46 research outputs found

    Omeprazol ve gliklazid ilaç etkileşimine bağlı hipoglisemi olgusu

    Get PDF
    Dispeptik yakınmaların sık görülmesi nedeniyle diyabet hastaları reçeteli ya da reçetesiz olarak proton pompa inhibitörleri PPİ grubu ilaçları sık olarak kullanırlar. Farklı hastalıklar nedeniyle çeşitli ilaç gruplarının bir arada kullanılması, azalan sitokrom p450 enzim aktivitesi nedeniyle özellikle yaşlı hastalarda, ilaç-ilaç etkileşimi ve ilaç etkisinin değişmesi riskini artırmaktadır. Bu vaka sunumunda 82 yaşında diyabetik hastada omeprazol ve gliklazid ilaç etkileşimine bağlı gelişen hipoglisemi olgusu sunuld

    PPARG genindeki Pro12Ala polimorfizmi, Türk populasyonunda insülin direnci ve tip 2 diyabet ile ilişkili değildir: Bir vaka-kontrol çalışması

    Get PDF
    Amaç: Tip 2 diyabet (T2D), diyabetin en sık görülen türüdür ve tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. İnsülin sekresyonunun azalması ve/veya insülin direnci (İR) gelişimi, T2D patogenezinde yer alan iki ana bozukluktur. Kromozom 3p25'te yer alan peroksizom proliferatör aktive reseptör gama (PPARG) geni tarafından kodlanan ve esas olarak adipositlerde eksprese edilen PPARG2, glikoz ve lipid metabolizmasının düzenlenmesinde yer alan çok sayıda anahtar geni düzenler. Fonksiyonel önemi dolayısıyla, T2D gelişimi ile ilişkisi ilk rapor edilen aday gen PPARG2 (Pro12Ala varyantı)’dir. Çalışmamızda, PPARG genindeki Pro12Ala'nın IR gelişimi ve T2D riski üzerine etkilerini Konya bölgesinde yaşayan 387 (181 non-obez/ 206 obez) T2D ve 264 (137 non-obez/127 obez) sağlıklı birey olmak üzere toplam 650 kişide değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Bireylerden alınan kan örneklerinden, T2D ilişkili biyokimyasal parametreler analiz edildi ve sonrasında HOMA-IR (HOMA indeksi) hesaplandı. HOMAIR indeksi 2.5'ten yüksek olan kişiler insüline dirençli olarak kabul edildi. İzole edilen DNA örneklerinde, Pro12Ala genotiplendirmesi RT-PCR tekniği ile yapıldı. İstatistiksel analiz için SPSS18.0 programı kullanıldı. P<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Obez hasta grubu dışında diğer hasta ve ve kontrol grupları Hardy-Weinberg dengesinde değildi (p<0.05). Dominant, resesif ve aditif modeller kurularak yapılan ilişkilendirme analizine göre Pro12Ala polimorfizminin T2D riski ve ilişkili biyokimyasal parametreler üzerine bir etkisi bulunmadı (p>0.05). Sonuç: Hastalığın poligenik doğası ve çevresel faktörlerin karmaşıklığı, genlerin T2D patogenezindeki etkisinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, PPARG'nin hastalığın genetik zeminindeki olası rolünü ortaya çıkarmak için daha büyük popülasyonlarda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Çalışma Türk toplumunda PPARG ve T2D ilişkisi bakımından sunulan ilk rapordur

    Impact of Obesity on the Metabolic Control of Type 2 Diabetes: Results of the Turkish Nationwide Survey of Glycemic and Other Metabolic Parameters of Patients with Diabetes Mellitus (TEMD Obesity Study)

    Get PDF
    Background: Obesity is the main obstacle for metabolic control in patients with type 2 diabetes. Turkey has the highest prevalence of obesity and type 2 diabetes in Europe. The effect of obesity on the metabolic control, and the macro- and microvascular complications of patients are not apparent. Objectives: This nationwide survey aimed to investigate the prevalence of overweight and obesity among patients with type 2 diabetes and to search for the impact of obesity on the metabolic control of these patients. We also investigated the independent associates of obesity in patients with type 2 diabetes. Methods: We consecutively enrolled patients who were under follow-up for at least 1 year in 69 tertiary healthcare units in 37 cities. The demographic, anthropometric, and clinical data including medications were recorded. Patients were excluded if they were pregnant, younger than 18 years, had decompensated liver disease, psychiatric disorders interfering with cognition or compliance, had bariatric surgery, or were undergoing renal replacement therapy. Results: Only 10% of patients with type 2 diabetes (n = 4,648) had normal body mass indexes (BMI), while the others were affected by overweight (31%) or obesity (59%). Women had a significantly higher prevalence of obesity (53.4 vs. 40%) and severe obesity (16.6 vs. 3.3%). Significant associations were present between high BMI levels and lower education levels, intake of insulin, antihypertensives and statins, poor metabolic control, or the presence of microvascular complications. Age, gender, level of education, smoking, and physical inactivity were the independent associates of obesity in patients with type 2 diabetes. Conclusion: The TEMD Obesity Study shows that obesity is a major determinant of the poor metabolic control in patients with type 2 diabetes. These results underline the importance of prevention and management of obesity to improve health care in patients with type 2 diabetes. Also, the results point out the independent sociodemographic and clinical associates of obesity, which should be the prior targets to overcome, in the national fight with obesity

    Struma Ovarii Dokusunda Papiller Tiroid Mikrokarsinomu: Olgu Sunumu

    No full text
    Struma ovarii, tümör dokusunun yarısından fazlasını tiroid dokusunun oluşturduğu nadir görülen bir over tümörüdür. Çalışmalarda hastalığın %0.5-5 oranında malign transformasyonu saptanmıştır. Nadir görülen bir hastalık olmasından dolayı tanı ve tedavisinde kesin bir görüş birliği yoktur ve genel kabul edilen yaklaşım malign struma ovarii vakalarının tiroid kanseri gibi tedavi ve takip edilmesidir. Bu olgu sunumunda struma ovarii zemininde gelişen bir papiller mikrokarsinom vakasının tedavisi ve 1 yıllık takibini sunmayı amaçladı

    Gestasyonel diyabet gelişiminde KCNJ11 geninin rolü

    No full text
    Amaç: Gestasyonel Diabetes Mellitus GDM değişik şiddette hiperglisemi ile sonuçlanan gebelik sırasında başlamış veya ilk defa gebelik sırasında fark edilmiş olan herhangi bir düzeydeki glukoz tolerans bozukluğudur. Bu çalışmada, Tip 2 Diabetes Mellitus T2DM ’a geçiş sürecinin önemli belirleyicisi olan GDM’nin ortaya çıkmasında genetik yatkınlık oluşturabileceği düşünülen Kir6.2 kanal proteinini kodlayan KCNJ11 geninin toplumumuzdaki GDM’li bireylerde taranması ve tek nükleotid polimorfizmlerinin SNP belirlenerek hastalıkla ilişkileri bakımından değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji Bilim Dalı’na başvurarak GDM tanısı konmuş 74 gebe birey ve kontrol grubu için 49 sağlıklı gebe birey dahil edildi. KCNJ11 geninin kodlanan bölgesinin tamamı Polimeraz Zincir Reaksiyonu PZR ile çoğaltılarak çift yönlü dizi analizi ile değerlendirildi. İstatistiki analizlerde

    Gestasyonel diyabet gelişiminde KCNJ11 geninin rolü

    No full text
    Objectives: Gestational Diabetes Mellitus (GDM) is impaired glucose tolerance at any level, which began during pregnancy or was noticed for the first time during pregnancy resulting in varying degrees of hyperglycemia. In this study, we aimed to scan the KCNJ11 gene encodes Kir6.2 channel protein, thought to make susceptible to GDM which is important determinant of Type 2 Diabetes Mel- litus (T2DM) transition, and to evaluate the associations with the disease by determining the single nucleotid polymorphisms (SNP). Material and methods: Seventy four pregnant diagnosed as GDM and 49 healthy pregnant for control group from Department of Endocrinology Faculty of Medicine Selcuk University were included in our study. The whole coding region of the KCNJ11 gene was amplified by Polymerase Chain Reaction (PCR) and was evaluated by two-way sequencing analysis. In statistical analyzes, p;lt;0.05 was considered significant. Results: In our study, 5 of the 15 SNPs reported in the literature were determined. We did not find any new SNP specific to our population. No significant association was determined between SNP E23K, A190A, I337V with GDM under additive, dominant and recessive models (p;gt;0.05). Statistical analysis could not be performed for L267L and L270V polymorphisms because of their low frequency. Conclusion: No association was determined between GDM and the polymorphisms in KCNJ11 which have shown in the genetic basis of T2DM in many populations until today. With this study for the first time the effect of KCNJ11 gene on genetic basis of GDM was investigated and presented a basic work for subsequent studies.Amaç: Gestasyonel Diabetes Mellitus (GDM) değişik şiddette hiperglisemi ile sonuçlanan gebelik sırasında başlamış veya ilk defa gebelik sırasında fark edilmiş olan herhangi bir düzeydeki glukoz tolerans bozukluğudur. Bu çalışmada, Tip 2 Diabetes Mellitus (T2DM)'a geçiş sürecinin önemli belirleyicisi olan GDM'nin ortaya çıkmasında genetik yatkınlık oluşturabileceği düşünülen Kir6.2 kanal proteinini kodlayan KCNJ11 geninin toplumumuzdaki GDM'li bireylerde taranması ve tek nükleotid polimorfizmlerinin (SNP) belirlenerek hastalıkla ilişkileri bakımından değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve yöntem: Çalışmaya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Endokrinoloji Bilim Dalı'na başvurarak GDM tanısı konmuş 74 gebe birey ve kontrol grubu için 49 sağlıklı gebe birey dahil edildi. KCNJ11 geninin kodlanan bölgesinin tamamı Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PZR) ile çoğaltılarak çift yönlü dizi analizi ile değerlendirildi. İstatistiki analizlerde p0.05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: Çalışmamızda literatürde rapor edilen 15 SNP' ten sadece 5 tanesi tespit edildi. Literatürden farklı olarak toplumumuza özgü yeni bir SNP belirlenmedi. Additif, dominant ve resesif modeller kurularak yapılan ilişki analizlerinde SNP E23K, A190A, I337V ile GDM arasında anlamlı bir ilişkisi saptanmadı. L267L ve L270V polimorfizmleri, görülme sıklıklarının çok düşük olması nedeniyle, istatistiki değerlendirmeye alınmadı. Sonuç: Bugüne kadar birçok popülasyonda, T2DM'nin genetik zemininde yer aldığı gösterilen KCNJ11 genindeki polimorfizmler ile toplumumuzda GDM hastalığı arasında bir ilişki tespit edilmedi. Bu çalışma ile ülkemizde ilk kez GDM'nin genetik zeminine yönelik olarak KCNJ11 geninin etkisi araştırılmış ve daha sonra yapılacak çalışmalar için bir temel oluşturulmuştur

    PPARG genindeki Pro12Ala polimorfizmi, Türk populasyonunda insülin direnci ve tip 2 diyabet ile ilişkili değildir: Bir vaka-kontrol çalışması

    No full text
    Amaç: Tip 2 diyabet (T2D), diyabetin en sık görülen türüdür ve tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. İnsülin sekresyonunun azalması ve/veya insülin direnci (IR) gelişimi, T2D patogenezinde yer alan iki ana bozukluktur. Kromozom 3p25’te yer alan peroksizom proliferatör aktive reseptör gama (PPARG) geni tarafından kodlanan ve esas olarak adipositlerde eksprese edilen PPARG2, glikoz ve lipid metabolizmasının düzenlenmesinde yer alan çok sayıda anahtar geni düzenler. Fonksiyonel önemi dolayısıyla, T2D gelişimi ile ilişkisi ilk rapor edilen aday gen PPARG2 (Pro12Ala varyantı)’dir. Çalışmamızda, PPARG genindeki Pro12Ala’nın IR gelişimi ve T2D riski üzerine etkilerini Konya bölgesinde yaşayan 387 (181 non-obez/ 206 obez) T2D ve 264 (137 non-obez/127 obez) sağlıklı birey olmak üzere toplam 650 kişide değerlendirmeyi amaçladık. Yöntem: Bireylerden alınan kan örneklerinden, T2D ilişkili biyokimyasal parametreler analiz edildi ve sonrasında HOMA-IR (HOMA indeksi) hesaplandı. HOMA-IR indeksi 2.5’ten yüksek olan kişiler insüline dirençli olarak kabul edildi. İzole edilen DNA örneklerinde, Pro12Ala genotiplendirmesi RT-PCR tekniği ile yapıldı. İstatistiksel analiz için SPSS18.0 programı kullanıldı. P0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Obez hasta grubu dışında diğer hasta ve kontrol grupları Hardy-Weinberg dengesinde değildi (p0.05). Dominant, resesif ve additif modeller kurularak yapılan ilişkilendirme analizine göre Pro12Ala polimorfizminin T2D riski ve ilişkili biyokimyasal parametreler üzerine bir etkisi bulunmadı (p>0.05). Sonuç: Hastalığın poligenik doğası ve çevresel faktörlerin karmaşıklığı, genlerin T2D patogenezindeki etkisinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle, PPARG’nin hastalığın genetik zeminindeki olası rolünü ortaya çıkarmak için daha büyük popülasyonlarda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Çalışma Türk toplumunda PPARG ve T2D ilişkisi bakımından sunulan ilk rapordur

    Changes in Serum Levels of ADMA, SDMA and L-NMMA with Helicobacter Pylori Eradication

    No full text
    Amaç: Artmış asimetrik dimetil arjinin (ADMA) düzeyleri başta kardiyovasküler sistem olmak üzere birçok sistemde nitrik oksit (NO) düzeylerini azaltarak olumsuz etkilere neden olur. Helicobacter pylori (H. pylori) enfeksiyonun ADMA düzeylerinde artışa neden olduğu bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı H. pylori ile enfekte bireylerde eradikasyon tedavisinin ADMA ve diğer metilarjinin metabolizma ürünlerinin serum düzeylerine etkisini değerlendirmek olarak belirlendi.Yöntemler: 14C üre nefes testi ve gaita antijen testlerinin her ikisinde pozitiflik tespit edilen hastalar H. pylori ile enfekte kabul edildi. Hastalara 14 günlük eradikasyon tedavisi (günde 2 kez 40 mg pantoprazol, günde iki kez 1000 mg amoksisilin ve günde iki kez 500 mg klaritromisin) verildi. Eradikasyon tedavisi öncesinde ve eradikasyon sağlanan hastalarda tedaviden 3 ay sonra ADMA, simetrik dimetil arjinin (SDMA) ve N-monometil-L-arjinin (L-NMMA) serum düzeylerinin ölçümü için kan örnekleri alındı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 45 hastadan 23'ü kadın ve 22'si erkek idi. Hastaların ortalama yaşı 32,4±8 idi. Hastaların serum ADMA, SDMA ve L-NMMA düzeylerinde eradikasyon tedavisi sonrasında, tedavi öncesine göre anlamlı düzeylerde azalma olduğu görüldü.Sonuç: Bu çalışmada H. pylori eradikasyonu ile plazma ADMA, SDMA ve L-NMMA düzeylerinde anlamlı azalma olduğu gösterildi. H. pylori eradikasyonuna bağlı azalan serum ADMA, SDMA ve L-NMMA düzeylerinin, başta kardiyovasküler sistem olmak üzere bütün sistemlerde oluşturabileceği yararlı etkilerin değerlendirilmesi için geniş çaplı, uzun süreli çalışmalara ihtiyaç vardırObjective: Increased asymmetric dimethylarginine (ADMA) levels are associated with reduced nitric oxide (NO) levels in many systems, particularly the cardiovascular system, and cause adverse effects. The objective of this study is to evaluate the effect of eradication therapy in patients infected with Helicobacter pylori (H. pylori) on the serum level of ADMA and other metabolic products of methylarginine.Methods: Patients who were found positive both in urea breath tests and stool antigen tests were considered to have H. pylori infection. These patients received eradication therapy for 14 days (twice daily pantoprazole 40 mg, twice daily amoxicillin 1000 mg, and twice daily clarithromycin 500 mg). Blood samples were taken to measure serum ADMA, symmetric dimethylarginine (SDMA), and N-monomethyl-Larginine (L-NMMA) levels before eradication therapy and 3 months after the therapy for patients for whom eradication was achieved. Results: A total of 23 of the 45 patients included in the study were female, whereas 22 were male. The mean age of the patients was 32.4±8 years. Significant reductions in the serum ADMA, SDMA, and L-NMMA levels of the patients were observed post-eradication therapy versus pre-eradication therapy. Conclusion: This study demonstrated significant reductions in serum ADMA, SDMA, and L-NMMA levels with H. pylori eradication. Further extensive long-term studies are needed to evaluate the positive effects that reduced serum ADMA, SDMA, and L-NMMA levels after H. pylori eradication can have on all systems, particularly the cardiovascular syste

    Refeeding hypophosphatemia: a potentially fatal danger in the intensive care unit

    No full text
    Aim: To determine the overall and comparative incidence of refeeding hypophosphatemia (RH) between enteral and parenteral nutrition in general adult intensive care unit (ICU) patients
    corecore