8 research outputs found
Hipofiz Adenomları
Hipofiz adenomlarının tanı ve tedavisindeki başarının artması için, endokrinolog, nöroradyolog, beyin cerrahı, nöropatolog ve radyasyon onkologlarının bir ekip disiplini içinde çalışmaları gerekmektedir. Hipofiz adenomlarında tedavi sonrası remisyonun önemli belirleyicilerinden birinin de deneyimli cerrah ve cerrahi ekip olduğu kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra, son yıllarda pratik kullanıma giren ve geliştirilmekte olan çeşitli ilaçlar, özellikle PRL, GH ve ACTH salgılayan hipofiz adenomlarının tedavisinde yeni ufuklar açmıştır.Bu kitap, hipofiz adenomlarının çok farklı klinik bulgularının geniş bir yorumunu sunmakta, hipofiz adenomlarının tanı ve tedavisini ilgilendiren pratik vurgular yapmaktadır. Hipofiz adenomlarının erken ve doğru tanısı ve uygun tedavisi için kitapta sunulan bilgiler hipofiz hastalıkları ile ilgilenen tüm uzmanlık dallarında çalışan doktorlar için son derece önemlidir. Oldukça kompleks olan hipofiz adenomlarının tanı ve tedavisinde, bu kitabın sık olarak ve başarılı bir şekilde kullanılması dileğiyle..
Early Diagnosis of Distal Peripheral Polyneuropathy Due to Glucose Metabolism Disorders via Intraepidermal Nerve Fiber Analysis
OBJECTIVE: Polyneuropathy is the most frequent complication of diabetes mellitus (DM), which is a common disorder worldwide. Early diagnosis of this complication is critical for treatment planning. Recently, intra-epidermal nerve fiber (IENF) analysis has been used for the early diagnosis of diabetic neuropathy and was reported to be superior to both conventional fascicular nerve biopsy and other diagnostic tests. The present study aimed to determine the effect of early glucose metabolism disorders on the peripheral nerves using IENF analysis.
METHODS: : This prospective study compared IENF nerve fiber density in 10 patients with early-stage DM and 12 patients with impaired glucose tolerance (IGT) to that of healthy controls in order to investigate fiber loss in the asymptomatic stage.
RESULTS: Mean age of the DM and IGT groups was 53.4 ± 10.9 years and 50.8 ± 10.6 years, respectively. Neither the IGT nor DM patients had paresthesia. Neurological examination results of the patients were all in the normal range. Mean fiber density was 6.4 ± 2.7 mm-1 in the DM group, 7.5 ± 3.2 mm-1 in the IGT group, and 13.7 ± 2.7 mm-1 in the control group (p< 0.0001). Paired analysis of the groups showed a significant difference between the 2 patient groups and the control group. There was a statistically significant difference in mean nerve fiber density between the DM and control groups (p< 0.0001, Mann-Whitney U test), and between the IGT and control groups (p< 0.0001, Mann-Whitney U test); however, there wasn’t a significant difference between the DM and IGT groups (p= 0.5, Mann-Whitney U test).
CONCLUSION: The results show that IENF density in the IGT and DM groups decreased in the asymptomatic stage of DM. This means that polyneuropathy can begin in the prediabetic period in patients with glucose metabolism disorders. This critical information highlighs the importance of the early diagnosis and treatment of glucose metabolism disorders in preventing neurological complication
Simultaneous Resection Of Thymic And Bronchial Carcinoid Tumors In A Patient Diagnosed With Multiple Endocrine Neoplasia Type 1
Thymic carcinoid tumors are rare tumors which may be associated with multiple endocrine neoplasia type 1. Bronchial carcinoids are also rare tumors and associated with multiple endocrine neoplasia type 1. Coexisting of thymic and bronchial carcinoid tumors in this case is extremely rare. Herein, we report a unique case of coexistence of thymic and bronchial carcinoid tumors which were simultaneously resected via thoracotomy.PubMedWo
Evaluation of the impact of treatment on endothelial function and cardiac performance in acromegaly
Objective: To evaluate the effects of treatment on left ventricular (LV) performance and endothelial function in patients with acromegaly. Method: Nineteen patients with active acromegaly (AA), 18 patients with cured/well-controlled acromegaly (CA), and 25 healthy control subjects were studied. LV performance was evaluated by two-dimensional/Doppler echocardiography and Doppler tissue imaging (TDI). Flow-mediated dilatation (FMD) was measured by B-mode ultrasound. Endothelial cell markers; thrombomodulin (TM), and P-selectin were also measured. Results: Tei index was higher than the control subjects in both acromegaly groups. The ratio of early and late diastolic annular velocities (Em'/Am') was significantly lower in the AA group than the other groups (P 0.05). In the CA group, P-selectin was higher than the controls and was even higher in the AA (P < 0.05). TM was significantly higher in the active group (P < 0.05) and not different than the controls in the CA group. Conclusion: TDI determine LV performance changes in acromegaly earlier than conventional echocardiographic methods. Endothelial function both in the form of FMD and endothelial cell markers is impaired in acromegaly. While in cured acromegaly endothelial cell injury, as evidenced by TM levels, is decreased, endothelial dysfunction still persists. (Echocardiography 2010;27:990-996)
Hacettepe Dahiliye Ders Kitabı 1
Ondokuzuncu yüzyılın tıp literatürü, korku filmi gibidir. Hekimlerin, ellerine geçirdikleri her şeyi,
akıllarına gelen her yöntemi tedavi için kullandıkları görülür. Bilgiye değil, kulaktan dolma duyumlara
dayanan, “içten doğma” uydurma fikirlerle hastaların yelken kürek tedavi edilmeye çalışıldığı bir
dönemdir. Litrelerce kan alınır, barsaklar yüksek basınçlı lavmanlarla delik deşik edilir, hastalar buzlu
sulara yatırılıp uzuvlar gangren olana dek dondurulur, dondurmak işe yaramazsa kaynar kazanlara
sokulur, deriyi kabartan bitkisel merhemlerle epidermis eritilir, terkibi ikinci kez asla tutturulamayan
envai çeşit bitkisel karışımlarla organlar iflas ettirilirdi. Yirminci yüzyılın başında, modern tıbbın
kurucusu sayılan Dr. William Osler öncelikle bu “palavra tıbba” rest çekmiş, yeni bir çağı aralamıştır.
Çağdaşı olan bazı hünerli hekimlerle birlikte, önümüze gelen her hastayı, elimize geçirdiğimiz her şeyle,
bu şekilde rastgele tedavi edemeyiz, öncelikle hastalıkları tanımamız gerekir diyerek, tıbbın önceliğini
tanıya yöneltmişler, kendilerine kadar olan eski devirlerden miras iki ilaç (digoksin ve morfin) dışındaki
tüm o ilkel tedavi yöntemlerini reddetmişlerdir. Akıldışı eski tedavileri reddederek, yerine henüz yeni
bir tedavi seçenekleri de olmadığından; yalnızca (doğru) tanı koymaya çalışan ve hastanın prognozunu
tayin etmeye odaklanmış, tepkisel ve aslında bir bakıma muhafazakar yeni bir tıbbı başlatmışlardır. Tıp
eğitimini de bu doğrultuda değiştirip, çalakalem ilaç ve tedavi veren hekimler yerine; hastanın hastalığını
kavramaya çalışan, doğru tanı koyan hekimler yetiştirmeye yönelmişlerdir. Tıp eğitimindeki “hasta
başı vizitler” bizzat Dr. William Osler tarafından başlatılmıştır. Bu ekol, 1900’ların başında cesur bir
kararla, neyi tedavi ettiğini bilmeyen eski hekimlik pratiğini kapatıp, öncelikle hastalıkları kavramaya,
hastalarına titizlikle isabetli bir tanı koymaya odaklanmıştır. Bu devir, tıbbın rönesansı sayılır.
Kuruluşundan itibaren çağdaşı modern tıp dünyasının bir takipçisi ve aktörü olan Hacettepe Tıp Fakültesi;
hünerli hekimler, iyi klinisyenler yetiştirmeyi amaçlamıştır. Prof. Dr. Şeref Zileli’nin kurucusu olduğu İç
Hastalıkları Anabilim Dalımız, mezuniyet öncesi tıp eğitiminde yatay ve dikey entegrasyon modeliyle
klinik eğitim aşamasında, öğrencilerimize “dahiliye nosyonu” kazandırmayı hedeflemiştir. Dahiliye
nosyonu, hastaya saçından tırnağına bir bütün olarak bakabilmeyi; hastanın sorunlarını rasyonel bir
klinik denklem haline getirebilmeyi; semptomlarından başlayıp, fizik muayene ve isabetli tetkik seçimiyle
en doğru tanıyı koyabilmeyi ve hastaya en az zarar verecek en uygun tedaviyi planlayabilmeyi gerektirir.
Mezuniyet öncesi İç Hastalıkları Klinik Eğitim programımızın öğrenim hedefleriyle, içeriği ve ulusal
çekirdek müfredatımız gözetilerek hazırlanan bu kitap; İç Hastalıkları, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları,
İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji anabilim dallarımız öğretim üyelerinin ortaklaşa titiz bir
çalışmasıdır
Hacettepe Dahiliye Ders Kitabı 2
Ondokuzuncu yüzyılın tıp literatürü, korku filmi gibidir. Hekimlerin, ellerine geçirdikleri her şeyi,
akıllarına gelen her yöntemi tedavi için kullandıkları görülür. Bilgiye değil, kulaktan dolma duyumlara
dayanan, “içten doğma” uydurma fikirlerle hastaların yelken kürek tedavi edilmeye çalışıldığı bir
dönemdir. Litrelerce kan alınır, barsaklar yüksek basınçlı lavmanlarla delik deşik edilir, hastalar buzlu
sulara yatırılıp uzuvlar gangren olana dek dondurulur, dondurmak işe yaramazsa kaynar kazanlara
sokulur, deriyi kabartan bitkisel merhemlerle epidermis eritilir, terkibi ikinci kez asla tutturulamayan
envai çeşit bitkisel karışımlarla organlar iflas ettirilirdi. Yirminci yüzyılın başında, modern tıbbın
kurucusu sayılan Dr. William Osler öncelikle bu “palavra tıbba” rest çekmiş, yeni bir çağı aralamıştır.
Çağdaşı olan bazı hünerli hekimlerle birlikte, önümüze gelen her hastayı, elimize geçirdiğimiz her şeyle,
bu şekilde rastgele tedavi edemeyiz, öncelikle hastalıkları tanımamız gerekir diyerek, tıbbın önceliğini
tanıya yöneltmişler, kendilerine kadar olan eski devirlerden miras iki ilaç (digoksin ve morfin) dışındaki
tüm o ilkel tedavi yöntemlerini reddetmişlerdir. Akıldışı eski tedavileri reddederek, yerine henüz yeni
bir tedavi seçenekleri de olmadığından; yalnızca (doğru) tanı koymaya çalışan ve hastanın prognozunu
tayin etmeye odaklanmış, tepkisel ve aslında bir bakıma muhafazakar yeni bir tıbbı başlatmışlardır. Tıp
eğitimini de bu doğrultuda değiştirip, çalakalem ilaç ve tedavi veren hekimler yerine; hastanın hastalığını
kavramaya çalışan, doğru tanı koyan hekimler yetiştirmeye yönelmişlerdir. Tıp eğitimindeki “hasta
başı vizitler” bizzat Dr. William Osler tarafından başlatılmıştır. Bu ekol, 1900’ların başında cesur bir
kararla, neyi tedavi ettiğini bilmeyen eski hekimlik pratiğini kapatıp, öncelikle hastalıkları kavramaya,
hastalarına titizlikle isabetli bir tanı koymaya odaklanmıştır. Bu devir, tıbbın rönesansı sayılır.
Kuruluşundan itibaren çağdaşı modern tıp dünyasının bir takipçisi ve aktörü olan Hacettepe Tıp Fakültesi;
hünerli hekimler, iyi klinisyenler yetiştirmeyi amaçlamıştır. Prof. Dr. Şeref Zileli’nin kurucusu olduğu İç
Hastalıkları Anabilim Dalımız, mezuniyet öncesi tıp eğitiminde yatay ve dikey entegrasyon modeliyle
klinik eğitim aşamasında, öğrencilerimize “dahiliye nosyonu” kazandırmayı hedeflemiştir. Dahiliye
nosyonu, hastaya saçından tırnağına bir bütün olarak bakabilmeyi; hastanın sorunlarını rasyonel bir
klinik denklem haline getirebilmeyi; semptomlarından başlayıp, fizik muayene ve isabetli tetkik seçimiyle
en doğru tanıyı koyabilmeyi ve hastaya en az zarar verecek en uygun tedaviyi planlayabilmeyi gerektirir.
Mezuniyet öncesi İç Hastalıkları Klinik Eğitim programımızın öğrenim hedefleriyle, içeriği ve ulusal
çekirdek müfredatımız gözetilerek hazırlanan bu kitap; İç Hastalıkları, Kardiyoloji, Göğüs Hastalıkları,
İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji anabilim dallarımız öğretim üyelerinin ortaklaşa titiz bir
çalışmasıdır