10 research outputs found

    Meme kanserinde prame (preferentially expressed antigen of melanoma) ekspresyonunun prognostik önemi

    No full text
    TEZ8226Tez (Uzmanlık) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2010.Kaynakça (s. 87-100) var.vii, 101 s. : rnk. res., tablo ; 29 cm.Amaç: Prospektif çalışmamız Eylül 2009-Mayıs 2010 tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Onkoloji Bilimdalı ve Patoloji Anabilim Dalı?nın ortak çalışmaları ile gerçekleştirildi. Çalışmada 54 meme kanserli ve 37 benign meme lezyonlu hasta yer aldı. Gereç ve Yöntem: Meme kanserli hastalardan alınan kanserli taze dokularda Preferentially Expressed Antigen of Melanoma (PRAME) ekspresyonu ters transkriptaz/polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) yöntemiyle çalışıldı. Aynı kanserli örneklerin parafin bloklarında PRAME ekspresyonu İmmünohistokimyasal (İHK) yöntemle belirlendi. Benign meme lezyonlu 37 olguya ait örneklerde İHK yöntemle PRAME'in boyanma paternine bakılırken bunlardan 20 örnekte ve 10 normal meme dokusunda RT-PCR yöntemiyle PRAME ekspresyonu incelendi. İHK ve RT-PCR ile değerlendirilen PRAME ekspresyonu; yaş, menopoz durumu, histolojik tipi, evre, tümör çapı, tümör grade'i, lenfovasküler invazyon (LVİ) durumu, östrojen reseptör (ER)/progesteron reseptör (PR) durumu, cerb-B2 reseptör durumu, aksiler lenf nodu tutulumu gibi bilinen prognostik parametrelerle kıyaslandı. Bulgular: RT-PCR ile PRAME ekspresyonu meme kanserinde % 50, iyi huylu meme lezyonlarında % 25 oranında saptandı ve normal meme dokusunda PRAME ekspresyonu saptanmadı. İHK yöntemle PRAME ekspresyonu invaziv meme kanserinde % 29,6 (+) boyanma, % 31,5 (++) boyanma, % 3,7 (+++) boyanma saptanırken olguların % 35'inde PRAME saptanmadı. İn-situ komponentte ise % 20,4 (+) boyanma, % 25,9 (++) boyanma saptandı ve olguların % 54'ünde PRAME saptanmadı. Benign meme lezyonlarında % 8 (+) boyanma, % 51,3 (++) boyanma, % 27,7 (+++) boyanma saptandı ve olguların % 13'ünde ekspresyon saptanmadı. PRAME ekspresyonu için RT-PCR sonuçları ile İHK sonuçları ilişkili bulundu. Sonuç: Sonuç olarak meme kanserinde PRAME gen ekspresyonu yüksek grade ve ER yokluğu gibi kötü prognostik parametrelerle ilişkili bulundu. Olguların uzun süreli takipleri olmadığı için hastalıksız ve toplam sağkalım gibi yaşam parametreleri ile ilişkiyi bilmemekteyiz. Bu çalışmada elde edilen veriler, şimdilik sınırlı olmakla birlikte, PRAME ekspresyonunun kötü risk parametreleri ile ilişkili olmasından dolayı kötü risk belirleyicisi olduğunu telkin etmektedir. PRAME ekspresyonunun saptanmasında gerek taze dokuda RT-PCR gerekse parafinli dokuda İHK yöntemin kullanılabileceği ve bu nedenle uzun süredir takibi yapılan olgulardan PRAME ekspresyonunun saptanması ile diğer prognostik parametrelerle ve bazı tedavilerle ilişki bulunursa prediktif rolunun ortaya çıkarılabileceği kanaatine varıldı.Purpose: This prospective study was carried out together with the general surgery, oncology and pathology clinics of Faculty of Medicine at Çukurova University between September, 2009 and May, 2010. 54 patients with breast carcinoma and 37 patients with benign breast lesion were included in the study. Matherial and Methods: Preferentially Expressed Antigen Of Melanoma (PRAME) expression in the fresh malignant tissues taken from the patients with breast carcinoma was studied with the method of Reverse Transkriptaz Polimeraz Chain Reaction (RT-PCR). PRAME expression in the paraffine blocks of the same malignant tissues was determined through immunohistochemical (IHC) method. While the PRAME painting patterns of the 37 cases with benign breast lesioning were checked by IHC, PRAME expression of 20 samples taken from those 37 cases and 10 normal breast tissues were examined through RT-PCR method. The PRAME expression which was examined through IHC and RT-PCR methods was compared with some well-known prognostic parameters such as the age, menopozal condition, histological type, the stage, the diameter of the tumor, the grade of the tumor, the lymphovascular invasion condition, estrogen receptor (ER)/progesterone receptor (PR) conditions, the cerb-B2 receptor condition and axilar lymph node involvement. Results: Through RT-PCR method, PRAME expression was determined as 50% in breast carcinoma and 25% in benign breast lesions. On the other hand, PRAME expression was not determined in normal breast tissues. Through IHC method, PRAME expression was determined as 29.6% (+) stained, 31.5% (++) stained, 3.7% (+++) stained in invasive breast carcinoma, however, no PRAME expression was determined in 35% of the cases. And in-situ component, 20.4 % (+) stained and 25.9% (++) stained were determined but no PRAME was determined in 54% of the cases. 8% (+) stained, 51.3% (++) stained and 27.7% stained (+++) were determined in benign breast lesions and no expression was determined in 13% of the cases. A relationship was found between the PT-PCR and IHC results for PRAME expression. Conclusion: Consequently, PRAME gene expression and some fatal prognostic parameters such as high grade and the lack of ER were found relevant to each other in breast carcinoma. As these cases are not observed for long-term periods, we do not have any data about the life parameters such as attested and total survivals. The data obtained in this study, in a limited way, suggests that PRAME expression is a determiner of fatal risks as it is found relevant to fatal risk parameters. Since RT-PCR method in fresh tissues and IHC method in tissues with paraffin can be made use of in the determination of PRAME expression, we believe that the determination of PRAME expression from the cases which are observed for long-time periods can reveal its predictive role if a relationship between other prognostic parameters and some treatments.Bu çalışma Ç.Ü. Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir. Proje No: TF2009LT47

    Mesane kaynaklı inflamatuar miyofibroblastik tümör

    No full text
    İnflamatuar myofibroblastik tümör , etyolojisi tam olarak belirlenememiş lokal agresif davranışlı bir neoplazmdır. Pulmoner, gastrointestinal, genitoüriner sistem ,retroperitoneal bölge sıklıkla görüldüğü yerlerdir. Tanıda ,anamnez, fizik muayene ,labaratuar ve görüntüleme yöntemlerinin yeri sınırlıdır. Nüksetme potansiyeli mevcuttur. Bu yazıda pelvik ağrı ve disüri yakınmaları olan kadın hastada tespit edilen mesane inflamatuar myofibroblastik tümörü sunulmuştur.Inflammatory myofibroblastic tumor is a local aggressive behavioral neoplasm of unknown etiology . Pulmonary, gastrointestinal, genitourinary system, retroperitoneal are frequently seen. The diagnosis, history, physical examination, laboratories and imaging methods are limited. There is a potential for recurrence. In this article we present a bladder inflammatory myofibroblastic tumor diagnosed in a female patient with pelvic pain and dysuria complaints

    Urinary bladder inflammatory myofibroblastic tumor

    No full text
    İnflamatuar myofibroblastik tümör , etyolojisi tam olarak belirlenememiş lokal agresif davranışlı bir neoplazmdır. Pulmoner, gastrointestinal, genitoüriner sistem ,retroperitoneal bölge sıklıkla görüldüğü yerlerdir. Tanıda ,anamnez, fizik muayene ,labaratuar ve görüntüleme yöntemlerinin yeri sınırlıdır. Nüksetme potansiyeli mevcuttur. Bu yazıda pelvik ağrı ve disüri yakınmaları olan kadın hastada tespit edilen mesane inflamatuar myofibroblastik tümörü sunulmuştur.Inflammatory myofibroblastic tumor is a local aggressive behavioral neoplasm of unknown etiology . Pulmonary, gastrointestinal, genitourinary system, retroperitoneal are frequently seen. The diagnosis, history, physical examination, laboratories and imaging methods are limited. There is a potential for recurrence. In this article we present a bladder inflammatory myofibroblastic tumor diagnosed in a female patient with pelvic pain and dysuria complaints

    Haemangioma of the Breast: Case Report Genel Cerrahi

    No full text
    Memenin tümoral lezyonlarının %0,4'ünü içerenhemanjiyom benign vasküler bir meme lezyonudur.Palpable kitle olarak karşımıza çıkabileceği gibi,insidental olarak da saptanabilir. Kapiller, kavernöz veyavenöz olarak sınıflandırılır. Kavernöz hemanjiyom ensık görülen tipidir. Elli yaşında bayan hasta, yaklaşık 2ay önce fark ettiği sol meme üst dış kadranda bulunan veele gelen kitle şikayetiyle başvurdu. Fizik muayenesindeyaklaşık 1x1 cm boyutlarında kitle saptandı. Ciltdüzeyinde kırmızımsı renk değişikliği görüldü. Sağmeme ve bilateral aksilla muayenesi normal idi.Mamografi, meme magnetik resonans (MR) veultrasonografidesteklemekte idi. Cerrahi rezeksiyon önerilen hastaya,risk anlatıldı, operasyonu kabul etmedi. İki yıldır takipedilen hastanın lezyon boyutunda ve natüründedeğişiklik gözlenmediAs a benign and vascular lesion, hemangioma presentsin the breast with an incidence of 0.4% of all breastlesions. It can be palpable or detected incidentally.Haemangiomas are classified into capillary, cavernous(the most common subtype), and venous; cavernous.A 50-year-old female was admitted to our clinic witha compliant of noticing a mass in the left-lateralquadrant of left breast . On physical examination,1x1cm lesion underlying the skin was detected. Also,a reddish area on the skin was noticed.Mammography, breast ultrasonography (USG) andmagnetic resonance imaging (MRI) findings wereindicative for haemangioma. Surgical excision wasdenied by the patient whose lesion has no change inthe size and/or nature in two years follow u

    Diabetic Mastopathy: Case Report Genel Cerrahi

    No full text
    Diyabetik mastopati, lenfositik mastit ve stromalfibrozisin nadir görülen bir formudur. Uzun süre tip 1diabetes mellitus tanılı kadın hastalarda görülmektedir.Unilateral ya da bilateral palpable kitle şeklindesaptanabilir. Klinik bulgular ve radyolojik görüntülemekanseri düşündürdüğü için gereksiz cerrahi girişimyapılabilmektedir. Yazımızda, bilateral memede kitlenedeni ile yapılan tetkiklerde diabetik mastopati tespitedilen 37 yaşında bayan hastayı sunmayı amaçladık.Hasta, 27 yıl önce tip 1 diabetes mellitus tanısı almıştırDiabetic mastopathy is a rare form of lymphocyticmastitis and stromal fibrosis. It is seen in femalepatients who have been diagnosed with type 1diabetes mellitus for a long time. It can be detected asan unilateral or bilateral palpable mass. Clinicalfindingsunnecessary surgery because of mimicking cancer.We aimed to present a case of diabetic mastopathy ina 37-year-old female. The patient was diagnosed withtype 1 diabetes mellitus 27 years ag

    Mide kanserini taklit eden primer mide tüberkülozu

    No full text
    Daha önceden herhangi bilinen bir hastalığı olmayan yemeklerden sonra epigastrik ağrı ve kilo kaybı şikayeti olan, radyolojik ve endoskopik olarak mide kanseri düşünülen ancak endoskopik biyopsi ile tanı konulamayan 42 yaşında kadın hastaya laparotomi ile primer mide tüberkülozu tanısı konuldu. Anti-tüberküloz tedavi sonrası klinik, radyolojik ve endoskopik tam yanıt elde edildi.A 42-year-old female patient with no previous known diseases who had complaints of postprandial epigastric pain and weight loss and who could not be diagnosed by endoscopic biopsy, although gastric cancer was suspected radiologically and endoscopically, was diagnosed with primary gastric tuberculosis by laparotomy and frozen section. Following anti-tuberculosis treatment, a complete clinical, radiological, and endoscopic response was achieved

    İnsülinomanin Cerrahi Yönetiminde Uzun Dönem Sonuçlar: Tek Merkez Deneyimi

    No full text
    Objective: Limited data are available in regards to the surgical management and outcomes of insulinoma. This study aimed to assess the outcomes associated with surgical treatment of insulinoma, as the most common pancreatic endocrine tumor Methods: Medical records of patients who diagnosed as insulinoma from 2000 to 2010 at General Surgery Department of Cukurova University Hospital were retrospectively reviewed. Surgical treatment (resection vs. enucleation) was based on preoperative radiological investigations (abdominal spiral contrast tomography, ultrasound, selective angiography for selected cases) and intra-operative ultrasound imaging once indicated. Conclusion: Surgical treatment of insulinoma is associated with favorable outcomes.Intra-operative ultrasound with manual palpation is still the gold standard for localizing insulinoma. Location, size and relationship with main pancreatic duct of the lesions are key components for the selection of optimal surgical procedure.Giriş: İnsülinomanin cerrahi yönetimi ve sonuçlarıyla ilişkili olarak sınırlı miktarda bilgiler mevcuttur.Bu çalısma en sık pankreatik endokrin tümör olan insülinomaların cerrahi tedavisiyle ilgili sonuçları değerlendirmeyi amaçlamıştır Yöntemler: Çukurova Üniverstitesi Genel Cerrahi Departmanında 2000 ile 2010 yılları arasında insulinoma tanısıyla ameliyat edilen hastalar geriye dönük olarak değerlendirildi. Rezeksiyon yada enükleasyondan oluşan cerrahi tedavi kararı preoperatif radyolojik değerlendirme (abdominalkontrastlı tomografi, ultrason ve endikasyou olan hastaraselektifanjiografi) ve intraoperatifultrasonografik görüntülemeye göre yapıldı. Bulgular: Cerrahi olarak tedavi edilen, insulinoma tanısı alan ve ortalama takip süresi 5.3 yıl (0.5-10) olan 13 hasta (K/E:9/4) calışmayadahil edildi. Enükleasyon 11 hastaya uygulanırken 2 hastaya distalpankreatektomi (biri dalak koruycu) uygulandı. Mortalite izlenmedi. Cerrahi sonrası tüm hastalar tekrar ameliyat gereksinimi olmaksızın kabul edilebilir komplikasyon oranları (panreatik fistül, n=3; pankreatit, n=1) ile normoglisemik hale geldi. Sonuç: İnsülinomanin cerrahi tedavisi olumlu klinik sonuçlarla ilişkilidir. İnsulinomanin lokalizasyonunu saptamada intraoperatifultrasonla birlikte palpasyonla yapılan değerlendirme altın standarda sahiptir. Uygun cerrahi prosedürü belirlemede lezyonun lokalizasyonu, boyutu ve ana pankreatik kanal ile ilişkisi kritik öneme sahiptir

    Hepatik Alveolar Ekinokokkoz Cerrahisinde Zorluklar, Prognoz ve Yönetim: Tek Merkez Deneyimi

    No full text
    Giriş: Alveolar ekinokokkoz (AE) primer olarak karaciğeri etkileyen ve tümör benzeri davranış gösteren, agresif ve potansiyel olarak fatal bir infeksiyondur. Bu infeksiyon için cerrahi prosedürlere ilişkin sonuçlar nadiren raporlanmıştır. Bu çalışmada hepatik AE'in cerrahi tedavisi ile ilişkili olarak uzun dönem sonuçları değerlendirmeyi amaçladık. Yöntemler: 2001 ve 2013 yılları arasında, metastaz durumuna bakılmaksızın hepatik AE nedeniyle komplet rezeksiyon için uygun bulunan hastaların yönetimi ve sonuçları tanımlandı. Tüm hastaların preoperatif AE tanısı klinik bulgular, görüntüleme teknikleri ve serolojik testelere göre konuldu. Echinococcus multilocularis metasestod antijenine karşı oluşan antikor düzeyleri, Western Blot tekniğiyle elde edilen AE serolojik tanısı için spesifik markırlarlar olarak kullanıldı. Oral albendazol protokolü komplet rezeksiyonun yapılabildiği tüm hastalara uygulandı. Bulgular: Çalışma periyodu boyunca patolojik olarak hepatik AE olduğu konfirme edilen 12 hastaya (K/E=7/5) komplet rezeksiyon uygulandı. Ortanca takip süresi 82 ay idi. En sık başlangıç semptomları karın ağrısı (n=9) ve sarılık (n=4) idi. Beyin, sürrenal, dalak ve kolon olmak üzere 4 hastada metastaz tespit edildi. Alınan uygun önlemlere karşın bir hastada mortalite gözlenirken, gelişen diğer komplikasyonların tamamı başarı ile tedavi edildi. Sonuç: İleri evre hepatik AE olgularında uzun dönemdeki olumlu sonuçlar, komplet cerrahi rezeksiyon ile birlikte yapılan Albendazol uygulaması ile elde edilebilir.Objective: Alveolar echinococcosis (AE) is an aggressive and potentially fatal infection, which affects the liver primarily and presents as a tumor-like lesion. Outcomes associated with surgical procedures for this infection have been rarely reported. In the present study, we aimed to evaluate long-term surgical treatment outcomes associated with hepatic AE. Methods: Between 2001 and 2013, the management and outcomes of twelve consecutive hepatic AE patients who were considered feasible for complete hepatic resection with/without metastasectomy were described. In all patients, pre-operative diagnosis of AE was based on clinical findings, imaging studies, and serological tests. Antibodies against antigens of Echinococcus multilocularis metacestodes were screened as specific markers for the serological diagnosis of AE by Western blot. The oral albendazole protocol was administered for hepatic AE patients who had complete resection. Results: Twelve patients (F/M=7/5) underwent complete resection for pathologically confirmed hepatic AE during the study period. Median follow-up was 82 months. The most common initial symptom was abdominal pain (n=9) followed by jaundice (n=4). Four patients had metastasis: Brain, surrenal, splenic and colon. One patient was lost due to massive pulmonary emboli despite appropriate interventions. All other complications that emerged were treated successfully. Conclusion: Long-term favorable outcomes can be achieved by complete surgical resection followed by chemotherapy with albendazole in advanced hepatic AE case

    Open abdomen yönetiminde erken dönem cerrahi alternatiflerin karşılaştırılması: Randomize ileriye yönelik çalışma

    No full text
    AMAÇ: Abdominal kompartman sendromu (AKS), sınırlı bir anatomik alana sahip karında basıncın akut ve patolojik artışı ile karakterize olup, tedavi edilmediği takdirde yüksek oranda mortaliteyle sonuçlananan klinik bir durumdur. Karıniçi basıncın progresif yükselmesi sonucu ortaya çıkan bu sendromun etkileri sistemik olarak ortaya çıkar. Abdominal kompartman sendromunun tedavisi, artmış karıniçi basıncın düşürülmesidir. Dekompresif laparotomi kararını vermede en önemli kriter hastanın klinik tablosudur. Grade 3 ve 4 hastalarda dekompresif laparatomiyi takiben ameliyat sonrası karıniçi basıncın tekrar yükselmesini engellemek için karın kapatılmaz, açık abdomen uygulanır. Bu çalışmada, dekompresif laparotomi uygulanmış evre 3 ve 4 AKS'li hastalara geçici karın kapatılmasında kullanılan Vacuum-assisted closure (VAC) ve Bogota bag yöntemlerinin randomize ileriye yönelik değerlendirilmesi amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmaya Şubat 2007 ile Eylül 2010 tarihleri arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Yoğun Bakımı'na travma, geçirilmiş cerrahi sonrası ya da medikal takiplerinin izlemi sırasında AKS gelişmiş ve tedavilerinin bir parçası olarak dekompresif laparotomi uygulanmış 40 hasta alındı. Hastalar ardışık randomizasyon yöntemi ile VAC ve Bogota bag olmak üzere iki gruba ayrıldı. Geçici karın kapama yöntemleri olan bu yöntemlerin sonuçları gruplar arasında randomize ileriye yönelik olarak klinik, laboratuvar, morbidite ve mortalite yönünden karşılaştırılarak değerlendirilldi. BULGULAR: Her iki gruptaki hastaların yaş, cinsiyet, vücut kitle indeksi ve yandaş hastalıkları gibi demografik özellikleri arasında anlamlı fark yoktu. AKS gelişen hastalarda etiyolojik faktörler arasında en sık neden 12 hastada (%30) görülen gastrointestinal sistem perforasyonu idi. İnsizyon boyutu ölçümlerinde VAC grubunda daha anlamlı bir azalma vardı. Hastanın primer fasya kapatılması için uygun hale gelmesi için geçen zaman VAC grubunda 16.9 gün iken, Bogota bag'li grupta 20.5 gün idi. Karıniçi basıncı düşürme değerlendirildiğinde; her iki grupta 1., 4. ve 7. günlerde benzer oranlarda düşme saptanırken, ameliyat sonrası 14. günde VAC grubunda anlamlı olarak daha fazla düşme saptandı. Mortalite gelişen hasta sayısı 12 (%30) iken, beş (%12.5) hasta VAC grubuna, yedi (%17.5) hasta Bogota bag grubuna aitti. TARTIŞMA: Bulgulara dayanarak geçici karın kapama yöntemi olarak VAC uygulamasının daha uygun olduğu kanaatindeyiz.BACKGROUND: Abdominal compartment syndrome (ACS) is a clinical syndrome characterized by progressive intraabdominal organ dysfunction resulting from an acute increase in intra-abdominal pressure (IAP). In the absence of prompt treatment, ACS can lead to lethal organ failure. Treatment of ACS is achieved by immediate decompression of the abdominal cavity. As to how and when decompression laparotomy should be performed depends on the clinical condition of the patients. There is limited data regarding outcomes of abdominal closure techiques. The present study aimed to investigate two different temporary closure methods, the vacuum assisted closure (VAC) and Bogota bag techniques, in 40 patients who underwent decompressive laparotomy as part of the management of ACS.METHODS: The study included 40 patients who developed ACS during follow-up or following trauma and abdominal surgery. As part of the treatment for ACS, these patients underwent decompressive laparotomy at the Cukurova University Medical Faculty, General Surgery Department and followed up in the Intensive Care Unit of the same hospital. VAC and Bogota bag procedures were performed as temporary closure methods for the treatment of ACS. Patients were randomly assigned to each of the two groups according to the temporary closure method performed. Clinical, laboratory, mortality and morbidity results of the patients in both groups were compared.RESULTS: Demographic features of the patients (age, sex, body mass index, co-morbidities) were similar between the two groups. The most common reason of ACS was gastrointestinal perforation in 12 (30%) patients. Decrease in incision width was significantly faster in the VAC group than in the Bogota group. Primary closure of fascia was considered appropriate in 16.9 days in the VAC group and 20.5 days in the Bogota bag group. The decrease in abdominal pressure was similar between the two groups on days 1, 4 and 7 but appeared to be significantly lower on day 14 in the VAC group. 12 patients (30%) died during the study. Among the deceased patients, 5 (12%) were in the VAC group, whereas, 7 (17.5%) belonged to the Bogota bag group.CONCLUSION: Based on these results, it is suggested that VAC has advantages when compared to the Bogota bag as a temporary closure method in the management of abdominal compartment syndrom

    Abdominal extragenital endometriosis: single centre experience

    No full text
    Amaç: Bu çalışmada semptomatik ekstragenital yerleşimli intraabdominal endometriozis olgularıyla ilgili klinik deneyimimizi sunmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada değişik endikasyonlar sebebiyle opere edilen ve nihai histopatojik incelemesinde endometriozis olarak rapor edilen olgular değerlendirildi. Hastaların demografik özelliklerinin yanısıra klinik prezentasyonları, lokalizasyonları, yapılan cerrahiler ve takip süresi içindeki rekürens oranları değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmamızda histopatolojik olarak konfirme edilmiş 778 endometriozis tanısı almış hastalar retrospektif olarak incelendi. 32 (%4.1) olguda ekstragenital abdominal yerleşim mevcut olup, hastaların tamamı semptomatik idi. Hastaların başvuru esnasındaki en sık semptomları karın ön duvarda ele gelen kitle (n:13 %40.6) ve kronik tekrarlayan abdominal/pelvik ağrı (n:9, %28.1) şeklindeydi. Abdominal ekstragenital endometriozisli olguların %22’sinde (n=7) klinik tanısı preoperatif dönemde konmuştu. Yapılan operasyonlar ise karın ön duvarından kitle eksizyonu, (n=14, %43.8), apendektomi (n=5,%15.7), pelvik kitle eksizyonu (n=6,%18.8), anterior rezeksiyon (n=3,%9.4), sağ hemikolektomi (n=2,%6,3), laparotomi ile birlikte üriner stentleme (n=2,%6,3) idi. Ortalama 42 aylık takip süresinin sonunda 6 olguda (%18.7) nüks izlendi. Sonuç: Endometriozis, ekstragenital tutulum sebebiyle reproduktif dönemde değişik nedenlere bağlı olarak abdominal cerrahi planlanan kadınlarda ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Komplet cerrahi eksizyonun yansıra, endometrizis tanısının pre- veya intraoperatif dönemde konulması durumunda yara koruyucu kullanılması nüks oranlarının azalmasını sağlayabilir.Purpose: This study aimed to present our clinical experience on symptomatic intaabdominal extragenital endometriosis cases. Materials and Methods: In this study, patients undergoing surgery various indications and for which final histopathologic results reported as endometriosis were evaluated. Demographic characteristics, clinical presentations, localization of disease, surgical procedures and recurrence rates within follow-up period were presented. Results: Histopathologically confirmed 778 endometriosis patients were retrospectively analyzed. Extragenital abdominal endometriosis were present in 32 (4.1%) patients and all cases were symptomatic. The most common symptoms at index admission were mass detected within abdominal wall (n:13; 40.6%) and chronic recurrence abdominal/pelvic pain (n:9, 28.1%). 22% (n=7) of patients with abdominal extragenital endometriosis were diagnosed preoperatively. The operations performed were as follows: mass excision from the abdominal wall (n=14, 43.8%), appendectomy (n=5, 15.7%), pelvic mass excision(n=6, 18.8%), anterior resection (n=3, 9.4%), right hemicolectomy (n=2, 6,3%) , and laparotomy with urinary stenting (n=2, 6,3%). Recurrence is reported in 6 (18.7%) cases at median follow-up of 42 months. Conclusion: Due to extragenital involvement, endometriosis should be part of differential diagnosis in all women who are reserved for abdominal surgery during reproductive era. Along with the complete excision, wound protector use can potentially decrease recurrence rates in cases diagnosed pre- or intraoperatively as endometriosis
    corecore