacy of cinacalcet in the treatment of hyperparathyroidism in Turkish hemodialysis patient population

    Get PDF
    WOS: 000393291900012OBJECTIVE: Cinacalcet reduces parathyroid hormone levels by increasing the sensitivity of the parathyroid gland to calcium. in this study, we firstly aimed to evaluate the efficacy of cinacalcet in Turkish hemodialysis patients. MATERIAL and METHODS: 4483 hemodialysis patients were screened and 469 patients who had used cinacalcet were included in the study. the patients were divided into 4 groups according to drug usage durations (Group 1: 3 months, Group 2: 6 months, Group 3: 9 months and Group 4: 12 months). the patients' Parathormone, Ca, P and CaxP levels at the 3rd, 6th, 9th and 12th months were compared to the start of treatment and previous months. RESULTS: the levels of Parathormone, Ca, P and CaxP significantly decreased compared to their initial levels in all groups (from 1412 pg/ml to 1222 pg/mL for Parathormone, p< 0,001) in the 3rd month. However, this reduction was not continued in the subsequent months (Parathormone: 1381 pg/ml for the 12th month). CONCLUSION: Cinacalcet may not provide adequate benefit in control of hyperparathyroidism in Turkish hemodialysis patient population

    THE RELATIONSHIP OF CLINICAL SIGNS WITH THERAPY AND BIOCHEMICAL PARAMETERS IN PATIENTS WITH ORGANOPHOSPHATE INTOXICATION

    No full text
    Organophosphate containing insecticides, especially those widely used in the agricultural field, have harmful effects on human. In this study, our aim was to study the relation among clinical and laboratory findings and the parameters such as amount of organophosphate, serum paraoxanase (PON) and pseudocholinesterase (CHS) concentration and the phenotype of PON, in patients with pesticide intoxication. Forty two patients with organophosphate intoxication (OPI) and 45 healthy volunteers as control were included in this study. Patients were divided into groups according to the severity of their clinical conditions and treated after vital examinations and routine blood tests were done. Serum PON activity, arylesterase activity, PON phenotype determination and acetylcholinesterase activity tests were carried out for both the patient and the control groups. No statistical difference was detected in either group in terms of basal PON values and phenotypes. Acetylcholine values in the patient group were significantly lower. The atropine usage in conscious patients was significantly lower than unconscious patients. A significant difference was detected in the dose of used atropine between the clinically mild and moderate patients and the clinically mild and severe patient groups. The atropine requirement in the patient group needed endotracheal intubation was significantly higher than the patient group who did not require intubation. The average age of the recovered patients were significantly lower than those who died. The dose of organophosphate was lower in the recovered patient group when compaired to died patients. In conclusion, higher atropine requirements is associated with the clinical severity and entubation requirement in organophosphate intoxication. Advanced age is associated with higher mortality. PON phenotype has no relation with clinical condition and various biochemical parameters

    Frequency and causes of proteinuria in patients who underwent renal transplantation

    No full text
    İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nefroloji KliniğiAmaç: Bu çalışmada böbrek nakli yapılan hastalarda proteinüri sıklığı ve nedenleri araştırıldı. Hastalar ve yöntemler: Çalışmaya böbrek nakli yapılan ve Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nefroloji Kliniği’nde takip edilen 100 hasta (68 erkek, 32 kadın; ort. yaş 42.1±11.4 yıl; dağılım 17-68 yıl) dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, biyokimyasal verileri, immünsüpresif tedavileri ve biyopsi sonuçları poliklinik takip dosyalarından retrospektif olarak kaydedildi. Bulgular: 1000 mg/gün üzerindeki değerler proteinüri olarak tanımlandı ve 36 hastada proteinüri saptandı. Bu 36 hastanın 16’sına biyopsi yapıldı. Akut rejeksiyonlar proteinürinin önde gelen nedenlerindendi. Ayrıca, proteinüri düzeyi 1000 mg/gün’ün altında olan 64 hastanın 21’ine renal biyopsi uygulandı. Bu grupta nonspesifik biyopsi sonuçları en sık rastlanan bulgulardı. İmmünsüpresif ilaç kullanımı açısından 1000 mg/gün’den fazla proteinürisi olan hasta oranları benzerdi. Böbrek nakli yapılan hastalarda proteinüri sıklılığı %36 idi. Demografik veriler açısından gruplar arasında anlamlı farklılık yoktu. Sonuç: Proteinüri düzeyleri daha yüksek olan hastalarda akut rejeksiyon en yaygın biyopsi sonucuydu. Beklenenin tersine, immünsüpresif tedavinin mTOR inhibitörlerinde anlamlı proteinüri sıklığı gözlenmedi.Objectives: This study aims to investigate the frequency and causes of proteinuria in patients who underwent renal transplantation. Patients and methods: The study included 100 patients (68 males, 32 females; mean age 42.1±11.4 years; range 17 to 68 years) who underwent renal transplantation and were being followed-up in Nephrology Clinic of Tepecik Training and Research Hospital. Patients’ demographic characteristics, biochemical data, immunosuppressive treatments, and biopsy results were recorded from their polyclinic follow-up files retrospectively. Results: Values over 1000 mg/day was defined as proteinuria and proteinuria was detected in 36 patients. Of those 36 patients, 16 were performed biopsy. Acute rejections were among the leading causes of proteinuria. Furthermore, renal biopsy was performed in 21 of the 64 patients whose proteinuria levels were below 1000 mg/day. Non-specific biopsy results were the most common findings in this group. The ratios of patients with proteinuria over 1000 mg/day were similar in terms of immunosuppressive medication usage. The frequency of proteinuria was 36% in patients who underwent renal transplantation. There was no significant difference between groups in terms of demographic data. Conclusion: Acute rejection was the most common biopsy outcome in patients with higher proteinuria levels. Contrary to expectations, significant proteinuria frequency was not observed in mTOR inhibitors of immunosuppressive treatments

    AKUT BÖBREK YETMEZLİĞİNDE İSKEMİK MODİFİYE ALBÜMİN DÜZEYİ İLE KLİNİK ARASINDAKİ İLİŞKİ

    No full text
    Amaç: Akut iskemik durumlarda bakır, nikel ve kobalt gibi transizyonel metalleriçin albuminin metal bağlama kapasitesi azalır ve ortaya çıkan bu yenialbumin ‘iskemik modifiye albumin’ (IMA) olarak adlandırılır.Çalışmamızdaakut böbrek yetmezliği(ABY) tanısı almış hastalarda İMA düzeyi ile klinik gidişarasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmaya Mart 2014-Ekim 2014 tarihleri arasındaT.C.S.B. İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne başvuran,ABYtanısı almış 51 hasta dahil edildi. .Çalışmaya dahil edilen hastalardan venözkan örneği jelli düz biyokimya tüplerine alındı. Kan örneklerinden 1 saat içindeserumlar ayrılacak ve iki aliquat halinde - 80 °C’ de muhafaza edildi. Çalışmatakvimi içinde IMA testi aylık olarak çalışıldı.Bulgular:Çalışmaya yaş ortalaması 65,39±15,28 yıl olan 23 erkek ve yaşortalaması 70,11±15,25 yıl olan 28 kadın hasta dahil edildi Çalışmamızda hastaların%25,5’inde İMA düzeyleri normal (&lt;400), %75,5’inde İMA düzeyleriyüksek (&gt;400) saptandı.Sonuç: İMA düzeyleri yüksek olan hasta grubuyla İMA değerleri normal olanhasta grubu karşılaştırıldığında, sağkalım açısından istatistiksel olarak anlamlıfark saptanmadı.Ancak çalışmamızda tedavi boyunca hemodiyaliz ihtiyacı olanhasta oranı, İMA seviyeleri yüksek olan hasta grubunda istatistiksel olarak anlamlışekilde daha yüksek saptandığından İMA düzeyi diyaliz ihtiyacı hakkındafikir verebilir.Anahtar Kelimler: Akut böbrek hasarı,İskemik modifiye</p

    Evaluation of ischemia modified albümin levels in patients diagnosed with acute kidney failure after and before the treatment

    No full text
    Amaç: Bu çalışmadaki amacımız akut böbrek yetmezliği (ABY) olan hastalarda iskemi modifiye albümin (İMA) düzeyleri ile klinik iyileşme arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark var mıdır? sorusuna cevap bulabilmektir. Hastalar ve yöntemler: Ağustos 2014 - Ekim 2014 tarihleri arasında kliniğimizde ABY tanısı konulan, çalışma kriterlerini karşılayan 18 hasta (9 erkek, 9 kadın) çalışmaya dahil edildi. Bu çalışmayla hastaneye yatmadan önceki İMA düzeyleri ile klinik iyileşme sonrası İMA düzeyleri arasındaki ilişki incelendi. Bulgular: Hastaların tedavi öncesi İMA düzeyi ortalaması 628, tedavi sonrası İMA düzey ortalaması ise 428 olarak tespit edildi. İstatistiksel olarak her ikidurum arasında anlamlı fark saptandı. Sonuç: Çalışma sonucunda dikkat çekici olarak İMA değeri yüksek olan hastaların hastanede yatış süresinin uzun olduğu görüldü. Ayrıca İMA düzeyi ile diyaliz ihtiyacı arasında anlamlı ilişki saptandı.Objectives: Our aim was to answer the question of Is there a statistically significant relationship between plasma ischemia modified albumin (IMA) levels of acute kidney failure (AKF) patients before the hospital admission and their clinical healing progress. Patients and methods: Between August 2014 and October 2014, we included 18 patients (9 males, 9 females) who were diagnosed with AKF and investigated the relationship between patients’ blood levels of IMA before admission to the hospital and clinical progress. Results: Plasma IMA average of 18 patients before treatment was 628. After treatment plasma IMA average was 428. A statistically reasonable relationship was detected. Conclusion: Our study suggest that hospital stay of patients who had higher plasma levels of IMA was remarkably longer than who had lower plasma levels of IMA. Also we detected that the more plasma levels of IMA increased, the need of patients’ for hemodialysis increased

    YENI KORONOVIRUS 19 PANDEMISINDE PERITON DIYALIZI İLIŞKILI ENFEKSIYONLAR

    No full text
    Amaç: Periton ilişkili enfeksiyonlar periton diyalizin (PD) en önemli komplikasyonları arasındadır. Enfeksiyonlardan korunmanın basamaklarından biri de işlem sırasında el yıkama kurallarına ve maske kullanımına uyulmasıdır. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki hastaların merkez kontrolleri azaldıkça PD prosedürlerine uyma oranları azalmaktadır. Yeni koronovirus 2019 (COVİD 19) pandemisiyle beraber el yıkama ve maske kullanımı günlük hayatın bir parçası haline gelmiştir. Ancak Mart 2020’den itibaren, özellikle ilk bir yıl, hastaların hastaneye başvurma sıklığı azalmış, rutin kontrolleri aksamıştır. Bu çalışmada dört merkezde takip edilen periton diyalizi&nbsp;hastalarının COVİD 19 pandemisi öncesi iki yıl ve pandemide geçen iki yıl süresince peritonit oranları incelenmiştir. Gereç-Yöntem: Çalışmamıza Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi, Denizli Devlet Hastanesi ve Adnan Menderes Üniversite Hastanesi Nefroloji kliniklerince Mart 2018- Mart 2022 yılları arasında takip edilen periton diyalizi hastaları alınmış ve verileri retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların demografik verileri, primer böbrek hastalıkları, uygulandıkları periton diyaliz modalitesi, peritonit hızları, üreyen mikroorganizmalar ve tedavi yanıtları kaydedilmiştir. Peritonit hızları üç ay aralıklarla hesaplanarak analiz edilmiştir.Bulgular: Merkezlerin Mart 2018-Mart 2022 tarihleri arasında peritonit hızları incelendiğinde Türkiye’de ilk COVİD 19 vakası görülmesi ve takibinde karantinayı da içeren uygulanan koruma önlemleriyle peritonit hızlarında azalma gözlenmemiştir. Mart 2020-Mart 2022 tarihinde söz konusu merkezlerde peritonit oranı artmıştır ve bu artış öncesi iki yıla göre anlamlı bulunmuştur. (p &lt;0,001) (Şekil 1)Sonuç: Çalışmamızda PD hastalarının poliklinik takiplerine gelemedikleri salgın döneminde enfeksiyon oranlarının arttığı gözlenmiştir. COVİD 19 enfeksiyonu sonrası el yıkama ve maske kullanımı gibi kişisel koruyucu önlemlerin günlük hayatın parçası olmasına rağmen peritonit hızlarında azalmaya neden olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç; PD hastasında poliklinik kontrollerinin hastanın iyilik halinin değerlendirildiği bir vizit olmasının yanı sıra PD prosedürlerinin doğru yapılıp yapılmadığının kontrol edildiği bir denetim ve eğitim mekanizması olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.</p
    corecore