314 research outputs found

    Fuzzy Set Approach For Acceptability Of Eia Through Integrated Management System

    Get PDF
    Tez (Yüksek Lisans) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2016Thesis (M.Sc.) -- İstanbul Technical University, Instıtute of Science and Technology, 2016Bilindiği gibi çevre koruma felsefesinde iki görüş hakimdir. Bu görüşlerden biri konservasyonist(conservationist) diğeri ise preservasyonist(preservationist) görüştür. Türkçede her iki görüş de korumacı olarak tercüme edilsede, konservasyonist görüş doğal kaynakların “akılcı kullanımı”nı, preservasyonist görüş ise hiçbir şekilde doğal kaynaklara dokunulmamasını ifade etmektedir. Günümüzde konservasyonist görüşün ağır bastığı söylenebilir. Dünya nüfusunun kontrolsüz artışına bağlı olarak insanların ihtiyaçları her geçen gün artmaktadır. Bu ihtiyaçları karşılamak endüstrileşmeyi, şehirleşmeyi ve ekonomik gelişmeyi gerektirmektedir. Bu değişimler gerçekleşirken çevresel kaynakların tüketimi ve ekolojik çevrenin tahribatı artmaktadır. Buna paralel olarak bu tüketim ve tahribatlar çevre kirliğini artırmakta ve çevresel kaliteyi düşürmektedir. Ekonomik gelişme ile çevresel kirliliğin artması çelişkisine henüz çözüm getirilememiştir. Bu konuda sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı oluşturmak için Mühendislik, Tıp ve benzer çevreler uzun zamandır bu konu üzerinde çalışmaktadırlar. Özellikle son yüzyılda gelişmiş ülkeler çevresel kirliliğe en fazla neden olmaları yanında, önlemeler alma konusundada başı çekmektedirler. Öte taraftan Avrupa Birliğinin uyum yasaları ve gelişen şartlara göre güncellenen kanun ve yönetmelikler çevrenin korunmasına destek vermektedir. Bu iyileştirici çabaların başında işyerlerinin uygun çalışma ortamlarının yanında, çalışma düzenlerinin ve çalışma sistemlerinin olması büyük önem taşır. İşyerlerine katkı sağlayabilecek yönetim sistemleri, firmaların politikalarının dışında tüm dünyada geçerli olan ISO 9001, ISO 14001 ve OHSAS 18001 yönetim sistemleridir. Bu kalite, çevre ve iş sağlığı güvenliği sistemleri her geçen gün birbirine yaklaşmakta ve bu üç yönetim sistemi entegre olarak kullanılabilmektedir. İş yerleri kendi yaptıkları işin özelliklerine göre yönetim sistemlerinin kombinasyonlarını seçmektedirler. Her ne kadar üç yönetim sistemi birbirinden ayrı sistemler olarak görülürsede aralarında birbrlerine sinerjik etki yapabilecek organik bağlar mevcuttur. Yedi yılda bir yapılan revizyonlarda her bir sistemin birbirine yakınsadığı görülmektedir. Bu konuya ilerleyen bölümlerde değinilecektir. Ne yazık ki çevreyi korumak için alınması gereken önlemlerde ülkemizde de gelişmeler olsada yeterli olmadığı uzmanlar tarafından belirtilmektedir. Bunun en önemli göstergelerinden biri iş kazalarıdır. İş kazaları sadece can ve mal kayıpları ile sınırlı kalmamakta çevresel felaketlerede neden olmaktadır. Bu gibi durumları önlemek veya derinlemesine bir iyileştirme faaliyeti içinde olabilmek için firmalar veya tesislerde kanun ve yönetmeliklerin belirlediği kurallara uymak durumundadır. Bu kuralların uygulanmasındaISO 9001 ve buna entegre OHSAS 18001 sistemleri uygulayıcılara ve çalışanlara kolaylık ve düzen sağlayabilir. Böylece iş kazaları sebebi ile zaman ve mekan düzleminde oluşan büyük maliyetlere neden olan kayıpların önüne geçilebilir. Bu düzenleme ile aynı zamanda insan hatası sebebi ile çevreyi etkileyebilecek potansiyelkazalarında önüne geçilebilir. Çevresel felaketleri önleme toplumun çalışanları ile birlikte toplumun tüm bireylerinide kapsamaktadır. Bu çevre bilinci kavramını öne çıkarmaktadır. Bu bilinç belkide her yıl tekrarlanan insan kaynaklı orman yangınlarını engelleyebilir.Ya da atık yönetiminde veya geri kazanım konusunda topluma bir ivme kazandırabilir. Diğer taraftan var olan ve/veya kurulacak yeni tesislerin faaliyetlerinde fayda ve zarar ilişkileri iyi değerlendirilmelidir. Bunun için günümüzde Çevre Etki Değerlendirilmesi (ÇED) yapılmaktadır. Bu tesislerin faaliyetlerinden kaynaklanan çevre etkilerinin yerel olmadığı aksine global olduğu bilim insanlarınca kabul edilmiş bir gerçektir. Günümüzde insalar bek¬len¬ti ve ih¬ti¬yaç¬la¬rı¬nın en üst dü¬zey¬de kar¬şı¬lan¬ma¬sı¬nın ya¬nı ¬sı¬ra , ya¬şa¬dı¬ğı çev¬re¬nin korunması hatta daha iyi hale getirilmesi ve yaşadığı çevreyede¬ğer ve¬ril¬me¬si¬nita¬lep et¬mek¬tedirler. Bu husulara aykırı olan uygulama ve eylemlere karşı itiraz etmekte hatta direnmektedirler. Bu gelişme¬ler kuruluş¬la¬rın çev¬re ile etkileşim¬le¬ri¬ni kont¬rol al¬tın¬da tu¬ta¬bil¬me¬le¬ri¬ni ve çev¬re ic¬ra¬at ve ba¬şa¬rı¬la¬rı¬nı sü¬rek¬li iyileş¬ti¬re¬bil¬me¬le¬ri¬ni sağ¬la¬ya¬cak yö¬ne¬tim sis¬tem¬le¬ri¬ne ih¬ti¬yaç bu¬lun¬du¬ğu ger¬çe¬ği¬ni or¬ta¬ya çıkarmış¬tır. Çev¬re Yö¬ne¬tim Sis¬te¬mi tüm dün¬ya¬da ISO 14001 Stan¬dar¬dı ile bi¬lin¬mek¬te¬dir. Çev¬re Yö¬ne¬tim Sis¬te¬mi¬nin, ISO 9001 Ka¬li¬te Yö¬ne¬tim Sis¬te¬mi Stan¬dar¬dın¬dan son¬ra ulus¬la¬ra-ra¬sı kuruluş¬lar¬da ta¬nın¬ma¬sı ve uy¬gu¬lan¬ma¬sı çok hız¬lı ol¬muştur. 1969 yılında ABD’de yürürlüğe giren Ulusal Çevre Politikası Kanunu (National Environmental Policy Act)gerek AB ülkeleri, gerekse diğer dünya ülkelerinde halen en etkin çevre yönetim aracı olarak yerini alan ve gün geçtikçe de bu yeri sağlamlaştıran ÇED, Ülkemizde 1998 yılından bu yana 18/12 sayılı Çevre Yasasının 52. maddesi uyarınca hazırlanan ÇED Tüzüğü kapsamında uygulanmaktadır. Bilindiği gibi Çevre Etki değerlendirmesi belirli bir projenin veya faaliyetin çevre üzerindeki etkilerin belirlendiği bir süreçtir. Bu süreç, karar verme süreci olmayıp karar verme sürecine etki eden ve bunu destekleyen bir süreçtir. ÇED ; yeni projelerin ve gelişmelerin, çevreye verebileceği süreli veya süresiz potansiyel etkileri, ekonomik katma değerinin, sosyal etkisinin sonuçlarını ve çözümlerinin değerlendirmesi analizini kapsamaktadır.Bu çalışmalara katkı sağlamak amacıyla bir model oluşturulmuştur. Çevresel etki büyüklüğünü ortaya çıkarabilmek için, endüstriyel gelişim ve çevresel kirlilik çelişkisine sebep olan ana parametreler göz önüne alınmıştır. Elde edilen çevresel Etki Büyüklüğü Çevre Yönetim Sistemleri (ÇYS) kullanılarak azaltılmıştır. Bu çalışmalar sürecinde kullanılabilecek en uygun yöntemlerin Analitik Hiyerarşi Prosesi (AHP) ve Bulanık Mantık modellerinin olacağı düşünülmüştür. Analitik Hiyerarşi Modelinin seçilme nedeni, çevresel Etki Büyüklüğünü ortaya çıkaracak alt faktörlerin hiyerarşisine sistematik bir yaklaşım sağlamaktır. AHP temel özelliği olan ikili karşılaştırma yöntemi ile tüm alt faktörleri birbirleriyle ikili olarak karşılaştımıştır. Kullanılan yöntemler klasik mantık teorilerini temel alan yöntemlerdir. Bu nedenle çevresel faktörler genellikle sayısallaştırılamayan, eksik, kusurlu ve elde edilemeyen bilgilerden dolayı net ve açık bir şekilde değerlendirilememektedir. Bu sebeplerle belirsiz ve şüpheli olan değerlendirmelerde, Bulanık Mantık tabanlı modelleme kullanılmıştır. Bulanık Mantık modeli ile uzman görüşlerinin dilsel değişkenleri, belirsizliklerin ve eksik verilerin yerine bir girdi olarak kullanılmıştır. Böylece çevresel Etki Büyüklüğünü hesaplamada kullanılan Faktör indeksi ve üyelik dereceleri bulunmuştur. Önerilen yaklaşımın uygulama adımlarında, bir işletmenin çevreye verdiği etkiler ve çevre değerlerinin işletmeden etkilenmesi “büyük” ve “küçük” nitelemeleriyle değerlendirilmiştir. Olası kombinasyonların elde edilen Etki Büyüklükleri hesaplanmıştır. Hesaplanan etki büyüklüğünü Çevre Yönetim Sistemi kombinasyonları olan ISO 9001, ISO 14001 ve OHSAS 18001 ile azaltma yöntemi geliştirilmiştir. Bu çalışmada kullanılan yöntemler ve değerlendirmeler, herhangi bir işletmenin çevresel etkilerinin değerlendirilmesinde somut, anlaşılır ve sayısal bir modellendirme gerektirdiğini ortaya çıkarmıştır. Çevre ve ilgili çevrede bulunan işletmenin etki değerlendirmelerinde ekosistem ve işletme arasında sayısız oranda etkileşim faktörleri, çevresel etki büyüklüğünü elde etmede ana eksen olarak ele alınmıştır. Diğer taraftan çevresel etki değendirmesinde elde edilen etki karekterizasyonları ile, karar vericiye, resmi ve hukuki çevreye,karar verme aşamalarında kullanılabilecekleri ,dilsel ve insani koşulların neden olduğu belirsizlikler, somut, sayısal ve ölçülebilir bir değer haline getirilmiştir. Böylece karar vericinin, elde edilen bu somut verilerle herhangi planlı veya izinli bir faaliyetin yada projenin, çevre yönetim değerlendirmesini kolaylıkla yapabileceği aşıkardır. Önerilen modelde bir işletmenin çevre ile ilişkileri dört kombinasyon halinde ele alınmıştır. Bu kombinasyonlardan birincisi, işletmenin çevreye etkisinin büyük ve çevresel etkilenmeninde büyük olduğu, ikinci kombinasyon işletmenin çevreye etkisi büyük ve çevresel etkilenmenin küçük, üçüncü kombinasyon işletmenin çevreye etkisinin küçük ve çevresel etkilenmenin büyük, dördüncü ve son kombinasyon işletmenin çevreye etkisinin küçük ve çevresel etkilenmenin küçükolduğu durumlardır. Uygulama sonucunda ortaya çıkan etki büyüklüğünün sınıfı ve derecesi belirlenmiştir. Ortaya çıkan etki büyüklüğünün Kalite, çevre yönetim , iş sağlığı ve güvenliği yönetim sistemlerinin kombinasyonları ile nasıl azaltılabileceği yöntemi gösterilmiştir. Bu seçimlerde işletmeye hesaplamalarda ortaya çıkan etki büyüklüğünün azaltılmasında maliyetleri azaltabilecek optimum çözüm yoluda gösterilmiştir. Modelde, Çevresel Etkilerin azaltılmasına katkı sağlamak amacıyla, işletmenin özelliğine göre iyileştirme aracının Çevre Yönetim Sistemlerine destek olarak kullanılması tavsiye edilmektedir. Çevresel Etkileri azaltılmada Çevre Yönetim Sistemlerinin araçlarından faydalanılan bir derecelendirme skalası elde edilmiştir. Böylece Çevresel Etki değerlendirmeleri için, karar vericiye esnek alternatifler sunulmuştur. Modelin, Projelerin planlama aşamasındaki ÇED çalışmalarında kantitatif destek olarak kullanılması önerilmektedir. Çalışmada kullanılan modelle işletme ve bulunduğu çevrede oluşan karşılıklı etkileşimlerin, kullanılacak Entegre Yönetim sistemleri ile işletmelerin yarattığı olumsuz çevresel etkilerinazaltılabileceği veya kabul edilebilir sınırlara getirilebileceği umut edilmektedir.Nowadays people need is increasing with each passing day. To meet those needs require industrialization, urbanization and economic development. While performing these changes, the consumption of environmental resources and the ecological damage cycle has been increased. In parallel, this ecological destruction and consumption of environmental sources increased pollutions and it decreased environmental quality. The contradiction between increasing environmental pollution and economic development, could not be a solution yet. Studies are underway in this regards. A model was created in order to contribute to these efforts. To reveal the size of the environmental impact, the main parameters that cause the dilemma of industrial development and environmental pollution has been taken into account. The magnitude of the environmental impact obtained has been reduced through the use of environmental management systems (EIA). In this study, Analytic Hierarchy Process (AHP) and Fuzzy Logic is thought as the most appropriate method to be used. The reason for choosing the Analytical Hierarchy Model is to provide a systematic approach to hierarchy of sub-factors which will reveal the environmental Impact Magnitude. With pair-wise comparison method which is the basic feature of AHP, all sub-factors were compared in pair wise comparison with each other. In assessments that are vague and uncertain, fuzzy logic-based modeling has been used. With Fuzzy Logic model, linguistic variables of expert opinion are used as an input instead of uncertainty and missing data. Thus, Factor index (FI) and membership grade used in the calculation of the environmental impact magnitude (IM) is found. The implementation steps of the proposed approach, a environmental impact of facility and the environmental value affected by facility was assessed "big" and "small" qualifying. The impact magnitude which is obtained by possible combinations are assessed. To reduce the calculated impact magnitude, a method have been developed with ISO 9001 ISO 14001 and OHSAS 18001 which is the combination of Environmental Management System. In the model, in order to contribute to the reduction of environmental impacts, according to the production type of facility, remediation is recommended for using as a support elements of the Environmental Management System. For reduction of Environmental Impact, a rating scale has been obtained by utilizing the constituent of Environmental Management System. Thus, for environmental impact assessment, decision-makers is offered flexible alternatives. Model is proposed to be used as quantitative support at EIA studies in the planning stage of the project.Yüksek LisansM.Sc

    An 11-Year-Old Child with Autosomal Dominant Polycystic Kidney Disease Who Presented with Nephrolithiasis

    Get PDF
    Patients with autosomal dominant polycystic kidney disease become symptomatic and are diagnosed usually at adulthood. The rate of nephrolithiasis in these patients is 5–10 times the rate in the general population, and both anatomic and metabolic abnormalities play role in the formation of renal stones. However, nephrolithiasis is rare in childhood age group. In this paper, an 11-year-old child with autosomal dominant polycystic kidney disease presenting with nephrolithiasis is discussed

    Traditional Turkish Coffee with Medicinal Effect

    Get PDF
    Traditional Turkish coffee (TTC) is highly associated with caffeine and is known as a mind and heart stimulant as it helps keep tiredness at bay. Daily consumption of TTC naturally benefits human health such as anti-cancer, anti-diabetic, improved energy, anti-depression, reduced risk of heart disease, etc. The TTC was derived from particular types of Arabic coffee beans (ACB), and the preparation method of TTC is unique from other types of coffee. The main objective of the study was to investigate the therapeutic and biological effects of TTC. The ACB powder was characterized physicochemically using UV-Vis spectroscopy, Fourier transforms infrared spectroscopy (FTIR), scanning electron microscopy (SEM), and energy-dispersive X-ray spectroscopy (EDX). In vitro analysis using HaCaT (Human keratinocyte cell line) proved the biocompatibility of ACB powder. Case studies which were focusing on healthy individuals as the research populace were conducted using TTC. Consumption of TTC was found beneficially compared to other types of coffee. The TTC was obtained from ACB, which was characterized by spectroscopic techniques and displayed biocompatibility due to the results on HaCaT cell lines. The TTC has beneficial therapeutic effects on individuals. According to statistical analysis, the disease-affected ratio of diabetes, heart disease, and depression was significantly decreased

    The clinical value of urinary N-acetyl-beta-D-glucosaminidase levels in childhood age group.

    Get PDF
    N-acetyl-beta-D-glucosaminidase is a high molecular-weight lysosomal enzyme found in many tissues of the body. It cannot pass into glomerular ultrafiltrate due to its high molecular weight. However, this enzyme shows high activity in renal proximal tubular cells, and leaks into the tubular fluid as the ultrafiltrate passes through proximal tubules. When proximal tubular cells are injured due to to any disease process including glomerular proteinuria, nephrolithiasis, hyperglycemia, interstitial nephritis, transplant rejection or nephrotoxic agents such as antibiotics, antiepileptics, or radiocontrast agents, its urine level increases and thus is used as a reflection of proximal tubular cell necrosis. However, the clinical use of urinary N-acetyl-beta-D-glucosaminidase determination is limited in childhood because of certain technical problems. In addition, the urinary level of this enzyme changes with the maturational level of proximal tubular cells. Thus, difficulties are involved in assessing normal urine levels of this enzyme for age. On the other hand, successive measurements of urinary N-acetyl-beta-D-glucosaminidase during the longitudinal follow-up of the patients may enhance its clinical use as an indicator of ongoing tubular injury.</p

    The role of L-carnitine in treatment of a murine model of asthma.

    Get PDF
    Leukotrienes, one of the mediators of inflammation in asthma, have a strong bronchoconstrictive effect. L-carnitine has been reported to influence respiratory functions. It has also been reported that L-carnitine inhibits leukotriene synthesis. To evaluate the effects of L-carnitine on oxygen saturation, urine leukotriene E4 levels and lung histopathology in a murine model of asthma, high IgE responder BALB/c mice (n = 24) were systemically sensitized to ovalbumin and chronically challenged with low particle mass concentrations of aerosolized ovalbumin, and then they were divided into 3 groups (study groups A, B, and C) each including eight mice. After methacholine-induced bronchoconstriction, the mice in groups A and B were given intraperitoneal L-carnitine (250 and 125 mg/kg, respectively), while the mice in group C were given placebo. Oxygen saturation of the mice was measured by pulse oxymeter before and after methacholine and after L-carnitine/ placebo application. In addition, urine leukotriene E4 levels were measured before asthma development, and 24-h after L-carnitine injection in asthmatic mice. Inflammation in the lung tissues of the sacrificed animals was scored histopathologically to determine the effect of L-carnitine on tissue level. A control group of non-sensitized mice (n = 8) treated with placebo only was used for comparison of urine leukotriene E4 levels and of histopathological parameters. Oxygen saturation of the mice in the study groups tended to decrease after methacholine and to improve after L-carnitine injection, although these changes were not significant at all time points. Urine leukotriene E4 levels of all 3 study groups increased significantly after asthma development. The rate of increment was smallest in the group given the highest L-carnitine dose (group A). Inflammation at the tissue level was also mildest in group A, and severest in the group that was not given carnitine (group C). All of the study groups and the control group differed significantly with respect to inflammation scores. In conclusion, L-carnitine improved oxygen saturation, and decreased urine leukotriene E4 levels and inflammation in lung tissues in the present murine model of asthma.</p

    Superficial Dorsal Vein Rupture Imitating Penile Fracture

    Get PDF
    Dorsal vein rupture of the penis is a rare condition, and few cases have been reported in the literature. Herein we report a 41-year-old man who presented with mildly painful and acute swollen penis, which initially imitated a penile fracture but was surgically explored and shown to be a superficial dorsal vein rupture

    A 12-Year-Old Girl with Bilateral Coats Disease and ABCA4 Gene Mutation

    Get PDF
    A 12-year-old girl with bilateral stage 2B Coats disease was screened meticulously for a possible underlying systemic disease as she was female and the disease was bilateral. Full systemic workout turned out to be unremarkable. However, an ABCA4 gene mutation was found in the genetic analysis. NDP and TINF2 gene mutations were not present. She was successfully treated with a bilateral, single intravitreal injection of dexamethasone implant and a single session of indirect laser photocoagulation with a relatively good anatomic and functional result. To the best of our knowledge, the present case is the only reported case of Coats disease with an ABCA4 gene mutation

    Giant viable hydatid cyst of the lung: a case report

    Get PDF
    This is an Open Access article distributed under the terms of the Creative Commons Attribution Licens

    Endogenous Retinoic Acid Activity in Principal Cells and Intercalated Cells of Mouse Collecting Duct System

    Get PDF
    Background: Retinoic acid is the bioactive derivative of vitamin A, which plays an indispensible role in kidney development by activating retinoic acid receptors. Although the location, concentration and roles of endogenous retinoic acid in postnatal kidneys are poorly defined, there is accumulating evidence linking post-natal vitamin A deficiency to impaired renal concentrating and acidifying capacity associated with increased susceptibility to urolithiasis, renal inflammation and scarring. The aim of this study is to examine the presence and the detailed localization of endogenous retinoic acid activity in neonatal, young and adult mouse kidneys, to establish a fundamental ground for further research into potential target genes, as well as physiological and pathophysiological roles of endogenous retinoic acid in the post-natal kidneys.Methodology/Principal Findings: RARE-hsp68-lacZ transgenic mice were employed as a reporter for endogenous retinoic acid activity that was determined by X-gal assay and immunostaining of the reporter gene product, beta-galactosidase. Double immunostaining was performed for beta-galactosidase and markers of kidney tubules to localize retinoic acid activity. Distinct pattern of retinoic acid activity was observed in kidneys, which is higher in neonatal and 1- to 3-week-old mice than that in 5- and 8-week-old mice. The activity was present specifically in the principal cells and the intercalated cells of the collecting duct system in all age groups, but was absent from the glomeruli, proximal tubules, thin limbs of Henle's loop and distal tubules.Conclusions/Significance: Endogenous retinoic acid activity exists in principal cells and intercalated cells of the mouse collecting duct system after birth and persists into adulthood. This observation provides novel insights into potential roles for endogenous retinoic acid beyond nephrogenesis and warrants further studies to investigate target genes and functions of endogenous retinoic acid in the kidney after birth, particularly in the collecting duct system
    corecore