24 research outputs found

    GRAVES HASTALIĞININ FARKLI BİR YÜZÜ: KALP YETERSİZLİĞİ

    No full text
    Giriş:Graves hastalığının (GH) neden olduğu hipertiroidi yüksek debili kalp yetersizliğine (KY) yol açabilmektedir. Bu durum mevcut kardiyak sorunların agreve olmasıyla veyade novogelişebilir.De novoKY ile prezente olanüç hastamızı sunacağız.Vaka-1:60 yaşında kadın, Covid-19infeksiyonu ardından başlayan kilo verme, yürüyememe, bacaklarda şişlik, nefes darlığı ve çarpıntı şikayetleriyle başvurdu. Muayenesinde sağ kalp yetersizliği ve hiperdinami bulguları mevcuttu. Tirotoksikozu saptanan hastanın tiroidsintigrafisi diffüz hiperplazikti. Metimazolle bir ay sonunda ötiroidizm sağlanırken, KY kliniği ve pro-BNP düzeyi (13043 pg/ml’den 362 pg/mlye;N:<250) geriledi. Kolestatikhepatit gelişmesi üzerine metimazol kesilerek acil tiroidektomi uygulandı.Vaka-2:68 yaşında kadın,10 yıldır olan nefes darlığı, bacaklarda şişlik, çarpıntı ve yorgunluk şikayetleriyle başvurdu. Beş yıl önce hipertiroidi tanısı konduğu ve düzensiz antitiroid ilaç kullandığı öğrenildi. Pretibial ödemi (++/++), tirotoksikozu ve sintigrafide diffüz hiperplaziktiroid glandı saptanan hastada pro-BNP 886 pg/ml bulundu. Metimazolle 3 hafta sonundaötiroidizm sağlandı ve KY belirtileri kayboldu. Beş yıldır remisyon sağlanamamasınedeniyle tiroidektomiye yönlendirildi.Vaka-3:52 yaşında erkek, bacaklarda ve testislerde şişme, nefes darlığı, çarpıntı ve halsizlik şikayetleriyle başvurdu. Tirotoksikozu saptanan hastanın tiroid sintigrafisi diffüzhiperplazikti. Pretibial ödemi (+++/+++), pulse defisiti, atriyal fibrilasyonu, hafif tiroid orbitopatisi saptanan hastada Pro-BNP 1206 pg/ml bulundu. Furosemid infüzyonu vemetimazolle ötiroidizmin sağlanmasıyla KY bulguları geriledi. Pansitopeni gelişmesi üzerine metimazol kesilerek steroid profilaksinde RAİ ile tiroid ablasyonu yapıldı. RAİ sonrası tiroidite bağlı tirotoksikoziçin steroid ve lugol uygulandı. Kliniği düzelen hasta takibe alındı.Sonuç:GH yüksek debili KY’yle prezente olabilir. Ötiroidizmin sağlanmasıylaKYgerileyebilmektedir. Uygun tedavi edilmeyen GH’nin KY’ye yol açabileceği ve yüksek debiliKY hastalarında GH/hipertiroidinin bulunabileceği unutulmamalıdır

    Akromegali ve prolaktinoma hastalarında Hiperostosis Frontalis Interna (HFİ) sıklığının ve bu hormonal fazlalıkların olası hiperostotik değişiklikler üzerine etkisinin araştırılması

    No full text
    AKROMEGALI VE PROLAKTINOMA HASTALARINDA HIPEROSTOSIS FRONTALIS INTERNA (HFI) SIKLIĞININ VE BU HORMONAL FAZLALIKLARIN OLASI HIPEROSTOTIK DEĞIŞIKLIKLER ÜZERINE ETKISININ ARAŞTIRILMASIÜMMÜ MUTLU1, MEHMET BARBUROĞLU2, SERRA SENCER2, SEMA YARMAN11İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları2İstanbul Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Nöroradyoloji Bilim Dalı, İstanbulGiriş:Büyüme hormonu kemikler üzerinde pleiotropik etkilere sahiptir. Akromegalide frontal çıkıntıda belirginleş- me, sinüslerde genişleme ve mandibulanın öne büyümesi kortikal kemik kütlesindeki artışa bağlı yaygın kalvariyal kalınlaşma sonucudur. Kalvariyum başlıca frontal, ossipital, parietal ve temporal kemikleri kapsamaktadır. Önceki çalışmalarda akromegali ve hiperprolaktineminin eşlik ettiği akromegali olgularında frontal kemiğin düzensiz kalın- laşması olan Hiperostosis Frontalis İnterna (HFİ) sıklığındaki artışın bu hormonların uyarılarıyla oluşabileceği dü- şünülmüş ancak etyopatogenezi kesin olarak aydınlatılamamıştır. Bu nedenle, akromegali ve prolaktinomalarda HFİ sıklığı, etyolojide olası hormonal etkilerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Materyal-Metod:46 akromegali, 25 prolaktinoma çalışmaya alındı. Hastaların demografik özellikleri retrospektif olarak hipofiz poliklinik dosya kayıtlarından, kraniyal MRI’ları radyoloji kayıtlarından sağlandı. Kontrol grubu (n=47) farklı nedenlerle kraniyal MRI’ı istenen ve görüntülemesinde kemik metastazı, kemik tümörü, Paget hastalığı ve fib- röz displazisi olmayan yaş, cins eşleştirilmiş kişilerden rastgele seçildi. Grupların frontal, parietal ve oksipital kemik kalınlıkları kranyal MRI üzerinden aynı nöroradyologlar tarafından ölçüldü.Bulgular:Akromegalide HFİ sıklığı kontrolden anlamlı olarak yüksekti. (%22 vs %2.17, p<0.001). Ancak HFİ pozitif ve negatif hastaların bazal IGF-1 düzeyleri arasında fark bulunmadı. HFİ pozitiflerin IGF-1 indeksi (IGF-1/ULN) HFİ ne- gatif gruba kıyasla yüksekti ancak istatistiksel anlamlı değildi (3.32 vs. 2.73, p=0.119). Oysa IGF-1 indeksi kraniyumun frontal kemik kalınlığı ile pozitif korelasyon gösterirken (p=0.021, CC:0.34), parietal ve oksipital kemik kalınlıkları ile korelasyon göstermedi. Ayrıca akromegalilerde HFİ pozitif ve negatif gruplar arasında hiperprolaktinemi açısından fark saptanmadı (p=0,578). Prolaktinomalarda da HFİ tespit edilmedi. Oksipital kemik kalınlıkları ile IGF-1 indeksi arasında korelasyon saptanmadı.Sonuç:Akromegalide HFİ sıklığı %22’dir. Akromegalide HFİ’nin etyopatogenezinde IGF-1 indeks artışının rolü olabilir ancak hiperprolaktineminin rolü izlenmemiştir.Anahtar Kelimeler:Akromegali, hiperostosis frontalis interna, prolaktinom

    Comparison of different androgenesis protocols for doubled haploid plant production in ornamental pepper (Capsicum annuum L.)

    No full text
    Doubled haploid (DH) plant production plays an important role in pepper (Capsicum annuum L.) breeding for development of new varieties. However, information is lacking for DH plant production in pepper genotypes carrying ornamental value. The major goal of this study was to produce DH ornamental pepper lines having the mentioned value. Androgenic responses of 48 genotypes at the F2 or F3 generation were compared in each of three androgenesis protocols to determine the most effective method. Of the three protocols tested, anthers were placed on two different semisolid culture media and on a double-layer medium also called shed-microspore culture medium. The results revealed that the shed-microspore culture protocol was superior to both semisolid anther culture protocols. The average numbers of total and normal-looking embryos per bud of the most responsive genotype were 102.90 and 34.11, respectively. We report here, a total of 122 regenerated ornamental pepper plants with ornamental value; 63 DH, 52 haploid, and 7 mixoploid plants were produced in the present study. The spontaneous diploidization rate was 51.6% based on flow cytometry analyses. The results showed that the shed-microspore culture protocol could be used effectively for the development of DH lines in ornamental pepper breeding programs.Doubled haploid (DH) plant production plays an important role in pepper (Capsicum annuum L.) breeding for development of new varieties. However, information is lacking for DH plant production in pepper genotypes carrying ornamental value. The major goal of this study was to produce DH ornamental pepper lines having the mentioned value. Androgenic responses of 48 genotypes at the F2 or F3 generation were compared in each of three androgenesis protocols to determine the most effective method. Of the three protocols tested, anthers were placed on two different semisolid culture media and on a double-layer medium also called shed-microspore culture medium. The results revealed that the shed-microspore culture protocol was superior to both semisolid anther culture protocols. The average numbers of total and normal-looking embryos per bud of the most responsive genotype were 102.90 and 34.11, respectively. We report here, a total of 122 regenerated ornamental pepper plants with ornamental value; 63 DH, 52 haploid, and 7 mixoploid plants were produced in the present study. The spontaneous diploidization rate was 51.6% based on flow cytometry analyses. The results showed that the shed-microspore culture protocol could be used effectively for the development of DH lines in ornamental pepper breeding programs

    İnaktif COVID-19 Aşısı Sonrası Yaşlı Bir Hastada Latent Otoimmun Diyabet Olgusu

    No full text
    İNAKTİF COVID-19 AŞISI SONRASI YAŞLI BİR HASTADA LATENT OTOİMMUN DİYABET OLGUSUÜmmü Mutlu, Göktuğ Sarıbeyliler, Hülya Hacişahinoğulları,Nurdan Gül, Ayşe Kubat Üzüm, İlhan Satmanİstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim DalıGiriş:COVID-19 infeksiyonu sonrası virüsün sitotoksik etkisi veya otoimmunite ile ilişkiliβ-hücre disfonksiyonuna bağlı diya-betik ketoasidoz ve yeni tanı diyabet vakaları bildirilmiştir. Burada COVID-19 inaktif aşısı sonrası ileri yaşta gelişmiş olan bir latent otoimmun diyabet (LADA) olgusu sunulmuştur.Olgu:71-yaş-kadın hasta kilo kaybı, ağız kuruluğu, poliüri ve kan şekeri yüksekliği nedeniyle başvurdu. Bilinen diyabet öyküsü olmayan hasta mevcut şikayetlerle Nisan 2021’de tetkik edilmiş. Açlık kan glukozu 146 mg/dL, HbA1c %6.6 saptanmış ve diyabet tanısıyla Metformin tedavisi başlanmış. Ocak ve Şubat 2021’de Sinovac aşısı uygulanmış ve semptomları Sinovac aşısından 8 hafta sonra gelişmiş. Haziran ve Ağustos 2021’de Pfizer Bionte-ch aşıları uygulanan hastanın 2. doz Biontech aşısından sonra şikayetlerinin artması ve hiperglisemisinin belirgin hale gelmesi nedeniyle tedavisine Glimeprid eklenmiş. Önerilen yaşam tarzı değişikliklerini uygulamasına rağmen şikayetlerinin devam etmesi üzerine polikliniğimize başvurdu.Özgeçmişinde 30 yıldır hipertansiyon, 24 yıl önce Graves hasta-lığı nedeniyle radyoaktif iyot tedavisi, serviks kanseri nedeniyle histerektomi ve bilateral salpingoooferektomi, 6 yıl önce kolorektal karsinom nedeniyle hemikolektomi operasyon öyküleri mevcuttu. Soygeçmişinde diyabet öyküsü yoktu, 1. ve 2. derece yakınlarında gastrointestinal maligniteler ve otoimmun tiroid hastalığı mevcuttu.Tedavide Levotiroksin, İrbesartan+Hidroklorotiyazid, Atorvasta-tin, Metformin 2 g/gün ve Glimeprid 1 mg/gün kullanmaktaydı.Fizik muayenede boy:166 cm, kilo:57 kg, VKİ: 20,68 kg/m2 idi. Akantozis nigrikans gibi insülin direnci bulguları yoktu. Batında operasyon skarları mevcuttu.Laboratuvar incelemesinde C-peptid 1.8 ng/mL, açlık kan glukozu 172 mg/dL, HbA1c %7.4 saptandı. Kilo kaybı ve malignite öykü-leri göz önüne alınarak yapılan batın görüntülemesinde malignite düşündürecek bulgu saptanmadı. İnsülin direnci bulgularının ve aile öyküsünün olmaması, kilo kaybının eşlik etmesi, yeni başlayan progresif seyirli diyabetinin olması ve semptomlarının COVID-19 döneminde inaktif aşı ile provoke olması nedeniyle otoimmun di-yabet düşünülerek gönderilen Anti-GAD 105.7 IU/mL (N<17 IU/ mL), Adacık antikoru 41.05 U/mL (N<25 U/mL) olarak pozitif sap-tandı. Sülfonilüre tedavisi kesilerek Detemir insülin 1x10 IU tedavi-ye eklendi. Kan glukoz takiplerine göre sabah ve akşam öğünlerine Aspart insülin 3 IU eklenerek glisemi regülasyonu sağlandı.Sonuç:COVID-19 infeksiyonu geçiren vakalarda bildirildiği gibi virüs benzeri protein ve mRNA aşıları sonrasında da hiperglisemi/ diyabet riski bulunmaktadır, ancak inaktif aşı ile ilişkili bir vaka bildirilmemiştir. Aşı ile ilişkili Tip 1 DM tanısı bizim vakamızda da olduğu gibi aşılamadan ortalama 4-8 hafta sonra konulabilmek-tedir. Hastadaki otoimmunite varlığının aşı sonrası otoimmun di-yabet gelişimine zemin hazırlamış olabileceği düşünülebilir. Aşikâr diyabet bulgularının ortaya çıkmasından 9 ay sonra insülin ihti-yacı gelişmesi nedeniyle vakamıza LADA tanısı konulmuştur. Kilo kaybı ile prezante olan, yeni diyabet tanısı konulan ileri yaştaki hastalarda maligniteye ek olarak akla otoimmun diyabet de gel-melidir.Anahtar Kelimeler:Covid-19, aşı, latent otoimmun diyabe

    HCV POZİTİF RENAL TRANSPLANT HASTALARINDA POSTTRANSPLANT DİYABET GELİŞİMİ RİSKİ ARTMIŞ MIDIR?

    No full text
    HCV POZİTİF RENAL TRANSPLANT HASTALRINDAPOSTTRANSPLANT DİYABET GELİŞİMİ RİSKİ ARTMIŞ MIDIR?Abdullah Şumnu1, Erol Demir2, Ozan Yeğit3, .mmü Korkmaz3, Yaşar Çalışkan2, Nadir Alpay4,Halil Yazıcı2, Aydın Türkmen21İstanbul Medipol Üniversitesi, Nefroloji2İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Nefroloji Bilim Dalı3İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı4Kırklareli Devlet Hastanesi, NefrolojiGiriş: Artan kanıtlar HCV enfeksiyonunun posttransplant diyabet gelişimi ileilişkisini g.stermektedir. Biz de kendi merkez verilerimiz üzerinden bu ilişkiyiaraştırdık.Yöntem: İ.T.F. Nefroloji Bilim Dalı Transplantasyon Polikliniği tarafından takipedilen ve pretransplant d.nemde diyabeti olmayan toplam 289 hastanın (95HCV, 194 non-HCV) dosyaları retrospektif olarak taranarak posttransplantdiyabet gelişimi a.ısından değerlendirildi. Veriler SPSS 20.0 istatistik veritabanına aktarıldı.Sonuçlar: Hastaların yaş ortalaması 44.3Å}11.3; %41’i kadın %59’u erkek idi.Ortalama takip süresi 119Å}73 ay iken, kalsin.rin inhibit.rü (KNİ) kullanımsüresi ise 102Å}67 ay idi. HCV ve non-HCV grupları arasında yaş, cinsiyet, don.r(canlı, kadavra), b.brek yetersizliği etyolojisi, KNİ kulanma yüzdesi (iki gruptada yaklaşık %95) a.ısından fark yok iken HCV hastalarının takip süresi (163’ekarşı 97 ay) ve dolayısıyla KNİ kullanım ayı (132’ye karşı 89 ay) non-HCVhastalara g.re daha yüksekti. Bununla birlikte non-HCV grubunda takrolimuskullanım oranı HCV grubuna g.re anlamlı olarak daha yüksekti (%55’e karşı%13). Posttransplant diyabet gelişim oranı HCV grubunda %12 (12 hasta) ikennon-HCV grubunda ise %3.5 (7 hasta) bulundu (p = 0.005).Tartışma: Her ne kadar takip süresi anlamlı olarak daha fazla olsa da,posttransplant diyabet gelişim riski siklosporine g.re daha fazla olan takrolimuskullanım yüzdesinin belirgin olarak daha düşük olduğu HCV grubunda diyabetgelişiminin anlamlı olarak daha fazla bulunması literatür ile uyumlu olarak HCVenfeksiyonun diyabet gelişimindeki muhtemel rolünü desteklemektedir
    corecore