15 research outputs found

    Can land acquısıtıons for protectıon purposes be evaluated as a part and complement of land grabbıng?

    Get PDF
    İnsanlık tarihi boyunca gıda insanların temel ihtiyaçlarından birisi olmuş ve küresel nüfustaki artışa bağlı olarak gıda ürünlerine olan talep de sürekli artmıştır. Sınırlı bir kaynağa sahip olan gezegenimizde bu talebin karşılanabilmesi, toprağın metalaştırılması yoluyla gerçekleştirilmiştir. Literatürde bu olguya toprak gaspı denilmektedir. Buradan hareketle çalışmada, ilk olarak toprak gaspı tartışmalarına ilişkin teorik bir çerçeve çizilmektedir. Bu kapsamda toprak gaspı kavramı, toprak gaspında arazi kullanım amaçları ve gaspın etkileri analiz edilmektedir. İkinci olarak, teorik düzeydeki tartışmaların uygulamaya nasıl yansıdığı incelenmekte ve koruma amaçlı toprak ediniminin (yeşil gasp) toprak gaspı kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği tartışılmaktadır. Bunun için dünyanın çeşitli ülkelerinde gerçekleştirilen toprak gaspı girişimleri ve sonuçları çözümlenmektedir. Arjantin, Meksika, Kolombiya, Mozambik ve Uganda’daki yeşil gasp örnekleri koruma amaçlı toprak ediniminin toprak gaspının tamamlayıcısı ve destekleyicisi olduğunu göstermektedir. Yeşil gasp girişimlerinde temel amacın çevresel değerleri korumak olduğu iddia edilmekle birlikte, bu girişimlerin sonucunda ortaya çıkan tablo toprak gaspı ile hemen hemen aynıdır. Ayrıca söz konusu saha araştırmaları toprağı metalaştırma yoluyla korumanın mümkün olamayacağına ilişkin işaretlerle doludur.Food has been one of the basic needs of people throughout the history of mankind and the demand for food products has increased continuously along with the rise of the global population. In our planet, strictly limited in terms of resources, the food demand was met by commodification of the land which is called the land grabbing in literature. From this point of view, firstly, a theoretical framework regarding the land grabbing discussions is drawn. In this context, the concept of land grabbing, land use purposes and the effects appropriation are analyzed. Secondly, it is examined how the theoretical discussions are reflected in the practice and it is discussed whether the land acquisition for conservation (green grabbing) can be evaluated within the scope of land grabbing. For this, land grabbing attempts and their results in various countries of the world are analyzed. Examples of green grabbing in Argentina, Mexico, Colombia, Mozambique and Uganda show that land acquisition for protection purposes is a supplement and supporter of land grabbing. Although it is claimed that the main purpose of green grabbing initiatives is to protect environmental values, the picture emerging as a result of those attempts is almost the same as land grabbing. In addition, the field surveys done in this paper are full of signs that it is not possible to protect the land through commodification

    Relationship between environmental and financial performance: A survey on bist 30

    Get PDF
    Bu araştırmanın amacı, BİST 30’da yer alan işletmelerin çevresel performanslarının finansal performansları üzerindeki etkisini analiz etmektir. Araştırma, BİST 30’da yer alan 23 işletmenin 2014-2018 yılları arasında yayımladıkları sürdürülebilirlik raporlarına dayanmaktadır. Analizde çevresel performans göstergeleri olarak su tüketimi, atık ve emisyonlara ilişkin verilerden faydalanılmıştır. İşletmelerin finansal performans göstergeleri olarak özsermaye/aktifler, aktif kârlılığı (ROA) ve özsermaye kârlılık (ROE) oranları kullanılmıştır. Araştırmada verilerin tahmininde Havuzlanmış Regresyon Modeli çerçevesinde panel regresyon yöntemi kullanılmıştır. Araştırma bulgularına göre; çevresel performansın finansal performans üzerinde etkisi olmadığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte, atık ve emisyon miktarının finansal performans üzerinde pozitif yönde bir etkiye sahip olduğu, su tüketiminin ise finansal performansı negatif yönde bir etkilediği belirlenmiştir.The purpose of this study is to analyze the impact of environmental performance of companies included in BIST 30 on their financial performance. The research is based on the sustainability reports published by 23 companies in BIST 30 between 2014-2018. Data on water consumption, waste and emissions were used as environmental performance indicators in the analysis. Assets, return on assets (ROA) and return on equity (ROE) were used as financial performance indicators of companies. In the study, the panel regression method was used in the framework of Pooled Regression Model in the estimation of the data. According to the research findings, it has been determined that environmental performance has no effect on financial performance. However, it has been determined that the amount of waste and emission have positive impact on financial performance, while water consumption has negative

    Afet yasası çerçevesinde Saraçoğlu mahallesi örneği

    No full text
    Cumhuriyet tarihinin ilk toplu konut projesi olan Saraçoğlu Mahallesi, yapıldığı dönemin siyasi, mimari ve sosyal atmosferini yansıtmasının yanı sıra, modern bir ülke inşa etme amacını taşıyan bir projedir. Ankara’nın en merkezi yerlerinden birisi olan bu mahalle, son yıllarda vaat ettiği yüksek rant ve finansal değer münasebetiyle; özellikle gelişmekte olan ülkelerde daha net gözlemlenen rant ekonomisi ve neoliberal politikalar neticesinde, yıkım tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. Neoliberal politikaların sermayenin çıkarlarını korumak amacıyla yeni bir hukuki zemin oluşturma pratiğini, tarihi ve kültürel bir değer olan Saraçoğlu Mahallesini de kapsayan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun (Afet Yasası) için de söylemek mümkündür. Bu çalışmada, Afet Yasası çerçevesinde Saraçoğlu Mahallesi örneği ele alınacaktır

    Producing another bosphorus: Kanal Istanbul project and contested geographies

    No full text
    Planned as to create an alternative channel to the Bosphorus, and introduced as a ‘crazy project’ in 2011 by the prime minister (whom is now the president of the Turkish Republic), Kanal (Canal) Istanbul is a mega project that includes not only a canal but also other comprehensive operations such as coastal structures, ports, new settlements and fill areas. With an estimated cost of approximately 20 billion dollars, the projects subjects the urban landscape, urban fabric, topography and ecological ‘well-being’ of the country’s biggest metropolis to a gigantic transformation. The alleged justification of the project is to relief of the Bosphorus maritime traffic and (as emphasized in the Environmental Assessment Report of the project) the potential real estate income. Besides, the project offers a data set to analyze the role of foreign capital since Qataris investors and government have been major actors so far in the financial dimension. Although it was decided, planned and ‘owned’ by the Turkish government, the project has recently turned into a political conflict matter as well by the victory of the opposition party’s candidate at the elections of mayorship in 2019. With the new mayor Ekrem İmamoğlu evaluating the project as ‘betrayal’ to İstanbul and conducting an opposition campaign publicly, the project is now representing a fundamental conflict matter between ruling and opposition party on national level. As a recent development, the ministry of interior has opened an investigation against the mayor for “opposition to the integrity of the administration and state policy using public funds”. This paper, considering all these, aims to interrogate the mega projects in terms of decision-making, financing, rentier economy, urban governance and ecological implications specific to the Kanal Istanbul

    Türkiye’de gıda sanayinde uygulanan ÇED çalışmalarının çevresel açıdan değerlendirilmesi ve eleştirisi

    No full text
    Dünyanın dört bir yanındaki kentsel ve kırsal topluluklar hayatta kalabilmeleri ve geçimlerini devam ettirebilmeleri için büyük oranda doğal kaynaklara bağımlıdır. Ancak, insanlar ve doğal kaynaklar arasında kurulan bu ilişki, 20. yüzyılın son çeyreğinden beri kalkınmaya öncelik verilen politikalar nedeniyle bozulmakta ve söz konusu topluluklar ekolojik bir kriz ile karşı karşıya kalmaktadır. Doğa ve doğrudan ona bağımlı toplulukların karşılaştıkları bu krizle mücadele edebilmek için çeşitli girişimlerde bulunulmuş ve farklı yöntemler geliştirilmiştir. Ortaya atılan ve geliştirilen yöntemlerden birisi de, Çevresel Etki Değerlendirmesidir. Buradan hareketle çalışmada, ilk olarak Çevresel Etki Değerlendirmesi yöntemine ilişkin teorik bir çerçeve çizilmektedir. İkinci olarak ise, teorik düzeydeki tartışmaların uygulamaya nasıl yansıdığı analiz edilmektedir. Bunun için Türkiye’de gıda alanında uygulanan Çevresel Etki Değerlendirmesi analizleri ve sonuçları incelenmektedir. Yumurta, süt ve süt ürünleri, kırmızı et, bitkisel yağ ve balık gibi gıda ürünlerini kapsayan Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporlarına bakıldığında, teorik düzeydeki etkinliğin uygulama aşamasına yansıtılamadığı görülmektedir. Uygulamada Çevresel Etki Değerlendirmesinin çevresel değerleri korumak bir yana çevresel tahribatı meşrulaştırıcı bir araç haline getirildiği anlaşılmaktadır

    Kent hakkı çerçevesinde 6360 sayılı yasanın incelenmesi

    No full text
    Kent hakkı kavramını ilk olarak 1968 yılında aynı adlı kitabıyla Henri Lefebvre gündeme getirmiştir. Lefebvre çağımızda yaşanan pek çok sorunun temelini kapitalist üretim ilişkilerine dayandırmakta ve bu kapitalist sistemin değiştirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu nedenle kent hakkı mücadelesini devrimsel değişime giden yolun aracı olarak kabul etmektedir. Lefebvre söz konusu mücadele ile kullanım değerinin ön plana çıktığı, sermayenin tahakkümünden kurtulmuş ve ürün yerine yapıt olma niteliğini kazanmış kentlere ulaşılabileceğinin altını çizmektedir. Buradan hareketle çalışmada, Lefebvre’in oluşturduğu kent hakkı çerçevesi ve unsurlarına (katılım, ortak tavır, çevreye saygı ve aidiyet/sahip çıkma) bağlı kalarak 2012 yılında yürürlüğe giren 6360 sayılı Yasa’nın içerdiği hükümler ve bu yasaya dayalı olarak ortaya konan uygulamalar analiz edilmektedir. Bireylerin yaşam alanlarını ilgilendiren konularda önemli hükümleri olan bu yasa yurttaşların kent yönetimine katılabilmeleri, kentsel hizmetlerden etkin ve verimli bir şekilde yararlanabilmeleri, oturdukları kentlerde istekleri doğrultusunda karar alınmadığında bu kararlar aleyhine ortak mücadele edebilmeleri ve yaşadıkları kentlere kendilerini ait hissetmeleri ile ilgili konularda son derece olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. Çünkü yasayla halkın yönetime katılım kanalları (seçimli meclisi bulunan il özel idareleri ve belde belediyelerinin kapatılması) kapatılmaktadır. Bunun yanında yasanın hem Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın sınır değişikliklerine ilişkin hükmüne hem de kent hakkı pratiği açısından önemli bir belge olan Avrupa Kentsel Şartı’nın kenttaşlar lehine tanımladığı hak ve özgürlüklerin çizmiş olduğu çerçeveyle açıkça çelişiyor olması bu anlamda oldukça kritiktir

    KENT HAKKI ÇERÇEVESİNDE 6360 SAYILI YASANIN İNCELENMESİ

    No full text
    Kent hakkı kavramını ilk olarak 1968 yılında aynı adlı kitabıyla Henri Lefebvre gündeme getirmiştir. Lefebvre çağımızda yaşanan pek çok sorunun temelini kapitalist üretim ilişkilerine dayandırmakta ve bu kapitalist sistemin değiştirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Bu nedenle kent hakkı mücadelesini devrimsel değişime giden yolun aracı olarak kabul etmektedir. Lefebvre söz konusu mücadele ile kullanım değerinin ön plana çıktığı, sermayenin tahakkümünden kurtulmuş ve ürün yerine yapıt olma niteliğini kazanmış kentlere ulaşılabileceğinin altını çizmektedir. Buradan hareketle çalışmada, Lefebvre’in oluşturduğu kent hakkı çerçevesi ve unsurlarına (katılım, ortak tavır, çevreye saygı ve aidiyet/sahip çıkma) bağlı kalarak 2012 yılında yürürlüğe giren 6360 sayılı Yasa’nın içerdiği hükümler ve bu yasaya dayalı olarak ortaya konan uygulamalar analiz edilmektedir. Bireylerin yaşam alanlarını ilgilendiren konularda önemli hükümleri olan bu yasa yurttaşların kent yönetimine katılabilmeleri, kentsel hizmetlerden etkin ve verimli bir şekilde yararlanabilmeleri, oturdukları kentlerde istekleri doğrultusunda karar alınmadığında bu kararlar aleyhine ortak mücadele edebilmeleri ve yaşadıkları kentlere kendilerini ait hissetmeleri ile ilgili konularda son derece olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. Çünkü yasayla halkın yönetime katılım kanalları (seçimli meclisi bulunan il özel idareleri ve belde belediyelerinin kapatılması) kapatılmaktadır. Bunun yanında yasanın hem Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın sınır değişikliklerine ilişkin hükmüne hem de kent hakkı pratiği açısından önemli bir belge olan Avrupa Kentsel Şartı’nın kenttaşlar lehine tanımladığı hak ve özgürlüklerin çizmiş olduğu çerçeveyle açıkça çelişiyor olması bu anlamda oldukça kritiktir

    Toprağa Dönüşçüler: Türkiye Özelinde Bir Saha Araştırması

    No full text
    Geçtiğimiz 20 yıllık süreç içerisinde Türkiye’de kentsel alanlardan kırsal alanlara doğru (zamansal ve mekânsal anlamda değişkenlik göstermekle birlikte) bir tersine göç olgusu yaşanmaktadır. Kırsal alanlara göç eden eski kent sakinlerinin bir bölümünün temel motivasyonu, tarımsal bir yaşam tarzına ulaşmaktır. Bu grup, tarımı ve/veya bahçecilik uygulamalarını anlamlı bir yaşam tarzının temel bileşenlerinden biri olarak benimsemekte ve kırsal alanlara tarımsal üretime dayalı bir yaşam tarzı sürmek amacıyla göç etmektedir. Literatürde bu taşınma eylemine toprağa dönüş hareketi, bu eylemi gerçekleştirenlere ise, toprağa dönüşçüler denilmektedir. Çalışmada, öncelikli olarak toprağa dönüş hareketine ilişkin teorik bir çerçeve çizilmektedir. Bu bağlamda, toprağa dönüş hareketinin ne anlama geldiği, kapsamının ne olduğu, bu göç hareketinin ekonomik, politik, kültürel ve ekolojik temellerinin olup olmadığı araştırılmaktadır. Sonrasında ise, bu genel çerçeveye bağlı olarak Türkiye’deki toprağa dönüş hareketinin coğrafyası, çeşitliliği, gelişimi, nedenleri ve sorunları analiz edilmektedir. Söz konusu analizi yapabilmek ve bahsi geçen hususların Türkiye özelinde nasıl deneyimlendiğini tespit edebilmek için çeşitli sorular hazırlanmış ve bu sorular toplam 24 katılımcıya yöneltilmiştir. Yarı yapılandırılmış görüşme tekniğinin kullanıldığı ve katılımcılara beş ana başlık (iş deneyimi, toprağa dönüşçülerin göç coğrafyası ve motivasyonları, yaşam tarzı, kır-kent algısı ve yerel halkla ilişkisi) altında 40 sorunun yöneltildiği bu çalışma kapsamında, Türkiye’de toprağa dönüşçülerin homojen bir grup olmadığı ve eğitim durumları, eğitim aldıkları alanlar, göç etmeden önce çalıştıkları sektörler, üretim şekilleri, üreticilik yapmayı öğrenme araç ve yöntemleri, ürettikleri ürünleri pazarlama şekilleri, göç ettikleri kırsal alanlar, göç edecekleri yerleşim alanını tercih sebepleri, göç etme motivasyonları, göç ettikten sonra karşılaştıkları sorunlar, kırkent algıları, kırsal alandan beklentileri ve yerel halkla kurdukları ilişkiler bakımından birbirlerinden farklı özellikler taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, toprağa dönüşçüler kırsal alanlara göç etmeleri, tarımsal faaliyetlerle uğraşmaları ve tekrar kentsel alanlara göç etmeyi planlamamaları bakımından ortak bir özelliğe sahiptir
    corecore