49 research outputs found

    Comparison of Frying Performance of Palm Olein and Sunflower Oil During “Lokma” Frying

    Get PDF
    Amaç: İzmir halkının sıklıkla tükettiği lokma tatlısında ve kızartıldığı yağda görülen fiziko-kimyasal değişiklikler sonucu oluşan bileşiklerin miktarının sağlık üzerine olası etkisi hakkında bilgi sahibi olmak halk sağlığı açısından önemlidir. Bu araştırma, İzmir ilinde “lokma” tatlısı yapan bir pastaneden alınan lokma hamurunun, ayçiçeği yağı ve palm olein yağında 8 parti halinde kızartılarak yağların kızartma performanslarının izlenmesi amacıyla yürütülmüştür. Gereç ve Yöntem: Kızartma performansları açısından yağların serbest yağ asidi (SYA), toplam polar madde (%TPM) miktarı, toplam oksidasyon değeri (TOTOX), peroksit değeri (PD) ve p-anisidin değeri (p-AV) literatüre uygun yöntemlerle belirlenmiş, son kızartılmış lokmanın yağ çekme oranı ölçülmüştür. Tüm ölçümler iki kez gerçekleştirilmiş, elde edilen değerlerin ortalaması verilmiştir. Bulgular: Ayçiçeği yağında kızartılan son lokmanın yağ çekme miktarı (%8,3), palm oleinde kızartılan lokmadakine (%6,5) göre yüksektir. Lokma kızartılan ayçiçeği yağının p-AV: 180 iken, palm oleinin p-AV: 102 olup, her iki yağın %TPM değerleri (ayçiçeği yağında: %18, palm oleinde: %12,5) kızartma yağları için önerilen yasal sınırın altında bulunmuştur. Palm olein yağının %TPM’deki artış hızı ve SYA miktarının artış ivmesi ayçiçeği yağına göre daha düşüktür. Sonuç: Sonuçlar palm olein yağının, derin yağda lokma kızartma işleminde, ayçiçeği yağına göre oksidatif olarak daha dayanıklı olduğunu göstermiştir.Objective: To have information about the possible health impact by knowing the number of compounds that may occur due to the physico-chemical changes seen in the “lokma” dessert and fried oil is important in terms of public health. This research was conducted in order to compare the frying performances of sunflower oil and palm olein oil in which the lokma dough was fried in 8 batches taken from a patisserie that makes “lokma” in Izmir. Material and Method: Frying performances were determined by the amounts of free fatty acid (FFA), total polar compounds (TPC%), total oxidation value (TOTOX), peroxide value (PV), and p-anisidine values (p-AV) methods in accordance with the literature, and the oil absorption rate of the last fried “lokma” was also measured. All measurements were carried out twice, and the mean of the obtained values was given. Results: Fat absorption rate of the last lokma from sunflower oil (8,3%) was higher than palm olein (6,5%). p-AV of sunflower oil was 180, and p-AV of palm olein was 102. The last TPC values of both oils (sunflower oil: 18%, palm olein: 12.5%) were found below the recommended legal limit for frying oils. The increased rate of TPC% and the acceleration of FFA amount of palm olein oil were lower than sunflower oil. Conclusion: The results showed that palm olein oil was more oxidatively stable in deep lokma frying than sunflower oil

    Food Addiction in Women with Premenstrual Syndrome: New Piece of the Puzzle

    Get PDF
    Amaç: Bu kesitsel çalışma premenstrual sendrom (PMS) ve yeme bağımlılığı arasındaki ilişkiyi incelemek amacı ile yapıldı. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın verileri Mart 2020-Haziran 2020 tarihleri arasında toplandı. Araştırmanın örneklemini 20-45 yaşlarında olan, İzmir’de yaşayan, gebe/emzikli olmayan ve postmenopozal dönemde bulunmayan 155 kadın oluşturdu. Veriler sosyo-demografik özelliklere dair soruların, Premenstrual Sendrom Ölçeği’nin ve Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği’nin yer aldığı bir anket formu ile toplandı. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 23,32±5,13 yıldı, %89,7’si bekârdı ve %65,2’si ortaöğretim (lise) mezunuydu. Premenstrual Sendrom Ölçeği toplam puan ortalaması 121,68±37,96 olarak bulundu ve kadınların %61,3’ünde PMS varlığı saptandı. Beden Kütle İndeksine (BKİ) göre %16,1’i zayıf, %71,6’sı normal vücut ağırlığında, %9,7’si fazla kilolu ve %2,6’sı şişmandı. BKİ sınıflandırmaları ile PMS arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak önemli olduğu tespit edildi (p<0,05). Katılımcıların %56,8’inde yeme bağımlılığı bulunmaktaydı. Premenstrual sendrom olan kadınların %64,2’sinde yeme bağımlılığı vardı (p=0,019). Yeme bağımlılığı olan kadınlarda, PMS alt boyutlarından; depresif duygulanım (p=0,010), yorgunluk (p=0,002), sinirlilik (p=0,000), depresif düşünceler (p=0,035), iştah değişimleri (p=0,005), uyku değişimleri (p=0,021) ve şişkinlik (p=0,003) puanlarının daha yüksek olduğu saptandı. Sonuç: Bu çalışmada kadınların yarısından fazlasında PMS varlığı saptanmış ve PMS ile yeme bağımlılığı arasında anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Ek olarak, yeme bağımlılığı olanlarda PMS semptomlarının çoğu yüksek puanlara sahiptir. Her iki durum da birbirini etkileyebileceğinden bu ilişkiyi derinlemesine araştırmak kadın sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır. Bu sonuçlara göre PMS varlığında kadınların yeme davranışlarının dikkatli bir şekilde izlenmesi ve değerlendirilmesi önerilmektedir.Objective: This cross-sectional study was conducted to examine the relationship between premenstrual syndrome (PMS) and food addiction. Materials and Methods: The data of the study were collected between March 2020 and June 2020. The sample of the study consisted of 155 women who were 20-45 years old, living in Izmir, not pregnant/breastfeeding and not in postmenopausal period. The data were collected with a questionnaire form including questions about socio-demographic characteristics, Premenstrual Syndrome Scale, and Yale Food Addiction Scale. Results: Mean age of the participants was 23.32±5.13 years, 89.7% of them were single and 65.2% were graduated from secondary education (high school). Mean total score of Premenstrual Syndrome Scale was found to be 121.68±37.96 and 61.3% of the women had PMS. According to Body Mass Index (BMI), 16.1% were underweight, 71.6% were normal body weight, 9.7% were overweight, and 2.6% were obese. It was found that the relationship between BMI classifications and PMS was statistically significant (p<0.05). 56.8% of the participants had food addiction. Among women with PMS, 64.2% had food addiction (p=0.019). The PMS subdimensions; depressive affect (p=0.010), fatigue (p=0.002), irritability (p=0.000), depressive thoughts (p=0.035), changes in appetite (p=0.005), sleep changes (p=0.021), and swelling (p=0.003) scores were found to be higher in women with food addiction. Conclusion: In the present study, PMS was detected in more than half of the women and a significant relationship was determined between PMS and food addiction. Additionally, most of the PMS symptoms had high scores in those having food addiction. Since both situations may affect each other, investigating this relationship in depth has great importance for female health. Based on these results, it is recommended to carefully monitor and evaluate the eating behaviours of women in the presence of PMS

    Vejetaryen sporcular: Özel gereksinimleri

    Get PDF
    Vegetarian diets have been mentioned on having long and short term beneficial effects while they are important parts of the Western countries. Vegetarians are not homogeneous groups and subjects are motivated to be on a vegetarian diet because of culturel and regional reasons, ethical concerns including animal rights, health parameters and environmental situations. And these reasons differ from vegetarian and omnivour athletes. Athletes, especially endurance ones (sprinters, cyclists, triathlon athletes, &hellip;), eat vegetarian diets in order to meet increasing requirements of carbohydrate and manage their weight status. A healthily well planned vegetarian diet positively affect some parameters related with performance of the athlete. However in a diet based on vegetable, herbs and high fiber, inadequate energy intake should be avoided. Although many vegetarian athletes are warned about consuming high amounts of protein, athletes take less protein than omnivour ones. Therefore, vegetarians should increase dietary protein quality by mixing different foods such as legumes and cereals. Vegetarian athletes who avoid eating animal based foods are at risk of having inadequate energy, fat (essential fatty acids), vitamins B12, B2, D and calcium, iron and zinc. In this review, contribution of vegetarian diets on purpose of healthy eating and optimal athletic performance and nutritional strategies for vegetarian athletes were discussed.&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp;&nbsp; Batı &uuml;lkelerinde vejetaryen diyetler beslenmenin &ouml;nemli bir par&ccedil;asını oluşturmakta, yapılan &ccedil;alışmalarda sağlığa uzun ve kısa d&ouml;nemli yararlarına değinilmektedir. Vejetaryenler homojen gruplar değildir ve bireyler vejetaryen bir diyeti uygulamaya; k&uuml;lt&uuml;rel ve dini inanışlar, hayvan haklarını i&ccedil;ine alan ahlaki d&uuml;ş&uuml;nceler, sağlık g&ouml;stergeleri ve &ccedil;evresel durumlar gibi nedenlerle motive olmaktadır. Vejetaryen diyet uygulamanın nedenleri, sporcu ve sporcu olmayan bireyler arasında farklılık g&ouml;stermektedir. Sporcular &ouml;zellikle dayanıklılık sporcuları (koşucular, bisiklet&ccedil;iler, triatlon sporcuları&hellip;) artan karbonhidrat gereksinimlerini karşılamak ve ağırlık kontrol&uuml;ne yardım etmek i&ccedil;in vejetaryen diyet uygulamaktadır. Sağlık y&ouml;n&uuml;nden iyi planlanmış vejetaryen diyet sporcunun performansını etkileyen bazı parametreleri de olumlu y&ouml;nde etkilemektedir. Ancak bitkisel besinlerin yoğun olarak t&uuml;ketildiği y&uuml;ksek posalı bir diyette, enerjinin yetersiz alımı &ouml;nlenmelidir. &Ccedil;oğu vejetaryen sporcuya, daha fazla protein t&uuml;ketmeleri &ouml;nerilmesine karşın, vejetaryen olmayan kişilere g&ouml;re daha az protein t&uuml;kettikleri belirlenmiştir. Bu nedenle bitkisel kaynaklı besinlerin protein kalitesi, kurubaklagiller ve tahıllar gibi farklı besinler ile karıştırılarak artırılmaya &ccedil;alışılmalıdır. Hayvansal protein t&uuml;ketmekten ka&ccedil;ınan vejetaryen sporcular; enerji, yağ (elzem yağ asitleri), B12 vitamini, riboflavin, D vitamini, kalsiyum, demir ve &ccedil;inkoyu yetersiz t&uuml;ketme riski ile de karşı karşıyadır. Bu yazıda; vejetaryen diyetlerin sağlıklı beslenme amacına, optimal spor performansına katkıları ve vejetaryen sporcular i&ccedil;in beslenme stratejileri tartışılmıştır

    Food Supply and (In)Security During COVID-19 Outbreak

    Get PDF
    Çin’in Wuhan kentinde Aralık 2019’da başlayan ve salgın haline gelen COVID-19 toplumları sağlık, eğitim, beslenme, ilaç, ticaret, ekonomi, işsizlik ve sosyal açıdan etkilemiştir. Hastalığın yayılmasını azaltmak üzere alınan sosyal izolasyon ve karantina önlemleri ülkelerin ekonomik yükünü arttıran adımlar atılmasına neden olurken, sağlık sisteminde olduğu gibi besin üretim ve tedarik zincirinin devam etmesi için de büyük çaba gösterilmiştir ve hala gösterilmektedir. Tüm sosyo-ekonomik kesimden bireylerin besine erişimini ve yeterli-dengeli beslenme imkânlarını en az düzeyde kısıtlayacak tedbirler alınması ve halkın besin güvencesinin sağlanması bu süreçte önemli hedefler arasındadır. Çünkü iyi bilinmektedir ki; diğer enfeksiyon hastalıklarında olduğu gibi bireylerin beslenme durumu iyi olduğunda COVID-19 enfeksiyonundan ve/veya hastalığın komplikasyonlarından korunma olasılığı artmaktadır. Besin güvencesiyle bağlantılı olan bu sağlık-beslenme ilişkisi COVID-19 salgını sürecinde de önemini devam ettirmektedir. Bu derlemede COVID-19 salgınında besinlerin üretim-tedarik zincirindeki değişimler, alınacak hijyenik önlemler, besine erişim olanakları ve bunları tehdit eden unsurlar ele alınmış, sürdürülebilir beslenme adımlarıyla geleceğe ışık tutulmaya çalışılmıştır.COVID-19, which started in December 2019 in Wuhan, China and became a pandemic, affected societies in terms of health, education, nutrition, medicine, trade, economy, unemployment, and other social aspects. While social isolation and quarantine measures, which are taken to reduce the disease spread, led countries to take steps increasing the economic burden, great efforts were made and still have being made to continue the food production and supply chain, as in healthcare system. Minimizing the limitations of food access and adequate-balanced nutrition of individuals from all socioeconomic strata and ensuring food security are crucial goals in this process, because when individuals have good nutritional status, they are more likely to be protected from the COVID-19 infection and/or complications, as in other infectious diseases. Health and nutrition relationship, linked to food security, continues its importance during COVID-19 pandemic. In this review, the changes in foods production-supply chain, hygienic precautions, food access possibilities, and threatening factors during COVID-19 were discussed, and efforts were made to shed light on the future through sustainable nutrition steps

    A Strong Solution Partner in Disaster Management: Dietitians in Nutrition Services

    Get PDF
    Afetler ve acil durumlar sonrasında bireyler kısmen veya tamamen dış gıda yardımına bağımlı hale gelmektedirler. Afetlerden etkilenen popülasyonun beslenme ihtiyaçlarını değerlendirmek, güvenilir kaynaklardan enerji, makro ve mikro besin ögeleri almalarını sağlamak ve beslenme gereksinimlerini karşılama durumlarını izlemek, afet nedeniyle sağlık ve beslenme durumu bozulan bireylerin toparlanma dönemi için çok önemlidir. Bu doğrultuda beslenme hizmetlerinin planlanması, yürütülmesi ve sağlıklı beslenme ürünlerinin geliştirilmesinde önemli bir paydaş olan diyetisyenler afet yönetiminde önemli role sahiptir. Afet durumlarında beslenme hizmetleri; beslenme durumunun hızlı bir şekilde taranması (özellikle riskli grupların belirlenmesi), kısa (ilk 72 saat) ve uzun dönemde (72 saat sonrası) beslenme hizmetlerinin yürütülmesini kapsamaktadır. Afetten etkilenen grupların enerji, protein ve mikro besin ögeleri gereksinimlerini karşılamak ve hidrasyonu sağlamak beslenme hizmetlerinin temel amacını oluşturmaktadır. Kısa dönem beslenme hizmetleri enerji ihtiyacını karşılamak ve dehidrasyonu önlemek üzere bisküvi çeşitleri ve meyve suyu-su içeren acil beslenme kitinin ve kumanyaların depremzedelere ulaştırılmasını, uzun dönemde beslenme hizmetleri ise sıcak yemek üretimi ve dağıtımını içermektedir. Afetlerde beslenme hizmetlerinin etkin ve hızlı bir şekilde yürütülmesi kritik bir öneme sahiptir. Bu amaçla bu makalede afetzedelere sunulmak üzere afetlere özel geliştirilmiş olan yüksek enerjili, spesifik mikro besin ögeleriyle zenginleştirilmiş ürün ve kumanya menüsü örnekleri sunulmuş, afet beslenme hizmetinin yönetiminde diyetisyenlerin kritik çözüm ortağı olacağı gösterilmiştir. Bu derlemenin amacı afetlerde ve acil durumlarda beslenme hizmetlerinin yönetimi hakkında mevcut kılavuzlar ve bilimsel literatür ışığında bilgi aktarmaktır

    Comparison of Physical Fitness of University Students with and without Regular Physical Activity and Exercise Habits: Preliminary Study

    Get PDF
    Amaç: Düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz alışkanlığının çok sayıda fizyolojik yararı olduğu bilinmesine rağmen, genç yetişkinlerde fiziksel uygunluğa etkisi net değildir. Bu çalışmanın amacı düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz alışkanlığı olan ve olmayan üniversite öğrencilerinin sağlıkla ilişkili fiziksel uygunluk parametrelerinden kardiyorespiratuar endurans ve vücut kompozisyonlarının karşılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 16’sı erkek toplam 29 üniversite öğrencisi (ortalama yaş; 20.4 ± 1.5 yıl) katıldı. Öğrencilerin demografik özellikleri ve kardiyovasküler risk faktörleri sorgulandı. Fiziksel aktivite ve egzersiz alışkanlıkları kaydedildi. Haftada en az 3 kez orta şiddette fiziksel aktivite yapan öğrenciler düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz alışkanlığı olan grup olarak belirlendi. Fiziksel uygunluk değerlendirmesinde, vücut kompozisyonu; beden kütle indeksi, bel kalça oranı ve biyoelektriksel impedans analizi kullanılarak, kardiyorespiratuar endurans ise UKK 2 km Yürüme Testi ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin 15’inde (%51,7) düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz alışkanlığı vardı. Düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz alışkanlığı olan ve olmayan öğrencilerin vücut kompozisyonları benzer bulundu (p>.05). Düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz alışkanlığı olan grubun yürüme testini bitirme süresi daha kısa ve maksimal oksijen tüketimi daha yüksekti (p<.05). Sonuç: Düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz alışkanlığı olan üniversite öğrencilerinde kardiyorespiratuar endurans değerleri düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz alışkanlığı olmayanlara göre daha yüksektir. Üniversite öğrencileri sağlığı geliştirici düzenli fiziksel aktivite ve egzersiz alışkanlığı kazanmaları doğrultusunda bilgilendirilmeli ve bu alışkanlığı arttırmaya yönelik programlara yönlendirilmelidir.Objective: Although it is known that regular physical activity and exercise habits have numerous physiological benefits, its effect on physical fitness in young adults is not clear. The aim of this study is to compare the cardiorespiratory endurance and body composition of university students, which is a health-related physical fitness parameter, with and without regular physical activity and exercise habits. Material and Method: A total of 29 university students, 16 of them were male (mean aged 20.4 ± 1.5 years) participated in the study. Demographic characteristics and cardiovascular risk factors were questioned. Physical activity and exercise habits were recorded. Students with moderate physical activity at least 3 times per week were identified as having regular physical activity and exercise habits. For physical fitness assessment, body composition was evaluated by body mass index, waist hip ratio, and bioelectrical impedance analysis, and cardiorespiratory endurance was evaluated by UKK 2 km Walk Test. Findings: Of the 29 students who participated in the study, 15 (51.7%) had regular physical activity and exercise habits. The body composition of groups was similar (p>.05). The group with regular physical activity and exercise habits had shorter duration of running and higher maximal oxygen consumption (p<.05). Conclusion: Cardiorespiratory endurance of university students with regular physical activity and exercise habits are higher than those without exercise habits. University students should be informed about health promoting regular physical activity and exercise habits and should be directed to habitenhancing programs

    Believes of the pregnants: does food choice affect the gender and the physical characteristics of the baby?

    No full text
    Gebelikteki besin tercihinin bebeğin cinsiyeti ile fiziksel ve zihinsel gelişim üzerine etkisiyle ilgili düşüncelerini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılan bu çalışmaya, Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği’ne başvuran 501 kadın alınmıştır. Veriler anket formu ile yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak toplanmıştır. Çalışmaya katılan gebelerin yaş ortalaması 26.7±5.8 yıldır. Kadınların %16.8’i gebelikte beslenmenin bebeğin cinsiyetini etkilediğine inanmaktadır. Bu kadınlardan %68.9’u erkek çocuk için tatlı besinleri tercih ederken, %75.4’ü kız çocuk için ekşi besinleri tercih etmektedir. Gebelik döneminde herhangi bir besine aşeren kadınların oranı %62.5’dir. En fazla aşerilen yiyecekler erik gibi ekşi besinler (%42.2) ve tatlılardır (%17.9). Geleneksel yollarla bebeğin cinsiyetinin bilinebileceği inanışı yaşla birlikte artmaktadır. Eğitim düzeyi arttıkça nazara inanma (%52.0) ve aşerme oranı (%56.8) düşmüş, gebelikte beslenme şeklinin bebeğin fiziksel ve zihinsel özelliklerini etkileyeceği inanışı artmıştır (%41.2). Evlilik süresi 10 yıldan uzun olan kadınlarda beslenme alışkanlıklarının bebeğin cinsiyetini, fiziksel ve zihinsel özelliklerini etkileyeceği inanışı ile aşerme oranı daha düşük iken, bebeğin cinsiyetinin modern teknolojik yöntemler dışında bilinebileceği düşüncesi daha yüksek bulunmuştur. Gebelikte çocuğun cinsiyetinin ve fiziksel özelliklerinin bazı besinlerle etkilenebileceği inanışı günümüzde hala geçerliliğini korumaktadır.This study was conducted to determine the believes of the women about altering nutrition during pregnancy and whether these nutritional changes are effective on gender, physical and mental development of the baby. 501 pregnants applied to the Policlinic of Maternal Diseases and Delivery of Erciyes University Gevher Nesibe Hospital was recruited to this descriptive study. The data were collected by a face to face questionnaire. Mean age of the participants was 26.7±5.8 years. 16.8% of the women believed that nutrition during pregnancy affects the gender of the baby. Among participants 68.9% preferred sweaty foods for son and 75.4% preferred sourish foods for daughter. The ratio of craving during pregnancy was 62.5%. The most craved foods were sourish foods like plum (42.2%) and sweeties (17.9%). Believing that it is possible to know the gender of the baby by traditional methods increased by age. By education status increased, believing in the evil eye (52.0%) and ratio of craving (56.8%) have decreased and believing that nutrition in pregnancy affects the physical and mental characteristics of the baby has increased (41.2%). While believing that nutritional habits affect the gender, physical and mental characteristics of the baby and ratio of craving are low in the women who had been married for 10 years, the thought about knowing the gender of the baby by the methods excluding modern technologic ones was higher. The belief that the gender and physical characteristics of the baby were affected by some foods is current

    Nutritional Solutions Against Disability Problems Affecting Nutritional Status in Old Age

    No full text
    Yaşlanma her canlıda görülen, tüm işlevlerde azalmaya sebep olan, evrensel bir süreçtir. Dünya genelinde yaşlı nüfusun hızla arttığı görülmekte ve 2050 yılında her 6 kişiden birinin 65 yaş ve üzerinde olacağı tahmin edilmektedir. Fizyolojik bir süreç olan yaşlılık, bireylerin aktivite düzeyini ve işlevselliğini azaltan/sınırlayan, onları sosyal, fiziksel ve duygusal olarak farklı derecelerde bağımlı kılabilen bir dönemdir. Yaşın ilerlemesiyle fizyolojik, psikolojik, bilişsel, sosyal alanlarda değişiklikler görülmekte, bireyin bilişsel ve fonksiyonel kapasitesi azalırken kronik hastalıkların sayısı artabilmektedir. Yaşlılığa bağlı hastalıkların önlenmesinde, geciktirilmesinde ve tedavisinde beslenme durumunun korunması ve iyileştirilmesi önemlidir. Yaşlı yetişkinlerin beslenme durumunu etkileyen sorunlara karşı uygulanan beslenme çözümlerinin beslenme durumunun iyileştirilmesinde etkili olduğu görülmekte, bu uygulamaların çoğaltılması ve yaygınlaştırılması gerekmektedir. Yaşlı yetişkinlere yönelik beslenme hizmeti uygulamaları; yaşlılıkta besin güvencesizliğini giderme, yaşlı yetişkinlerdeki çeşitli engellilik durumlarının beslenme durumunu olumsuz etkileme olasılığını azaltma ve sosyal yaşamı zenginleştirme potansiyeline sahiptir. Bu kapsamda literatürde günlük yaşam aktivitelerini destekleyici akıllı cihazlar ve teknolojiler, ShopWell, Nutrihealth, MyPlate, PlateJoy gibi mobil, SmoothFood, Meals on Wheels gibi yemek dağıtım uygulamalarının olduğu görülmektedir. Beslenmeye yardımcı teknolojik cihazlar sayesinde yaralanmaların önüne geçilip, sosyal destek sağlayan beslenme hizmeti uygulamaları ile yaşlı yetişkinlerin aktif yaşama sağlıkla devam etmeleri, beslenme durumlarını iyileştirmeleri sağlanabilir. Bu konuda yurtdışında, Türkiye’ye göre daha çeşitli uygulamalar bulunmaktadır. Ülkemizde de yaşlı yetişkinlere yönelik beslenme hizmeti uygulamalarının çeşitlerinin artırılması ve uygulama sonuçlarının izlenmesi önerilmektedir. Bu makalede yaşlılıkta beslenme durumunu etkileyen engellilik sorunlarına yönelik beslenme çözümleri derlenmiştir. Aging is a universal process seen in every living being and causes decrease in all functions. Older population is increasing rapidly around the world; one of every 6 people is predicted to be 65 years and older by 2050. Aging, being a physiological process, is a period that reduces/ limits the activity level and functionality of individuals and may make them socially, physically and emotionally dependent to different degrees. Changes are observed in physiological, psychological, cognitive and social areas as age progresses. While cognitive and functional capacity decreases, number of chronic diseases may increase. It is important to maintain and improve nutritional status in the prevention, delay and treatment of aging related diseases. Nutritional solutions applied against problems affecting nutritional status of older adults are efficient in improving the nutritional status, and they should be increased and disseminated. Nutritional service practices for older adults have the potential to reduce food insecurity in old age, reduce the possibility of various disability conditions which may affect nutritional status negatively, and enrich social life. In this context, there are smart devices and technologies that support daily living activities, mobile applications such as ShopWell, Nutrihealth, MyPlate, PlateJoy, and food delivery applications such as SmoothFood, Meals on Wheels in the literature. Disability and injuries may be prevented thanks to the technological devices that assist nutrition, it may be ensured that older adults can continue their active lives in a healthy way and improve their nutritional status with nutritional service applications providing social support. In this regard, there are more diverse those applications abroad than in Turkey. In our country, it is recommended to increase the variety of nutrition service applications for older adults and to monitor the results of applications. In this article, nutritional solutions for disability problems affecting nutritional status in old age were reviewed

    Huzurevlerin'de Yaşlılara Sunulan Beslenme Hizmetlerinin Değerlendirilmesi ve Yaşlıların Beslenme Durumlarının Saptanması

    No full text
    The present study is a descriptive research conducted to evaluate nutritional services and nutritional assessment of institutionalized elderly. Nutritional services and food safety practices were evaluated, hygiene perception of foodservice staff and microbiological quality of salad samples were investigated in 25 nursing homes which were chosen with stratified sampling method among statistical NUTS 1 (The Nomenclature of Territorial Units for Statistics) regions throughout Turkey. Food consumption using 24 hour recall method and anthropometric measurements of the elderly were recorded, nutritional status by Mini Nutritional Assessment (MNA) was determined and satisfaction from nutritional services of elderly was surveyed. It was determined that 65.11±10.53% of the indicators in “Food and Nutritional Care Indicators in Assisted Living Facilities For Older Adults” which evaluates nutritional services was complied by the institutions and compliance level was lower than 80% in 22 of them (88.0%). Nutritional services were significantly better in the institutions in which dietitians were working. Score of food safety practices of institutions was 66.84±7.96. Score of total hygiene perception of staff was 154.46±12.74 while lowest perception was on personal hygiene and rules for hand hygiene were not followed. Total mesophilic aerobic bacteria (TMAB) (8.4x105 cfu/g) was found in all, coliform (1.7x104 cfu/g) in 88.0%, S aureus (7.7x102 cfu/g) in 44.0% and E coli (>100 cfu/g) was found in 12.0% of salad samples while E coli O157:H7 and Salmonella spp. were not detected in any of the samples. Body mass index (BMI) of elderly men and women were 26.59±4.58 kg/m2 and 30.07±6.32 kg/m2, respectively. Waist circumference of elderly men and women were 98.90±1.33 cm and 100.62±1.34 cm, respectively. Most of the elderly were overweight based on BMI, at risk of metabolic diseases based on waist circumference. Mid upper arm circumference of most of the elderly men is under 5th percentile. Of the elderly, 49.1% were at risk of malnutrition while 6.7% had malnutrition. Mean MNA score of elderly men was higher than women (23.27±3.58, 21.57±3.63, respectively) (p<0.001). Most of the elderly were overweight, obese and abdominal obese while malnutrition risk was high. Calcium and magnesium intakes of elderly were inadequate according to the requirements. Elders were generally satisfied from nutritional services. It was concluded that nutritional services and food safety practices should be improved in the institutions foodservice staff should be regularly educated, microbiological quality of salads should be promoted for health of elderly and nutritional status of elderly should be continually monitored in the institutions.Bu araştırma, huzurevlerinde yaşlılara sunulan beslenme hizmetlerinin değerlendirilmesi ve yaşlıların beslenme durumlarının saptanması amacıyla yürütülmüş tanımlayıcı bir çalışmadır. Türkiye genelinde istatistiksel NUTS 1 (The Nomenclature of Territorial Units for Statistics) bölgelerinden tabakalı örnekleme yöntemiyle seçilen 25 huzurevinde beslenme hizmetleri ve besin güvenliği uygulamaları değerlendirilmiş, beslenme hizmetlerini yürüten personelin hijyen algısı, huzurevlerinden alınan salata örneklerinin mikrobiyolojik kalitesi araştırılmıştır. Huzurevlerinde kalan yaşlıların bireysel besin tüketimleri, antropometrik ölçümleri alınmış, Mini Nütrisyonel Değerlendirmeleri (MNA) yapılmış ve beslenme hizmetlerinden memnuniyet durumları incelenmiştir. Huzurevlerinde, beslenme hizmetlerini değerlendiren “Yaşlılar için Huzurevlerinde Besin ve Beslenme Bakım Göstergeleri Kontrol Listesi”ndeki göstergelerin %65.11±10.53’üne uyum sağlandığı, 22 huzurevinde (%88.0) uyum düzeyinin %80’den düşük olduğu bulunmuştur. Diyetisyen çalışan huzurevlerinde beslenme hizmetlerinin istatistiksel olarak daha iyi olduğu saptanmıştır. Huzurevlerinin besin güvenliği uygulamaları puanı 66.84±7.96’dır. Personelin toplam hijyen algısı puanının 154.46±12.74 olduğu, en düşük algının personel hijyeni ile ilgili olduğu, el hijyeni sağlama kurallarına uyulmadığı belirlenmiştir. Salata örneklerinin tamamında TMAB (8.4x105 kob/g), %88.0’inde koliform (1.7x104 kob/g), %44.0’ünde S aureus (7.7x102 kob/g), %12.0’sinde E coli (>100 kob/g) saptanırken, hiçbir örnekte E coli O157:H7 ve Salmonella spp. izole edilmemiştir. Yaşlıların beden kütle indeksi (BKİ); erkeklerde 26.59±4.58 kg/m2, kadınlarda 30.07±6.32 kg/m2’dir. Erkek ve kadınların bel çevresi sırasıyla; 98.90±1.33 cm ve 100.62±1.34 cm’dir. Yaşlıların çoğu BKİ’ne göre hafif şişman, bel çevresine göre metabolik hastalıklar açısından riskli gruptadır. Erkeklerin çoğunun (%47.2) üst orta kol çevresi 5. persentilin altındadır. MNA’ya göre yaşlıların %49.1’inde malnütrisyon riski olup, %6.7’si malnütrisyonludur. Ortalama MNA puanı erkeklerde, kadınlardan daha yüksektir (sırasıyla; 23.27±3.58, 21.57±3.63) (p<0.001). Yaşlıların çoğu hafif şişman, şişman ve abdominal şişman olmakla birlikte malnütrisyon riskinin yüksek olduğu bulunmuştur. Yaşlıların kalsiyum ve magnezyum tüketimlerinin, gereksinmelerine göre yetersiz düzeyde olduğu saptanmıştır. Yaşlılar beslenme hizmetlerinden genel olarak memnundur. Huzurevlerinin beslenme hizmetlerinin ve besin güvenliği uygulamalarının iyileştirilmesi, personelin düzenli eğitilmesi, yaşlıların sağlığı için huzurevlerinde servis edilen salataların mikrobiyolojik kalitesinin arttırılması ve malnütrisyonun önlenmesi için huzurevlerinde yaşlıların beslenme durumlarının düzenli olarak taranması gerektiği sonucuna varılmıştır

    Kayseri Melikgazi Eğitim ve Araştırma Bölgesi’nde 0-36 aylık çocuklarda anne sütü alma durumu

    No full text
    Çalışma Kayseri Melikgazi Eğitim ve Araştırma Bölgesi’nde, 0-36 aylık çocukların anne sütü alma ve beslenme durumlarını belirlemek amacıyla yapıldı. 2006’da aynı bölgede gerçekleştirilen Temel Çalışma'da örnekleme seçilen 3120 haneden, 3038 hanedeki 0-36 aylık çocuklar araştırmaya alındı. Veriler anket yöntemiyle annelerle görüşülerek toplandı. İstatistiksel analizlerinde ki-kare ve Student t testi kullanıldı. Araştırma grubundaki çocukların yaş ortalaması 16.03±10.4 aydı. Annelerinin %94.7’si ev hanımı, %62.8’i ilkokul ve daha az (%54.1) eğitimliydi. Çocukların %1.6’sı hiç anne sütü almamış, %98.4’ü bir süre emzirilmişti, %80.5’i doğumdan sonra ilk saat içinde anne sütü almıştı. Halen emzirilenler ve hiç anne sütü almayanlar dışında altı ay sadece anne sütü alanların oranı %35.7 idi. Altı aydan küçük çocukların %64.0’ü sadece anne sütü almakta olup, %36.1’i biberonla beslenmekteydi. Ortalama emzirme süresi 11.04±4.4 aydı. Çalışma sonucunda; bir süre emzirilen ve altı aydan küçük sadece anne sütü alan çocukların oranının Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması verilerine göre daha yüksek, ortalama emzirme süresinin 3.9 ay daha kısa olduğu bulundu
    corecore