14 research outputs found
Syrian Story writer Saīd Hourāniya and his short story titled Akhee Rafeeq (My Brother Rafeeq)
MakaleSa‘îd Hûrâniyye 1940’lı yılların sonu ve 50’li yılların başında yazdığı kısa öyküleriyle Arap edebiyatında kısa öykü türüne yeni bakış açıları kazandıran isimlerden biridir. Hayatının farklı dönemlerinde yazdığı öykülerinde, sosyal ve siyasi alanlardaki düşüncelerini okura iletme çabası içerisinde olmuştur. Arap kısa öyküsünün kurucu nesli olarak adlandırılan yazarlar arasında da yer almaktadır. Öykülerinde önceki dönemlerden farklı bazı yeni yazım metotları yer almaktadır. Teknik ve sanat bakımından da kısa öykü türüne önemli katkıları olmuştur. Kaleme aldığı ve okuyucuların dikkatini çekmeyi başaran kısa öykülerinden birisi Ahî Rafîk (Ağabeyim Refik)’tir. On yaşındaki Saîd ve onun on beş yaşında ölen ağabeyi Refik’in hikâyelerinin anlatıldığı bu kısa öykü, ölüm mefhumu ve insanların bu mefhum karşısındaki tutumlarının sorgulandığı ve buna ek olarak da bazı sosyal mesajların verildiği başarılı bir eserdir. Yalın ve anlaşılır bir dille kaleme alınan öykü, anlatım teknikleri açısından da oldukça zengin bir niteliğe sahiptir. Yazar dış diyalog tekniği başta olmak üzere iç monolog, betimleme ve montaj gibi anlatım teknikleriyle tekdüzelikten uzak bir üslup ortaya koymuştur. Bu özelliklerinden ötürü de söz konusu öyküsü başta olmak üzere Sa‘îd Hûrâniyye’nin kaleme aldığı öykülerin modern Arap öykücülüğünün gelişmesi noktasında önemli katkıları vardır. İşte bu makalede söz konusu öykü teknik ve tematik yönleriyle ele alınacak, Sa‘îd Hûrâniyye’nin Arap edebiyatında kısa öykü türüne yaptığı katkılar tespit edilmeye gayret edilecektir.Saīd Hourāniya is one of the names that brought new perspectives to the short story genre in Arabic literature with his short stories written in the late 1940s and early 50s. Inhis stories he wrote in different periods of his life, he was in an effort to convey his thoughts in the social and political fields to the reader. He is also among the writers who are called the founding generation of the Arab short story. There are somenew writing methods in his stories that are different from previous periods. He also made important contributions to the short story genre in terms of technique and art. One of the short stories he wrote and managed to attract the attention of the readersis Ahī Rafīq (My Brother Rafeeq). This short story, which tells the stories of ten-year-old Said and his brother Refik, who died at the age of fifteen, is a successful work in which the concept of death and people's attitudes towards this concept are questioned and in addition, some social messages are given. The story, written in a plain and understandable language, is also very rich in terms of narrative techniques. The author has created a style far from monotony with narrative techniques such as the external dialogue technique and the internal monologue, description and assembly. Due to these features, the stories written by Saīd Hourāniya, especially the story in question, have important contributions in the development of modern Arab storytelling. In this article, the aforementioned story will be discussed with its technical and thematic aspects, and the contributions of Saeed Houraniyah to the short story type in Arab literature will be determined
Bağdat’ın Moğollar Tarafından İşgalinin Arap Şiirindeki Yankıları: Bir Şehir Mersiyesi Örneği Olarak Şemseddîn el-Kûfî’nin Kasîde-i Nûniyyesi
Arap şiirinin en köklü konularından biri mersiyedir. Kaynaklarda yer alan bilgiler, Câhiliye döneminde insanların kabir başlarında ölüler için ağıt yaktıklarını ve onların güzel özelliklerini andıklarını göstermektedir. Sonraki dönemlerde söylenen mersiyelerde de içerik olarak benzer durum devam etmiştir. Ancak zaman içerisinde sosyal, siyasî ve kültürel şartların değişimiyle birlikte, mersiyelerin söyleniş biçimleri ve amaçlarında da kısmî yenilikler olmuştur. Örneğin Emevîler dönemiyle başlayıp sonraki asırlarda devam eden süreçte, siyasî ve mezhepsel faktörlerin etkisi daha fazla hissedilmiştir. Diğer yandan şairlerin sadece sevdikleri insanlar için değil bizzat kendileri için, sahibi oldukları hayvanlar ve yaşadıkları şehirler için de mersiyeler kaleme aldıkları görülmüştür. Arap edebiyatında şehirler için söylenen mersiyeler özellikle Endülüs döneminde meşhur olup yaygınlaşmıştır. Ancak Câhiliye dönemi şairlerinin, özellikle kasidenin ilk bölümünde, sevgilinin terk ettiği diyarlar için ağıt yaktıkları göz önünde bulundurulursa, şehirlere mersiye söyleme geleneğinin çok daha eski dönemlere dayandığı söylenebilir. Öte yandan Abbâsiler döneminde başta Moğol istilası olmak üzere, şahit olunan pek çok savaş ve iç çekişme nedeniyle şehirlerin harap olması, pek çok şairin harap olan bu şehirler için mersiyeler söylemesine neden olmuştur. Bu dönemde zarar gören şehirlerden biri de İslam kültür ve medeniyetinin en önemli şehirlerinden olan Bağdat’tır. Bilindiği üzere Bağdat 1258 yılında Moğollar tarafından işgal edilmiştir. Nekbetu Bağdâd/Bağdat felaketi olarak da anılan bu işgal neticesinde şehrin maddi ve manevi anlamda sahip olduğu pek çok zenginlik yerle bir edilmiştir. Bu olayın Arap şiirinde büyük yankıları olmuş, yaşananlara tepkisiz kalamayan pek çok şair, Bağdat için mersiyeler söylemiştir. Bu şairlerden biri de çalışmamızda Kasîde-i Nûniyye’si incelenen Şemseddîn el-Kûfî’dir. 623/1226 yılında Kûfe’de doğan Şemseddîn el-Kûfî döneminin önde gelen edebiyatçı, âlim ve şairlerinden biridir. Bağdat felaketinin şiirlerini büyük ölçüde etkilemesinden dolayı kendisine Şâiru Nekbeti Bağdâd (Bağdat Felaketi Şairi) unvanı verilmiştir. Şiirleri incelendiğinde aile fertlerine, dostlarına, dostlarının çocuklarına ve Moğol istilasıyla yıkıma uğrayan Bağdat şehrine söylediği mersiyelerin ön planda olduğu söylenebilir. Cinas, tıbâk ve raddu’l-acuz ‘ala’s-sadr gibi lafızla ilgili sanatları yoğun bir biçimde kullanan şair, mersiyelerinde ise meselenin daha çok anlam boyutuna önem vermekte ve anlamla ilgili sanatları ustalıkla kullanmaktadır. Şemseddîn el-Kûfî’nin Kâmil bahrinde Bağdat’a mersiye olarak kaleme aldığı Kasîde-i Nûniyye 27 beyitten müteşekkildir. Kasîdenin mukaddime bölümünde ayrılıktan şikâyet teması işlenmiştir. Ardından sırasıyla Moğol işgalinin Bağdat’taki etkileri, şairin bu olay karşısındaki hissiyatı, Bağdat’ta yaşanan güzel günlere özlem temalarıyla kasidenin ana konusu ortaya konmuştur. Hâtime bölümünde ise tekrar ayrılıktan şikâyet temasına dönülerek geleneksel Arap şiiri muhtevalarında görülenden farklı bir içyapı sergilenmiştir. Bu muhteva planı, bir şehirde yaşanan felaketi yansıtan şehir mersiyesi türünün ruhuna uygun olmakla birlikte, akıcılığı da sağlamıştır. Kasîdenin genelinde telaffuzu kolay ve sarf kurallarına uygun kelimeler tercih edilirken, fesahât kurallarına dikkat edilmiştir. Öte yandan şair kasidede çoğunlukla Bağdat felaketini tüm gerçekliğiyle okura aktardığı ihbârî cümleler tercih etmiştir. Ancak duygu yoğunluğunu daha çarpıcı bir biçimde ifade etme ihtiyacı hissettiği bölümlerde te‘accub, istifhâm, yemin, nidâ gibi üsluplarla anlatımını zenginleştirmiştir. Şemseddîn el-Kûfî şiirlerinde cinâsı sıkça kullanmıştır. Bunun dışında anlamla ilgili sanatlardan biri olan tıbâk da beyitlerde öne çıkan bedî‘î sanatlardandır. Sonuç olarak Şemseddîn el-Kûfî’nin söylemiş olduğu bu şehir mersiyesi çerçevesinde Moğol istilasının Arap şiirinde hatırı sayılır bir etkisinin olduğu ve bu şiirlerde dokunaklı bir üslupla tarihsel gerçeklerin sonraki dönemlere aktarıldığı görülmüştür
Tevfîk Yûsuf El-Avvâd’ın “Er-Rağîf” Adlı Romanında Türk İmajı
The Lebanese author Tawfiq Yusuf Awwad is regarded as one of the important short story and novel writers in Arabic Literature because of his artistic wording, impressive psychological depictions and his emphasis on social issues in his works. al-Raghif is an important novel that mentions the independence struggle of Arabs during World War I. It is apparent that the nationalist movement in the last periods of the Ottomans that emerged in the Balkans and later on grew in Arabic areas, has an impact in Awwad’s ideas. As a result of this idea, it is remarkable that a very negative image of the Ottoman Empire and the Turks is depicted in his book.Lübnan’lı Tevfîk Yûsuf Avvâd sanatsal üslubu, etkileyici psikolojik tasvirleri ve sosyal meseleleri eserlerinde derinlemesine işlemesi yönüyle kısa öykü ve roman alanında Arap Edebiyatında önemli isimlerden sayılmaktadır. er-Rağîf, Birinci Dünya Savaşı sırasında Arapların bağımsız devlet kurma mücadelesinin anlatıldığı önemli bir romandır. Osmanlı’nın son dönemlerinde önce Balkanlar sonrasında da Arap coğrafyasında yayılan milliyetçilik akımının Avvâd’ın düşüncelerini de etkilediği açıkça görülmektedir. Bunun bir neticesi olarak romanda gerek Osmanlı Devleti gerekse genel olarak Türklerle ilgili olarak son derece olumsuz bir imajın ortaya konduğu dikkat çekmektedir
The Wording of istifham in the Arabic language: A study in the framework of Bukhari's al-Jami'u's Sahih
MakaleHz. Peygamber, İslâm dini ile ilgili mesajları insanlara ulaştırırken Arap dilindeki edebî üslûpları kullanmıştır. Hz. Peygamber’in kullandığı bu üslûplardan biri olan istifham, asıl itibariyle daha önceden bilinmeyen bir şey hakkında bilgi edinme isteğinin sözlü olarak ifade edilmesidir. İstifhamın önem arz eden özelliklerinden biri de kullanıldığı yere ve amaca göre bazı durumlarda hakiki anlamı dışında kullanılarak mecâzî anlamlar ifade etmesidir. Bu makalede, Arap dilinde hadisin rolü hakkında özet bilgiler verilmekle birlikte, istifham, istifham edatları ve istifham üslûbu konularında belagat ilmi açısından temel bilgiler sunulmuş ve aynı zamanda Buhârî’nin el-Câmi‘us-Sahîh adlı eserinde geçen hadislerden alınan örnekler
eşliğinde istifham üslûbunun, hangi manalarda kullanıldığı izah edilmeye çalışılmış ve istifham üslûbunun belagat özellikleri incelenmiştir.The Prophet Muhammad (PBUH) used literary styles in the Arabic language while conveying messages about the religion of Islam to people. One of these styles used by the Prophet istifham is essentially the verbally expression of the desire to obtain information about something previously unknown. One of the important features of istifham is that it expresses metaphorical meanings by using it other than its literal
meaning in some cases, depending on the place and purpose it is used. In this article, along with giving brief information about the role of hadith in Arabic language, basic information about istifham, prepositions of istifham and istifham style is presented in terms of rhetoric, and at the same time the use of istifham style, accompanied by examples taken from the hadiths in al-Câmi'us-Sahih by Bukhari. It has been tried to explain in which meanings it is used and the rhetorical features of the istifham style are examined
Kur’an Kıssalarının Klasik Arap Şiirindeki Yansımaları: Nûh Kıssası Örneği
Kur’an
kıssaları, sahip oldukları zengin muhteva, dil özellikleri ve herkese hitap
edebilme özelliği ile Arap edebiyatında büyük ilgi görmüştür. Özellikle şiir
alanında bu kıssaların yansımalarını, en güzel biçimleri ile görmek mümkündür.
Şairler bazen öykü-şiir tarzında eserler kaleme alarak, kendi yorumlarıyla
birlikte bu kıssaları okuyucuya aktarmışlar, bazen de bu kıssalarda yer alan
farklı motifleri, kendi duygularının aktarımı noktasında yardımcı unsur olarak
kullanmışlardır. Nûh kıssası da dikkat çekici ve ibretli muhtevası ile şairler
için bir ilham kaynağı olmuştur. Bazı şairler bizzat bu kıssayı anlatan şiirler
kaleme almıştır. Bazıları ise bu kıssaya ait tufan, Nûh’un gemisi ve yaşı gibi
motifleri şiirlerine dâhil etmişler ve böylece kıssaya telmihte bulunmuşlardır.
Bu bağlamda, çalışmamızda Klasik dönemde yaşamış pek çok şairin divanı
taranarak, farklı örneklere ulaşılmaya çalışılmış ve kayda değer görülenler
ışığında Nûh kıssasının Arap şiirindeki yansımaları ortaya konmaya gayret
edilmiştir.Kur’an kıssaları muhtevaları ve üslup özellikleri
bakımından Arap dili üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Canlı bir anlatıma
sahip olmaları ve herkese hitap eden bir yönlerinin olması bu etkinin gücünü
daha da artırır. Arap şiiri de canlı ve coşkulu bir anlatıma sahiptir. Ayrıca
şiir, öteden beri Arapların en etkili ifade biçimidir. Bu bakımdan Arap
şiirinin, Kur’an kıssalarının bu etkisinden bağımsız kalması elbette
düşünülemezdi.En
eski devirlerden bu yana, öykü ve şiir, bütün toplumlarda daima hayatın bizzat
içerisinde olmuştur. Savaşlar, av maceraları, kahramanlıklar, aşklar vs. hayata
dair bütün yaşanmışlıklar, bazen bir şiirin dizelerinde bazen de bir öykünün
satırlarında hayat bulmuştur. Bu sebeple de her devirde, edebiyat türleri
içerisinde en çok ilgiyi öykü ve şiir çekmiş ve bu ikisi daima bir etkileşim
halinde olmuşlardır. Bu güçlü ilişkiyi Kur’an kıssaları ve şiir arasında görmek
de mümkündür. Zira bu kıssalarda öylesine çarpıcı unsurlar vardır ki, bunlar
şairlere ilham kaynağı olmuşlardır. Bu bağlamda Nuh kıssası özellikle
zikredilmelidir.Nuh kıssası farklı kültür
ve edebiyatlara ait yazılı ve sözlü edebi ürünlerde sıkça işlenen bir temadır.
Bu durum, Arap şiiri için de pek farklı değildir. Zira bazı Arap şairler bizzat
bu kıssayı anlatan şiirler kaleme almıştır. Bazıları ise bu kıssaya ait
motifleri şiirlerinde kullanmışlar ve böylece kıssaya telmihte bulunmuşlardır.Öykü-şiir tarzında şiir
kaleme alan şairler içerisinde belki de en önemli isim Ümeyye b. Ebi’s-Salt’tır. Şiirlerinde pek çok peygamber kıssasına
yer veren Ümeyye tufan olayına ayrı bir önem vermiş
ve bu konuya dair pek çok şiir kaleme almıştır. Ondan sonraki dönemlerde yine
bazı isimler Nuh kıssasını anlatan şiirler yazmışlardır. Ancak bu şiirlerin
sayısı çok fazla değildir. Dolayısıyla Arap şiirinde, peygamber
kıssaları çerçevesinde İran ve Türk edebiyatlarında olduğu gibi bir öykü-şiir
geleneğinin oluşmadığı görülmektedir.Bu şiirlerde aktarılan
bilgilerin, bazen Kur’an’ın anlatımı ile örtüştüğü, bazen de başka kutsal
kitapların ve kültürlerin etkisi altında kaldığı dikkat çekmektedir. Ancak bazı
şiirlerde, Kur’an’da yer almayan detaylar da yer almaktadır. Gerek İslam öncesi
dönemlerde gerekse İslami dönemlerde yazılan şiirlerde Kur’an dışı unsurların
şiirlere dâhil olduğu bir gerçektir. Bu sebeple Müslüman şairlerin Nûh
kıssasını konu edinen şiirler yazarken, Kuran’a bağlı kalmak gibi bir
zorunluluk hissetmedikleri söylenebilir. Bunun yanında, Nuh kıssasının
anlatıldığı öykü-şiirlerde dil ve anlatım oldukça sadedir. Edebi sanatlar yoğun
bir biçimde kullanılmaz. Bu durum, bu tarz şiirlerdeki asıl gayenin insanları
bu kıssalar hakkında bilgilendirmek olduğunu göstermektedir. Ümeyye b. Ebi’s-Salt’a ait şu dizeleri, yukarıda
zikredilen hususlara örnek olarak göstermek mümkündür:[O
Allah], Nûh’un gemisinden hayır sahibi olanları, Lübnan baştan sona helak
olduğunda, kurtarandır.Tandırı kaynadı ve dağların üzerini örtüp kaplayan
hatta onları aşan su ile coştukça coştu.[Allah’ın]
kulu [Nûh]’a yürü dendi, yürüdü. Ve vallahi onun yürüyüp gitmesi o dehşete
rağmendi.[Gemiden]
in, zira gemi seni karar kılacağı yer olan yüksek bir dağın başına
ulaştırmıştır, denildi.Nuh
kıssasının, Arap şiirine ikinci yansıma biçimi ise telmihlerdir. Bu bağlamda
özellikle Nuh’un kişiliği, tufan olayı, gemi ve Nuh’un yaşı belli başlı semboller
olarak öne çıkmaktadır. Bu telmihler,
pek çok şairin anlatım tarzına yenilikler katmış ve şiirlerini anlamsal
bakımdan daha zengin kılmalarını sağlamıştır. Bu şiirlerde Nuh’un
kurtarıcı olmak, şefkatli olmak, vefalı olmak gibi özellikleri öne çıkarılmıştır.
Mesela Nabiga ez-Zübyânî Nuh’la ilgili olarak şöyle der:Sana,
[yarı] çıplak, eski elbiselerimle ve şüphelerimden kaynaklı korkuyla geldim.Oysa
emanete ihanet etmediğini gördüm. Nûh da aynı şekilde ihanet etmezdi.Tufan olayı bazen
gözyaşının bazen de cömertliğin bir sembolü olmuştur. Bu şiirlerde çoğu zaman
mübalağa sanatı yapılmıştır. Duygular abartılı ama çok etkileyici bir şekilde
dile getirilmiştir. Nuh’un gemisi ise yalnızlığın sembolü ve bir kurtarıcıdır.
Farklılıkları bir araya getirme özelliğine Bu şiirlerde çoğu zaman mübalağa
sanatına başvurulmuştur. sahiptir. Nuh’un gemisi bazen yozlaşan toplumdan
kaçışın, bazen de sevgilinin yüzünde beliren saçın sembolüdür. Lisânuddîn b. el-Ḫatîb’e ait şu hoş dizelerde de bu
zikredilenlerin bir örneğini bulmak mümkündür:Yanağının
bahçesi, kurumuş
bir ağaca dönse bile, bana verdiğin söze ihanet ettiğini, hiç görmedim.Ve
yüzünün, her iki yanındaki zülüflerinin yay [gibi kıvrımları], güzellik
gemisinin Cûdî’ye oturduğunu söyledi.Tüm
bu şiirlere Nuh kıssası çerçevesinden bakıldığında, Kur’an kıssalarının
şairlerin anlatımlarına güç kattığı, lafız ve anlam bakımından şiirlerini
zenginleştirdiği görülmektedir. Bu da, duygu ve düşüncelerin daha etkili bir
biçimde aktarılmasını sağlamıştır
Kur’an Kıssalarının Klasik Arap Şiirindeki Yansımaları: Nûh Kıssası Örneği
Kur’an
kıssaları, sahip oldukları zengin muhteva, dil özellikleri ve herkese hitap
edebilme özelliği ile Arap edebiyatında büyük ilgi görmüştür. Özellikle şiir
alanında bu kıssaların yansımalarını, en güzel biçimleri ile görmek mümkündür.
Şairler bazen öykü-şiir tarzında eserler kaleme alarak, kendi yorumlarıyla
birlikte bu kıssaları okuyucuya aktarmışlar, bazen de bu kıssalarda yer alan
farklı motifleri, kendi duygularının aktarımı noktasında yardımcı unsur olarak
kullanmışlardır. Nûh kıssası da dikkat çekici ve ibretli muhtevası ile şairler
için bir ilham kaynağı olmuştur. Bazı şairler bizzat bu kıssayı anlatan şiirler
kaleme almıştır. Bazıları ise bu kıssaya ait tufan, Nûh’un gemisi ve yaşı gibi
motifleri şiirlerine dâhil etmişler ve böylece kıssaya telmihte bulunmuşlardır.
Bu bağlamda, çalışmamızda Klasik dönemde yaşamış pek çok şairin divanı
taranarak, farklı örneklere ulaşılmaya çalışılmış ve kayda değer görülenler
ışığında Nûh kıssasının Arap şiirindeki yansımaları ortaya konmaya gayret
edilmiştir.Kur’an kıssaları muhtevaları ve üslup özellikleri
bakımından Arap dili üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Canlı bir anlatıma
sahip olmaları ve herkese hitap eden bir yönlerinin olması bu etkinin gücünü
daha da artırır. Arap şiiri de canlı ve coşkulu bir anlatıma sahiptir. Ayrıca
şiir, öteden beri Arapların en etkili ifade biçimidir. Bu bakımdan Arap
şiirinin, Kur’an kıssalarının bu etkisinden bağımsız kalması elbette
düşünülemezdi.En
eski devirlerden bu yana, öykü ve şiir, bütün toplumlarda daima hayatın bizzat
içerisinde olmuştur. Savaşlar, av maceraları, kahramanlıklar, aşklar vs. hayata
dair bütün yaşanmışlıklar, bazen bir şiirin dizelerinde bazen de bir öykünün
satırlarında hayat bulmuştur. Bu sebeple de her devirde, edebiyat türleri
içerisinde en çok ilgiyi öykü ve şiir çekmiş ve bu ikisi daima bir etkileşim
halinde olmuşlardır. Bu güçlü ilişkiyi Kur’an kıssaları ve şiir arasında görmek
de mümkündür. Zira bu kıssalarda öylesine çarpıcı unsurlar vardır ki, bunlar
şairlere ilham kaynağı olmuşlardır. Bu bağlamda Nuh kıssası özellikle
zikredilmelidir.Nuh kıssası farklı kültür
ve edebiyatlara ait yazılı ve sözlü edebi ürünlerde sıkça işlenen bir temadır.
Bu durum, Arap şiiri için de pek farklı değildir. Zira bazı Arap şairler bizzat
bu kıssayı anlatan şiirler kaleme almıştır. Bazıları ise bu kıssaya ait
motifleri şiirlerinde kullanmışlar ve böylece kıssaya telmihte bulunmuşlardır.Öykü-şiir tarzında şiir
kaleme alan şairler içerisinde belki de en önemli isim Ümeyye b. Ebi’s-Salt’tır. Şiirlerinde pek çok peygamber kıssasına
yer veren Ümeyye tufan olayına ayrı bir önem vermiş
ve bu konuya dair pek çok şiir kaleme almıştır. Ondan sonraki dönemlerde yine
bazı isimler Nuh kıssasını anlatan şiirler yazmışlardır. Ancak bu şiirlerin
sayısı çok fazla değildir. Dolayısıyla Arap şiirinde, peygamber
kıssaları çerçevesinde İran ve Türk edebiyatlarında olduğu gibi bir öykü-şiir
geleneğinin oluşmadığı görülmektedir.Bu şiirlerde aktarılan
bilgilerin, bazen Kur’an’ın anlatımı ile örtüştüğü, bazen de başka kutsal
kitapların ve kültürlerin etkisi altında kaldığı dikkat çekmektedir. Ancak bazı
şiirlerde, Kur’an’da yer almayan detaylar da yer almaktadır. Gerek İslam öncesi
dönemlerde gerekse İslami dönemlerde yazılan şiirlerde Kur’an dışı unsurların
şiirlere dâhil olduğu bir gerçektir. Bu sebeple Müslüman şairlerin Nûh
kıssasını konu edinen şiirler yazarken, Kuran’a bağlı kalmak gibi bir
zorunluluk hissetmedikleri söylenebilir. Bunun yanında, Nuh kıssasının
anlatıldığı öykü-şiirlerde dil ve anlatım oldukça sadedir. Edebi sanatlar yoğun
bir biçimde kullanılmaz. Bu durum, bu tarz şiirlerdeki asıl gayenin insanları
bu kıssalar hakkında bilgilendirmek olduğunu göstermektedir. Ümeyye b. Ebi’s-Salt’a ait şu dizeleri, yukarıda
zikredilen hususlara örnek olarak göstermek mümkündür:[O
Allah], Nûh’un gemisinden hayır sahibi olanları, Lübnan baştan sona helak
olduğunda, kurtarandır.Tandırı kaynadı ve dağların üzerini örtüp kaplayan
hatta onları aşan su ile coştukça coştu.[Allah’ın]
kulu [Nûh]’a yürü dendi, yürüdü. Ve vallahi onun yürüyüp gitmesi o dehşete
rağmendi.[Gemiden]
in, zira gemi seni karar kılacağı yer olan yüksek bir dağın başına
ulaştırmıştır, denildi.Nuh
kıssasının, Arap şiirine ikinci yansıma biçimi ise telmihlerdir. Bu bağlamda
özellikle Nuh’un kişiliği, tufan olayı, gemi ve Nuh’un yaşı belli başlı semboller
olarak öne çıkmaktadır. Bu telmihler,
pek çok şairin anlatım tarzına yenilikler katmış ve şiirlerini anlamsal
bakımdan daha zengin kılmalarını sağlamıştır. Bu şiirlerde Nuh’un
kurtarıcı olmak, şefkatli olmak, vefalı olmak gibi özellikleri öne çıkarılmıştır.
Mesela Nabiga ez-Zübyânî Nuh’la ilgili olarak şöyle der:Sana,
[yarı] çıplak, eski elbiselerimle ve şüphelerimden kaynaklı korkuyla geldim.Oysa
emanete ihanet etmediğini gördüm. Nûh da aynı şekilde ihanet etmezdi.Tufan olayı bazen
gözyaşının bazen de cömertliğin bir sembolü olmuştur. Bu şiirlerde çoğu zaman
mübalağa sanatı yapılmıştır. Duygular abartılı ama çok etkileyici bir şekilde
dile getirilmiştir. Nuh’un gemisi ise yalnızlığın sembolü ve bir kurtarıcıdır.
Farklılıkları bir araya getirme özelliğine Bu şiirlerde çoğu zaman mübalağa
sanatına başvurulmuştur. sahiptir. Nuh’un gemisi bazen yozlaşan toplumdan
kaçışın, bazen de sevgilinin yüzünde beliren saçın sembolüdür. Lisânuddîn b. el-Ḫatîb’e ait şu hoş dizelerde de bu
zikredilenlerin bir örneğini bulmak mümkündür:Yanağının
bahçesi, kurumuş
bir ağaca dönse bile, bana verdiğin söze ihanet ettiğini, hiç görmedim.Ve
yüzünün, her iki yanındaki zülüflerinin yay [gibi kıvrımları], güzellik
gemisinin Cûdî’ye oturduğunu söyledi.Tüm
bu şiirlere Nuh kıssası çerçevesinden bakıldığında, Kur’an kıssalarının
şairlerin anlatımlarına güç kattığı, lafız ve anlam bakımından şiirlerini
zenginleştirdiği görülmektedir. Bu da, duygu ve düşüncelerin daha etkili bir
biçimde aktarılmasını sağlamıştır
An Arabian poet al-Safarjalani and his poems
Doktora Tezi.YÖK Tez No:350786Bu çalışmada Osmanlı dönemi şairlerinden İbrahim b. Muhammed es-Sefercelânî'nin hayatı ve şiirleri incelenmiştir. Çalışma, bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde Osmanlı dönemi Arap şiiri ve şairin yaşadığı Şam şehriyle ilgili genel bilgiler verilmiştir. Birinci bölümde şairin kimliği, ailesi, eğitimi, hocaları, edebî şahsiyeti ve söylediği şiirler hakkında incelemeler yapılmıştır. İkinci bölümde es-Sefercelânî'nin söylediği şiirlerin içerik yönünden tahliline geçilmiştir. Bu bağlamda şiirlerin konuları tespit edilmiş ve bu konular edebî tenkit eserlerinde yer alan kıstaslara uygun olarak değerlendirilmiştir.Üçüncü bölümde ise şiirler şekil ve üslup bakımından incelenmiştir. Kaside yapısı, kelime dağarcığı, cümle yapıları, anlatım teknikleri gibi başlıklar altında değerlendirilen şiirlerin edebî değerleri tespit edilmeye gayret edilmiştir.This study attemts to analyze the life of Ibrahim bin Muhammed al-Safarjalani and his poetries, who is an Ottoman period poet,It is composed of an introduction and three main chapters. The introduction deals with Arabic poet in Ottoman period, also it gives general knowledge about Damascus city, where al-Safarjalani lived. In the first chapter we dealt with the personality of poet, his family, his education, characteristics of his poetry and his poems. In the second chapter we attempt to analyse al-Safarjalani's poetry in point of contents. In that context we try to determine subjects of his poems and eveluate these poems suit with the methods of critical literary works.In the last chapter, poems of al-Safarjalani are evaluated with the point of form and language. With the headlines, like composition of qaside and sentences, vocabulary, technics of presentations; we try to determine quality of his poetic
The Literal Analysis of an Epistle by Abu'l-Fadl Ibn al-'Amid
İbnu'l-'Amîd hicri IV. asırda yaşamış önemli bir devlet adamı ve edebiyatçıdır. Buveyhî Devleti'nin bir veziri olan İbnu'l-'Amîd asıl şöhretini risâle yazımı konusundaki mahareti sayesinde elde etmiştir. Öyle ki Arap Edebiyatı'nda, Abdülhamîd el-Kâtib eliyle nesir alanında bir tür haline gelen risâlenin zirve ismi kabul edilmiştir. Bu durumu ifade etmek için risâlenin Abdülhamîd'le başlayıp İbnu'l-'Amîd'le son bulduğu söylenmiştir. İşte bu çalışmada İbnu'l-'Amîd'in devlete isyan eden bir komutan olan İbn Bullekâ'ya yazdığı risâle ele alınmıştır. Risâle ilk olarak yapı bakımından incelenmiş, ardından da dil ve üslup açısından tahlil edilmiştir. Bu bağlamda risâlede kullanılan dil ve anlatım teknikleri farklı açılardan değerlendirilmiştir. Ayrıca risâlede kullanılan ve öne çıkan sanatlar örnekleriyle birlikte tespit edilerek İbnu'l-'Amîd'in genel üslup özellikleri ortaya konmaya çalışılmıştır.Ibn al-'Amid is an important statesman and literary man who lived in the fourth century. Ibn al-'Amid, a vizier of the Buveyhi State, obtained his real reputation thanks to his skill in writing epistles. So that he is accepted as the top name in the Arabic literature in the field of pamphlet, which became a kind of prose by Abdulhamid al-Qatib. In order to express this situation, it was said that the pamphlet started with Abdulhamid and ended with Ibn al-'Amid. This work deals with the pamphlet of Ibn al-'Amid, which he wrote for Ibn Bulleka who rebelled against the state. The pamphlet was first examined in terms of structure, then analyzed in terms of language and style. In this context, the language and narrative techniques used in the book are evaluated from different angles. In addition, it has been tried to identify the general style characteristics of Ibn al-'Amid by identifying them with the examples of the arts that are used in the book
Bağdat’ın Moğollar Tarafından İşgalinin Arap Şiirindeki Yankıları: Bir Şehir Mersiyesi Örneği Olarak Şemseddîn el-Kûfî’nin Kasîde-i Nûniyyesi
Arap şiirinin en köklü konularından biri mersiyedir. Kaynaklarda yer alan bilgiler, Câhiliye döneminde insanların kabir başlarında ölüler için ağıt yaktıklarını ve onların güzel özelliklerini andıklarını göstermektedir. Sonraki dönemlerde söylenen mersiyelerde de içerik olarak benzer durum devam etmiştir. Ancak zaman içerisinde sosyal, siyasî ve kültürel şartların değişimiyle birlikte, mersiyelerin söyleniş biçimleri ve amaçlarında da kısmî yenilikler olmuştur. Örneğin Emevîler dönemiyle başlayıp sonraki asırlarda devam eden süreçte, siyasî ve mezhepsel faktörlerin etkisi daha fazla hissedilmiştir. Diğer yandan şairlerin sadece sevdikleri insanlar için değil bizzat kendileri için, sahibi oldukları hayvanlar ve yaşadıkları şehirler için de mersiyeler kaleme aldıkları görülmüştür. Arap edebiyatında şehirler için söylenen mersiyeler özellikle Endülüs döneminde meşhur olup yaygınlaşmıştır. Ancak Câhiliye dönemi şairlerinin, özellikle kasidenin ilk bölümünde, sevgilinin terk ettiği diyarlar için ağıt yaktıkları göz önünde bulundurulursa, şehirlere mersiye söyleme geleneğinin çok daha eski dönemlere dayandığı söylenebilir. Öte yandan Abbâsiler döneminde başta Moğol istilası olmak üzere, şahit olunan pek çok savaş ve iç çekişme nedeniyle şehirlerin harap olması, pek çok şairin harap olan bu şehirler için mersiyeler söylemesine neden olmuştur. Bu dönemde zarar gören şehirlerden biri de İslam kültür ve medeniyetinin en önemli şehirlerinden olan Bağdat’tır. Bilindiği üzere Bağdat 1258 yılında Moğollar tarafından işgal edilmiştir. Nekbetu Bağdâd/Bağdat felaketi olarak da anılan bu işgal neticesinde şehrin maddi ve manevi anlamda sahip olduğu pek çok zenginlik yerle bir edilmiştir. Bu olayın Arap şiirinde büyük yankıları olmuş, yaşananlara tepkisiz kalamayan pek çok şair, Bağdat için mersiyeler söylemiştir. Bu şairlerden biri de çalışmamızda Kasîde-i Nûniyye’si incelenen Şemseddîn el-Kûfî’dir. 623/1226 yılında Kûfe’de doğan Şemseddîn el-Kûfî döneminin önde gelen edebiyatçı, âlim ve şairlerinden biridir. Bağdat felaketinin şiirlerini büyük ölçüde etkilemesinden dolayı kendisine Şâiru Nekbeti Bağdâd (Bağdat Felaketi Şairi) unvanı verilmiştir. Şiirleri incelendiğinde aile fertlerine, dostlarına, dostlarının çocuklarına ve Moğol istilasıyla yıkıma uğrayan Bağdat şehrine söylediği mersiyelerin ön planda olduğu söylenebilir. Cinas, tıbâk ve raddu’l-acuz ‘ala’s-sadr gibi lafızla ilgili sanatları yoğun bir biçimde kullanan şair, mersiyelerinde ise meselenin daha çok anlam boyutuna önem vermekte ve anlamla ilgili sanatları ustalıkla kullanmaktadır. Şemseddîn el-Kûfî’nin Kâmil bahrinde Bağdat’a mersiye olarak kaleme aldığı Kasîde-i Nûniyye 27 beyitten müteşekkildir. Kasîdenin mukaddime bölümünde ayrılıktan şikâyet teması işlenmiştir. Ardından sırasıyla Moğol işgalinin Bağdat’taki etkileri, şairin bu olay karşısındaki hissiyatı, Bağdat’ta yaşanan güzel günlere özlem temalarıyla kasidenin ana konusu ortaya konmuştur. Hâtime bölümünde ise tekrar ayrılıktan şikâyet temasına dönülerek geleneksel Arap şiiri muhtevalarında görülenden farklı bir içyapı sergilenmiştir. Bu muhteva planı, bir şehirde yaşanan felaketi yansıtan şehir mersiyesi türünün ruhuna uygun olmakla birlikte, akıcılığı da sağlamıştır. Kasîdenin genelinde telaffuzu kolay ve sarf kurallarına uygun kelimeler tercih edilirken, fesahât kurallarına dikkat edilmiştir. Öte yandan şair kasidede çoğunlukla Bağdat felaketini tüm gerçekliğiyle okura aktardığı ihbârî cümleler tercih etmiştir. Ancak duygu yoğunluğunu daha çarpıcı bir biçimde ifade etme ihtiyacı hissettiği bölümlerde te‘accub, istifhâm, yemin, nidâ gibi üsluplarla anlatımını zenginleştirmiştir. Şemseddîn el-Kûfî şiirlerinde cinâsı sıkça kullanmıştır. Bunun dışında anlamla ilgili sanatlardan biri olan tıbâk da beyitlerde öne çıkan bedî‘î sanatlardandır. Sonuç olarak Şemseddîn el-Kûfî’nin söylemiş olduğu bu şehir mersiyesi çerçevesinde Moğol istilasının Arap şiirinde hatırı sayılır bir etkisinin olduğu ve bu şiirlerde dokunaklı bir üslupla tarihsel gerçeklerin sonraki dönemlere aktarıldığı görülmüştür
Tastir in Arabic Poetry of the Ottoman Period
Osmanlı Dönemi Arap Şiirinde dikkat çeken en önemli hususlardan biri bedî sanatlarının yoğun bir biçimde kullanılmasıdır. Şairler bir yandan önceki dönemlerde bilinen sanatlara şiirlerinde yer verirken diğer yandan da yeni sanatlar geliştirip Arap Edebiyatı'na katkıda bulunmuşlardır. Bu dönem şiirlerinde karşılaşılan sanatlardan biri de taştîrdir. İşte bu çalışmada Arap şiirinde taştîr farklı yönleriyle ele alınmıştır. Öncelikle kavramın Osmanlı dönemi öncesi Arap şiiri ve kaynaklarındaki kullanımına değinilmiş, ardından Osmanlı Dönemi Arap Şiirinde taştîr incelenmiştir. Bu bağlamda taştîr yapan şairlerin kullandıkları tekniklere işaret edilmiş ve taştîrin olumlu yahut olumsuz olarak şiirin anlamına etkileri tahlil edilmiştir. Son olarak da taştîrin tazmin ve muaraza gibi sanatlarla mukayesesi yapılmıştır.Tastir in Arabic Poetry of the Ottoman Period The most important issue which attracts notice in Arabic Poetry of the Ottoman Period is the use badi arts immensely. The poets have given the famous badi arts in the former periods a place in their poems. On the other hand they have improved new arts and they have made a contribution to Arabic Literature. In this article the issue of tastir in Arabic poem is handled from different viewpoints. Firstly, the usage of the tastir in classical poetry and in its sources is mentioned, and then, the conceptual meaning of tastir in Arabic Poetry of the Ottoman Period is discussed. After that the techniques which had used by poets in their poetries is indicated. Separately, the positive and adverse effects of tastir in the meaning of poetries is regarded. And lastly, the tastir is compared with some arts like tadmin and muarada