24 research outputs found

    Tako-tsubo cardiomyopathy: literature review

    Get PDF
    Tako-tsubo sendromu koroner arterlerinde anlamlı darlık olmayan kiside, sol ventrikül apikal kısmının, geçici balonlasması ile karakterize bir sendromdur. Ampulla kardiyomiyopatisi, insan stres kardiyomiyopatisi, kırık kalp sendromu da denmektedir. Daha çok postmenapozal kadınlarda görülmektedir. Patogenezde stres faktörleri, artmıs adrenerjik aktivite, uzamıs stunned miyokardiyum, hipertansiyon, kronik obstrüktif akciger hastalıgı (KOAH), azalmıs östrojen seviyesi, küçük damar hastalıgı, miyokardit, miyokardın yag asidi metabolizmasının yetersiz olması öne sürülmüstür. Hastaların öyküsünde semptomlar baslamadan önce genellikle stresli fiziksel, duygusal olaylar mevcuttur. Hastalık klinik olarak nadiren asemptomatik seyredebilir. Gögüs agrısı, dispne, senkop gibi semptomlar görülebilir. Kalp yetmezligi, supraventriküler ve ventriküler aritmiler olusabilir. EKG bulguları miyokard enfarktüsü ile benzer. Anteriyor derivasyonlarda ST segment yükselmesi,Tdalga negatifligi, QT mesafesi uzaması, nadiren geçici patolojik Q dalgası olusumu gözlenebilir. Ekokardiyografide tipik olarak antero-apikal akinezi veya diskinezi gözlenir ve günler-haftalar arasında tamamen düzelir. Koroner anjiyografide koroner arterlerde anlamlı darlıklar gözlenmez. Ventrikülografide anteroapikal balonlasma ile bazal segmentlerde kontraktilite artısı saptanır. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG), ekokardiyografi gibi bölgesel duvar hareket bozuklugunu göstermede yararlı olabilir. TTK tedavisi ile ilgili kesinlesmis bir kılavuz bulunmamaktadır. Tedavi az sayıdaki olgu serilerine dayanılarak yapılmaktadır ve destek tedavisi seklindedir. Koroner anjiyografi yapılamayan merkezlerde akut koroner sendrom tedavisi verilmelidir. Prognozu iyi olan sendromun tekrarlama olasılıgı mevcuttur.Tekrarı önlemek amacıyla beta bloker ilaçlar verilebilir.Tako tsubo cardiomyopathy is characterized by transient left ventricular apical balooning without significant coronary artery stenosis. It is also referred as Ampulla cardiomyopathy, Human stress cardiomyopathy, Broken heart syndome. It has been described in postmenopausal females with a recent history of physical or emotional stress. In the pathogenesis there are physical stress, stunned myocardium, hypertension, increased adrenergic activity , chronic obstructive pulmonary disease , decreased serum estrogen levels, myocarditis, impairment in fatty ascites metabolizm of myocardium, impairment in multivessel microcirculation. The clinical presentation is usually chest pain, dyspnea , syncope, ,heart failure . supraventricular and ventricular arythmias .In some cases it is asymptomatic . ST segment elevation, T wave inversion, QT interval prolongation, may be detected in electrocardiography which mimics myocardial infarction. Echocardiography shows anteroapical akinezis or diskinesis. Significant coronary artery stenosis is not detected on coronary angiography. Ventriculography demonstrates anteroapical balooning and hypercontractility of basal segments. MRI (Magnetic Resonance Imaging ) shows left ventricular mid and apical diskinezis like echocardiography.MRI is useful in diagnosis of TTC.There is no guideline for the treatment ofTakotsubo cardiomyopathy. The treatment is generally supportive according to few cases. In hospitals which coronary angiography can not be performed, patients should be treated like patients with myocardial infarction . Beta bloker agents should be given in order to prevent recurrences. The prognosis is generally favorable

    Right coronary artery anomaly arising from the left sinus of valsalva (case report)

    Get PDF
    We present a patient who had the right coronary artery arising from left sinus of valsalva which is a very rare congenital anomaly and may cause myocardial infarction and sudden death. The relevant literature is also reviewed. A 55 year-old woman was hospitalized due to acute coronary syndrome. Coronary angiographic examination revealed a right coronary artery arising from left sinus of valsalva which was totally occluded at the proximal part of vessel. Anomalous origin of right coronary artery from the left sinus of valsalva is a rare and malignant anomaly which can lead to myocardial infarction.Bu yazıda nadir görülen, miyokard infarktüsü ve ani ölüme yol açabilen bir konjenital anomali olan sağ koroner arterin sol sinüs valsalvadan çıktığı bir olgu sunulmuş ve literatür gözden geçirilmiştir. Akut koroner sendrom tanısıyla yatırılan 55 yaşındaki bayan hastaya uygulanan koroner anjiografide, sağ koroner arterin sol sinüs valsalvadan ayrı bir ostiumla çıktığı ve proximal kısımda %100 tıkalı olduğu tespit edildi. Nadir görülen bir anomali olan sağ koroner arterin sol sinüs valsalvadan çıkışı, akut miyokard infarktüsüne yol açabilen malign bir anomalidir

    The early effect of estrogen replacement therapy on exercise capacity in healthy postmenopausal women

    Get PDF
    Although different effects of estrogen replacement therapy (ERT) on resting hemodynamics in postmenopausal women to exercise has not been investigated.We aimed to evaluate the early effect of ERT on blood pressure, heart rate and workload in rest and during exercise. The study group consisted of 12 menopausal women (49.50 4.15 years old) Subjects received 1mg/day estrogen. No subjects had a history of cardiovascular disease or arterial hypertension, diabetes mellitus, or hyperlipidemia and none smoked. No women took ERT before the study. Exercise stress test was performed at baseline and after 6 2 days of each treatment. Bruce protokol was used for the exercise test. Blood pressure and heart rate were used to calculate the rate-pressure product at rest and during exercise. Reasons for stopping at baseline included fartique (n:10) and shortness of breath (n:2). During ERT, the reason for stopping exercise was fatique (n:12) in all patients. Blood pressure, heart rate, the rate-pressure product and exercise duration were evaluated.Wilcoxon signed-ranks test was used for statistical analysis. During rest and exercise, there was no significant difference in heart rate, systolic blood pressure, diastolic blood pressure and the rate pressure product after ERT. However exercise duration was foun to be increased significantly afterERT(440 66 secretary vs 476 59 secretary, p=0.002). In conclusion, exercise duration may be increased by ERT early in the course of therapy at first week. This effect may be due to the vascular and cardiac effects of theERT.Östrojen replasman tedavisinin(ÖRT) postmenopozal kadında istirahat hemodinamiði üzerine etkisi çeşitli çalışmalarda yayınlanmasına raðmen, egzersiz hemodinamiði üzerine etkisi araştırılmamıştır. Bu çalışmada ÖRT'nin istirahatte ve egzersizde kan basıncı, kalp hızı, ikili ürün üzerine erken dönem etkilerini araştırmayı amaçladık. Çalışmaya 12 postmenopozal kadın (Ortalama yaş 49.504.15) alındı. Olgulara 1mg/gün östrojen verildi. Kardiyovasküler hastalık veya hipertansiyon öyküsü olan, diyabet ve hiperlipidemisi olan olgular çalış maya kabul edilmedi. Hiçbir olgu sigara içmiyordu. Çalışmadan önce hiçbir olgu ÖRT almamıştı. Egzersiz testi (ET) tedaviye başlamadan önce ve başladıktan ortalama 6.082.68 gün sonra yapıldı. ET'de Bruce protokolü uygulandı. ıstirahat ve egzersiz sırasındaki kan basıncı ve kalp hızı ikili ürünün (Sistolik kan basıncı x kalp hızı) hesaplanması amacıyla kullanıldı. Tedaviye başlamadan önce yapılan semptomla sınırlı egzersiz testinde test 10 hastada yorgunluk ve 2 hastada nefes darlıðı nedeniyle sonlandırıldı.ÖRT tedavisi sırasında test bütün hastalarda yorgunluk nedeniyle sonlandırıldı. Kan basıncı, kalp hızı, ikili ürün (kalp hızı x kan basıncı) ve egzersiz süresi çalışıldı. ıstatistiksel analiz amacıylaWilcoxon işaretli sıralı testi kullanıldı. ıstirahatde ve egzersizde, ÖRT öncesinde ve sonrasında kalp hızı, kan basıncı ve ikili ürün açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Egzersiz süresi ÖRT sonrası belirgin derecede uzamış olarak bulundu (440 66sn vs 476 5 sn, p=0.02). ÖRT tedaviye başlandıktan sonra erken dönemde egzersiz süresinde uzama yapabilmektedir. Bu durumun hormonun vasküler veya kardiyak etkilerine baðlı olabileceði düşünülmüştür

    Hiperkolesterolemik koroner arter hastalarında atorvastatin ile lipid düşürücü tedavinin trombosit fonksyonlarına etkiisi

    No full text
    Bu tezin, veri tabanı üzerinden yayınlanma izni bulunmamaktadır. Yayınlanma izni olmayan tezlerin basılı kopyalarına Üniversite kütüphaneniz aracılığıyla (TÜBESS üzerinden) erişebilirsiniz.30 ÖZET Koroner arter hastalığı kanıtlanmış olan hastalarda statinlerle yapılan hip^rlipidemi tedavisinin uzun dönem mortalite üzerine olan etkileri büyük randomize çalışmalarda kanıtlanmıştır. Hiperlipidemini sekonder korumasında günümüzde etkinlik ve güvenilirlikleri ile yaygın olarak kullanılan statinlerin, non-lipid etkileri dışında koroner arter hastalığının oluşumu ve lejyonların progresyonunu durdurma üzerinde pleitropik etkileri gösterilmiştir. Kolesterol ve LDL'nin düşürülmesi ile görülen koroner olayların sıklığındaki azşlmanın nedeni, lezyonların lipid içeriğindeki azalma ve endotel fonksiyonundaki düzelmedir. Başka bir mekanizma ise trombositlerdeki, trombüs oluşturmaya olan eğiliminin, koesterolün ve özellikle LDL'nin düşürülmesi ile görülen azalmasıdır. Plazma lipid konsantrasyonlarının, trombosit agregasyonu ve tromboz ile ilişkisi gösterilmiştir. Tip-ll hiperkolesterolemik hastalarda sık görülen aterosklerotik trombotik komplikasyonlarının nedeni olarak trombositlerin aşın duyarlılığı gösterilmiştir. Bizim çalışmamızda Ekim 1999- Mart 2000 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana Bilim Dalı'nda izlenmiş ve daha önce koroner anjiyografik tetkik ile koroner ar:er hastalığı kanıtlanmış 25 hiperkolesterolemili hastada, HMG-CoA redüktaz inhibitörlerinden olan atorvastatin ile tedavi öncesi ve sonrası trombosit fonksiyonlarında görülen değişiklikler araştırılmıştır. Atorvastatin ile yapılan lipid düşürücü tedavinin trombosit agregasyonu üzerine olan etkileri, in-vitro trombosit agregasyonu agonistleri ile olan yanıt değişikliklerine bakılarak araştırıldı. Trombosit agonistlerine olan yanıt değişiklikleri kantitatif olarak ve periferik venöz kan örneklerinde çalışıldı. Kan örneklerinden santrifügasyon yöntemi ile TZP elde edildi. TZP örnekleri ADP, kollojen, epinefrin ile in-vitro uyarılarak trombosit agregasyon eğrileri elde edildi. İn-vitro trombosit agregasyon eğrileri, üniversitemiz İç Hastalıkları Hemotoloji laboratuvarında, içinde trombositlerin agrege olduğu plazmanın optik dansitesindeki azalmayı ve dolayısıyla esas sapmayı esas alan "turbidimetrik Yöntem" île» çalışan Chorono-Lag marka Whole-Blood aggro-meter aygıt kullanılarak saptandı. Elde edilen eğrilerden yanıtın aktivasyon yüzdesi ve süreleri (sn) hesaplandı. Parametrelerin değişkenliğine göre Paired-t testi ve kullanıldı. 8 haftalık atorvastatin tedavisi sonrası başlangıçta olan total kolesterol (%18), LDL-K (%27) ve trigliserid (%19) düzeyleri tedavi sonrası anlamlı olarak düşüş gözlendi. HDL-K değerinde ise anlamlı bir değişiklik g izlenmedi. Sonuç olarak atorvastatinle, etkin kolesterol ve LDL-K düşüşü görülen hiperlipidemik hastalarda trombosit agregasyon yanıtlarında anlamlı bir uzama diğer bir eyişle ilacın antiagregan etki gösterdiği saptandı. Yeterli LDL-K düşüşü gözlenmeyen hastalarda da trombosit agregasyon yanıtında olumlu (antiagregan etki) gözlenmesi olgu sayısı yorum yapacak kadar fazla olmasa da, ilacın lipid düşürücü etkiden bağımsız olarak antiagregan etkinliği olabileceği düşüncesini ortaya çıkardı. Bizim bulgularımızda istatistiksel31 anlamlı olamayan HDL artışı nedeniyle, HDL'nin trombosit agregasyon yanıtındaki etkisi üzerinde fikir edinilememiştir. plazma trigliserid değerlerinde anlamlı düşüş olmasına karşın, trorrtbosit agregasyon yanıtlarından ADP'ye yanıtta görülen agregasyonun inhibe olması, bu duruma bağlanmamalıdır. Kaldı ki fibrinojen değerlerinde anlamlı bir değişiklik gözlenmemiştir. | Atorvastatin ile yapılan çalışmamızda, ilacın etkili ve güvenilir lipid düşürücü etkilinin yanısıra trombosit fonksiyonları üzerinde antiagregan özellik göstermiştir. İlacın bu özelliği ile trombotik olaylarda görülen olumlu etkisi, plak stabilizasyonu yaparak kardiyovasküler olayların sıklığını azaltabili

    The role of N terminal pro-brain natriuretic peptide in the evaluation of left ventricular diastolic dysfunction: correlation with echocardiographic indexes in hypertensive patients

    No full text
    WOS: 000252978400004PubMed ID: 17687631The utility of N-Terminal pro Brain Natriuretic Peptide (NT-proBNP) and Brain Natriuretic Peptide (BNP) for detecting left ventricular (LV) diastolic dysfunction in hypertensive patients without heart failure symptoms is unclear. In this study, we investigated the relation between NT-proBNP plasma levels and LV diastolic dysfunction in hypertensive patients without systolic dysfunction. Method: We studied 40 ambulatory patients (26 women, mean age 52 +/- 5) with controlled hypertension. LV diastolic function was assessed with conventional Doppler, by means of mitral inflow and with tissue Doppler echocardiography by means of mitral annulus. The ratio of early diastolic transmitral E wave velocities to tissue Doppler mitral annulus early diastolic E' wave velocities (E/E'), was used to detect LV filling pressures. Patients were divided in three groups according to E/E' ratios 15 (group III). Plasma concentrations of NT-proBNP were measured by electro chemiluminescence's immunoassay. Results: The NT-proBNP blood levels were positively correlated significantly with E/E' ratio (r = 0.80, P = 0.0001). Patients with elevated LV end diastolic pressure (LVEDP), defined as E/E' 15. Conclusion: The assessment of the blood concentration of NT-proBNP is of potential value for identification of those patients with hypertension to detect early cardiovascular changes, especially LV diastolic dysfunction

    What have we learned from Turkish familial hypercholesterolemia registries (A-HIT1 and A-HIT2)?

    No full text
    YILMAZ, MEHMET BIRHAN/0000-0002-8169-8628; pekkolay, zafer/0000-0002-5323-2257; Kaynar, Leylagul/0000-0002-2035-9462; YILDIRIR, Aylin/0000-0001-8750-5287; sag, saim/0000-0001-8404-8252; Sonmez, Alper/0000-0002-9309-7715; Durakoglugil, Emre/0000-0001-5268-4262; Demircioglu, Sinan/0000-0003-1277-5105; Yenercag, Mustafa/0000-0002-0933-7852; Celik, Ahmet/0000-0002-9417-7610; Ozdogan, Oner/0000-0003-3205-6917; durmus, rana berru/0000-0001-9182-2760WOS: 000445908000052PubMed: 30270069Background and aims: Familial hypercholesterolemia (FH) is a common genetic disease of high-level cholesterol leading to premature atherosclerosis. One of the key aspects to overcome FH burden is the generation of largescale reliable data in terms of registries. This manuscript underlines the important results of nation-wide Turkish FH registries (A-HIT1 and A-HIT2). Methods: A-HIT1 is a survey of homozygous FH patients undergoing low density lipoprotein (LDL) apheresis (LA). A-HIT2 is a registry of adult FH patients (homozygous and heterozygous) admitted to outpatient clinics. Both registries used clinical diagnosis of FH. Results: A-HIT1 evaluated 88 patients (27 +/- 11 years, 41 women) in 19 centers. All patients were receiving regular LA. There was a 7.37 +/- 7.1-year delay between diagnosis and initiation of LA. LDL-cholesterol levels reached the target only in 5 cases. Mean frequency of apheresis sessions was 19 +/- 13 days. None of the centers had a standardized approach for LA. Mean frequency of apheresis sessions was every 19 +/- 13 (7-90) days. Only 2 centers were aware of the target LDL levels. A-HIT2 enrolled 1071 FH patients (53 +/- 8 years, 606 women) from 31 outpatients clinics specialized in cardiology (27), internal medicine (1), and endocrinology (3); 96.4% were heterozygous. 459 patients were on statin treatment. LDL targets were attained in 23 patients (2.1% of the whole population, 5% receiving statin) on treatment. However, 66% of statin-receiving patients were on intense doses of statins. Awareness of FH was 9.5% in the whole patient population. Conclusions: the first nationwide FH registries revealed that FH is still undertreated even in specialized centers in Turkey. Additional effective treatment regiments are urgently needed.Turkish Society of Cardiology; Aegerion; Amyrit; AmgenAmgen; PfizerPfizer; SanofiSanofi-AventisA-HIT1 and 2 registries are sponsored by the Turkish Society of Cardiology that receives funding from a variety of sources (including unrestricted research grants from Aegerion, Amyrit, Amgen, Pfizer, and Sanofi)

    Patterns and Relevance of Langerhans Islet Invasion in Pancreatic Cancer

    No full text
    Background: Pancreatic cancer‐associated diabetes mellitus (PC‐DM) is present in most patients with pancreatic cancer, but its pathogenesis remains poorly understood. Therefore, we aimed to characterize tumor infiltration in Langerhans islets in pancreatic cancer and determine its clinical relevance. Methods: Langerhans islet invasion was systematically analyzed in 68 patients with pancreatic ductal adenocarcinoma (PDAC) using histopathological examination and 3D in vitro migration assays were performed to assess chemoattraction of pancreatic cancer cells to islet cells. Results: Langerhans islet invasion was present in all patients. We found four different patterns of islet invasion: (Type I) peri‐insular invasion with tumor cells directly touching the boundary, but not penetrating the islet; (Type II) endo‐insular invasion with tumor cells inside the round islet; (Type III) distorted islet structure with complete loss of the round islet morphology; and (Type IV) adjacent cancer and islet cells with solitary islet cells encountered adjacent to cancer cells. Pancreatic cancer cells did not exhibit any chemoattraction to islet cells in 3D assays in vitro. Further, there was no clinical correlation of islet invasion using the novel Islet Invasion Severity Score (IISS), which includes all invasion patterns with the occurrence of diabetes mellitus. However, Type IV islet invasion was related to worsened overall survival in our cohort. Conclusions: We systematically analyzed, for the first time, islet invasion in human pancreatic cancer. Four different main patterns of islet invasion were identified. Diabetes mellitus was not related to islet invasion. However, more research on this prevailing feature of pancreatic cancer is needed to better understand underlying principles
    corecore