2 research outputs found

    Effect of gallstone disease on serum RBP4, vitamin d and uric acid levels, lipid profile and insulin resistance in healthy adults

    No full text
    Epidemiyolojik bilgilere göre kolelitiazis özellikle Amerikan toplumuna göre daha az sıklıkla olmakla beraber Avrupa, Japonya, Afrika kökenli Amerika popülasyonu içinde sık görülmektedir. ABD‟ de Üçüncü Ulusal Sağlık ve Beslenme Taramasında 20-74 yaş arasında safra kesesi hastalığı olan 6,3 milyon erkek 14,2 milyon kadın olduğu tahmin edilmektedir[1]. Kolelitiazis tanısı ve tedavisinin önemi; meydana getirebileceği komplikasyonlar ve semptomlar nedeniyle hayat kalitesini bozması ve morbiditeye neden olabilmesinden ileri gelmektedir. Kolelitiyazisin en sık görülen komplikasyonu kolesistit (%80) olup kolanjit, safra kesesi ampiyemi ve perforasyonu gelişebilecek diğer komplikasyonlardandır [1]. Tüm dünyada obezite ve eşlik eden hastalıkların sıklığının epidemik olarak artması, bir metabolik ve endokrin organ olan yağ dokusuna olan ilgiyi arttırmıştır. Yapılan yeni araştırmalar, yağ dokusunun lipidler için basit bir depolanma yeri olmadığını, aynı zamanda enerji düzenlenmesinin kontrolünde rol alan; endokrin, metabolik ve inflamatuvar süreçlerin düzenlenmesinde anahtar rol oynayan önemli bir doku olduğunu ortaya çıkarmıştır[2]. Yağ hücrelerinin dolaşıma çeşitli biyoaktif proteinler salgıladığı gösterilmiştir, Adipositokinler olarak isimlendirilen bu sekretuvar proteinler arasında; leptin, tümör nekrozis faktör-α (TNF-α), plazminojen-aktivatör inhibitör tip 1 (PAI 1), adipsin, resistin, visfatin, adiponektin, retinol binding protein-4 (rbp4) ve lipokalin-2 bulunmaktadır [2]. Adipositokinler enerji dengesinin korunmasıyla ilişkili olup obezite ve beraberinde görülen hastalıkların tedavileri açısından potansiyel hedef moleküllerdir [2]. Yağ hücrelerinden ve yağ dokusunu infiltre eden makrofajlardan salınan adipositokinlerin düşük dereceli kronik inflamatuvar bir duruma sebep olarak insülin direncine ve tip 2 diabete yol açtığı düşünülmektedir[3]. Yağ dokusundan dolaşıma salınan adipositokinlerden biri olan retinol binding protein 4 (rbp4 ), yeni bir kardiyometabolik risk faktörü olarak görülmektedir. Bu nedenle rbp4 düzeyi yüksekliğinin insülin rezistansını arttırdığı ve metabolik sendrom, tip2 diyabetes mellitus, kardiyovasküler hastalıklar ile de ilişkisi olduğu konusunda araştırmalar yapılmıştır ancak daha fazla çalışma ile desteklenmesi gerekmektedir[4]. Metabolik sendrom ile kolelitiazis arasında da güçlü ilişki olduğunu öne süren çalışmalar mevcuttur [5]. Metabolik sendrom insülin direnci ile başlayan abdominal obezite, glukoz intoleransı veya diyabetes mellitus, dislipidemi, hipertansiyon, koroner arter hastalığı gibi sistemik bozuklukların birbirine eklendiği ölümcül bir endokrinopatidir. Dislipidemi, insülin direnci, obezite metabolik sendromun önemli bileşenleri olduğundan ve rbp4 düzeyi bu bileşenlerle ilişkili bulunduğundan tarafımızca önemsenmiştir. Çalışmamızda kolelitiazis ve metabolik sendrom arasındaki ilişkiden kaynaklı rbp4 düzeyinin kolelitiazis olan ve olamayan hasta populasyonundaki düzeylerinin karşlaştırılması planlanmıştır. Metabolik sendromun diğer komponentlerinden olan dislipidemininde kolelitiazis ile olan ilişkisi konusunda çok sayıda çalışma yapılmıştır. Kuzey Hindistan‟da yapılan geniş hasta gruplu bir çalışmada kolelitiazisin hiperlipidemi ile ilişkisi ortaya konmuş ancak bu çalışmada ilişkinindaha çok trigliserit yüksekliği ile alakalı olduğu düşünülmüştür[6]. Bazı çalışmalarda ise kolelitiazissıklığı ile HDL düşüklüğü arasındailişki saptanmıştır [12]. Metabolik sendromun komponentlerinden bir diğeri de insülin direncidir. İnsülin drenci mevcut olan hastalarda kolelitiazis sıklığında artış olmasyla ilgiliaraştırmalar yapılmıştır[7]. Yapılan çalışmalar ışığında tarafımızca 3 hiperlipideminin ve insülin drencinin de kolelitiazis ile olan ilişkilisi saptamak amaçlardan biri olmuştur. Dolaşımdaki rbp4 düzeyindeki azalmanında egzersiz, diyet, antidiyabetik, antihiperlipidemik ilaçlar gibi bazı metabolik durumu düzenleyen tedaviler ile de ilişkili olduğu düşünülmektedir [8]. Bu durum göz önüne alınarak hasta ve kontrol gurubundaki bireylerin antihiperlipidemik ilaç kullanılmıyor olması,diyet ve egzersiz durumu ve diyabetes mellitus tanısı olmaması anemnez ve laboratuar bulgularıyla doğrulanmıştır. Renal yetmezlik, karaciğer yetmezliği, akut hastalık durumu, yoğun bakım ihtiyacı gibi metabolik olmayan bazı hastalıklardada dolaşımdaki rbp4 düzeyinin değiştiği bilinmektedir[8]. D vitamini eksikliği prevalansı Türkiye‟de ve dünyada yüksektir. Türkiye‟de yapılan bazı çalışmalarda D vitamini eksikliği yaklaşık %71 düzeyinde saptanmıştır [9]. Vitamin D‟nin birçok biyolojik sistemde rol alması nedeni ile yapılan araştırmalarda düşük vitamin D düzeyi ; trigliserit yüksekliği, insülin direnci ve metabolik sendrom ile ilişkili bulunmuştur [10]. İnsülin rezistansı olan hastalarda vitamin D düzeyinin normal popülasyona göre daha düşük bulunduğunu gösteren yayınlar da mevcuttur [11]. Çalışmamızda bu veriler de göz önünde bulundurularak kolelitiazis etyolojisinde yer alan insülin direnci ve hipertrigliseridemi gibi risk faktörlerine sebep olduğu düşünülen D vitamini eksikliğinin kolelitiazisi olan ve olamayan hasta poulasyonundaki düzeylerinin karşılaştırılması planlanmştır. Çalışma kapsamında hastaların ürik asit düzeylerininde değerlendirilmeye alınması planlanmıştır. Ürik asitbirikimi ve inflamasyon bir çok hastalığın gelişimde etkili bulunmuştur. Bu durumların en önemlileri insülin direnci ve diabetes mellitustur. Kolelitiazis etyolojisine yönelik Tayvan‟ da yapılan epidemiyoljik bir araştırmada ürik asit düzeyi ve kolelitiazis ilişkisine de bakılmıştır, ancak lojistik regresyon analizi ile yapılan çok değişkenli bu araştırmanın sonucunda pozitif bir ilişki saptanmamıştır. Tek değişkenli analiz olan çalışmalarda ise kadınlarda kolelitiazis ile ürik asit yüksekliğinin ilişkili olduğu saptanmıştır[13]. Yukarıda belirtilen laboratuar parametreleri sonucunda çalışmamızda kolelitiazisin öncelikle rbp 4 düzeyi ile ve d vitamini eksikliği ile olan ilişkisinin gösterilmesi amaçlanmıştır. İkincil olarak ise insülin direnci, ürik asit düzeyi, lipid profili ve karaciğer fonksiyon testleri ile olan ilişkisi gösterilmeye çalışılmıştırGallstone incidence is epidemiologically often in Americans, and also Europeans, Japans and Afro Americans less frequently. In the Third Health and Nutrition Surveillance inUSA, 6.3 million man and 12.7 million woman is predicted to have a biliary disease. Theimportance of gallstone disease is because of the complications it may occur and the effect ofsymptoms on quality of life. In the whole world, obesity and concomited diseases are increasing incidentally and new studies show that adipose tissue is not only a storage for lipids but also has a key role at endocrinological, metabolic and inflammatory processes. Adipocytokines which is released from adipose tissue and macrophages, is thought to cause achronic inflammatory process and this process reveals insıline resistance and diabetes mellitus type 2. Retinol binding protein 4 (rbp4 ) is one of these adipocytokines whhich is consideredas a newly defined cardiometabolic risk factor, therefore, there are studies about rbp4 level; which is correlated with insuline resistance, metabolic syndrome, diyabetes and cardiovasculer diseases. But this data needs to be supported with more trials. Metabolic syndrome is a fatal endocrinopaty which begins with insuline resistanceand related with co-existing disorders like diabetes, lipid disorders, hypertension andcoronary artery disease. For these reasons we care about measuring rbp4 levels. In our study our aim was comparing rbp4 levels between patients with and without gallstone disease, because of the relation between gallstone and metabolic syndrome. Inaddition to this we also aimed to show the relation between gallstone and levels of vitamin D, uric acid, insuline resistance and lipids. Our patients were chosen from Gazi University Medicine Faculty gastroenterology outpatient clinics between 2015-2016 years, which were between 20-75 years old and haveabdominal screening and some blood tests like fasting glucose and insuline, lipid parametersand vitamin D levels, kidney and liver function tests were applied. Rbp 4 lewels were 52 alsotested by ourselves. In our study, forty two patients had gallstone and 38 didn‟t have a there were no statistically significant difference between vitamin D, uric acid levels, insuline resistance and lipid parameters except for HDL between two groups. HDL levelswere negatively correlated with gallstone disease. There aren‟t sufficent studies about thissubject which takes part in literature, therefore we think our study is significantly important. In accordance with our study, we think more trials are needed to confirm the clinical significance of our result

    Merkel cell carcinoma in Turkey: A multicentric study

    No full text
    Background: Merkel cell carcinoma (MCC) is a rare but highly aggressive neuroendocrine carcinoma of the skin. In this study, we aimed to evaluate the clinicopathologic characteristics, treatment outcomes, and survival of MCC cases in Turkey. Materials and methods: The patients diagnosed with MCC between 1999 and 2018 at twenty different centers in Turkey were included in the study. Patient and tumor characteristics and adjuvant and metastatis treatment outcomes were analyzed retrospectively. Results: The median age of totally 89 patients was 70 (26-93). The most common primary location was lower limbs (n = 29, 32.5%). Immunohistochemically, CK20 positivity was present in 59 patients (66.3%). Only two patients had secondary malignancy. The majority of the patients (n = 76, 85.4%) were diagnosed at the localized stage. Surgery was performed for all patients in the early stage, and adjuvant radiotherapy or/and chemotherapy was applied to 52.6% (n = 40) of nonmetastatic patients. The median follow-up was 29 months. Recurrence developed in 21 (27.6%) of the 76 patients who presented with local or regional disease. Two-year disease-free survival (DFS) was 68.1% and 5-year DFS was 62.0% for localized stage. The 5-year DFS was similar for patients receiving adjuvant treatment (chemotherapy, radiotherapy, or sequential chemoradiotherapy) and without adjuvant therapy (P > 0.05). Two-year overall survival in patients who presented with localized disease was 71.3% and 18.5% in metastatic patients (P < 0.001). In the metastatic stage, platinum/etoposide combination was the most preferred combination regimen. Median progression-free survival (PFS) in first-line chemotherapy was 7 months (95% confidence interval: 3.5-10.5 months; standart error: 1.78). Conclusions: Although MCC is rare in Turkey, the incidence is increasing. Gender, CK20 status, tumor size, lymph node involvement, and adjuvant treatment were not associated with recurrence
    corecore