6 research outputs found

    Meme kanserli hastalarda PARP1 gen ekspresyonu

    No full text
    Poli (ADP riboz) polimeraz (PARP), DNA onarım mekanizmasında yer alan bir enzim ailesidir. Bu enzimlerden PARP1, baz kesip- çıkarma onarım (BER) mekanizmasına öncülük eden tek zincir DNA kırıklarının saptanmasında rol alır. BRCA1 ve BRCA2 genlerinden yoksun meme kanseri tümörleri, DNA çift zincir kırıklarının onarımında yetersizdirler. PARP enzimlerinin bu tümörlerdeki aktivitesi ilgi konusudur çünkü PARP aktivitesinin kaybı, tek zincir DNA kırıklarının birikimine, biriken tek zincir DNA kırıklarının çift zincir DNA kırıklarına dönüşmesine ve takiben tamir edilemeyen DNA hasarı ve hücre ölümüne yol açmaktadır. Bu yüzden PARP inhibisyonunun, kanser hücrelerini öldürmede etkili olabileceği düşünülmekte ve PARP inhibitörlerinin seçici olarak meme kanseri tümörlerini öldürmedeki etkinliği araştırılmaktadır. Bu çalışmada, PARP inhibitörlerinin meme kanserine karşı kullanılma potansiyelinin değerlendirilmesi için bir grup meme kanserli hastada, PARP-1 gen ifade düzeyi ve kanser markırlarından östrojen reseptörü (ER), progesteron reseptörü (PR) ve insan epidermal büyüme faktör reseptörü 2 (HER2)’nin gen ifade düzeyleri belirlenmiştir. Hastalarda PARP-1 gen ifade düzeyinin meme kanseri oluşumu ile ilişkili olmadığı gösterilmiştir.Poly (ADP-ribose) polymerase (PARP) family of enzymes is part of the DNA repair mechanism. One of these enzymes, PARP-1 is involved in detection of signal single-strand DNA breaks (SSBs) that leads to base excision repair (BER) mechanism. Breast cancer tumors that lack Breast cancer susceptibility gene 1 (BRCA1) and Breast cancer susceptibility gene 2 (BRCA2) are ineffective in DNA double-strand breaks (DSB) repair. Activity of the poly (ADP-ribose) polymerase (PARP) enzymes in these tumors is of interest as a lack of PARP activity leads to accumulation of SSBs that are converted to DSBs and accumulation of DSBs lead to irreparable DNA damage and cell death. Therefore inhibition of PARP in tumor cells might be effective in killing cancer tumors and activity of PARP inhibitors in selectively killing breast cancer tumors is currently being evaluated. In this study, expression of PARP-1 and cancer markers estrogen receptor (ER), progesterone receptor (PR) and human epidermal growth factor receptor 2 (HER2) were determined in a group of breast cancer patients to assess the potential for using PARP inhibitors against this form of cancer. Expression of PARP- 1 was found not to correlate with the onset of breast cancer in the patients

    Hacettepe Dahiliye Ders Kitabı 2

    No full text
    Ondokuzuncu yüzyılın tıp literatürü, korku filmi gibidir. Hekimlerin, ellerine geçirdikleri her şeyi, akıllarına gelen her yöntemi tedavi için kullandıkları görülür. Bilgiye değil, kulaktan dolma duyumlara dayanan, “içten doğma” uydurma fikirlerle hastaların yelken kürek tedavi edilmeye çalışıldığı bir dönemdir. Litrelerce kan alınır, barsaklar yüksek basınçlı lavmanlarla delik deşik edilir, hastalar buzlu sulara yatırılıp uzuvlar gangren olana dek dondurulur, dondurmak işe yaramazsa kaynar kazanlara sokulur, deriyi kabartan bitkisel merhemlerle epidermis eritilir, terkibi ikinci kez asla tutturulamayan envai çeşit bitkisel karışımlarla organlar iflas ettirilirdi. Yirminci yüzyılın başında, modern tıbbın kurucusu sayılan Dr. William Osler öncelikle bu “palavra tıbba” rest çekmiş, yeni bir çağı aralamıştır. Çağdaşı olan bazı hünerli hekimlerle birlikte, önümüze gelen her hastayı, elimize geçirdiğimiz her şeyle, bu şekilde rastgele tedavi edemeyiz, öncelikle hastalıkları tanımamız gerekir diyerek, tıbbın önceliğini tanıya yöneltmişler, kendilerine kadar olan eski devirlerden miras iki ilaç (digoksin ve morfin) dışındaki tüm o ilkel tedavi yöntemlerini reddetmişlerdir. Akıldışı eski tedavileri reddederek, yerine henüz yeni bir tedavi seçenekleri de olmadığından; yalnızca (doğru) tanı koymaya çalışan ve hastanın prognozunu tayin etmeye odaklanmış, tepkisel ve aslında bir bakıma muhafazakar yeni bir tıbbı başlatmışlardır. Tıp eğitimini de bu doğrultuda değiştirip, çalakalem ilaç ve tedavi veren hekimler yerine; hastanın hastalığını kavramaya çalışan, doğru tanı koyan hekimler yetiştirmeye yönelmişlerdir. Tıp eğitimindeki “hasta başı vizitler” bizzat Dr. William Osler tarafından başlatılmıştır. Bu ekol, 1900’ların başında cesur bir kararla, neyi tedavi ettiğini bilmeyen eski hekimlik pratiğini kapatıp, öncelikle hastalıkları kavramaya, hastalarına titizlikle isabetli bir tanı koymaya odaklanmıştır. Bu devir, tıbbın rönesansı sayılır. Kuruluşundan itibaren çağdaşı modern tıp dünyasının bir takipçisi ve aktörü olan Hacettepe Tıp Fakültesi; hünerli hekimler, iyi klinisyenler yetiştirmeyi amaçlamıştır. Prof. Dr. Şeref Zileli’nin kurucusu olduğu İç Hastalıkları Anabilim Dalımız, mezuniyet öncesi tıp eğitiminde yatay ve dikey entegrasyon modeliyle klinik eğitim aşamasında, öğrencilerimize “dahiliye nosyonu” kazandırmayı hedeflemiştir. Dahiliye nosyonu, hastaya saçından tırnağına bir bütün olarak bakabilmeyi; hastanın sorunlarını rasyonel bir klinik denklem haline getirebilmeyi; semptomlarından başlayıp, fizik muayene ve isabetli tetkik seçimiyle en doğru tanıyı koyabilmeyi ve hastaya en az zarar verecek en uygun tedaviyi planlayabilmeyi gerektirir. Mezuniyet öncesi İç Hastalıkları Klinik Eğitim programımızın öğrenim hedefleriyle, içeriği ve ulusal çekirdek müfredatımız gözetilerek hazırlanan bu kitap; İç Hastalıkları, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji anabilim dallarımız öğretim üyelerinin ortaklaşa titiz bir çalışmasıdır
    corecore