11 research outputs found
Selenyum ve Kanser
Elzem bir eser element olan ve birçok enzimatik aktivasyonun önemli bir parçası olarak görev yapan selenyum (Se) 1957 yılından itibaren önem kazanmıştır. Metabolizması çeşitli gereksinimlere göre organize edilmektedir. Yapısal komponent olarak Se, protein yapılarına katılmaktadır. Düzeyi, serum selenyum ve serum glutatyon peroksidaz aktivitesinden etkilenmektedir. Hayvansal dokularda “selenometionin” ve “selenosistein” olarak iki formda bulunmaktadır. Genel olarak proteinden zengin besinler iyi selenyum kaynağıdır. Plazmada albumine bağlı olarak taşınmaktadır. Yetersizlik olduğunda selenyumun emilimi artmaktadır. Vücutta toplam olarak 13-20 mg selenyum bulunmaktadır. Eritrositlerdeki selenyum miktarı, uzun dönem selenyum alımının bir göstergesidir; malnütrisyonda ve kanserde serum selenyum düzeylerinin düştüğü bilinmektedir. Organizmada oksidatif yaralanmalara karşı koruyucu olan glutatyon peroksidazın yapısında yer almaktadır. Selenyumun kanser ile ilişkisi üzerine birçok çalışma yapılmaktadır. Birçok kanser türü ile selenyum alım düzeyleri ve serum selenyum seviyeleri ilişkilendirilmiştir. Yapılan çalışmalar sonucunda bazı kanser çeşitlerinde selenyumun serum seviyesi düşük bulunmuştur. Selenyumun antioksidan enzim sistemindeki fonksiyonu ile dejeneratif durumların çoğu arasında bağlantı kurulmuştur. İmmün fonksiyonları arttırması, apoptozisi indüklemesi, hücre proliferasyonunu inhibe etmesi, karsinojen metabolizmasını değiştirmesi gibi birçok potansiyel mekanizmaya sahip olduğu bildirilmiştir. Epidemiyolojik çalışmalar diyetle selenyum alımı ve kolorektal kanser riski arasında ters ilişki olduğunu göstermektedir. Farklı selenyum bileşiklerinin prostat kanser hücrelerinde antiproliferatif yanıtı, apoptoz, hücre içi redoks durumunu değiştirme ve NF-KB sinyal yolunun blokajı ile sağladığını göstermektedir. Hayvan deneyleri, epidemiyolojik çalışmalar ve müdahale çalışmaları; selenyum bileşiklerinin, hem spesifik kanserlerin önlenmesinde hem de son faz kanserlerde antimutajenik etki gösterebileceğini bildirmektedir. Selenyum antikarsinojenik olarak görev alabilmekte ve immün fonksiyonları güçlendirmektedir. Bazı çalışmalar, vücuttaki selenyum düzeyi ile kanser riski arasında negatif korelasyon olduğunu bildirse de, çelişkili sonuçlar literatürde yer almaktadır. Selenyumun kanser ve kanser tedavisindeki etkinliğini belirleyebilmek için daha fazla klinik çalışmaya gereksinim duyulmaktadır. Bu derlemede vücut için elzem bir element olan selenyumun metabolizması ve işlevlerinden bahsedilerek, kanser ile ilişkisini inceleyen çalışmalar üzerinde durulacaktır
The Association Between Refeeding Hypophosphatemia and Serum Appetite-Regulating Hormone Levels in Critically Ill Patients: A Prospective, Observational, Single-Center Pilot Study
Objective: Refeeding hypophosphatemia (RH) is common in critically ill patients and is associated with high morbidity and mortality, but the influence on appetite-regulating hormones is unknown. This study aimed to determine the association between serum levels of phosphorus and specific appetite-regulating hormones in critically ill patients.
Materials and Methods: This study was performed prospectively in patients admitted to the intensive care unit (ICU). The study included patients aged >= 18 years who were admitted to the ICU and feeding at least 72 hours (h). Serum was obtained at baseline, 24 h, and 72 h later for concentrations of leptin, adiponectin, ghrelin, resistin, insulin-like growth factor 1 (IGF-1), and glucagon-like peptide 1 (GLP-1). Phosphorus levels were accepted at <= 2.4 mg/dL for RH.
Results: Of the 26 cases, 17 (65%) were male. The baseline phosphorus levels at baseline, 24 h, and 72 h were 3.58 +/- 0.94 mg/dL, 2.61 +/- 1.05 mg/dL, and 2.91 +/- 0.76 mg/dL, respectively. RH rate was developed 24 h, 72 h, and over time in 38%, 15%, and 42% patients, respectively. Adiponectin levels at 24 h were significantly different between patients who developed RH and those who did not develop RH. A positive correlation was observed between 24 h serum adiponectin level and 24 h phosphorus level. A positive correlation was found between baseline serum ghrelin level and baseline phosphorus level. No significant difference was found between RH and insulin, leptin, ghrelin, resistin, IGF-1, and GLP-1 at baseline, 24 h, and 72 h.
Conclusion: RH was found to be of high ratio in critically ill patients. Adiponectin level was found to be high at 24 h in patients with RH
Prevalence of refeeding hypophosphatemia inpatients feeded by enteral nutrıition in the intensive care unit: seven-dayfollow-up results after nutrition.
YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE ENTERALNÜTRİSYON İLE BESLENEN HASTALARDAREFEEDİNG HİPOFOSFATEMİ SIKLIĞI:BESLENMEDEN SONRA YEDİ GÜNLÜK TAKİPSONUÇLARI
YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE ENTERAL OLARAKBESLENEN HASTALARIN HEDEF KALORİYEULAŞMASINDAKİ PROBLEMLER: PROSPEKTİF,TEK MERKEZ, BESLENMEDEN SONRA İLK YEDİGÜNLÜK TAKİP SONUÇLARI
EVALUATION OF WHOLE BLOOD THIAMINEPYROPHOSPHATE CONCENTRATIONS IN CRITICALLY ILLPATIENTS RECEIVING CHRONIC DIURETIC THERAPY PRIORTO ADMISSION TO TURKISH INTENSIVE CARE UNITS: APRAGMATIC, MULTICENTER, PROSPECTIVE STUDY
INVESTIGATION OF THE RELATIONSHIPBETWEEN SERIAL GHRELIN AND ACYLATEDGHRELIN LEVELS AND MORTALITY INCRITICALLY ILL PATIENTS: PROSPECTIVE,OBSERVATIONAL, PILOT STUDY
Gut barrier protein levels in serial blood samples from critically ill trauma patients during and after intensive care unit stay
Purpose In an efort to better manage critically ill patients hospitalised in the intensive care unit (ICU) after experiencing
multiple traumas, the present study aimed to assess whether plasma levels of intestinal epithelial cell barrier proteins, including occludin, claudin-1, junctional adhesion molecule (JAM-1), tricellulin and zonulin, could be used as novel biomarkers.
Additional potential markers such as intestinal fatty acid-binding protein (I-FABP), d-lactate, lipopolysaccharide (LPS) and
citrulline were also evaluated. We also aimed to determine the possible relationships between the clinical, laboratory, and
nutritional status of patients and the measured marker levels.
Methods Plasma samples from 29 patients (frst, second, ffth and tenth days in the ICU and on days 7, 30 and 60 after
hospital discharge) and 23 controls were subjected to commercial enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) testing.
Results On frst day (admission) and on the second day, plasma I-FABP, d-lactate, citrulline, occludin, claudin-1, tricellulin
and zonulin levels were high in trauma patients and positively correlated with lactate, C-reactive protein (CRP), number of
days of ICU hospitalisation, Acute Physiology and Chronic Health Evaluation II (APACHE II) score and daily Sequential
Organ Failure Assessment (SOFA) scores (P<0.05–P<0.01).
Conclusion The results of the present study showed that occludin, claudin-1, tricellulin and zonulin proteins, as well as
I-FABP, d-lactate and citrulline, may be used as promising biomarkers for the evaluation of disease severity in critically ill
trauma patients, despite the complexity of the analysis of various barrier markers. However, our results should be supported
by future studies