28 research outputs found
Spontaneous bilateral hip fractures following a seizure: a case report
Kendiliğinden iki taraflı kalça kırığı son derece nadir bir patolojidir. Çeşitli metabolik bozukluklara bağlı gelişebilir. Yirmi sekiz yaşındaki erkek hastada, eşzamanlı oluşan iki taraflı femur boyun ve sağ intertrokanterik femur deplase kırığı saptandı. Kırıkların nöbet sonrasında ve uzun süredir düzensiz alınan antikonvulsan ilaçlara bağlı osteomalazi zemininde meydana geldiği düşünüldü. İki kalçaya açık redüksiyon ve internal fiksasyon uygulandı. Ameliyat sonrası üçüncü ayda radyografik kaynama görüldü. Hastanın altıncı ayda herhangi bir yardımcı destek olmaksızın yürümesine izin verildi. On sekizinci ayda yapılan kontrollerde, hastanın herhangi bir kısıtlama olmaksızın ve destek kullanmaksızın, görme özürü nedeniyle kısıtlanan aktiviteleri dışında her türlü işi yapabildiği öğrenildi.Spontaneous bilateral hip fractures are very rare. They may occur secondary to several metabolic disorders. We report a 28-year-old male patient who developed spontaneous bilateral femoral neck fractures and a displaced intertrochanteric femoral fracture on the left. The fractures were thought to occur following an epileptic seizure and on the basis of osteomalacia associated with anticonvulsant treatment for long years. He was treated with open reduction and internal fixation. Union was documented in the postoperative third month. He was allowed to walk in the sixth month without any support. On control examination in the 18th month, he was found to perform all his daily activities without support, except for inherent limitations due to his blindness
Ön çapraz bağ tamirinde kullanılan patellar tendon otografttinde donör sahası defektinin iyileşmesi üzerine daneysel çalışma
[Abstarct Not Available
The role of arthroscopic drilling for osteocondral lesions of the talus
Amaç: Talusun osteokondral lezyonlarındaıartroskopik drilleme yönteminin sonuçlarını değerlendirmek. Hastalar ve Yöntem: Talusta osteokondral lezyon nedeniyle opere ettiğimiz ortalama yaşı 27 (17-40) olan, 6’sı erkek, 5’i kadın 11 hastanın 11 ayak bileği çalışma grubunu oluşturdu. Hastalar ortama 39 ay (10-96) izlendi. Talustaki osteokondral lezyonların 6’sı anteromedial bölgede, 3’ü anterolateral bölgede ve 2’si posteromedial bölgede görüldü. Radyolojik incelemelerin ışığında, Berndt ve Harty sınıflamasına göre osteokondral lezyonların yedisi evre II, ikisi evre III, ikisi evre IV olduğu tespit edildi. Ayak bileği artroskopisinde Outerbridge sınıflamasına göre 5 hastada lezyonun evre II, 4 hastada evre III, 2 hastada evre IV olduğu görüldü. Evre II lezyonlara artroskopik drilleme, Evre III ve IV lezyonlara ise fragmanın debridmanından sonra drilleme uygulandı. Hastaların operasyondan elde ettiği kazanım Amerikan Ortopedik Ayak-Ayak bileği Derneği (AOFAS) skoru ile değerlendirildi. Bulgular: Operasyon öncesi ortalama 66 puan (46-74) olan skor değerleri, izlem sonunda ortalama 87 puana (78-97) yükseldi (p<0.05). Radyolojik olarak 11 ayak bileğinin 4’ünde lezyonun gerilediğini gördük. Kalan 6 hastada radyolojik olarak anlamlı değişiklikler saptanmadı. Kalan bir olguda (evre IV lezyon) ayak bileğinde eklem yüzlerinde dejenerasyon tespit edildi. Tartışma: Talusun osteokondral lezyonlarının tedavisinde artroskopik drilleme tekniği etkili ve yararlı bir tedavi metodudur. Ancak, klinik rahatlamaya radyolojik düzelme her zaman eşlik etmez.Objective: To evaluate the outcome of arthroscopic drilling for the treatment of osteochondral lesion of talus. Patients and Method: Eleven (six males and five females) patients with a symptomatic osteochondral lesion of the talus were operated with arthroscopic drilling. They were followed postoperatively for ten to ninety-six months (mean, 39 months) The mean age of the patients was 27 years (range, 17-40 years). There were six lesions on the anteriomedial aspect of the talus, the three anteriolaterally and two posteriomedially. According to the radiographic classification system of Berndt and Harty, seven ankles had Stage II lesions, two had Stage III and two had Stage IV. The lesions were also classified according to the their arthroscopic appearance by using Outerbridge classification. Arthroscopic debridement and drilling were performed in Stage III and IV lesions. Stage II lesions were treated with arthroscopic drilling only. The outcome was evaluated according to the American Orthopaedic Foot and Ankle Society (AOFAS) score. Results: The average preoperative AOFAS score of 66 points (46 to 74) improved to 87 points (78 to 97) at the last follow-up. The radiographic findings showed that four lesions were improved, six lesions were unchanged and the only one stage IV lesion was deteriorated. Discussion: Arthroscopic drilling for the treatment of the osteochondral lesions of the talus is an effective and useful method. However, the improvement of clinical outcome is not always accompanied with radiological improvement
Arthroscopic treatment for impingement of the anterolateral soft tissues of the ankle
Amaç: inversiyon tipi ayak bileği burkulması sonrasında gelişen, mekanik instabilitenin eşlik ettiği veya etmediği, anterolateral yumuşak doku sıkışması (ALYDS)'nın artroskopik yöntemle tedavi sonuçlarınının belirlenmesi. Hastalar ve Yöntem: Ayak bileğinde ALYDS tanısı alan sekizi erkek, onbiri kadın toplam 19 hastanın 19 ayak bileği çalışma grubunu oluşturdu. Tüm hastalarda bir veya birkaç kez geçirilmiş inversiyon tipi burkulma öyküsü ve ayak bileği anterolateral kısmında kronik ağrı şikayeti vardı. Yapılan fizik bakıda eklemde mekanik instabilite saptanan 9 hasta 1. grubu, ayak bileği stabil olarak bulunan 10 hasta 2. grubu oluşturdu. Her iki gruptaki olgulara da ALYDS’nın artroskopik debridmanı ve sıkışmaya neden oluyorsaıanteroinferior tibiofibular ligamanın distal fasikülünün rezeksiyonu uygulandı. Grup 1’de ek olarak, 6 hastaya anatomik anterior talofibular bağ onarımı, 3 hastaya ise Chrisman-Snook yöntemiyle bağ rekonstrüksiyonu gerçekleştirildi. Hastalar Amerikan Ortopedik Ayak-Ayak Bileği Derneği (AOFAS) skoru ve eski aktivite düzeyine geri dönüş süresi ile değerlendirildi. Bulgular: Olguların ortalama yaşı 28 yıl (16-50 yıl) olup, operasyon sonrası ortalama 50 ay (10-96 ay) süre ile izlenmiştir. Artroskopik debridman ve bağ onarımı uygulanan grup 1’deki olguların operasyon öncesi ortalama skoru 67 puandan (65-73), son kontrolde 88’e (76-95) yükseldi. 7 hastada mükemmel-iyi sonuç, 2 hastada orta sonuç elde edildi. Grup 1’de 6 hasta ortalama 15 hafta sonra eski aktivite düzeyini yakalayabildi. Grup 2’deki hastalaron operasyon öncesi skoru 63 puandan (39-73), son kontrolde 93’e (87-100) yükseldi. Bu gruptaki 10 hastanın tümünde deımükemmel-iyi sonuçlar elde edildi. Bu hastalardan 8’i ortalama 7 hafta sonra eski aktivite düzeyini yakaladı. İki grup arasında AOFAS skoru karşılaştırıldığında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Eski aktivite düzeyine geri dönüş süreleri karşılaştırıldığında ise grup 2’de bu süre belirgin olarak daha kısa bulundu (p<0.05). Tartışma: Ayak bileği anterolateral yumuşak doku sıkışması, ek stabilite kazandırıcı yöntemlerin uygulanması koşulu ile eklemde mekanik instabilite varlığında bile artroskopik olarak başarılı bir şekilde tedavi edilebilir. Ancak, ayak bileği instabilitesinin eşlik ettiği hastalarda eski aktivite düzeyine ulaşma belirgin olarak daha geç sürede olmaktadır.Objective: To evaluate the outcome of the arthroscopic treatment of the anterolateral soft tissue impingement (ALSTI) of the ankle in patients with or without ankle instability. Patients and Method: We treated 19 patients who had ALSTI of their 19 ankles by arthroscopic debridement. All had a history of single or multiple inversion injuries, followed by chronic pain over the anterolateral aspect of the ankle. There were 8 male and 11 female patients. The patients were classified into two groups according to the instability findings in physical examination. There were 9 patients who had ALSTI associated with ankle instability (Group 1) and 10 patients who had only ALSTI without ankle instability (Group 2). Arthroscopic debridement was performed of the impingement of anterolateral soft-tissue in all. And if present, an abnormally thickened distal fascicle of the anteroinferior tibiofibular ligament that was in contact with talus during dorsiflexion was also excised. Additionally, in group 1, an anatomic repair of the anterolateral talofibular ligament was done in 6 patients and reconstruction of the lateral ligament complex by Chrisman-Snook technique in the other 3 patients. The outcome was evaluated by the American Orthopaedic Foot & Ankle Society score (AOFAS). The period for returning to previous level of activitiy was also recorded. Results: The average age of the patients was 28 years (range, 16-50) and the average follow-up was 50 months (range, 10-96). The average preoperative AOFAS score of 67 points (65 to 73) improved to 88 points (76 to 95) in Group 1. Seven ankles were rated as excellent or good and 2 others as fair. Six patients returned to their previous level of physical activity at an average of 15 weeks. In Group 2, the average preoperative AOFAS score of 63 points (39 to 73) improved to 93 points (87 to 100) at the last follow-up. All of the ankles were rated excellent or good. Eight patients returned to previous activities at an average of 7 weeks. No difference was found between two groups in terms of postoperative AOFAS score (p>0.05). However, the period for returning to the previous activity level was significantly shorter in group 2 than in group 1 (p<0.05). Discussion: With additional ligament repair or reconstruction, the anterolateral soft-tissue impingement of the ankle can be successfully treated by ankle arthroscopy even in cases with ankle instability. However, the period for returning to the previous activity level was significantly longer in patients with associated ankle instability
The mid-term results of arthroscopic partial meniscectomy in lateral meniscal cysts
Amaç: Lateral menisküs kisti olan olgularda artroskopik parsiyel menisektominin orta dönem sonuçları değerlendirildi. Hastalar ve yöntemler: Çalışmaya lateral menisküs kisti tanısı konan 11 hasta (7 kadın, 4 erkek; ort. yaş 38; dağılım 22-48) alındı. Parsiyel lateral menisektomiyi takiben, yırtık-kist bağlantısı olan olgularda artroskopik shaver ile kist içine girilip dekompresyon uygulandı. Ameliyat öncesi ve kontrollerdeki fonksiyonel kapasite değerlendirmesinde Lysholm ve Tegner skorları kullanıldı. Tüm hastalar, ameliyat öncesi ve sonrası ortalama 34. ayda manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile değerlendirildi. Ortalama izlem süresi 35 ay (dağılım 5-72 ay) idi. Bulgular: Hastaların yedisi (%64) ağrıdan, biri (%9) instabiliteden, üçü (%27) ise tekrarlayan efüzyon ataklarından şikayetçiydi. Yedi hastada (%64) travma öyküsü vardı. Artroskopik incelemede 10 hastada (%91) menisküs yırtığı görüldü. İki hastada (%18) komplet tip diskoid lateral menisküs saptandı. Patellofemoral semptomları olan iki hastanın artroskopik değerlendirmesinde patella medial fasette derece 2 kondromalazi saptandı. Kistler lateral menisküsün orta ve anterior 1/3’ünde izlenirken, yırtıkların çoğu popliteus tendonu ile lateral kollateral ligament arasındaydı. Fonksiyonel kapasite değerlendirmesinde ortalama Lysholm skoru ameliyat öncesi 66.7’den ameliyat sonrası 84.6’ya (p=0.03); Tegner aktivite skoru ise 2.3’ten 7.8’e artış gösterdi (p=0.03). Kontrol MRG’de kistin tekrarlamasına ait bulguya rastlanmadı. Sonuç: Lateral menisküs kistlerinin artroskopik tedavisinde, yırtık için menisektomi ve kist içeriğinin dekompresyonu etkin bir sağaltım yöntemidir.Objectives: We evaluated the mid-term results of arthroscopic partial meniscectomy in patients with lateral meniscus cysts. Patients and methods: The study included 11 patients (7 women, 4 men; mean age 38 years; range 22 to 48 years) with a diagnosis of lateral meniscus cyst. Following lateral partial meniscectomy, the cyst was decompressed with the use of an arthroscopic shaver in patients with a connection to a meniscal tear. Functional capacity of the patients was evaluated by the Lysholm and Tegner scoring systems. All the patients were evaluated by magnetic resonance imaging (MRI) before and 34 months after surgery. The mean follow- up period was 35 months (range 5 to 72 months). Results: Complaints included pain in seven patients (64%), recurrent effusions in three patients (27%), and instability in one patient (9%). Seven patients (64%) had a history of trauma. On arthroscopic examination, meniscal tears were detected in 10 patients (91%). Complete type discoid meniscus was found in two patients (18%). In two patients with patellofemoral symptoms, arthroscopy showed grade 2 chondromalacia in the medial facet of the patella. The cysts were localized in the medial and anterior 1/3 of the lateral meniscus, with most of the tears being between the popliteus tendon and the lateral collateral ligament. Postoperatively, Lysholm and Tegner scores improved from 66.7 to 84.6 (p=0.03) and 2.3 to 7.8 (p=0.03), respectively. No recurrences were detected on control MRI scans. Conclusion: Meniscectomy of the meniscal tears and decompression of the cyst material are effective in the arthroscopic treatment of lateral meniscal cysts
A case of localized pigmented villonodular synovitis presenting as a loose body in the medial gutter of the knee
Pigmente villonodüler sinovit, tek eklem tutulumu ile seyreden, nadir görülen, sıklıkla dizi tutan proliferatif bir süreçtir. Lokalize formu bildiren çalışmalar sınırlı sayıdadır. Bu yazıda, 28 yaşındaki kadın hastada, diz iç eklem aralığındaki serbest cismi taklit eden, ağrı, kilitlenme ve takılma gibi yakınmalara yol açan lokalize pigmente villonodüler sinoviti sunuldu. Ayırıcı tanıda manyetik rezonans görüntülemeden yararlanıldı. Yapılan artroskopide, iç eklem aralığında kapsüle yapışık kitle saptandı. Sinovyadan artrotomiyle çıkarılan kitlenin pigmente villonodüler sinovit olduğu patolojik inceleme ile doğrulandı. Hastanın bir yıllık takibinde nüks ile karşılaşılmadı. Lokalize pigmente villonodüler sinovit başka diz içi patolojileri taklit edip yanlış tanıya yol açabilir.Pigmented villonodular synovitis is a rare monarticular proliferative disorder of the synovium, most commonly affecting the knee. There are very few reports about the localized form in the knee. A twenty-eight-year-old woman presented with complaints of pain, catching, and locking. The lesion closely resembled a loose body in the medial gutter of the knee. Magnetic resonance imaging was performed to establish the diagnosis. Arthroscopy of the knee was performed and a mass with an attachment to the medial capsule was detected. The mass was removed from the synovium by arthrotomy. Histological examination confirmed the diagnosis. During a-year follow-up, the patient remained asymptomatic. Localized pigmented villonodular synovitis may mimic other intraarticular pathologies and lead to a false diagnosis
Management of diabetic heel ulcer and calcaneal chronic osteomyelitis with local musculocutaneous sural artery flap
Diabete bağlı infekte ayak ülserleri hasta için sakatlık yaratmasının yanında, belirgin morbidite, mortalite ve ekonomik kayıp nedenidir. Ýnfekte topuk ülserinin yumuşak doku ile örtülmesi zordur. Bunun için, sıklıkla serbest kas transferi gerekir. Ancak, serbest kas transferleri zaman alıcı ve teknik alt yapıya gereksinim duyan işlemlerdir. Transfer edilen kas dokusunun yapısından dolayı, normal ayakkabı giyememe sonuçları olumsuzlaştırmaktadır. Bu çalışmada kalkaneus kronik osteomyelitinin eşlik ettiği diabetik topuk ülserli bir olgu sunulmaktadır. Olgu lokal muskulokütan sural arter flebi ile başarılı şekilde tedavi edilmiştir. Bu flep defekt sahasında yeterli kanlanma sağlamaktadır ve infekte topuk ülserlerinin kapatılmasında serbest kas transferlerine iyi bir alternatifdir.Infected diabetic foot ulcers are a major cause of disability, morbidity, mortality and costs for the diabetic patient. Soft-tissue coverage of the infected heel ulcer is a difficult and demanding problem. Frequently, a free muscle transfer is performed. However, this procedure is time-consuming and technically demanding. The results are often not satisfactory because of a bulky contour, resulting in shoe-fitting problems. A case is presented with diabetic heel ulcer associated with calcaneal chronic osteomyelitis. He was managed successfully with local musculocutaneous sural artery flap. This flap provides satisfactory vascularization of the defect and seems to be a good alternative to free flaps for covering infected ulcers of the heel
Clinical results of lateral closing wedge high tibial osteotomy for osteoarthritis of the knee (Oblique osteotomy with tension band fixation)
Amaç: Diz medial kompartman osteoartritinde uyguladığımız oblik ve lateral kapalı kama yüksek tibial osteotominin (OKK-YTO) erken dönem klinik sonuçları değerlendirildi. Çalışma planı: Otuz dokuz hastanın (29 kadın, 10 erkek; ort. yaş 53; dağılım 34-64) dizinde medial kompartman osteoartritinde OKK-YTO ve gergi bandı prensibi ile tespit uygulandı. Ahlback sınıflamasına göre hastaların yedisinde evre II, 27'sinde evre III, beşinde evre IV osteoartrit vardı. Tespit için kama plak ve iki adet kortikal vida kullanıldı. Sonuçlar Amerikan Diz Derneği skoru kullanılarak değerlendirildi. Ortalama izlem süresi 23 ay (dağılım 12-41 ay) idi. Sonuçlar: Ortalama diz skoru 43 puandan (dağılım 18-72) 80 puana (20-90), fonksiyonel skor ise 57 puandan (45-90) 72 puana (35-90) yükseldi (p<0.05). Hastaların ameliyat öncesi ortalama 8.9 derece (3-15°) olan varus dizilimini düzeltmek amacıyla ortalama 11.6 derece (7-T8°) valgizasyon uygulandı. Son kontrolde elde edilen ferhorotibial açı değeri ortalaması 171 derece (162-183°) bulundu. Ameliyat sonrası dönemde 11 hastada aşırı düzeltme, tespit yetersizliği, geçici sinir felci ve fibula osteotomi bölgesinde duyarlılık gibi farklı komplikasyonlar saptandı. Çıkarımlar: Oblik yüksek tibial osteotomi ve gergi bandı tespit tekniği, sağladığı rijid tespit sayesinde erken aktif harekete izin veren etkili bir yöntemdir. Ancak, öğrenme sürecinde yüksek oranda komplikasyon ile karşılaşılabilir. Komplikasyon ameliyat başarısını olumsuz etkiler.Objectives: We evaluated the preliminary results of oblique and lateral closing-wedge high tibial osteotomy for medial compartment osteoarthritis of the knee. Methods: Thirty-nine patients (29 women, 10 men; mean age 53 years; range 34 to 64 years) underwent oblique and lateral closing-wedge high tibial osteotomy followed by tension band plate fixation. According to the Ahlback system, seven patients had grade II, 27 patients had grade HI, and five patients had grade IV osteoarthritis. Fixation was completed with a blade plate and two cortical screws. The results were evaluated using the Knee Society Score at the end of a mean follow-up of 23 months (range 12 to 41 months). Results: The mean pre- and postoperative Knee Society scores were 43 (range 18-72) and 80 (range 20-90), and the mean Knee Function scores were 57 (range 45-90) and 72 (range 35-90), respectively (p<0.05). The mean preoperative deviation from the mechanical axis of the leg was 8.9 degrees varus (range 3 to 15 degrees). A mean correction of 11.6 degrees valgus (range 7 to 18 degrees) was afforded in order to obtain a slight valgus alignment. The mean postoperative femorotibial angle was 171 degrees (range 162-183 degrees). Complications were seen in 11 patients, which included severe overcorrection, fixation failure, transient nerve palsy, or pain over the fibular osteotomy site. Conclusion: Oblique high tibial osteotomy combined with tension band fixation is an effective procedure providing secure and durable fixation to allow early motion. It should be recalled that a high complication rate is likely during the learning curve, which adversely influences the clinical results
Carpal tunnel release by the Chow endoscopic technique
Giriş: Son yıllarda, karpal tünel sendromunun cerrahi tedavisinde endoskopik yöntemler yaygınlık kazanmıştır. Bu kesitsel çalışmanın amacı, Chow’un tanımladığı çift portal tekniğinin kullanıldığı endoskopik karpal tünel gevşetme operasyonunun sorunlarını ve orta dönem sonuçlarını bildirmektir. Hastalar ve Yöntem: 1996-97 yılları arasında 20 hastaya Chow tekniği ile Endoskopik karpal tünel gevşetme uygulandı. Hastaların 7’si erkek, 13’ü kadın, ortalama yaşı 43’tür. İzlem süresi ortalama 42 aydır. Romatoid artrit, aşırı tenosinovit veya kemiksel patoloji gibi etiyolojik faktörleri bulunan hastalar çalışmaya alınmamıştır. Elin fonksiyonu semptomların varlığı, şiddeti ve günlük hayatta elin kullanımına yönelik sorgulama yöntemi ile araştırıldı. Bulgular: 2 hastada 3. parmak aralığına giden digital sinirde yaralanma, bir hastada yüzeyel palmar arkusta yaralanma, bir hastada transvers karpal ligamanda yetersiz gevşetilme tespit edildi. Digital siniri kesilen bir hasta dışında tüm komplikasyonlar sorunsuz iyileşti. Hastaların %70’inde normal yakalama gücü kazanıldı, %80’inde parestezide tam düzelme tespit edildi. Postoperatif avuç içi skar duyarlılığı görsel ağrı ölçeğine göre ortalama 8,2 olarak saptandı. Tartışma: Endoskopik karpal tünel gevşetme tekniği orta dönemde hastanın şikayetlerinde belirgin ölçüde düzelme sağlar fakat öğrenme sürecinde iatrojenik komplikasyon şansı yüksektir.Introduction: Endoscopic procedures have become popular for the treatment of carpal tunnel syndrome. The objective of this cross-sectional study is to put forward the problems and the mid-term results of the endoscopic carpal tunnel release with two portal according to Chow technique. Patients and Metod: Twenty patients had been operated by endoscopic Chow method between 1996-1997. There were seven male and thirteen female patients and the mean age was 43 years. The mean follow-up period was 42 months. The patients who had romatoid arthritis, excessive tenosynovitis and osseous pathology as etiologic factors were excluded. Function of the hand was assessed by questionnaire through daily activities, as well as by subjective strenght and sensibility. Results: There were two digital nerve injury, one superficial palmar arc injury and there was insufficient release of transverse carpal ligament in one patient. All of the patients with complications were healed except the one who had digital nerve injury. There was normal grip strength in 70 % and full recovery of the paresthesis in 80 % at the latest control. The intensity of pain was 8,2 points on the incision scar according to the visual pain scale. Discussion: Endoscopic carpal tunnel release was effective in relieving symptoms at mid-term followup but had great potential for iatrogenic complication in the learning curve
Long-term results of autograft and allograft applications in hand enchondromas
Amaç: El yerleşimli enkondrom nedeniyle küretaj sonrasında otogreft veya allogreft uygulanan olguların geç dönem sonuçları değerlendirildi. Çalışma planı: On beş yıllık bir dönem içinde 76 hasta (41 erkek, 35 kadın; ort. yaş 32; dağılım 14-47) el en-kondromu tanısıyla ameliyat edildi. Küretajdan sonra 61 hastada kavite iliak kanattan alınan otogreft ile, 15 hastada dehidrate spongiöz allogreft ile dolduruldu. Tüm olgularda tanı histolojik olarak doğrulandı. Fonksiyonel sonuçlar Enneking'in skorlama sistemine göre, radyografik sonuçlar ise Tordai sınıflamasına göre değerlendirildi. Ortalama izlem süresi otogreft grubunda 13.5 yıl (dağılım 10-22 yıl), allogreft grubunda 7.4 yıl (dağılım 6-11 yıl) idi. Sonuçlar: Otogreft grubunda greft ortalama 38 günde konsolide oldu, tam kavrama gücü ortalama 46 günde elde edildi. Allogreft grubunda bu süreler sırasıyla 51 ve 55 gün idi. İlk grupta fonksiyonel sonuçlar olguların %64'ünde çok iyi-mükemmel, %23'ünde iyi, %13.1'inde kötü bulundu; radyografik değerlendirmede, olguların %78.7'si grup I'de, %18'i grup H'de, %3.3'ü grup IlI'te yer aldı. İkinci gruptaki olguların %66.7'sinde mükemmel-çok iyi, %26.7'sinde iyi, %6.7'sinde kötü sonuç elde edildi; Tordai sınıflamasına göre olguların %80'i grup I'de, %13.3'ü grup H'de, %6.7'si grup IH'te yer aldı. İlk grupta iki hastada, ikinci grupta multipl enkondromatozisli bir hastada nüks saptandı. Bu hastada malign dejenerasyon nedeniyle amputasyon uygulandı. Çıkarımlar: El yerleşimli enkondromların tedavisinde otogreft ve allogreft uygulamalarının başarısı arasında önemli bir fark olmadığı görünmektedir.Objectives: We evaluated the long-term results of treatment with curettage followed by an autograft or allograft application in patients with enchondroma of the hand. Methods: Within a 15-year period, 76 patients (41 males, 35 females; mean age 32 years; range 14 to 47 years) were operated on for enchondroma of the hand. Following curettage of the lesion, reconstruction of the defect was made either by an autograft obtained from the iliac crest (n=76) or by a dehydrated cancellous allograft (n=15). The diagnosis was histologically confirmed in all the cases. Functional and radiographic results were assessed according to the Enneking scoring system and the Tordai classification system, respectively. The mean follow-up periods were 13.5 years (10-22 years) and 7.4 years (6-11 years) in autograft and allograft applications, respectively. Results: Consolidation of the autografts took a mean of 38 days and maximum grasp force was obtained in a mean of 46 days. These periods were 51 and 55 days, respectively, for the allografts. Functional results were excellent/very good in 64%, good in 23%, and poor in 13.1% with autografts; radiographically, 78.7% of the patients were in group I, 18% were in group II, and 3.3% were in group III. Of the allograft group, the results were excellent/very good in 66.7%, good in 26.7%, and poor in 6.7%. Radiographically, 80%, 13.3%, and 6.7% of the patients were classified in group I, II, and III, respectively. There were two recurrences in the autograft group, while one patient, in the allograft group, who had multiple enchondromatosis required a ray amputation because of malignant transformation. Conclusion: Autograft and allograft applications seem to yield similar success rates in the treatment of enchondroma of the hand