32 research outputs found
Recent Advances in Health Biotechnology During Pandemic
The outbreak of severe acute respiratory syndrome coronavirus 2 (SARS-CoV-2), which
emerged in 2019, cut the epoch that will make profound fluctuates in the history of the world
in social, economic, and scientific fields. Urgent needs in public health have brought with
them innovative approaches, including diagnosis, prevention, and treatment. To exceed the
coronavirus disease 2019 (COVID-19) pandemic, various scientific authorities in the world
have procreated advances in real time polymerase chain reaction (RT-PCR) based diagnostic
tests, rapid diagnostic kits, the development of vaccines for immunization, and the purposing
pharmaceuticals for treatment. Diagnosis, treatment, and immunization approaches put for-
ward by scientific communities are cross-fed from the accrued knowledge of multidisciplinary
sciences in health biotechnology. So much so that the pandemic, urgently prioritized in the
world, is not only viral infections but also has been the pulsion in the development of novel
approaches in many fields such as diagnosis, treatment, translational medicine, virology, mi-
crobiology, immunology, functional nano- and bio-materials, bioinformatics, molecular biol-
ogy, genetics, tissue engineering, biomedical devices, and artificial intelligence technologies.
In this review, the effects of the COVID-19 pandemic on the development of various scientific
areas of health biotechnology are discussed
Diagnosis of comorbid migraine without aura in patients with idiopathic/genetic epilepsy based on the gray zone approach to the International Classification of Headache Disorders 3 criteria
BackgroundMigraine without aura (MwoA) is a very frequent and remarkable comorbidity in patients with idiopathic/genetic epilepsy (I/GE). Frequently in clinical practice, diagnosis of MwoA may be challenging despite the guidance of current diagnostic criteria of the International Classification of Headache Disorders 3 (ICHD-3). In this study, we aimed to disclose the diagnostic gaps in the diagnosis of comorbid MwoA, using a zone concept, in patients with I/GEs with headaches who were diagnosed by an experienced headache expert.MethodsIn this multicenter study including 809 consecutive patients with a diagnosis of I/GE with or without headache, 163 patients who were diagnosed by an experienced headache expert as having a comorbid MwoA were reevaluated. Eligible patients were divided into three subgroups, namely, full diagnosis, zone I, and zone II according to their status of fulfilling the ICHD-3 criteria. A Classification and Regression Tree (CART) analysis was performed to bring out the meaningful predictors when evaluating patients with I/GEs for MwoA comorbidity, using the variables that were significant in the univariate analysis.ResultsLonger headache duration (<4 h) followed by throbbing pain, higher visual analog scale (VAS) scores, increase of pain by physical activity, nausea/vomiting, and photophobia and/or phonophobia are the main distinguishing clinical characteristics of comorbid MwoA in patients with I/GE, for being classified in the full diagnosis group. Despite being not a part of the main ICHD-3 criteria, the presence of associated symptoms mainly osmophobia and also vertigo/dizziness had the distinguishing capability of being classified into zone subgroups. The most common epilepsy syndromes fulfilling full diagnosis criteria (n = 62) in the CART analysis were 48.39% Juvenile myoclonic epilepsy followed by 25.81% epilepsy with generalized tonic-clonic seizures alone.ConclusionLonger headache duration, throbbing pain, increase of pain by physical activity, photophobia and/or phonophobia, presence of vertigo/dizziness, osmophobia, and higher VAS scores are the main supportive associated factors when applying the ICHD-3 criteria for the comorbid MwoA diagnosis in patients with I/GEs. Evaluating these characteristics could be helpful to close the diagnostic gaps in everyday clinical practice and fasten the diagnostic process of comorbid MwoA in patients with I/GEs
Vergi politikası değişikliklerinin ekonomik etkileri:
Türkiye’de 1998 yılından itibaren vergi ve harç kanunlarında kırk beş civarında kanun değişikliği yapılmıştır. Bu değişiklikler sonucunda Türk vergi sisteminde birçok yeni düzenlemeler yapılmış ve uygulanan vergi politikalarında köklü değişikliklere gidilmiştir. Genellikle vergi oranı indirimleri şeklinde özetlenebilecek olan bu değişikler soncunda Türkiye, OECD ülkeleri arasında en fazla vergi indirimi yapan ülkelerden biridir. Türkiye’de 1990’lı yılların sonlarından itibaren özellikle gelir vergisinde köklü vergi reformlarına gidilmiştir. Temelde vergi matrah dilimi sayılarının azaltılması ve her bir dilimden alınan vergi oranının düşürülmesini içeren reformların ekonomik ajanlar üzerinde doğrudan ve dolaylı şekilde önemli etkileri olabilecektir. Dolayısıyla köklü vergi politikası değişikliklerini değerlendirmek için bu değişikliklerin ekonomi genelindeki etkileri göz önüne alınmalıdır. Bu sebeple gelir vergisi poltikası değişikliklerinin özellikle nispi fiyatlar, sektörlerin üretim düzeyi, gelir dağılımı ve hane halklarının refah seviyesi üzerindeki etkisini analiz etmek amacıyla Türkiye ekonomisi için hesaplanabilir genel denge (HGD) vergi modeli inşa edilmiştir. 2002 yılı Türkiye girdi çıktı tablosu temel alınarak oluşturulan sosyal hesaplar matrisinin kullanıldığı HGD modeli yardımıyla 1998-1999 ve 2005-2006 yılları arasında yapılan gelir vergisi politikası değişiklikleri analiz edilmiştir. Çalışmada oluşturulan HGD modeli, yerleşim yeri ve gelir seviyesine göre ayrıştırılmış 10 farklı hane halkı grubunu, 15 üretim sektörünü, devleti ve dış alemi içermektedir. Uygulanan dört farklı senaryo sonuçlarına göre gerek 1998-1999 gerekse 2005-2006 yılları arasında yapılan gelir vergisi politikası değişiklikleri sonucunda tarım, kamu hizmetleri ve ARGE, eğitim ve sağlık sektörlerinin nispi fiyatlarında düşüş gerçekleşmiştir. Đnşaat sektörünün üretimi tüm senaryolarda artış göstermiştir. Gelir vergisinde yapılan politika değişiklikleri gelir dağılımını bozucu etkide bulunmuş, yüksek gelir grubu haricindeki tüm hane halkı gruplarının refahını düşürücü etkide bulunmuştur. Ayrıca simülasyon sonuçlarına göre gelir vergisi indirimleri arz yönlü iktisadi görüşün aksine milli gelirin düşüşüne neden olabilecektir
İkili açık hipotezi ve Türkiye Uygulaması
İkiz açıklar hipotezi temelde devletin bütçe açıklarının cari açıklara neden olacagını belirtir. Diger taraftan eger Ricardocu Esdegerlik Hipotezi geçerliyse bu iki degisken arasında herhangi bir iliskinin olmaması da mümkündür. Bu çalısmanın amacı farklı ampirik yöntemlerle bütçe açıgı ile cari açıklar arasındaki iliskinin dinamiklerini kısa ve uzun dönem için analiz etmektir. Bu amaçla Türkiye için 1988 – 2005 döneminde bütçe açıkları ile cari açıklar arasında uzun dönemli bir iliski olup olmadıgını belirlemek için Johansen esbütünlesme testleri kullanılmıstır. Ayrıca makroekonomik degiskenler arasındaki nedensel sıralamanın, ikiz açıklar hipotezinin öngördügü sekilde olup olmadıgını kısa dönemde arastırmak için nedensellik testleri ve vektör otoregresyon model (VAR) kullanılmıstır. Yapılan analizler göstermistir ki uzun dönemde reel bütçe açıgı ile reel cari açık arasında bir iliski bulunmamaktadır. Fakat VAR sisteminden elde edilen bulgulara göre reel bütçe açıgındaki artıs, kısa dönemde reel milli geliri ve reel cari açıgı arttırmaktadır. Ayrıca reel cari açıkların reel döviz kuruna ve reel milli gelire duyarlı oldugu yönünde istatistiksel bulguya rastlanmıstır. Sonuç olarak ikiz açıklar hipotezinin kısa dönemde geçerli oldugu ama uzun dönemde geçerli olmadıgı söylenebilir