205 research outputs found

    ONE TROCAR INTRACORPOREAL LAPAROSCOPIC APPENDECTOMY: A NEW METHOD

    Get PDF
    Amaç: Akut ve perfore appandisit tedavisi laparoskopik olarak da yapılabilmektedir. Laparoskopik appendektomi (LA) tarif edildiğinden bu yana birçok modifikasyona uğramış, trokarların yeri pubik bölgeye yaklaştırılmış, çapları küçültülmüş ve sayıları azaltılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla geliştirilen "laparoskopi yardımlı" appendektomide, göbek içinden yerleştirilen tek trokarla, appendiks karın dışına alınmakta ve appendektomi karın dışında gerçekleşmektedir. Literatürden farklı olarak, göbek içinden yerleştirilen tek bir trokar ile karın içinde gerçekleştirdiğimiz LA tekniğini ve serimizin sonuçlarını sunmak istiyoruz. Gereç ve yöntem: Nisan 2005-Aralık 2005 tarihleri arasında 18 hastaya (10 erkek 8 kız) tek trokar ile karın içinde laparoskopik appendektomi uygulandı. Genel anestezi altında, 5 mm'lik 2 çalışma kanalı olan 11 mm'lik bir trokar Hasson tekniği ile göbek içinden yerleştirildikten sonra karın içine CO2 verildi. Çalışma kanallarının birinden yerleştirilen 5 mm'lik optik ile karın içi görüntülenirken diğer kanaldan 5 mm'lik bir atravmatik doku tutucuyla appendiks çevre dokulardan ayrıldı. Appendiks sağ alt kadrandan perkutan olarak periton içine girilen büyük iğneli bir dikiş materyeli ile mezosundan geçilerek karın duvarına asıldı. Bir çengel koter veya damar bağlayıcı ile mezo ayrıldıktan sonra, appendiks kökü 2-0 polyglactin ile, karın dışında oluşturulup karın içine ilerletilen bir balıkçı düğümü ile bağlandı. Appendektomi sonrası appendiks, trokarın içine alınarak trokarla birlikte karın dışına alındı. Bulgular: Tüm hastalarda LA tek trokar ile karın içinde tamamlandı. Ameliyat sırasında ve sonrasında bir komplikasyon ile karşılaşılmadı. Ameliyat süresi ortalama 35 dakika idi. Tüm hastalar ameliyat sonrası birinci günlerinde sorunsuz ve kozmetik sonuçlarından memnun bir şekilde taburcu edildiler. Sonuç: Tek trokar ile karın içinde yapılan LA, güvenilir, hızlı ve kozmetik sonuçları mükemmel bir yöntemdir. Objective: Laparoscopic appendectomy (LA) is becomming popular for the treatment of acute and perforated appendicitis. Since LA has been described, it has been modified various times, as the trocar places have been moved closed to the pubic region, the diameter sizes and the number of the trocars have been reduced. For this reason, "laparoscopy assisted" appendectomy has been developed. In this procedure, appendix is exteriorized through a single umblical trocar and the dissection of the mesoappendix and appendectomy are completed extracorporeally. Different from the literature, herein we present a new approach, one trocar intracorporeal laparoscopic appendectomy and its results. Material and method: During April 2005 -December 2005, 18 patients (10 M, 8 F) had undergone one trocar intracorporeal laparoscopic appendectomy. Under general anesthesia, an 11 mm trocar with two 5 mm working channels was inserted through the umblicus and CO2 was insufflated. While the abdomen was visiualized with a scope placed through one of the working channels, from the other channel, appendix was grasped and dissected from the surrounding tissues. With a suture percutaneously inserted from right lower quadrant into the peritoneal cavity, appendix was pulled towards the abdominal wall by passing the suture through the mesoappendix. After mesenteric dissection with hook cautery or vessel ligator, the base was ligated with 2-0 polyglactin using a fisherman knot. After appendectomy, the appendix was withdrawn into the trocar and extracted from the abdomen together with the trocar. Results: All LA were completed with a single trocar. There was no peroperative and postoperative complication encountered. Average duration of the procedure was 35 minutes. All patients were discharged from the hospital on their postoperative first days, contented with their cosmetic results. Conclusion: One trocar intracorporeal laparoscopic appendectomy is a safe and fast method with excellent cosmetic results

    TRANSPERITONEAL LAPAROSCOPIC PYELOPLASTY FOR TREATMENT OF URETEROPEL VICJUNCTION OBSTRUCTION

    Get PDF
    Amaç: Üreteropelvik bileşke (ÜPB) tıkanıklığı operatif tedavisinde altın standart açık piyeloplastidir. Laparoskopik piyeloplasti (LP)'nin çocuklarda uygulanmaya başlanmasından beri bu konuda uygulanabilirliği ve teknik iyileştirmeler hakkında çalışmalar yayınlanmıştır. ÜPB tıkanıklığı olan hastalarda LP'nin yerini göstermek amaçlı geriye dönük çalışma planlandı. Gereç ve yöntem: Ekim 2005 - Mart 2009 tarihleri arasında 14 hastada toplam 15 toplayıcı sisteme 3 port kullanılarak LP yapıldı. Bulgular: ÜPB tıkanıklığı 5 hastada sağda, 8 hastada solda, 1 hastada ise bilateral idi. Hastaların preoperatif dinamik böbrek sintigrafisi ile elde edilen diferansiye renal fonksiyonları ortalama % 40,0 ± 11,1 (27 - 57) idi. Bilateral ÜPB tıkanıklığı olan hastanın onarımları farklı tarihlerde yapıldı. Daha önce sağ ÜPB tıkanıklığı nedeniyle başka bir hastanede açık yöntemle ameliyat edilen hastanın ve sol böbreği ektopik pelvik yerleşimli olan hastanın ÜPB tıkanıklığı LP ile tedavi edildi. Postoperatif 6. ayda yapılan dinamik böbrek sintigrafilerinde tüm hastalarda radyoaktif madde klirens eğrisinin normal olduğu saptandı. Postoperatif 6. aydaki diferansiye renal fonksiyonları ortalama %43,5 ± 9,8 (30 - 57) (p < 0,05) idi. Sonuç: LP çocuklarda ÜPB tıkanıklıklarının tedavisinde güvenli bir yöntemdir. Ektopik böbrek ya da açık piyeloplasti sonrası ÜPB tıkanıklığı gibi ek klinik koşullarda da LP'nin, açık piyeloplastinin alternatifi olabileceğini düşünüyoruz. Objective: Open pyeloplasty is the gold standard for the treatment of ureteropelvic junction (UPJ) obstruction. With the introduction of laparoscopic pyeloplasty (LP), several reports regarding feasibility of LP and technical achievements. A retrospective study was planned to demonstrate the place of LP in the treatment of UPJ obstruction Material and Method: Between October 2005 - March 2009 15 UPJ obstructions of 14 patients have been treated with LP conducted through 3 ports. Results: UPJ obstruction was on the right side in 5 patients, on the left side in 8 patients, bilateral in 1 patient. Preoperative split renal function was 40,0% ± 11,1 (27 - 57). LP was conducted metachronously in the patient with bilateral UPJ obstruction. A patient had a failed open pyeloplasty, another patient had a left ectopic pelvic kidney, both were treated with LP. All patients had normal MAG 3 clearance at the 6'th month of study. Split renal function measured at the 6'th month was 43,5% ± 9,8 (30 - 57) (p < 0,05). Conclusion: LP is a safe and successful procedure for the treatment of UPJ obstruction. LP can be conducted in patients with failed open pyeloplasty and ectopic kidney

    LAPAROSCOPIC NEPHRECTOMY AND HEMINEPHRECTOMY

    Get PDF
    Amaç: Laparoskopik nefroüreterektomi (LNÜ) ve laparoskopik heminefrektomi (LHN) açık cerrahiye göre kısa hastanede kalış süresi, az ağrı kesici ihtiyacı ve iyi kozmetik sonuç sağlaması nedeni ile çocuk hastaların tedavisinde yaygınlaşmıştır. Bu amaçla transperitoneal laparoskopik ve retroperitoneal yöntemler tariflenmiştir. Transperitoneal laparoskopik yaklaşım; daha büyük çalışma boşluğu yaratılabilmesi, üst pole daha kolay ulaşabilme gibi avantajları nedeniyle çocuk hastalarda nefrektomi için daha yaygın kullanılmaktadır. Çocuklarda LNÜ ve LHN'nin yerini göstermek amaçlı geriye dönük çalışma planlandı. Gereç ve yöntem: Ekim 2006 - Mayıs 2009 tarihleri arasında 5 hastaya LNÜ, 3 hastaya LHN yapıldı. Çift toplayıcı sistemi olan ve LHN planlanan hastalara ameliyat odasında genel anestezi altında sistoskopi eşliğinde eksize edilecek üretere 3 F üreter kateteri yerleştirildi. Ameliyatlar 3 portla yapıldı. Sadece sağ LNÜ yapılan bir hastada karaciğer ekartasyonu için ek olarak epigastrik bölgeye 1 adet 6 mm metal port girildi. Bulgular: Yaş ortalaması 5,0 ± 2,5 yıl (1 - 8 yıl) idi. Ameliyat sırasında hiçbir hastada major komplikasyon gelişmedi. Hiçbir hastada açık ameliyata geçilmedi. Ortalama ameliyat süresi 100 ± 13 dakika (86 - 120 dakika) idi. Hastalar hastanede ortalama 2,0 ± 0,6 gün (1 - 3 gün) yattı. Hastaların tümünde postoperatif analjezi parasetamol ve sodyum diklofenak ile sağlandı. Hiçbir hastada narkotik analjezik ihtiyacı olmadı. Postoperatif hiçbir komplikasyon gelişmedi. Ameliyat sonrası hastalar postoperatif 1. hafta ve sonrasında ayda 1, toplam 6 ay süre ile takip edildi. Sonuç: LHN ve LNÜ açık yönteme alternatif olarak, kısa hastanede kalış süresi, az ostoperatif ağrı kesici ihtiyacı, iyi kozmetik sonuç avantajları ile uygun ve güvenli bir yöntemdir. Objective: Laparoscopic nephroureterectomy (LNU) and laparoscopic heminephrectomy (LHN) are used widely for the treatment of pediatric patients because of shorter hospital stay, less analgesic use and better cosmesis compared to open surgery. Nephrectomy can either be conducted via transperitoneal laparoscopic or retroperitoneal approaches. Transperitoneal laparoscopic approach is usually preferred in pediatric patients because it provides larger working space and more accesibility to the upper pole. A retrospective study was planned to demonstrate the place of LNU and LHN in the treatment of pediatric patients. Material and method: Between October 2006 - May 2009 5 patients have underwent LNU, LHN was conducted in 3 patients. Urethral stent have been inserted cystoscopically to the urether to be excised in patients with double collecting system. Operations were done through three 6 mm ports, one patient that undergone right LNU necessitated an additonal port for liver retraction. Results: Mean age was 5.0 ± 2.5 years (1 - 8 years). No major complications were encounted during peroperative and postoperative period. Mean operative time was 100 ± 13 minutes (86 - 120 minutes). Median hospital stay was 2.0 ± 0.6 days (1 - 3 days). Postoperative analgesy was provided with paracetamol and sodium diclofenac. Conclusion: LHN and LNU are feasible and safe methods with advantages such as shorter hospital stay, less analgesic use and better cosmetic results

    LAPAROSCOPIC CHOLECYSTECTOMY IN CHILDREN

    Get PDF
    Amaç: Günümüzde hemolitik ya da non-hemolitik kolelitiyazis ve safra kesesi diskinezisi gibi safra kesesi hastalıklarının tedavisinde laparoskopik kolesistektomi çocuklarda da seçkin ve güvenilir bir tedavi yöntemi olarak yer almaktadır. Çocuklarda laparoskopik kolesistektomi deneyimlerimizi sunmak istiyoruz. Gereç ve yöntem: Kliniğimizde 1993-2009 yılları arasında kolelitiyazis, safra kesesi diskinezisi ve safra kesesinin yapısal anomalileri tanılarıyla laparoskopik kolesistektomi uygulanan 22 hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Yaşları 1 ile 17 arasında (ortalama 9,0 ± 8), vücut ağırlıkları 8 ile 70 kg (ortalama 35 ± 25) arasında değişen toplam 22 hastaya (15 erkek, 7 kız) laparoskopik kolesistektomi uygulandı. Safra kesesi diskinezili 3 hastayla birlikte 19'unda sadece laparoskopik kolesistektomi uygulandı. Herediter sferositozlu ve kolelitiyazisli 3 hastaya laparoskopik kolesistektomi beraberinde splenektomi de uygulandı. Sonuç: Laparoskopik kolesistektomi, iyi kozmetik sonuçlar doğurması, ameliyat sonrası daha az ağrılı oluşturması ve hastaların hızla günlük aktivitelerine dönmelerini sağlaması açısından çocuklarda safra kesesi hastalıklarının tedavisinde ilk seçenek olmalıdır. Objective: Nowadays, laparoscopic cholecystectomy is the preferred treatment modality for pediatric gallbladder diseases like as hemolytic or non-hemolytic cholelithiasis and biliary dyskinesia. We herein present our laparoscopic cholecystectomy experinces in children. Material and method: The hospital records of 22 patients with cholelithiasis, biliary dyskinesia and gallbladder anomalies who underwent laparoscopic cholecystectomy between 1993 and 2009 were evaluated retrospectively. Results: Twenty-two patients (15 boys, 7 girls) aging 1 and 17 years (mean 9.0 ± 8) and their body weight were between 8 and 70 kg (mean 35 ± 25) were underwent laparoscopic cholecystectomy. Nineteen patients, 3 of them with biliary dyskinesia, underwent only laparoscopic cholecystectomy. The other 3 patients with herediditary spherocytosis and cholelithiasis underwent laparoscopic cholecystectomy and sple-nectomy. Conclusion: Laparoscopic cholecystectomy should be the first choice in the treatment of pediatric gallbladder diseases as, yields beter cosmetic results, lesser pain and regaining earlier daily activities

    LAPAROSCOPIC TRANSPERITONEAL ADRENALECTOMY EXPERIENCES IN THE PEDIATRIC PATIENTS

    Get PDF
    Amaç: Endoskopik adrenalektomi, benign, iyi sınırlı adrenal kitlelerin tedavinde erişkinlerde altın standart haline gelmiştir. Çocukluk yaş grubunda endoskopik adrenalektomi yapılan olgu sayısı sınırlıdır. Çocukluk yaş grubunda transperitoneal laparoskopik adrenalektomi deneyimlerimizi sunmak istiyoruz. Gereç ve Yöntem: 1998-2008 yılları arasında ‘adrenal kitle' tanısıyla laparoskopik transperitoneal adrenalektomi uygulanan 4 hastanın (1 erkek, 3 kız) dosya ve dijital video kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Yaşları 1 ile 18 (ortalama 6 ± 5) arasında değişen 4 hastaya laparoskopik adrenalektomi uygulandı. Hastaların vücut ağırlıkları 8 ile 65 kg arasında (ortalama 25 ± 17) değişmektedir. Kitlelerin 2 tanesi sağ, 2 tanesi de sol adrenal bez yerleşimliydi. Ameliyat süreleri 160 ile 190 dakika (ortalama 175 ± 15) arasında değişmektedir. Histopatolojik incelemede nöroblastom (n=1), ganglionöroblastom (n=1) ve adrenal adenom (n=2) saptandı. Hastaların ameliyat sonrası hastanede kalış süresi 2-3 gündür (ortalama 2,5 ± 0,5). Hastaların izlem süresi ortalama 2 yıldır. Nöroblastom tanılı hasta halen izlemdedir. Sonuç: Laparoskopik adrenalektomi, çocukluk çağı adrenal tümörlerinin tedavisinde giderek tercih edilen bir tedavi yöntemi olmaktadır. İyi sınırlı adrenal tümörlere yaklaşımda, daha erken ağızdan beslenmeye geçilmesi, daha az ağrı ve daha küçük cerrahi kesi avantajları ile laparoskopik adrenalektomi ilk seçenek olarak düşünülmelidir. Objective: Endoscopic adrenalectomy has become a gold standart in the treatment of benign and well defined adrenal tumors of adult patients. The number of patients underwent laparoscopic adrenalectomy is limitted in the pediatric age group. We herein present our transperitoneal laparoscopic adrenalectomy experiences in pediatric patients. Material and Method: The hospital and digital video recordings of 4 patients (1 boy3 girl) with ‘adrenal mass' who underwent laparoscopic transperitoneal adrenalectomy were evaluated retrospectively. Results: Four patients aging between 1 and 18 years (mean 6 ± 5) during 1998 - 2008 were underwent laparoscopic adrenalectomy. Their body weight were between 8 and 65 kg (mean 25 ± 17). Two of the tumors were right, the other 2 were left sided. Operating time ranged from 160 to 190 minutes (mean 175 ± 15).The histopathological examination of the masses revealed 1 neuroblastoma, 1ganglioneuroblastoma, and 2 adrenal adenomas. Postoperative hospital stay was 2 to 3 days (mean 2.5 ± 0.5). The mean follow up period of the patients' was 2 years. One patient with neuroblastoma is still on follow up. Conclusion: Laparoscopic adrenalectomy has becoming a preferred procedure in the treatment of adrenal tumors in pediatric age group. Laparoscopic adrenalectomy should be the first choice in the treatment of well defined adrenal tumors as the patients start oral feedings early, have lesser pain and smaller incisions

    BLADDER AUGMENTATION IN CHILDREN: EARLY AND LATE PROBLEMS

    Get PDF
    Amaç: Nörojen mesane, posterior üretral valv (PUV) ve mesane ekstrofisi gibi hastalıklar mesane kapasitesinin düsüklüğüne ve mesane fonksiyon bozukluğuna sebep olmaktadır. Bu olgularda mesane ogmentasyonu, mesane kapasitesini artırmak ve mesane fonksiyon bozukluğunun sebep olduğu ikincil sorunları tedavi etmek amacıyla tercih edilen bir yöntemdir. Hastanın gereksinimine göre, bu yönteme antegrad kolon lavmanı (AKL) ve temiz aralıklı kateterizasyon (TAK) için kateterize olabilir apendiks veya tapering yapılmıs ileum tüpü eklenebilir. Kliniğimizde mesane ogmentasyonu uyguladığımız hastalarda karsılastığımız erken ve geç dönem sorunları irdelemek amacı ile geriye dönük bir çalısma planladık. Gereç ve yöntem: Ekim 1997 ile Temmuz 2009 yılları arasında mesane ogmentasyonu yapılan hastaların hastane kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Olguların demografik verileri, ameliyat öncesi ve sonrası alt ve üst üriner fonksiyonu açısından ürodinamik, biyokimyasal, sintigrafik (dinamik ve statik) çalısmaları incelendi. Ameliyat sonrası erken ve geç dönem komplikasyonları değerlendirildi. Bulgular: Yasları 5 ile 22 (ortalama 10,08 yıl) arasında değisen 13 hastaya (4 erkek, 9 kız) mesane ogmentasyonu yapıldı. Hastaların 5'inde nörojen mesane, 1'inde PUV, 7'sinde mesane ekstrofisi nedeniyle mesane kapasiteleri yetersizdi. Hastaların tamamına Mitrofanoff prosedürü ve 4 hastaya AKL yapıldı. Hastaların 4'ünde kolon, 9'unda ileum segmenti kullanılarak mesane ogmentasyonu yapıldı. Kolosistoplasti yapılan bir hastaya, ameliyat sonrası yetersiz mesane kapasitesi nedeni ile ileal greft ile yeniden ogmentasyon yapıldı. PUV tanılı 1 hasta dısındakilerin tamamına mesane boynu onarımı yapıldı. Hastalardan 2 tanesinde yara yeri infeksiyonu, 2'sinde mesanecilt fistülü, 2'sinde mesane tası 1'inde, Mitrofanoff stomasının ciltten ayrılması gelisti. Ameliyat öncesi ortalama mesane hacmi 96,25 ml (82-111 ml), ameliyat sonrası ise 487,5 ml (450-500ml) olarak ölçüldü. Ogmentasyon sonrası hiçbir hastada DMSA'da renal fonksiyon kaybı ya da yeni renal skar olusumu saptanmadı. Tüm hastalara Mitrofanoff stomasından 3-4 saat aralıklarla TAK yaptırıldı. Äzlemde hastalar TAK aralarında kuru kaldı. Ameliyat sonrası tüm hastalarda mukus salgısının TAK uygulan masını güçlestirdiği görüldü. Sonuç: Mesane ogmentasyonunda kullanılan ileum segmenti, yeterli mesane hacmi sağlar. Kolon ya da ileumun yoğun mukus salgısı TAK'lar sırasında mesanenin bosaltılmasında güçlüğe ve mesane içi tas olusumuna sebep olabilir. Mesane ogmentasyonu, uygun hastalarda böbreklerin korunmasını ve hastaların kuru kalmasını sağlayan bir tedavi yöntemidir. Objective: Neurogenic bladder, posterior urethral valve (PUV) and bladder exstrophy may lead to low bladder capacity and abnormal bladder functions. Bladder augmentation is the most preferred multidisciplinary method in the treatment of the patients having low bladder capacity and the secondary problems due to abnormal bladder functions. According to the needs of the patient, creation of a catheterable appendix (Mitrofanoff procedure) or a tapered ileal tube for an antegrad colonic enema (ACE) and clean intermitant catheterization (CIC) might be added. We conducted retrospective study for evaluating early and late postoperative complications of augmented patients. Materials and method: Between October 1997 and July 2009, the hospital records of the patients, who underwent bladder augmentation, were studied retrospectively. Patients were evaluated according to demographics, preoperative and postoperative urodynamic studies, biochemistry, scintigraphic imaging (dynamic and static). Preoperative early and late complications were recorded. Results: 13 patients, (4 boys, 9 girls), aged between 5 and 22 (mean 10.08 years), were underwent bladder augmentation. Bladder capacity of the patients was low due to neurojenic bladder (n: 5), PUV (n: 1) and bladder exstrophy (n: 7). Mitrofanoff procedure was added to all patients. ACE procedure was performed in 4 patients. Colonic segment was used in 4 patients and ileal segment was used in 9 patients for the bladder augmentation. Cutaneous fistula in one patient, and wound infection in 2 patients occurred within early postoperative period. Additionally, one Mitrofanoff stoma was separated from the skin in 1 patient. One of the patients with a colonic segment, was needed a secondary augmentation procedure because of an inadequate bladder capacity. Ileal segment was used in this patient at the second augmentation. Bladder stone formation was seen in one patient. The mean bladder capacity was 96.25 ml (82-111 ml) preoperatively. Postoperatively, mean bladder capacity was measured 487.5 (450-500 ml). New renal scar was not determined in any patient after the augmentation. All the patients are dry when they do CIC in every 3 to 4 hours via Mitrofanoff stomas. Mucus plug formation was observed in all patients. The all parents complained of the difficulty of CIC due to the mucus formation. Conclusion: Although ileum increases the capacity very well, the intense mucus production causes problems while emptying the bladder by CIC and causes bladder stones. Bladder augmentation, although it is a very complex procedure, it helps the patients with inedequate bladder capacities to stay dry and also preserve the kidneys

    THE EFFECT OF PRESENCE OF DILATED GANGLIONIC SEGMENT ON ANORECTAL AND URINARY FUNCTIONS AFTER ONE STAGE TRANSANAL ENDORECTAL PULL-THROUGH FOR HIRSCHSPRUNG'S DISEASE

    Get PDF
    Amaç: Hirschsprung hastalığı (HH) tek basamaklı transanal endorektal pull-through (TERP) ameliyatı sırasında, özellikle yenidoğan döneminden sonra, ameliyat öncesi yoğun kolonik irrigasyonlara rağmen genişlemiş ganglionik segmentin çapının düşürülememesi gibi sorunlar yaşanmaktadır. Bu nedenle genişlemiş ganglionik segment (GGS) varlığında yapılan TERP ameliyatlarına ilgi yoğunlaşmaktadır. HH ameliyatları sonrasında ortaya çıkan anorektal sorunlar dışında alt üriner sisteme ait sorunlar da oluşabilmektedir. TERP yöntemi ile yapılan HH ameliyatları sonrasında ise alt üriner sistem fonksiyonlarına ait bilgi literatürde henüz yoktur. GGS varlığında TERP yöntemi ile düzeltici ameliyatı yapılan hastalar ameliyat sonrası alt üriner sistem ve anorektal fonksiyonlar açısından değerlendirildi. Gereç ve yöntem: Kliniğimizde 2000 - 2003 yılları arasında 17 ay ile 3 yaş arasında değişen 12 hastaya (11 erkek, 1 kız) HH nedeni ile TERP ameliyatı yapıldı. Bu hastalarda, GGS varlığında, koloanal anastomozun katlantılar oluşturmadan gerçekleştirilmesi sağlandı. Bu yeni TERP yöntemi sonrası hastaların hastane ve sayısal video kayıtları incelenerek komplikasyonlar, ameliyat süreleri ve takip süreleri karşılaştırıldı. Ailelerinden onay alınan TERP yapılmış hastalara ameliyat sonrası 6 ay beklenerek standart ürodinami yapıldı. Ürodinamik çalışmada mesane kapasitesi, karıniçi basınç, mesane basıncı, detrüsör basıncı, rezidü idrar hacimleri ve pelvik taban kaslarının elektromyografi (EMG) aktivitesi değerlendirildi. Bulgular: Yedi hasta GGS varlığında 5 hasta normal kolonik çap ile ameliyat edildi. Normal kolonik çaplı grup ile karşılaştırıldığında GGS'li grupta ameliyat süresi daha uzun bulundu. Enterokolit yalnızca GGS grubundaki bir hastada ameliyat sonrası saptandı. Diğer bir hastada ise GGS'nin mesane çıkışına basısı sonucu geçici üriner retansiyon gelişti. Normal kolonik çapı olan grupta, bir hasta ameliyat sonrası dönemde iki kez enterokolit atağı geçirdi. Bu yeni TERP yöntemi ile ameliyat edilmiş 6 hastada (5 erkek, 1 kız) ürodinami çalışması yapıldı. Dört hastaya GGS varlığında TERP yapılmıştı. Bu 4 hastada işeme sonrası mesanede idrar kaldığı ve kalan idrar hacminin 20 cc'den az olduğu saptandı. Normal kolonik çap varlığında ameliyat edilen 2 hastada ise işeme sonrası mesanede idrar kalmadığı saptandı. Tüm hastalarda detrüsör aktivitesi normal olarak değerlendirildi. Hastaların takiplerinde hiçbirinde üriner sisteme ait bir semptom ile karşılaşılmadı. Sonuç: GGS varlığında TERP ameliyatı yapılması ameliyat süresini uzatmakta ve geçici idrar retansiyonuna neden olabilmektedir. Ürodinami sonuçları TERP ameliyatının GGS varlığında bile pelvik sinirlere hasar verme riskinin zayıf olduğunu düşündürmüştür. Objective: Before one stage transanal endorectal pull-through (TERP) for Hirschsprung's disease (HD), dilated proximal bowel causes problems such as inability to reduce the caliber of the ganglionic segment despite vigorous colonic irrigations, especially in infants beyond neonatal period. Therefore much concern is focused on the performance of TERP in the presence of a dilated ganglionic segment (DGS). Apart from the anorectal problems occurring after the HD operations, lower urinary system problems could also came across. There is no data in the literature, about lower urinary system functions of the HD patients underwent TERP. The anorectal and lower urinary tract system functions of the patients underwent TERP with presence of DGS were evaluated after the definitive operation. Material and method: From 2000 to 2003, 12 patients (11 boys, 1 girl) underwent TERP for HD. During presence of DGS, the coloanal anastomosis of the DGS was completed without any tapering. Hospital and digital video records of all the patients who underwent TERP were evaluated, and the duration of the operations, complications and follow up periods of the patients were compared. With the consent of their parents, standart urodynamic studies were performed after 6 months. Bladder capacity, intraabdominal pressure, intravesical pressure, detrusor pressure, residual urinary volume and EMG activities of the pelvic floor muscles were evaluated. Results: Five patients were operated with normal caliber colonic segment while 7 patients had DGS. Duration of the operation was found slightly longer in DGS group. One patient in DGS group experienced a single episode of enterocolitis. Temporay urinary retention due to compression of the bladder outlet by DGS occurred in another patient in this group. In normal caliber colon segment group, one patient experienced 2 episodes of enterocolitis. Urodynamic studies were performed to 6 patients (5 boys, 1 girl) who underwent TERP. Among them, the urodynamic studies of the 4 patient who had DGS, revealed presence of postvoiding urine volume, less than 20 cc. There were no postvoiding residual urine present in the 2 patients with normal caliber colon segment. The detrusor activities of the all the patients were evaluated as normal. No urinary system symptoms were encountered during the follow up period. Conclusion: Presence of DGS during TERP lengthens the operation time and sometimes causes reversible urinary retention. According to urodynamic study results of the patients, the risk of damaging pelvic nerves is very low during TERP, even performed under the presence of DGS

    EVALUATION OF PATENT PROCESSUS VAGINALIS IN PATIENTS UNDERGOING LAPAROSCOPY FOR OTHER INTRAABDOMINAL PATHOLOGIES

    Get PDF
    Amaç: Kasık fıtığı çocukluk çağının en sık cerrahi hastalığıdır. Genel çocuk populasyonunda %3 (%0,8-%4,4) civarında görülmektedir. Processus vajinalis (PV), peritonun iç kasık halkasından kasık kanalının içine doğru ilerlemesiyle gestasyonun 3. ayında gelişmekte ve doğumdan birkaç ay sonra distalden proksimale doğru kapanmaktadır. PV %20 oranında hayat boyu belirti vermeden açık kalırken %3 oranında semptomatik hale gelerek kasık fıtığı olarak kendini gösterir. Herhangi bir nedenle laparoskopi yapılan hastalarda açık processus vaginalis (APV) insidansını Goldstein testi, laparoskopik gözlem ve APV derinlik ölçümü yöntemlerini kullanarak araştırmak amacı ile prospektif bir çalışma planlandı. Gereç ve yöntem: Ocak 2000'den Mayıs 2004'e kadar kasık fıtığı onarımı dışındaki nedenlerle laparoskopi yapılan 68 hasta (49 erkek, 19 kız) çalışmaya dahil edildi. CO2 insufilasyonu sonrası kasık bölgelerinde krepitasyon alınıp alınmadığına (Goldstein testi) ve bu sırada optik ile iç halka ağzında hava kabarcığı oluşup oluşmadığına bakıldı. Daha sonra optik ile iç halka açıklığı değerlendirildi. İç halka açık görülen hastaların patent processus vaginalislerinin uzunlukları bir sonda ile ölçüldü. Uzunluğu 1,5 cm ve üzerinde ölçülenler APV olarak kabul edildi ve bu hastalara ebeveynlerden aydınlatılmış onam alındıktan sonra inguinal eksplorasyon yapıldı. Bulgular: 68 hastanın 4'ünde (%5,7) Goldstein testi pozitifken, bir tanesinde laparoskopik olarak APV saptanmadı. Goldstein testi negatif olan 64 hastanın 1 tanesinde ise APV uzunluğu 1,5 cm'den uzun ölçüldü. Kasık kanalları eksplore edilen hastaların hepsinde APV saptandı. Goldstein testinin spesifitesi ve sensitivitesi sırasıyla %98,4 ve %75 ve laparoskopik gözlem ve PV uzunluğunun ölçülmesininki ise %100 ve %100 olarak bulundu. Sonuç: Kasık fıtığı onarımı sırasında pnömoperitonyum oluşturularak karşı tarafın Goldstein testi ile değerlendirilmesi yardımcı bir yöntemdir. Laparoskopi imkanı bulunmayan çocuk cerrahisi kliniklerinde kullanılabilir. Ancak tek taraflı fıtıklarda karşı taraf PV laparoskopik olarak değerlendirildiğinde ve derinliği ölçüldüğünde çok daha güvenilir sonuçlar alınmaktadır. Spesifitesi %100 ve sensitivitesi %100 olan bu yöntem, patent PV saptanmasında tercih edilecek yöntem olmalıdır. Patent PV varlığı bu hastalarda muhakkak fıtık gelişeceği anlamına gelmemekle birlikte, patent PV'in belirlenmesi ve bağlanması %10 oranında olan olası bir herni gelişimini engelleyerek %0'a indirecektir. Ayrıca kasık fıtığı dışında herhangi bir karın içi patolojisi için yapılan laparoskopide bu tetkikin yapılıp, gerektiğinde kesenin ayni seansta onarımı ise hastayı ortalama % 3 sıklıkta gözlenen herni için ayrı bir seansta yapılacak girişimden kurtaracaktır. Objective: A prospective study was planned to evaluate the incidence of patent processus vaginalis in patients who had undergone laparoscopy for intraabdominal pathologies other than inguinal hernia repair, by Goldstein test, direct visualization by laparoscopy and probing the patent processus vaginalis Material and method: During January 2000-May 2004, 68 patients (49 M, 19 F) who had undergone laparoscopy for pathologies other than inguinal hernia repair were included in the study. After insufflation of CO2, regions were palpated for crepitation (Goldstein test). With the scope, patency of the inguinal the internal ring is evaluated by direct vision and bubble formation during palpation. Than the depth of the processus vaginalis was measured with a scaled probe. Processus vaginalis deeper than 1.5 cm were accepted as patent and inguinal hernia repair was performed. Results: While Goldstein test was pozitive in 4 of the 68 patients, the laparoscopic findings did not support patent processus vaginalis in 1. Among the Goldstein test negative 64 patients, in one patient the depth of the processus vaginalis was found deeper than 1.5 cm. Processus vaginalis was found in all the patients who underwent inguinal exploration. The specifity and sensitivity of the Goldstein test was found 98.4% and 75% respectively while the laparoscopy with probing was found 100 % both. Conclusion: Although presence of patent processus vaginalis does not mean that an inguinal hernia will develop, identification and ligation of patent processus vaginalis will prevent a possible inguinal hernia development

    SUBURETERIC IMPLANT INJECTION IN THE TREATMENT OF VESICO-URETERAL REFLUX

    Get PDF
    Amaç: Veziko-üreteral reflünün (VÜR) endoskopik tedavisi son yıllarda birçok çalısmada yüksek basarı oranları sunan popüler tedavi yöntemlerinden biri olmustur. VÜR'un subüreterik enjeksiyon tekniği ile tedavisindeki deneyimimizi sunuyoruz Gereç ve yöntem: Subüreterik enjeksiyon tekniği ile tedavi edilmis yasları 8 ay-16 yas arasındaki 75 hasta 104 reflülü üreter çalısmaya dahil edildi. Subüreterik enjeksiyon tedavisi sistoskopi esliğinde üreter ağzı tabanına submukozal olarak 1-3 cc sodyum hyaluronan içinde dextranomer (Deflux), kalsiyum hidroksilapatit (Coaptite), pirolitik karbon kaplı zirkonyum oksit (Durasphere) veya 0,1-0,9 cc politetrafloroetilen (Teflon) enjeksiyonu yapılarak uygulandı. Hastaların takibinde radyonüklid iseme sistografisi veya konvansiyonel voiding sistoüretrogram (VCUG) yapıldı. Bulgular: Reflü dereceleri I-IV arasındaydı. Enjeksiyon materyali olarak 15 hastada Teflon, 17 hastada Deflux, 26 hastada Coaptite, 17 hastada Durasphere kullanıldı. I.Derece VÜR'de %100, II.derece VÜR'de %87, III.derece VÜR'de %80, IV.derece VÜR'de %68 basarı sağlandı. Toplam basarı oranı %83 olarak bulundu. Enjeksiyon öncesinde ürodinami ile asırı aktif mesane saptanan hastalar oxybutinin HCL ile tedavi edildi. Tembel mesane ve iseme disfonksiyonu olan hastalarda basarı oranı %87,5 bulundu. Asırı aktif mesanesi olan hastalarda basarı oranı %86,6 bulundu. Disfonksiyonel iseme ve asırı aktif mesanesi olan hastalarda basarı oranı %100 bulundu. Reflü derecesi düsük ve asırı aktif mesane olup oxibutinin ile tedavi edilmis hastalarda sonuçların daha basarılı olduğu saptandı. Äslem sonrasında hiçbir hastada obstrüksiyon ve komplikasyon izlenmedi. Sonuç: Vezikoüreteral reflülü hastalarda subüreterik enjeksiyon ile tedavi yönteminde basarıyı reflünün derecesi ve detrusor fonksiyonları etkilemektedir. Subüreterik enjeksiyon yapılacak hastalar bu kriterlere uygun seçildiğinde tedavinin basarı sansını yükselmektedir. Objective: Endoscopic treatment of vesico-ureteral reflux (VUR) has become a popular method with promising results. We herein present our experience with subureteric injection in the treatment of VUR. Material and method: We reviewed the records of 75 patients aged 8 months-16 years who were treated by endoscopic subureteral injection for 104 refluxing ureters. Using a cystoscope subureteral injection was performed by injecting 1.0-3.0 cc dextranomer in sodium hyaluronan (Deflux) or calcium hydroxylapatite (Coaptite) or pyrolytic carbon-coated zirconium oxide beads (Durasphere) or 0.1-0.9 cc politetrafloroetilene (Teflon) to submucosal area in the orifice of ureter. In the follow-up patients were evaluated with radionuclid voiding cystography or conventional voiding cystouretrography (VCUG). Results: Reflux grades were I-IV. The injected implants were Teflon in 15 patients, Deflux in 17 patients, Coaptite in 26 patients and Durasphere in 17 patients. The success rate of SIE was 100% for grade I reflüx, 87% for grade II reflüx, 80% for grade III reflüx and 68% for grade IV reflüx. Overall success rate was 83%. Patients who were evaluated with urodynamic investigations for bladder disfunction. and had over active bladder were treated with oxybutinin HCL. The success rate of SIE was 87,5% for patients with neurogenic bladder with disfunctional voiding, 86.6% patients with over active bladder and 100% patients with disfunctional voiding and over active bladder. Success rate was higher in patients with reflux of lower grade and who were treated with oxybutinin HCL for over active bladder. No treatment-related significant complication such as obstruction was encountered. Conclusion: The success rate of subureteric injection in the treatment of VUR depends on the grade of the reflux and the functions of the detrussor. The success rate of the subureteral injection is higher in patients with these appropriate criterias
    corecore