25 research outputs found

    Parvoviral enteritisli köpeklerde prognostik parametreler olarak c-reaktif protein, albümin, neopterin, ürokinaz tipi plazminojen aktivatör reseptörü ve lökosit seviyelerinin değerlendirilmesi

    Get PDF
    The aim of this study was to determine the changes in C-reactive protein (CRP), albumin, neopterin (Np), urokinase type plasminogen activator receptor (uPAR) and leukocyte levels in dogs with parvoviral enteritis and to show the prognostic importance of these. In the study, a total of 48 dogs, 40 with parvoviral enteritis and 8 were healthy, were used. The dogs with parvoviral enteritis were divided into two subgroups, non-surviving (n=12) and surviving (n=28). The non-surviving dogs with parvoviral enteritis in the study had significantly (p<0.05) lower leukocyte levels than the control group and the surviving dogs with parvoviral enteritis. Serum albumin concentrations of non-surviving dogs with parvoviral enteritis were also significantly (p<0.05) lower than the control group. On the contrary, the CRP levels of the non-surviving and surviving dogs with parvoviral enteritis were significantly (p<0.05) higher than the control group. There was also no statistically significant difference between the groups in terms of Np and uPAR levels. The cut-off values of leukocyte, CRP and albumin were 4.5×109L, 120.50 mg/L and 2.28 g/dL, respectively. As a result, it can be stated that decreased leukocyte and albumin levels and increased CRP levels in dogs with parvoviral enteritis may be an indicator of poor prognosis. It was also determined that serum Np and uPAR levels in dogs with parvoviral enteritis do not have any prognostic importance.Bu çalışmanın amacı, parvoviral enteritisli köpeklerde C-reaktif protein (CRP), albumin, neopterin (Np), ürokinaz tipi plazminojen aktivatör reseptörü (uPAR) ve lökosit seviyelerindeki değişiklikleri belirlemek ve bunların prognostik önemini göstermekti. Çalışmada 40’ı parvoviral enteritisli ve 8’i sağlıklı olmak üzere toplam 48 köpek kullanıldı. Parvoviral enteritisli köpekler ölen (n=12) ve hayatta kalanlar (n=28) olarak iki gruba ayrıldı. Çalışmada ölen parvoviral enteritisli köpeklerin lökosit seviyesi kontrol grubu ve yaşayan parvoviral enteritisli köpeklere göre önemli düzeyde (p<0.05) düşük bulundu. Ölen parvoviral enteritisli köpeklerin serum albümin konsantrasyonları da kontrol grubundan önemli düzeyde (p<0.05) düşük bulundu. Aksine, ölen ve yaşayan parvoviral enteritisli köpeklerin CRP düzeyi kontrol grubuna göre önemli düzeyde (p<0.05) yüksek olarak tespit edildi. Np ve uPAR düzeyleri açısından ise gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Lökosit, CRP ve albüminin cut-off değerleri sırasıyla 4.5×109L, 120.50 mg/L ve 2.28 g/dL olarak tespit edildi. Sonuç olarak, parvoviral enteritisli köpeklerde azalmış lökosit ve albumin seviyeleri ile artmış CRP seviyelerinin kötü prognozun bir göstergesi olabileceği ifade edilebilir. Ayrıca serum Np ve uPAR düzeylerinin parvoviral enteritisli köpeklerde prognostik bir öneme sahip olmadığı belirlenmiştir

    Odnos između težine azotemije i plinova u krvi u 101 teleta s neonatalnom dijarejom

    Get PDF
    The aim of this study was to determine the relationship between the severity of azotemia and blood gas parameters in 101 neonatal calves with diarrhea. The calves were divided into 3 groups on the basis of their creatinine levels. The 3 groups were defined as: the non-azotemia group (5.01 mg/dL). Azotemia was not detected in 35 of the 101 calves with diarrhea, mild-moderate azotemia was identified in 34, and severe azotemia in 32. Blood pH was significantly lower in the severe azotemia group compared to the non-azotemia and mild-moderate azotemia groups, while K and lactate levels were significantly higher. Although the HCO3 - and BE values of the severe azotemia group were lower than the other groups, a statistical difference was only found with the mild-moderate azotemia group. Ionized calcium (iCa+2) level was also lower in the severe azotemia group compared to the other groups, but the difference was only significant with the non-azotemia group. In conclusion, it was observed that azotemia is a common occurrence in neonatal calves with diarrhea, and there is a significant relationship between the severity of azotemia and blood gases. Therefore, it may be concluded that it would be beneficial to monitor renal functions during the treatment of calves with neonatal diarrhea.Cilj je ovog istraživanja bio procijeniti odnos između težine azotemije i pokazatelja plinova u krvi u 101 teleta s dijarejom. Telad je na temelju razine kreatinina podijeljena u tri skupine: skupina bez azotemije (5,01 mg/dL). Azotemija nije otkrivena u 35 od 101 teleta s dijarejom, blaga – umjerena azotemija pronađena je u 34 teleta, a teška azotemija u 32 teleta. Vrijednost pH krvi bila je znakovito niža , a razina kalija i laktata znakovito viša, u skupini s teškom azotemijom u usporedbi s ostalim dvjema skupinama. Iako su vrijednosti HCO3 - i BE u skupini teladi s teškom azotemijom bile niže nego u drugim skupinama, statistički znakovita je razlika pronađena samo u odnosu na skupinu s blago-umjerenom azotemijom. Razina ioniziranog kalcija (iCa+2) također je bila niža u skupini s teškom azotemijom u usporedbi s drugim skupinama, ali je razlika bila znakovita samo u odnosu na skupinu bez azotemije. Rezultati istraživanja pokazuju da se azotemija često pojavljuje u neonatalne teladi s dijarejom i da postoji znakovita povezanost između težine azotemije i plinova u krvi. Može se stoga zaključiti da bi praćenje bubrežne funkcije bilo korisno u liječenju teladi s neonatalnom dijarejom

    Determination of Aelurostrongylus abstrusus Prevalence and Risk Factors in Cats from Balıkesir

    Get PDF
    Objective:The lungworms are nematodes that live as parasites in cat lungs. It is reported that the most common lungworm is Aelurostrongylus abstrusus in cats, and also Capillaria aerophila is observed. The lungworms can cause infection of the lower respiratory tract, often resulting in bronchitis and pneumonia. In this study, it was aimed to determine the prevalence and risk factors of A. abstrusus in cats in the Balıkesir province.Methods:This study was carried out on 100 cats in Balıkesir province. Fresh stool samples (>15 g) were collected for detection of lungworms after recorded all cat information (breed, age, sex, etc.). Parasite-specific L1 forms were determined from the stool samples by the Baerman-Wetzel technique.Results:A. abstrusus L1’s were found in 5 of the 100 stool samples examined. While symptoms of respiratory system disease were observed in 2 of the cats with lungworm, no clinical finding of the presence of parasites was found in 3 of them.Conclusion:A. abstrusus was observed at a level of 5% in this first prevalence study in cats in Balıkesir province

    Tıp Bilişimi

    No full text
    Medyada bilgi kirliliği, daha çok çocukları etkileyen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilgi kirliliğigeleneksel medya ya da yeni medya ayırımı yapmaksızın dünyanın her yanında gitgide büyüyen büyük bir tehlikeyedönüşmüştür. Ancak genç kuşağın daha çok yeni medya ve sosyal medya ağırlıklı iletişimi yeğlemesi, bu kavramınçocuklarla ve gençlerle daha çok ilintilendirilmesine neden olmaktadır. Çocukları bilgi kirliliğinden koruyabilecekkanun ve yaptırımlar henüz işlerlik kazanmadığı için, çocukların, anne babaların, eğitimcilerin ve çocukla ilgilenenyaşlı kuşağın da medya okuryazarlığı bilgi ve becerilerini güncellemeleri gerekmektedir. Bu çalışma, çocuklukçağındaki korku kavramı üzerindeki medya etkisine, özellikle de hızlı bilgi akışına ve bilgi kirliliğinin sonuçlarınaçocuklar kapsamında odaklanmayı amaçlamaktadır. Araştırma, Mart-Nisan 2020 boyunca Covid-19 izolasyonsüreci boyunca asılsız haberlerin ve bilgi kirliliğinin dünya çapındaki 9-13 yaşları arasındaki çocuklara etkisininsaptanmasını amaçlanmıştır. The International Central Institute for Youth and Educational Television at theBavarian Broadcasting Cooperation, ile Prix Jeunesse Foundation uluslararası araştırmacılarla işbirliği içinde42 ülkede 9-13 yaş arası n = 4.322 çocukla bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonuçlarının tamamı bu azalçalışmanınkapsamı dışında olduğundan, çalışma çerçevesinde Türkiye sonuçlarının bir kısmına odaklanılmıştır.Araştırma sonuçları, bu tür olağanüstü yayıncılık durumlarında çocuklarda korkunun artan ve çoğalmış etkisini,medya okuryazarlığı bağlamında asılsız haberlerle bilgi kirliliğini ayırtedebilmenin önemini ortaya koymaktadır.Araştırma verileri, çocukların haberlerden ve bilgi kirliliği içeren haberlerden nasıl etkilendiğine ilişkin ipuçlarısunmakta, çalışma, Covid-19 hakkında doğru bilgileri alamadıklarında çocukların korku ve endişe düzeylerininarttığını ortaya koymaktadır

    Tıp Bilişimi

    No full text
    Yalnızca 21. yüzyılda üretilen bilgi kapasitesi hacim olarak günümüze kadar üretilen tüm bilgileri aşmışdurumdadır. Bilginin türü, kapsamı ve derinliği o kadar artmıştır ki, bilgi artık izlenemez, takip edilemez hattasorgulanamaz hale gelmiştir. Bu bağlamda bireylerin, toplumların, devletlerin, kurumların özellikle de medyakurumlarının sorumluluklarının da vurgulanması gerekmektedir. Paylaşılan bilgilerin kaynağına, geçerliliğine vegüvenilirliğine, konu, içerik, bağlam, işlev ile bireyler ve toplumlar üzerindeki olası etkilerine odaklanmak gerekir.Günümüzde, sıradan bir insanın, karşılaştığı bir bilgiyi düşünmek, değerlendirmek ya da ölçmek için o kadar fazlazamanı yoktur; hız, bilginin güvenliğinden ve geçerliğinden çok daha önemli bir faktör haline gelmiştir. Medyanınve bazen birbiriyle çelişen yerel, ulusal, küresel değerlerin etkisiyle, kavramların nasıl şekillendiğini ve karar vermesüreçlerinin medya tarafından nasıl etkilendiğini görebilmek oldukça ilginç sonuçlar içermektedir ve bunlarınnasıl oluşturulup sorgulandığını görmek önemlidir. Medyada bilgi kirliliği, yeni ya da geleneksel medya ayırımıyapmaksızın her yanda büyüyen büyük bir tehlikeye dönüşmüştür. Bu çalışma, medyada bilgi kirliliğinin güncel birdurum saptamasına odaklanmaktadır. Son on yıl içinde, geleneksel medyanın bakış açısını yansıtan bir örneklemüzerinden, bilgi kirliliğinin nasıl sunulduğuna ve bu konuda ne gibi yaptırımlar olduğuna odaklanmaktadır. Buçalışma, medya okuryazarlığı bağlamında gerçek haberler ile bilgi kirliliği oluşturan haberlerin ayrıştırılmasınınönemini ve bunların toplum ile yöneticiler üzerindeki etkisini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Özellikle oloğanüstüdurumlarda bilgi kirliliğinin ne derece önemli olabileceğinin de altını çizmeyi hedeflemektedir

    Diz osteoartritinde lateral kapalı kama yüksek tibial osteotominin klinik sonuçları (Oblik osteotomi ve gergi bandı tespit tekniği)

    No full text
    Objectives: We evaluated the preliminary results of oblique and lateral closing-wedge high tibial osteotomy for medial compartment osteoarthritis of the knee. Methods: Thirty-nine patients (29 women, 10 men; mean age 53 years; range 34 to 64 years) underwent oblique and lateral closing-wedge high tibial osteotomy followed by tension band plate fixation. According to the Ahlback system, seven patients had grade II, 27 patients had grade HI, and five patients had grade IV osteoarthritis. Fixation was completed with a blade plate and two cortical screws. The results were evaluated using the Knee Society Score at the end of a mean follow-up of 23 months (range 12 to 41 months). Results: The mean pre- and postoperative Knee Society scores were 43 (range 18-72) and 80 (range 20-90), and the mean Knee Function scores were 57 (range 45-90) and 72 (range 35-90), respectively (p;lt;0.05). The mean preoperative deviation from the mechanical axis of the leg was 8.9 degrees varus (range 3 to 15 degrees). A mean correction of 11.6 degrees valgus (range 7 to 18 degrees) was afforded in order to obtain a slight valgus alignment. The mean postoperative femorotibial angle was 171 degrees (range 162-183 degrees). Complications were seen in 11 patients, which included severe overcorrection, fixation failure, transient nerve palsy, or pain over the fibular osteotomy site. Conclusion: Oblique high tibial osteotomy combined with tension band fixation is an effective procedure providing secure and durable fixation to allow early motion. It should be recalled that a high complication rate is likely during the learning curve, which adversely influences the clinical results.Amaç: Diz medial kompartman osteoartritinde uyguladığımız oblik ve lateral kapalı kama yüksek tibial osteotominin (OKK-YTO) erken dönem klinik sonuçları değerlendirildi. Çalışma planı: Otuz dokuz hastanın (29 kadın, 10 erkek; ort. yaş 53; dağılım 34-64) dizinde medial kompartman osteoartritinde OKK-YTO ve gergi bandı prensibi ile tespit uygulandı. Ahlback sınıflamasına göre hastaların yedisinde evre II, 27'sinde evre III, beşinde evre IV osteoartrit vardı. Tespit için kama plak ve iki adet kortikal vida kullanıldı. Sonuçlar Amerikan Diz Derneği skoru kullanılarak değerlendirildi. Ortalama izlem süresi 23 ay (dağılım 12-41 ay) idi. Sonuçlar: Ortalama diz skoru 43 puandan (dağılım 18-72) 80 puana (20-90), fonksiyonel skor ise 57 puandan (45-90) 72 puana (35-90) yükseldi (p0.05). Hastaların ameliyat öncesi ortalama 8.9 derece (3-15°) olan varus dizilimini düzeltmek amacıyla ortalama 11.6 derece (7-T8°) valgizasyon uygulandı. Son kontrolde elde edilen ferhorotibial açı değeri ortalaması 171 derece (162-183°) bulundu. Ameliyat sonrası dönemde 11 hastada aşırı düzeltme, tespit yetersizliği, geçici sinir felci ve fibula osteotomi bölgesinde duyarlılık gibi farklı komplikasyonlar saptandı. Çıkarımlar: Oblik yüksek tibial osteotomi ve gergi bandı tespit tekniği, sağladığı rijid tespit sayesinde erken aktif harekete izin veren etkili bir yöntemdir. Ancak, öğrenme sürecinde yüksek oranda komplikasyon ile karşılaşılabilir. Komplikasyon ameliyat başarısını olumsuz etkiler
    corecore