10 research outputs found

    Rumination, automatic thoughts, dysfunctional attitudes, and thought suppression as transdiagnostic factors in depression and anxiety

    Get PDF
    High comorbidity of anxiety and depression poses challenges to research and treatment in clinical settings. The current study was set out to investigate whether respondents can be separated into discrete depressive and anxious subgroups or reveal a continuous distribution throughout the population based on the symptoms of depression and anxiety. In addition, we also explored the role of rumination, automatic thoughts, dysfunctional attitudes, and thought suppression as transdiagnostic factors. Psychometric instruments including Beck Depression Inventory (BDI), Beck Anxiety Inventory (BAI), Automatic Thoughts Questionnaire (ATQ), Dysfunctional Attitudes Scale-Revised (DAS-R), Ruminative Response Scale – Short Form (RRS-SF), and White Bear Suppression Inventory (WBSI) were completed by 310 undergraduates. Item responses to the BDI and BAI were subjected to latent class analysis (LCA). The LCA showed that three homogenous subgroups exist: normal, subclinical, and psychopathology latent classes. Findings supported the dimensional model rather than the categorical distinction between anxiety and depression. Strong covariances between anxious and depressive symptoms across latent subgroups were observed. Having controlled for age and gender, automatic thoughts, dysfunctional thinking, rumination, and thought suppression were all found significant transdiagnostic factors. Anxiety and depression, as frequently co-occurring clinical conditions, can be best understood in a continuum rather than taxonomic classifications. Individuals more prone to use maladaptive cognitive emotional regulation strategies seem to be at greater risk of psychopathology. © 2020, Springer Science+Business Media, LLC, part of Springer Nature

    Cognitive-Behavioral Theory and Treatment of Antisocial Personality Disorder

    Get PDF
    Antisocial personality disorder (ASPD) has a distinct cognitive profile according to cognitive theory of personality disorders. Antisocial individuals’ view of the world is personal rather than interpersonal. They cannot accept another’s point of view over their own. As such, they cannot take on the role of another. Their actions are not based on choices in a social sense because of this cognitive limitation. Cognitive theory of personality disorders conceptualizes personality disorder including the ASPD, according to their basic beliefs or schemas. The content of beliefs can vary in different personality disorders. Antisocial patients view themselves as loners, autonomous, and strong. Some of them see themselves as having been abused and mistreated by society and therefore justify victimizing others because they believe that they have been victimized. Their view about other people is very negative; they see others as exploitative and thus deserving of being exploited in retaliation. In this chapter, after overviewing general features of ASPD, we aim to give an explanation how cognitive behavioral therapy (CBT) conceptualizes personality disorders in general and ASPD in particular and highlight the important implementations of CBT and schema therapy

    İhmal ve İstismar Mağduru Ergenlerde Psikolojik Destek Alma Tutumları ve Terapötik İşbirliğinin Psikopatolojik Özellikler ve Şemalarla İlişkisi

    Get PDF
    u çalışmada, ihmal ve istismar mağduru gençlerin psikolojik destek almaya yönelik tutum ve terapötik işbirliği ile psikopatolojik özellikleri ve erken dönem uyumsuz şemaları arasındaki ilişki araştırılmıştır. Nicel yöntemlerden korelasyonel desene göre tasarlanan bu çalışmaya 12-18 yaşlarında ihmal ve istismar mağduru 65 kız çocuğu katılmıştır. Örnekleme “Belirti Tarama Testi (SCL90-R)”, “Psikolojik Destek Almaya Yönelik Tutum Ölçeği-Kısa Form (PYAİTÖ-KF)”, “Terapötik İttifak Ölçeği-Hasta Formu (TİÖ-HF)” ve “Young Şema Ölçeği-Kısa Form 3 (YŞÖ-KF3)” ölçekleri uygulanmıştır. Yapılan ilişki analizleri sonucunda; “Kişilerarası Duyarlılık”, “Anksiyete”, “Somatizasyon”, “Paranoid Düşünceler” ve “Obsesif Kompulsif Belirtiler” arttıkça psikolojik yardım alma tutumlarının ve terapötik işbirliğinin olumsuz etkilendiği ortaya çıkmıştır. “Young Şema Ölçeği-Kısa Form3 (YŞÖ-KF3)” ile PYAİTÖ-KF ve TİÖ-HF ölçekleri arasında uygulanan diğer bir ilişki analizi sonucunda; “Onay Arayıcılık/Tanınma Arayıcılık” şemasının ve “Cezalandırıcılık/Acımasızlık” şemalarının psikolojik destek tutumlarını olumlu etkilediği; “Duygusal Yoksunluk” şemasının terapide ortak amaçların belirlenmesine yardımcı olduğu; “Cezalandırıcılık/Acımasızlık” şemasının da, terapötik amaç, bağ ve görev işbirliğinin her birinde artışa yol açtığı; “Onay Arayıcılık/Tanınma Arayıcılık” şemasının da terapötik bağı arttırdığı sonuçlarına ulaşılmıştı

    Evaluation of Cognitive Schemas Based on the Presence of Anxiety Disorder among Coronary ArteryDisease Patients

    No full text
    Amaç: Psikolojik faktörler ve kardiyolojik hastalıklar arasındaki ilişki uzun zamandan beri tartışılmaktadır. Fakat kardiyolojik hastalıklara komorbid psikiyatrik hastalıklarda etiyolojik olarak önemli olabilecek bilişsel profiller ile ilgili bilgilerimiz sınırlıdır. Bu Çalışmamızda komorbid anksiyete bozukluğu olan koroner arter hastaları ile komorbid anksiyete bozukluğu olmayan koroner arter hastalarının bilişsel profilleri açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 35 komorbid anksiyete bozukluğu olan koroner arter hastası, 20 komorbid anksiyete bozukluğu olmayan koroner arter hastası dâhil edildi. Katılımcıların tamamına Beck Anksiyete Ölçeği ve Young Şema Ölçeği-Kısa Form 3 uygulandı. Bulgular: Anksiyete bozukluğu komorbiditesi olan koroner arter hastaları ile anksiyete bozukluğu komorbiditesi olmayan koroner arter hastalarına göre kopukluk ve reddedilmişlik, zedelenmiş otonomi ve kendini ortaya koyma, zedelenmiş sınırlar, diğeri yönelimlilik, aşırı tetikte olma ve bastırılmışlık şema alanı puanlarının anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptandı. Sonuç: Çalışmamız, komorbid anksiyete bozukluğu olan koroner arter hastalarının bilişsel profillerinde anlamlı farklılık olduğunu göstermektedir. Bu bulgular koroner arter hastalığında gözlemlenen anksiyete bozukluklarında bilişsel profillerin önemini göstermektedir. Bu hastaların tedavisinde şema odaklı yaklaşım faydalı olabilir. Bunun için şema odaklı tedavi yaklaşımlarının olduğu ileriki çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Amaç: Psikolojik faktörler ve kardiyolojik hastalıklar arasındaki ilişki uzun zamandan beri tartışılmaktadır. Fakat kardiyolojik hastalıklara komorbid psikiyatrik hastalıklarda etiyolojik olarak önemli olabilecek bilişsel profiller ile ilgili bilgilerimiz sınırlıdır. Bu Çalışmamızda komorbid anksiyete bozukluğu olan koroner arter hastaları ile komorbid anksiyete bozukluğu olmayan koroner arter hastalarının bilişsel profilleri açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 35 komorbid anksiyete bozukluğu olan koroner arter hastası, 20 komorbid anksiyete bozukluğu olmayan koroner arter hastası dâhil edildi. Katılımcıların tamamına Beck Anksiyete Ölçeği ve Young Şema Ölçeği-Kısa Form 3 uygulandı. Bulgular: Anksiyete bozukluğu komorbiditesi olan koroner arter hastaları ile anksiyete bozukluğu komorbiditesi olmayan koroner arter hastalarına göre kopukluk ve reddedilmişlik, zedelenmiş otonomi ve kendini ortaya koyma, zedelenmiş sınırlar, diğeri yönelimlilik, aşırı tetikte olma ve bastırılmışlık şema alanı puanlarının anlamlı düzeyde yüksek olduğu saptandı. Sonuç: Çalışmamız, komorbid anksiyete bozukluğu olan koroner arter hastalarının bilişsel profillerinde anlamlı farklılık olduğunu göstermektedir. Bu bulgular koroner arter hastalığında gözlemlenen anksiyete bozukluklarında bilişsel profillerin önemini göstermektedir. Bu hastaların tedavisinde şema odaklı yaklaşım faydalı olabilir. Bunun için şema odaklı tedavi yaklaşımlarının olduğu ileriki çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır

    Kaygı Düşünceleri Envanteri Türkçe Formunun Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması

    No full text
    Endişeyi hem içerik hem de süreç açısından değerlendirmek için geliştirilen Kaygı Düşünceleri Envanteri(KDE) Türkçe formunun geçerlik ve güvenirlik açısından değerlendirildiği bu çalışmaya 364 üniversiteöğrencisi dahil edildi. Faktör analizi ile ölçeği oluşturan üç faktör elde edildi ve bu faktörler toplamvaryansın %50,84’ünü açıklamaktaydı. Tüm ölçeğin iç tutarlık katsayısı Cronbach’s ?=0,908 olarakbulunmuştur. Çalışmaya katılan 74 katılımcıya KDE iki hafta sonra tekrar uygulanmıştır. Toplam puaniçin test - tekrar test korelasyon değeri Rho=0,785, p0,001 olarak tespit edilmiştir. KDE’nin 3 faktörüve toplam puanının, Beck Anksiyete Envanteri, Penn State Endişe Ölçeği ve Üst Biliş Ölçeği alt ölçekleriile ilişkisi değerlendirilmiş ve tüm ölçekler ile pozitif yönde, istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki gösterdiğisaptanmıştır (p0,05). Bu bulgular KDE Türkçe formunun geçerli ve güvenilir bir ölçüm aracı olarakkullanılabileceğini göstermektedir

    Premature Ejaculation and Utilization of Cognitive Techniques

    Get PDF
    Giriş: Prematüre ejakülasyon erkeklerde en sık rastlanılan cinsel işlev bozukluğudur. Erkek danışanlar ve eşlerinde sıklıkla gerginliğe neden olmaktadır. Tedavisinde başta durma başlama ve sıkma teknikleri olmak üzere cinsel terapi teknikleri kullanılmaktadır. Bu yazıda cinsel terapi sırasında bilişsel tekniklerin çiftle beraber diğer davranışsal yöntemlerin yanında nasıl kullanılabildiği bir olgu üzerinden ele alınmıştır. Olgu: Erkek danışan ve eşi 30 ve 29 yaşlarında evli bir çift. Beş yıldır devam eden erken boşalma yakınması üzerine kadın danışanın isteği ile tedaviye başvurdular. Klinik görüşme ile prematüre ejakülasyon tanısı konan çifte, tedavide durma başlama yönteminin kullanılmasının yanı sıra çiftin cinsellik ile ilgili işlevsel olmayan inanışları bilişsel yöntemlerle de ele alınarak tedavi süreci yürütülmüştür. Tartışma: Prematüre ejekülasyon çiftler arasında ilişki sorunları yaratan bir durumdur. Tedavisinde kullanılmakta olan durma başlama ve sıkma tekniklerinin etkin olduğu kabul edilmesine karşın son dönemde bu etkinlik sorgulanmaktadır. Davranışçı yöntemlerin yanında cinsellik ile ilgili işlevsel olmayan inançların bilişsel yöntemler kullanılarak her iki çiftte de zayıflatılması, hem çiftin bu sorunun üstesinde gelebilmesine yardımcı olacak hem de karşılıklı yaşadıkları cinsel doyum ve yakınlaşmayı arttıracaktırGiriş: Prematüre ejakülasyon erkeklerde en sık rastlanılan cinsel işlev bozukluğudur. Erkek danışanlar ve eşlerinde sıklıkla gerginliğe neden olmaktadır. Tedavisinde başta durma başlama ve sıkma teknikleri olmak üzere cinsel terapi teknikleri kullanılmaktadır. Bu yazıda cinsel terapi sırasında bilişsel tekniklerin çiftle beraber diğer davranışsal yöntemlerin yanında nasıl kullanılabildiği bir olgu üzerinden ele alınmıştır. Olgu: Erkek danışan ve eşi 30 ve 29 yaşlarında evli bir çift. Beş yıldır devam eden erken boşalma yakınması üzerine kadın danışanın isteği ile tedaviye başvurdular. Klinik görüşme ile prematüre ejakülasyon tanısı konan çifte, tedavide durma başlama yönteminin kullanılmasının yanı sıra çiftin cinsellik ile ilgili işlevsel olmayan inanışları bilişsel yöntemlerle de ele alınarak tedavi süreci yürütülmüştür. Tartışma: Prematüre ejekülasyon çiftler arasında ilişki sorunları yaratan bir durumdur. Tedavisinde kullanılmakta olan durma başlama ve sıkma tekniklerinin etkin olduğu kabul edilmesine karşın son dönemde bu etkinlik sorgulanmaktadır. Davranışçı yöntemlerin yanında cinsellik ile ilgili işlevsel olmayan inançların bilişsel yöntemler kullanılarak her iki çiftte de zayıflatılması, hem çiftin bu sorunun üstesinde gelebilmesine yardımcı olacak hem de karşılıklı yaşadıkları cinsel doyum ve yakınlaşmayı arttıracaktı

    Psychometric properties of the nine-item avoidant/restrictive food intake disorder screen (NIAS) in Turkish children

    No full text
    Abstract Background The nine item avoidant/restrictive food intake disorder screen (NIAS) is a short and practical assessment tool specific to ARFID with three ARFID phenotypes such as “Picky eating,” “Fear,” and “Appetite”. This study aimed to evaluate the psychometric properties of the Turkish translation of the NIAS parent form and to investigate the relationship between ARFID symptoms and anxiety, depression symptoms, and eating behaviors in a sample of Turkish children. Method Parents were asked to provide their children's sociodemographic data and to complete the NIAS, Eating Disorder Examination Questionnaire-Short (EDE-QS), Children's Eating Behavior Questionnaire (CEBQ), and Revised Child Anxiety and Depression Scale (RCADS) scales. Results The sample included 440 participants between 6 and 12 ages. Turkish NIAS demonstrated good internal consistency. The three-factor model of the Turkish NIAS was in an acceptable structure. The Turkish NIAS scale was shown to be valid and reliable. NIAS scores were shown to be higher in underweight participants. The NIAS-parent version subscales showed expected convergent and divergent validity with the CEBQ, EDEQ-S, and RCADS scales in children, except CEBQ emotional overeating and desire to drink subscales were correlated with NIAS. Conclusion The Turkish version of the NIAS is valid and reliable in evaluating ARFID symptoms in children

    Psychometric properties of the nine-item avoidant/restrictive food intake disorder screen (NIAS) in Turkish adolescents

    No full text
    Abstract Background This study evaluates the psychometric properties of the Turkish version of the Nine-Item Avoidant/Restrictive Food Intake Disorder Screen (NIAS) in a population of Turkish adolescents. Method The NIAS, designed to screen for ARFID symptoms, including picky eating, fear-related eating behaviors, and low appetite, was administered to secondary school students between 13 and 18 ages in Muğla, Turkiye. Results Based on a sample of 268 adolescents, the NIAS’s reliability and validity in this demographic are supported. The research utilized confirmatory factor analysis to verify its three-factor structure and various reliability tests, including Cronbach’s alpha and test-retest reliability, confirming the scale’s internal consistency and temporal stability. The descriptive analysis highlighted significant differences in NIAS scores across BMI categories, with underweight adolescents scoring higher, suggesting a potential link between ARFID symptoms and lower body weight. Criterion validity was supported by significant correlations between NIAS subscales and measures of anxiety, depression, and eating behaviors, indicating the scale’s effectiveness in reflecting relevant psychopathological features. Conclusion Overall, the study establishes the Turkish NIAS as a useful tool for identifying ARFID in Turkish adolescents, aiding early detection and intervention in this at-risk age group. Further research is recommended to explore the scale’s utility across different clinical settings and refine its diagnostic accuracy, enhancing our understanding of ARFID’s impact on youth mental health and nutritional status

    Comparison Of Metacognitions Between Obsessive Compulsive Disorder’s Subtypes And Normal Healthy Controls

    No full text
    Amaç: Sağlıklı kontrol grubu ile Obsesif Kompülsif Bozukluk (OKB) tanısı almış hastalar arasında ve ayrıca OKB'nin otojen ile reaktif alt tiplerinde üstbilişsel özelliklerin farklılık gösterip göstermediği incelendi. Yöntem: Bu çalışmaya Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Bölümüne poliklinikten başvuran hastalardan DSM-IV tanı ölçütlerine göre OKB tanısı almış 61 hasta ve kontrol grubu olarak da hastane personelinden benzer sosyodemografik özelliklerde seçilmiş 30 sağlıklı birey alınmıştır. Bu kişilere Sosyodemografik Veri Formu verilmiş; SCID-I, SCID-II, Üstbiliş Ölçeği (ÜBÖ-30) ve Yale-Brown Obsesyon Kompülsiyon Ölçeği (Y-BOCS) uygulanmıştır. Bulgular: OKB ve sağlıklı kontrol grubu karşılaştırıldığında "Olumlu İnançlar" alt ölçeği hariç diğer ÜBÖ-30 alt ölçekleri ve toplam puan ortalamalarında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p 0.05). Otojen ve reaktif alt tiplerinde üstbilişler karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmemiştir (p 0.05). Sonuç: OKB alt tiplerinde benzer üstbilişsel patolojilerin bulunuşu ve sağlıklı kişilerden farklı oluşu Üstbilişsel Terapinin OKB alt tip ayrımı gözetmeksizin bu alanda bir tedavi seçeneği olabileceği düşüncesini desteklemektedir. Bunun yanı sıra ÜBÖ-30 olumlu inançlar alt ölçeğinde normal sağlıklı grup ile OKB grubu arasında fark olmaması, aydınlatılması gereken noktalarda biridir. Bunun için OKB'da üstbiliş alanında daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.Amaç: Sağlıklı kontrol grubu ile Obsesif Kompülsif Bozukluk (OKB) tanısı almış hastalar arasında ve ayrıca OKB’nin otojen ile reaktif alt tiplerinde üstbilişsel özelliklerin farklılık gösterip göstermediği incelendi. Yöntem: Bu çalışmaya Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Bölümüne poliklinikten başvuran hastalardan DSM-IV tanı ölçütlerine göre OKB tanısı almış 61 hasta ve kontrol grubu olarak da hastane personelinden benzer sosyodemografik özelliklerde seçilmiş 30 sağlıklı birey alınmıştır. Bu kişilere Sosyodemografik Veri Formu verilmiş; SCID–I, SCID-II, Üstbiliş Ölçeği (ÜBÖ-30) ve Yale-Brown Obsesyon Kompülsiyon Ölçeği (Y-BOCS) uygulanmıştır. Bulgular: OKB ve sağlıklı kontrol grubu karşılaştırıldığında “Olumlu İnançlar” alt ölçeği hariç diğer ÜBÖ-30 alt ölçekleri ve toplam puan ortalamalarında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p 0.05). Otojen ve reaktif alt tiplerinde üstbilişler karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmemiştir (p 0.05). Sonuç: OKB alt tiplerinde benzer üstbilişsel patolojilerin bulunuşu ve sağlıklı kişilerden farklı oluşu Üstbilişsel Terapinin OKB alt tip ayrımı gözetmeksizin bu alanda bir tedavi seçeneği olabileceği düşüncesini desteklemektedir. Bunun yanı sıra ÜBÖ-30 olumlu inançlar alt ölçeğinde normal sağlıklı grup ile OKB grubu arasında fark olmaması, aydınlatılması gereken noktalarda biridir. Bunun için OKB’da üstbiliş alanında daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır

    Reasoning with Inductive Argument Test: A Study of Validity and Reliability

    No full text
    Reasoning with Inductive Argument Test:A Study of Validity and Reliability Objective: The aim of our study is to research reliability and validity and to evaluate the usability of Turkish version of Reasoning with Inductive Argument Test (RIAT) in Turkish healty population. Method: 51 healty volunteers who work in Ankara Dıskapi Yildirim Beyazit Research and Training Hospital participated in this study. Reasoning with Inductive Argument Test (RIAT) was translated into Turkish by three clinical good knowledge of English. Participants were given a sociodemographic data form, and RIAT were performed by clinicians. To test the reliability of the Turkish version of RIAT, Cronbach’s alpha coefficient was calculated and the halving method was used for the test. Results: The internal consistency of the Reasoning with Inductive Argument Test (RIAT) items, Cronbach’s alpha internal consistency coefficient measurements of 0.73 was found to be statistically significant. Spearman-Brown coefficient that determines the reliability of the whole test r=0.74 was found. Kurtosis values of all the items was below 1.5 and the percentages in the second evaluation were mainly lower. At the same time, both change in belief between self produced RIAT options and given RIAT options (p=0.02, z=-2296) as well as changes in beliefs between related and unrelated items for Obsessive Compulsive Disorder (OCD) difference (p=0.03, z=-2.199) were significant. Conclusion: The preliminary data obtained from the study of reliability and validity of the scale shows that ‘Reasoning with Inductive Argument Test’ supports reliability and validity in Turkish population
    corecore