9 research outputs found
DOĞU TOROSLAR'DA ÇARPIŞMA SONRASI KRATONİK HAVZALARIN EVRİMİ
Doğu Toroslar, kıta-kıta çarpışması sonrasında kratonik havzaların gelişmesine sahne olmuştur. Bu çarpışma süreci içinde
kıta yaklaşım hızındaki değişiklikler kratonik havzaların evrimini etkilemiştir. Geç Eosendeki çarpışmadan sonra, kıta yaklaşım
hızı etkisinin azalmasına bağlı olarak Oligosen transgresyonu başlamıştır. Orta-Geç Oligosendeki hafif süren yaklaşım hızı
etkisi litosferik deformasyonla bazı çanakların ve yükselimlerin gelişmesine neden olmuştur. En Üst Oligosende yaklaşım hızı
etkisinin daha da azalmasıyle yaygın Erken Miyosen transgresyonu gelişmiştir. Langiyende yaklaşım hızı etkisi birden artarak
bölge tümüyle su üstüne çıkmıştır. Serravaliyen-Tortoniyende kısmen hafifleyen yaklaşım hızı etkisi denizel ve karasal transgresyonu
geliştirmiştir. En Üst Tortoniyende yaklaşım hızının çok etkili olması, Anadolu'nun büyük ölçüde şekillenmesine neden
olmuştur. Erken-Geç Pliyosende kısmen azalan yaklaşım hızı, karasal havza koşullarında çökelmeyi sağlamıştır. En Üst Pliyosende
sıkışma hızı etkisi yine artmış, En Üst Tortoniyen fazındaki hatları yeniden oynatmıştır. Erken-Geç Pleyistosende kısmen
hafif olan sıkışma sınırlı karasal çökelme koşullarını getirmiştir. Geç Pleyistosenden günümüze, sıkışma etkinliğinin artması da
diri fayları çalıştırmaktadır. Post-Eosen havzaların bu evrim şeması, çarpışmanın Geç Eosenden beri süregeldiğini belgelemektedir
ORTA TOROSLAR'IN POST-EOSEN TEKTONİĞİ
Orta Toroslar post-Eosen dönemde, olasılı Üst
Eosen-Alt Oligosen, Langiyen, Üst Tortoniyen ve Üst Pliyosenden günümüze olmak
üzere dört ayrı sıkışma döneminin etkisinde kalmıştır.. Üst Eosen-Alt Oligosen
sıkışma döneminde, yanal ve normal atımları olan eşlenik iki fay karakterindeki
Ecemiş ve Beyşehir fayları gelişmiş olup, bunlar K-G doğrultuda bir sıkışmayla
türemiştir. Langiyen sıkışma döneminde, Lisiyen napları kuzeybatıdan
güneydoğuya doğru taşınarak yerleşmiş ve bu sıradaki tektonikten, Antalya
Miyosen havzası ile Adana Miyosen havzası da kısmen etkilenmiştir. Üst
Tortoniyen sıkışma döneminde, önce D-KD ile B-GB doğrultusunda sıkışmayla Aksu
bindirmesi, Kırkkavak oblik ters fayı, Köprüçay senklini, Beşkonak antiklini,
radyoring antiklini, Taşağıl senklini ve Kargı ters fayları belirlenmiştir.
Sonra ileri evrede sıkışma kuzey - güney yönüne dönmüş ve buna bağlı olarak da
Çakallar kıvrımları, Gökçeler normal fayı, Mut - Karaman'daki yayvan antiklin
ve Ulukışla'daki senklin oluşmuştur. Üst Pliyosenden günümüze olan sıkışma
döneminde de, mezoskopik faylarla tanınabilen D-B doğrultusunda sıkışma
gelişmiş ve ileri evresinde de sıkışmanın kuzey - güney yönüne dönmesiyle
Gökçeler ile Ecemiş fayı üzerindeki diri faylar ve Antalya körfezi grabeni
gelişmiştir
MUŞ TERSİYER HAVZASININ STRATİGRAFİSİ
Muş Tersiyer havzası, birbirinden bağımsız olarak gelişen Orta-Geç Eosen, En Üst Eosen—Erken Miyosen, Orta-Geç Miyosen,
Pliyosen ve En Üst Pliyosen—Kuvaterner havzalarıyle temsil olunmuştur. Orta-Geç Eosen havzası, kırıntılı çökellerden
oluşan Kızılağaç Formasyonu ile temsil olunmuştur. En Üst Eosen—Erken Miyosen havzası, En Üst Eosen yaşındaki transgresif
Ahlat formasyonunun karasal kırıntılı kayalarıyle başlamaktadır. Ahlat'ın üst düzeyi karasal kırıntılılarla denizel kırıntılıların ardalanması
şeklindedir. Üstünde, denizel koşullarda çökelmiş Erken Oligosen yaşındaki Norkovak formasyonunun kırıntılıları ile
Gerisor formasyonunun kırıntılı kayaları vardır. Bunların üstünde de, Orta-Geç Oligosen yaşındaki Yazla formasyonunun denizel
koşullarda çökelmiş olan kırıntılı-karbonat kayaları bulunmaktadır. Onun üstünde de, sınırlı dağılımı olan En Üst Oligosen yaşındaki,
Sergen formasyonunun riyolitik litolojileri vardır. En üstte, En Üst Oligosen-Erken Miyosen yaşındaki Adilcevaz formasyonunun
regresif karakterdeki kırıntılı ve karbonat kayaları bulunmaktadır. Orta-Geç Miyosen havzası kayaları önceki havza koşullarının
bozulmasına neden olan olaylara bağlı olarak gelişmiş, Elçiler formasyonunun asidik volkanitleriyle temsil olunmuştur.
Pliyosen havzası, bölgenin genel olarak çökmesine bağlı olarak, Solhan formasyonunun bazaltik andezit-aglomera-tüfit tabakalariyle
Zırnak formasyonunun gölsel çökellerinin gelişmesine neden olmuştur. En Üst Pliyosen—Kuvaterner havzası, Bulanık formasyonunun
gölsel ve nerihsel çökelleri, Nemrut formasyonunun tüfiti, Muşovası formasyonunun kumtaşı-çakıltası ve Holosen
yaşındaki alüvyal tabakalarıyle temsil olunmuştur
LRP5-linked osteoporosis- pseudoglioma syndrome mimicking isolated microphthalmia
Microphthalmia is defined as the measurement of the total axial length of the eyeball to be below average of the two standard deviation according to the age. While several genes have been identified so far related to microphthalmia, the genetic etiology of the disease has not been fully understood because of genetic heterogeneity observed in this disease. After exclusion of the genes that had been known to be the cause of microphthalmia, we performed homozygosity mapping and exome sequencing to clarify the genetic etiology of the bilateral microphthalmia in this family. When the results of the exome and microarray data were considered together as a splice-site mutation in LRP5 gene [c. 2827 + 1G > A], which is known to be important for eye development and Wnt receptor signaling pathway, was found to be the cause of microphthalmia in our family
Yüksek sıcaklıkta çalışabilen proton değişim zarlı yakıt hücresi geliştirilmesi
TÜBİTAK MAG01.07.2008Hidrojenin yakıt olarak kullanıldığı ve kimyasal enerjinin doğrudan elektrik enerjisine dönüştürüldüğü sistemler yakıt hücreleri olarak adlandırılmaktadır. Halen polimer elektrolit zarlı yakıt hücrelerinde kullanılan Nafion zar yüksek maliyetlidir ve verimi 80oC’nin üstündeki sıcaklıklarda hızla düşmektedir. Bu da proton değişim zarlı yakıt pillerinin yaygın kullanılmasına ve ticarileşmesine önemli bir kısıtlama getirmektedir. Bu projede, florsuz aromatik hidrokarbon temelli polimerler ön işlemden geçirilerek, karışımları hazırlanarak veya inorganik doldurucularla uygun oranlarda karıştırılarak kompozit zarlar hazırlanması ve bunların yüksek sıcaklıkta çalışabilen proton değişim zarlı (PEM) yakıt hücrelerinde kullanım imkanı araştırılmıştır. Bu proje kapsamında çalışılan başlıca poliaromatik hidrokarbon polimerler polieter‐ eterketon, polisülfon ve polietersülfondur. Bu polimerlerin yeterli proton iletkenliğine ulaşabilmesi için post sülfonasyon yöntemleri geliştirilmiştir. Sülfolanmış polimer karışımları ile hazırlanan zarların mekanik ve termal dayanımları artmıştır. Bu polimerlere zeolit beta, titanyum oksit gibi inorganik doldurucular eklenerek hazırlanan kompozit zarların ise proton iletkenliğinin Nafion zarın değerine ulaştığı görülmüştür. Bu polimerler ile zar‐ elekrot ataçları hazırlama yöntemleri geliştirilmiştir ve yakıt hücresinde farklı işletme koşullarında test edilmiştir. Yüksek sıcaklıkta çalışılabilen proton değişim zarlı yakıt hücrelerinde kullanılan polibenzimidazol polimeri bu proje kapsamında çözelti polimerizasyonu yöntemiyle sentezlenmiştir. Polimer karakterize edilmiş ve bu polimerle zar hazırlama tekniği geliştirilmiştir. Bu zarlara fosforik asit yüklemesi yapılarak proton iletme özelliği kazandırılmış ve zar‐ elektrot ataçları hazırlanmıştır. Polibenzimidazolün proton değişim zarlı yakıt hücrelerinde elektrolit olarak kullanılmasıyla yakıt hücresi işletim sıcaklığının 150oC’ye çıkması mümkün olmuştur. Bu yakıt hücresi ile 150oC sıcaklıkta 0.91V açık devre voltajı ve 0.4V’ta 0.09 W/cm2 güç yoğunluğuna ulaşılmıştır. Bu değerler literatürle uyumludur.Hydrogen can be used as a fuel in a device called fuel cell that convert the chemical energy directly to the electrical energy. The industry standard, Nafion, used in polymer electrolyte membrane fuel cells has high cost and decreasing performance at temperatures greater than 80oC. This leads to a limitation for PEM fuel cells to become commercial and favorable for widespread usage. During this project, alternative membranes were developed from non‐ fluorinated aromatic hydrocarbon based polymers, their blends and inorganic filler incorporated composites that can be operated at high temperature proton exchange membrane (PEM) fuel cells. Polyether‐ether ketone, polysulfone and polyether‐sulfone are the main polyaromatic hydrocarbons studied in this project. Post sulfonation methods were developed for these polymers to reach sufficient proton conductivity. The mechanical and thermal stabilities of the polymeric membranes were also increased by sulfonation. The proton conductivity of the composite membranes was reached to that of Nafion’s value when incorporated with inorganic fillers such as zeolit beta, titanium oxide. Membrane electrode assembly preparation methods were developed with these polymers and they were tested at different operating conditions in a fuel cell set‐up. Polybenzimidazole polymer that is used in high temperature PEM fuel cells was synthesized by solution polymerization method. The polymer was characterized and a membrane preparation technique was developed. By phosphoric acid doping the membranes gained proton conductivity. The operating temperature of the PEM fuel cell was increased up to 150oC with the membrane electrode assemblies prepared by these membranes. At 150oC the open circuit voltage was 0.91 V and the current density was 0.09 W/cm2 at 0.4 V. The performance of the PEM fuel cell was in agreement with the results of the literature
Evaluation of a quality improvement intervention to reduce anastomotic leak following right colectomy (EAGLE): pragmatic, batched stepped-wedge, cluster-randomized trial in 64 countries
Background: Anastomotic leak affects 8 per cent of patients after right colectomy with a 10-fold increased risk of postoperative death. The EAGLE study aimed to develop and test whether an international, standardized quality improvement intervention could reduce anastomotic leaks. Methods: The internationally intended protocol, iteratively co-developed by a multistage Delphi process, comprised an online educational module introducing risk stratification, an intraoperative checklist, and harmonized surgical techniques. Clusters (hospital teams) were randomized to one of three arms with varied sequences of intervention/data collection by a derived stepped-wedge batch design (at least 18 hospital teams per batch). Patients were blinded to the study allocation. Low- and middle-income country enrolment was encouraged. The primary outcome (assessed by intention to treat) was anastomotic leak rate, and subgroup analyses by module completion (at least 80 per cent of surgeons, high engagement; less than 50 per cent, low engagement) were preplanned. Results: A total 355 hospital teams registered, with 332 from 64 countries (39.2 per cent low and middle income) included in the final analysis. The online modules were completed by half of the surgeons (2143 of 4411). The primary analysis included 3039 of the 3268 patients recruited (206 patients had no anastomosis and 23 were lost to follow-up), with anastomotic leaks arising before and after the intervention in 10.1 and 9.6 per cent respectively (adjusted OR 0.87, 95 per cent c.i. 0.59 to 1.30; P = 0.498). The proportion of surgeons completing the educational modules was an influence: the leak rate decreased from 12.2 per cent (61 of 500) before intervention to 5.1 per cent (24 of 473) after intervention in high-engagement centres (adjusted OR 0.36, 0.20 to 0.64; P < 0.001), but this was not observed in low-engagement hospitals (8.3 per cent (59 of 714) and 13.8 per cent (61 of 443) respectively; adjusted OR 2.09, 1.31 to 3.31). Conclusion: Completion of globally available digital training by engaged teams can alter anastomotic leak rates. Registration number: NCT04270721 (http://www.clinicaltrials.gov)