17 research outputs found

    Baby Doll Preferences: Mothers and Daughters

    Get PDF
    International audienceToys and play are important in a child's world as they support every aspect of child development. Play is the most natural learning environment of a child and is often a voluntary activity in which a child will engage. Toys are "tools" of the game. Dolls have an important place especially in girls' world. They often use dolls to imitate their mothers in their dramatic plays. The games and toys which children prefer differ according to their age and gender. In this study, baby doll preferences of children and their mothers, in their childhood, has been investigated. The answers to these questions were sought: What are the features that girls are looking for in baby dolls? How do they select their dolls? On what aspects are their choices of dolls based? As is known, there are toy dolls with very different characteristics on the market. Looking at literature, there are no studies about baby doll preferences of mothers and their daughters. In this context, the aim of the study is to examine preferences of baby dolls which daughters and mothers preferred, in their childhood. To this aim, questions were asked of seventy mothers, including thirty-five sub-socioeconomic levels and thirty-five upper socioeconomic levels, regarding their and their daughter's baby doll preferences. The data obtained about the type and characteristics of the preferred baby dolls will be evaluated and the results will be interpreted

    Examination of relationships between parental attitudes and six- aged children's intragroup activity levels and multiple intelligence areas

    No full text
    Bu araştırmanın amacı; resmi anaokullarına devam eden altı yaşındaki kız ve erkek çocukların, anne baba tutumları ile çoklu zekâ alanları ve grup içi etkinlik düzeyleri arasındaki ilişkileri saptamaktır. Araştırmanın çalışma grubunu, Bursa ilinde farklı sosyoekonomik düzeyi temsil eden Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı Yıldırım, Osmangazi ve Nilüfer ilçelerindeki anaokullarından 300 çocuk, 150 kız ve 150 erkek ve 300 anne olmak üzere, toplam 600 kişi oluşturmaktadır. Araştırmada anne tutumlarını saptamak için Robinson ve diğerleri (2001) tarafından geliştirilen, Türk annelerde kullanımının uygunluğunu değerlendirmek amacıyla, Kapçı ve Demirci (2009) tarafından geçerlik ve güvenirlik analizleri gerçekleştirilmiş ve Türkçe'ye uyarlanmış olan "Anne-Babalık Stilleri ve Boyutları Ölçeği" (Parenting Styles and Dimensions Questionnaire-PSDQ) kullanılmıştır. Bunun yanında, çocukların farklı zekâ düzeylerinin tespiti için altı yaş çocuklarına uygulanabilecek Teele (1992) tarafından geliştirilen, Elibol (2000) ve Göğebakan (2003) tarafından Türkçe'ye uyarlanan, Teele Çoklu Zekâ Envanteri-TÇZE (Teele Inventory of Multiple Intelligences-TIMI) uygulanmıştır. Ayrıca, çocukların grup içi etkin olma durumunu ölçmek için ise Başal (2001) tarafından geliştirilen ve ilkokul çocuklarına uygulanan "Çocuklar İçin Sınıf İçi Etkinlik Ölçeği" okul öncesi yaş çocuklarına uyarlama çalışması yapıldıktan sonra kullanılmıştır. Uyarlama çalışması için, öncelikle anketin geçerlik ve güvenirlik analizleri gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada elde edilen veriler, SPSS 20 paket programı ile değerlendirilmiştir. Verilerin frekans ve yüzdesel dağılımları verilmiştir. Normallik testi sonucunda, gruplar arasında farklılık incelenirken, ikili normal dağılmayan değişkenlerde Mann Whitney U Testi kullanılmıştır. İkiden fazla gruplarda ise normal dağılmayan değişkenlerde Bonferroni düzeltmeli Kruskal Wallis H Testi kullanılmıştır. Çalışmada, anne tutumları, sosyoekonomik düzeylere göre farklılaşmakta, ancak, çocukların cinsiyetlerine göre bir farklılık görülmemektedir. Anne tutumları ve çocukların grup içi etkinlik düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Aynı şekilde, anne tutumları ve çocukların çoklu zekâ alan puanları arasında da anlamlı bir ilişki görülmemiştir. Ancak, cinsiyet ve sosyoekonomik düzey alt boyutunda, anne tutumlarının çoklu zekâ alanlarına etkisinin olduğu saptanmıştır. Çoklu zekâ alan puanları, çocukların cinsiyetlerine göre farklılık göstermekte, ancak sosyoekonomik düzeye göre bir farklılık görülmemektedir. Sosyoekonomik düzeyler arasında, grup içi etkinlik puanı açısından ise anlamlı derecede farklılık görülmemiştir. Grup içi etkinlik ve çoklu zekâ puanları (sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, müziksel-ritmik, içsel ve sosyal) arasında anlamlı bir ilişki görülmemektedir. Sadece çocukların bedensel-kinestetik puanları ile grup içi etkinlik puanları arasında anlamlı negatif yönlü bir ilişki vardır. Grup içi etkinlik ve çoklu zekâ puanları (sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, müziksel-ritmik, içsel, sosyal, bedensel-kinestetik) arasında, çocukların cinsiyetlerine ve annelerin sosyoekonomik düzeylerine göre anlamlı farklılıklar bulunmuştur. Sonuç olarak, anne tutumları genel olarak çocukların çoklu zekâ alanlarını ve grup içi etkinlik düzeylerini etkilememektedir. Ancak annelerin sosyoekonomik düzeyleri kız ve erkek çocuklarına olan tutumlarını etkilemektedir. Bu durum da kız ve erkek çocukların çoklu zekâ alan puanlarına ve grup içi etkinlik düzeylerine etki etmektedir.The purpose of this study was to determine relationships between parental attitudes and intragroup activity levels and multiple intelligence areas of six year old male and female children enrolled in public nursery schools. The study group was composed of a total of 600 participants, 300 children (150 male and 150 female) from the nursery schools in Yıldırım, Osmangazi and Nilüfer districts of Bursa, connected to the National Education Directorate and representing different socio-economic levels, and 300 mothers. In the study, to determine mother attitudes, the "Parenting Styles and Dimensions Questionnaire-PSDQ" developed by Robinson et al. (2001) was used. The reliability and the validity studies of which were done and adapted into Turkish by Kapçı and Demirci (2009) was used. Besides this, to determine different intelligence levels of children, the Teele Inventory of Multiple Intelligences-TIMI inventory (which can be applied to six-aged children) developed by Teele (1992) and adapted into Turkish by Elibol (2000) and Göğebakan (2003) was used. Moreover, to measure the children's intragroup activity levels, the "In-Class Activity Scale for Children" developed by Başal (2001) (which can be applied to primary school children) was used after the adaptation study for preschool children had been made. For the adaptation study, first of all, the reliability and the validity analyses of the scale were made. The data obtained in this study were evaluated with the SPSS 20 package program. The frequency and percentage distributions of the data were given. As a result of the normality test, when examining the differences between the groups, Mann Whitney U Test was used for the paired variables which did not distribute normally. For more than two groups, the Bonferroni corrected Kruskal Wallis H Test was used for the variables which did not distribute normally. In the study, the mother attitudes differed according to socio-economic levels but did not show any differences according to the gender of the children. Moreover, no significant relationships were found between the mother attitudes and the children's intragroup activity levels. In the same way, no significant relationships were observed between the mother attitudes and the children's multiple intelligence area scores, either. However, in the gender and socioeconomic level sub-dimensions, it was determined that the mother attitudes had effects on multiple intelligence areas. While the multiple intelligence area scores showed differences according to the gender of the children, they did not show any differences according to their socioeconomic levels. In terms of intragroup activity scores, no significant differences were observed between the socioeconomic levels. No significant differences were also observed between the intragroup activity levels and the multiple intelligence scores (verbal-linguistic, logical-mathematical, visual-spatial, musical-rhythmic, intrapersonal and social). The only significant but negative relationship was found between the children's bodily-kinesthetic scores and their intragroup scores. Moreover, significant differences were found between the intragroup activity level scores and the multiple intelligence scores (verbal-linguistic, logical-mathematical, visual-spatial, musical-rhythmic, intrapersonal, social, bodily-kinesthetic) according to the gender of the children and the mothers' socioeconomic levels as well. In conclusion, parental attitudes do not generally affect children's multiple intelligence areas and intragroup activity levels. However, mothers' socioeconomic levels affect their attitudes toward female and male children. And this situation affects female and male children' multiple intelligence area scores and intragroup activity levels

    Evaluation of the pregnancy in dialysis patients and review of the literature

    No full text
    Kronik böbrek yetmezliği hipotalamo-hipofizer-ovaryan aksı etkileyerek infertiliteye yol açmaktadır. Diyaliz tedavisi gören hastalarda gebe kalma oranı düşük olup, yıllık insidansı %0.5-1.4 arasında değişmektedir. Diyaliz tedavisi gören hastalarda gebelik oranlarının düşük olması nedeniyle çoğu ünitenin bu konudaki bilgisi sınırlıdır. Bu çalışmada Ocak 2002-Aralık 2003 tarihleri arasında Van Yüksek İhtisas Hastanesi Hemodiyaliz Ünitesi ile Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hemodiyaliz ve Sürekli Ayaktan Periton Diyalizi Unitesi'nde diyaliz tedavisi gören olgularda gözlenen üç gebelik olgusu değerlendirilerek bu konudaki literatür bilgileri ile karşılaştırıldı. Diyalize giren gebe hastalarda literatür bilgilerinin ve tedavi kılavuzunun sunulması amaçlandı.Chronic renal failure causes infertility by influencing hypothalamo-pituitary-ovarian axis. The probability of pregnancy in women on dialysis is low and annual incidence changes between 0.5-1.4%. The knowledge of the most unit is limited about this subject because of the low probability (low conception rates among these patients) of pregnancy among women on dialysis. In this study, three pregnant dialysis patients between January 2002-December 2003 on Hemodialysis and Continuous Ambulatory Peritoneal Dialysis Unit of Yüzüncü Yıl University, Faculty of Medicine and Van Yüksek İhtisas Hospital were utilized and compared with the literature about this subject. We aimed to present the literature and treatment protocol of these pregnant dialysis patients

    Heterozigot faktör-V Leiden mutasyonu olan gebede derin ven trombozu : Olgu sunumu

    Get PDF
    Deep vein thrombosis during pregnancy is an important risk factor increasing maternal morbidity and mortality. Factor V Leiden mutation is the most frequent one among many hereditary and acquired thrombophilic risk factors during pregnancy. In a 23-year-old woman who had been pregnant for 11 weeks and applied to hospital with sudden onset pain, swelling, and erythema in her left lower extremity, a thrombus from left main iliac to superficial femoral veins was detected via Doppler ultrasonography. She was hospitalized and low molecular-weight heparin (enoxaprine sodium) was initiated with a dosage of 12000 IU/day. She showed a rapid healing clinically and was followed up with enoxaprine and varsity sock until delivery. After labor, the dosage of enoxaprine was halved and withdrawn after six weeks, and oral warfarin sodium was started. The patient is still continued to be followed up without any problems.Gebelikte ortaya çıkan derin ven trombozu, maternal mortalite ve morbiditeyi artıran önemli bir faktördür. Gebelikte hiperkoagülabiliteye yol açan edinsel ve kalıtsal birçok trombofilik risk faktörleri içerisinde faktör-V Leiden mutasyonu en sık karşılaşılanıdır. Sol alt ekstremitede ani başlayan ağrı, şişlik ve kızarıklık yakınmasıyla başvuran 23 yaşında 11 haftalık gebe hastanın venöz Doppler ultrasonografik incelemesinde sol ana iliyak venden, yüzeyel femoral vene kadar uzanan trombüs tespit edilmesi üzerine, yatırılarak düşük molekül ağırlıklı heparin (enoksaparin sodyum 12000 IU/gün) tedavisine başlandı. Klinik olarak hızla düzelme gösteren hasta normal doğum yapana kadar enoksaparin ve varis çorabı ile izlendi. Doğumdan sonra enoksaparin dozu yarıya indirilip altı hafta kullanıldıktan sonra kesilerek oral warfarin sodyum başlandı. Hasta halen kontrollere gelmekte ve sorunsuz izlenmektedir

    Should we use catheter routinely at cesarean delivery?

    No full text
    AMAÇ: Bu çalışmada sezaryen operasyonlarında üretral kateter uygulanan ve uygulanmayan hastaların intraoperatif komplikasyonlar ve postoperatif morbidite yönünden karşılaştırılması amaçlandı. MATERYAL ve METOD: Bu çalışma prospektif randomize olarak planlandı. Aralık 2001-Haziran 2002 tarihleri arasında spontan miksiyon sonrası sezaryen ile doğum yaptırılan 50 hasta (1. grup) ile operasyon öncesinde foley üretral kateter uygulanarak sezaryen yapılan 50 hasta (2. grup) intraoperatif komplikasyonlar ve postoperatif morbidite açısından karşılaştırıldı. BULGULAR: Gruplar arasında yaş, gravida, parite, sezaryen endikasyonları, postoperatif enfeksiyon riskini arttırabilecek faktörler ve operasyon süresi açısından anlamlı fark yoktu. Her iki grupta da intraoperatif komplikasyon görülmedi. Postoperatif mobilizasyon birinci grupta anlamlı olarak daha erkendi (6.58±1.69. saate karşılık 12.52±4.48. saat). Birinci gruptaki hastalar 5.24±3.53. saatte spontan idrara çıktılar. Postoperatif 12.saatte spontan idrara çıkmayan ve glob vesikale saptanan 2 hastada (% 4) drenaj amaçlı (bu hastalarda epidural anestezi uygulanmıştı) nelaton sonda uygulandı. İkinci gruptaki hastalarda sondanın çıkarılma süresi postoperatif 12.08±4.42. saatti. Birinci grupta üriner sistem enfeksiyonu saptanmazken ikinci grupta 4 olguda (% 8) saptandı ve aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı idi. SONUÇ: Sezaryen operasyonlarında üretral kateter uygulaması, postoperatif üriner sistem enfeksiyon oranını arttırmaktadır. Sezaryen operasyonlarında üretral kateter uygulanmasının efektif olmadığını düşünmekteyiz.OBJECTIVE: The aim of the study was to compare intraoperative complications and postoperative morbidity of patients to whom urinary catheter were performed or not in cesarean deliveries. STUDY DESING: This study was designed as a prospective randomised study. Fifty patients (Group 1) who delivered with cesarean section after spontaneous mixture were compared with fifty patients (Group 2) to whom Foley urinary catheter were performed before the opertaion for intraoperative complications and postoperative morbidity. FINDINGS: There were no significant differences between the groups for age, gravity, parity, cesarean indications, factors those could increase postoperative infectious risks and operative time. No intraoperative complications were noticed in both groups. Postoperative mobilization was significantly earlier in Group 1 (6.58±1.69 hours vs 12.52±4.48 hours). The average time to first void was 5.24±3.53 hours in Group 1. In Group 2, two patients (% 4) who had glob vesicale required urinary catheter drainage (Both of them had epidural anesthesia). Urinary catheter was removed at 12.08±4.42 hours in Group 2 patients. There were no urinary tract infections in group 1, four in group 2 patients which reached statistical significance. CONCLUSION: Use of urinary catheter at cesarean delivery increases postoperative urinary tract infections. We think that use of urinary catheter at cesarean delivery is ineffective

    Üreme çağındaki polikistik over sendromlu hastalarda metabolik sendrom sıklığı ve farklı metabolik sendrom tanı ölçütlerinin karşılaştırılması

    No full text
    Amaç: Farklı tanı ölçütleri kullanarak polikistik over sendromlu (PKOS) hastalarda metabolik sendrom sıklığını (MetS) araştırmak. Materyal ve Metot: Rotterdam ölçütlerine göre PKOS tanısı konulmuş 182 kadın çalışma grubunu oluştururken, yaşa göre eşleştirilmiş 182 kadın da kontrol grubunu oluşturdu. Her iki grupta da MetS sıklığı Ulusal Kolesterol Eğitim programı (NCEP: National Cholesterol Education Program Expert Panel), Dünya Sağlık Örgütü (WHO: World Health Organization), Amerikan Kalp Derneği/Ulusal Kalp Akciğer Kan Enstitüsü (AHA/NCLBI: American Heart Association/National Heart Lung Blood Institute), Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF: International Diabetes Federation) ve Rotterdam MetS kriterleri kullanılarak araştırıldı. Sonuçlar: PKOS grubunda AHA/NCLBI dışındaki diğer tüm ölçütlerle MetS tanısı konulmuş hasta sıklığı kontrol grubundan fazlaydı. Bu fark, özellikle daha genç yaşlarda daha belirgindi. En yüksek MetS sıklığı tanısı %26 ile IDF ölçütlerine göre konuldu. Bel çevresi ve açlık kan glukozunda kullanılan düşük kesme değerleri IDF ölçütlerini MetS tanısında en ayırt edici ölçütler yapmaktadır. Bu ölçütler PKOS hastalarında riskli kadınların ayırt edilmesinde ve MetS’e bağlı ileride oluşacak etkilerin önlenmesinde kullanılabilir. Tartışma: IDF, NCEP ve Rotterdam ölçütleri göstermektedir ki, PKOS’lu kadınlarda MetS oluşumu daha genç yaşlarda başlayabilir. MetS’in gelecekteki kardiyovasküler etkilerinin tedavisi ve yönetimindeki en önemli strateji önleme olduğu için en ayırt edici ölçütler kullanılarak daha fazla kadını MetS olarak tanımlamak riskli kadınların MetS’in gelecekteki etkilerinden korunmalarını sağlayabilir.Objective: To investigate the frequency of the metabolic syndrome (MetS) by using different criteria in women with polycystic ovary syndrome (PCOS). Materials and Methods: The study group consisted of 182 patients diagnosed with PCOS according to the Rotterdam criteria and 182 age matched controls. MetS frequency was separately investigated in the two groups according to the National Cholesterol Education Program Expert Panel (NCEP), World Health Organization (WHO), American Heart Association/National Heart Lung Blood Institute (AHA/NCLBI), International Diabetes Federation (IDF) and the Rotterdam MetS criteria. Results: Except for the AHA/NCLBI criterion, all criteria showed significantly higher MetS prevalence in patients with PCOS as compared to the control group. This difference was more prominent especially at younger age. The highest frequency of MetS (26%) was observed according to the International Diabetes Federation (IDF) definition. The lower cutoff values of waist circumference and fasting glucose level in the IDF criteria has made it the most discriminative MetS definition for identifying risky individuals for MetS in patients with PCOS. Discussion: Development of MetS may begin at younger ages in PCOS patients by using IDF, NCEP and Rotterdam criteria. As the most important approach for treatment and management of MetS against future cardiovascular events is the preventive strategy, categorizing more women with MetS according to the most discriminative criteria can also be a useful method for identifying the individuals under greater risk to prevent the developmental effects of MetS in patients with PCOS

    Investigation of the prevalance of Trichomonas vaginalis in women with complaints of vaginal discharge and itching

    Get PDF
    Trichomonas vaginalis {T. vaginalis) kadınlarda en sık karşılaşılan cinsel yolla bulaşan patojenler arasında yer alır. Bu çalışmada vajinal akıntı ve kaşıntı şikayeti nedeniyle Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine başvuran yaşları 20-40 arasında değişen hastalarda Trichomonas vaginalis (T. vaginalis) varlığı araştırıldı. Hastaların jinekolojik muayenelerinde spekulum ile vajina arka forniksten steril serum fizyolojik içeren iki tüpe eküvyon ile vajinal akıntı örnekleri toplandı. Eküvyonla alınan vajinal sürüntüden biri direkt mikroskobik bakı ve Giemsa boyama yöntemi için kullanılırken diğeri içinde at serumu ve antibiyotik ilave edilen Trichomonas besiyerine (CPLM) ekim yapılarak incelendi. Her üç yöntemle, 275 örnekte toplam (%2,18) oranında parazit saptandı. Alınan 275 örneğin lam-lamel arası inceleme ve boyama yöntemiyle 5'inde (%1,81), kültür yöntemiyle 6'sında (%2,18) T. vaginalis saptandı Sonuç olarak, T. vaginalis tanısında Direkt mikroskopik incelemenin yanı sıra kültür yönteminin de yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Çalışma bölgemizde ilk kez yapılmış olup Türkiye'nin diğer bölgelerinde yapılan çalışmalarla karşılaştırılmıştır ve elde ettiğimiz oranın diğer bölgelerdekine göre daha düşük olduğu görülmüştür.Trichomonas vaginalis (T. vaginalis) is the most common pathogen that is sexually spread in women. In this study, the presence of Trichomonas vaginalis was investigated in patients with vaginal discharge and itching who presented at the polyclinic of the Mustafa Kemal University Medical Faculty Department of Gynecology. These women were between 20-40 years of age. During gynecologic examination of patients, vaginal fluid samples were collected with swaps from the speculum and fornics to two tubes that contained sterile saline. One of the vaginal discharges collected with swaps was used for direct microscopic examination and Giemsa staining. The other one was used for culturing for T. vaginalis in Trichomonas medium that contained horse serum and antibiotics. While the frequency of T. vaginalis was found to be 1.81% (5 of the 275 samples) by the direct microscopic examination and Giemsa stain, this ratio was 2.18% (6 of the 275 samples) by the culture method. In conclusion, it was decided to use the culture method in diagnosis of T. vaginalis in addition to direct microscopic examination. This was the first study of T. vaginalis infection in our region and it was compared with other studies carried out in other regions of Turkey. Our results were somewhat lower than those in other regions

    Delivered foetus by the section cesarriannea and cerebral infarct a causing maternal death

    No full text
    21 yaşında, G.2, P.O, A. 1, Y.O ve 35 haftalık gebe olarak şiddetli baş ağrısı ve anlamsız konuşma yakınması ve intrakranial kitle ön tanısı ile Beyin Cerrahi kliniğine yatırılan Bilgisayarlı Beyin Tomografisi (BBT)'nde sol parietalde 3x2cm.lik akut infarkt alanının, ertesi gün yapılan Magnetik Rezonans Görüntüleme (MRG)'sinde ise sol parietotemporooksipital lopta infarkt sabitlendiğinden medikal tedavi için Nöroloji kliniğine taburcu edildiği ve obstetrik muayene ve ultrasongrafısinde 35 haftalık ınakad prezentasyonlu canlı gebeliği saptanan olgunun, izlemi sırasında pulmoner arrest olması üzerine mekanik ventilasyon için Yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Obstetrik rekonsültasyon sonrası sezaryen yapılarak makadi prezentasyonlu 1640 gram ağırlıklı I -5.dakika Apgar skoru 7-9 olan canlı erkek çocuk duğurtuldu. Postoperatuvar 2. gün kardiyak arrest gelişen olgu resusitasyon girişimlerine rağmen exitus önlenemedi. MRI, serebral infarkt tanısında ilk tercih edilen görüntüleme yöntemi olmalı ayrıca anjiyografı yardımıyla trombolitik tedavi seçeneğinin de bundan sonraki akut serebral infarktlı olguların medikal tedavisinde yer alması düşünülmektedir.A 21 years old woman gravidity.2, parity.O, Abortion. 1 presented with severe headache and hospitolised because of intracranial mass in the Brain Surgery Clinic. Since the 3x2cm mass in the left parietal lobe found by Computerised Brain Tomograpy (CBT) was revealed as acute infarct in the left parieto-temporo-parietal lobe with Magnetic Resonanse Imaging (MRI), the patient was delivered to the Neurology Clinic for medical treatment. Obstetric ultrasonograhy revealed 35 weeks gestation with cardiac arrest and breech presentation. Because pulmonary arrest occured during the treatment, mechanical ventilation was needed and the patient was transferred to the Extensive Care Unit of The Anestesiology and Reanimation Department. Cesariannea section was performed and 1640 gram male baby in breech presentation was delivered with Apgar scores 7 at the first minute and 9 at the fifth minute. Since cardiac arrest occured or the postoperative second day, the patient could not be rescued despite resusitation. MRI should be the first line imaging method for diagnosis of cerebral infarct. Besides, with the aid of cerebral angiography, thrombolytic therapy is thought to take place as an alternative in the medical treatment of acute cerebral infarct cases

    Evaluation of pain after uterine artery embolization

    Get PDF
    Objective: In this study our aim was to determine the severity of post procedure pain associated with uterine artery embolization (UAE). Study Design: Twenty-one women with symptomatic uterine fibroid were recruited for the study. The procedure was performed in the angiography unit under conscious sedation. All patients received prophylactic intravenous antibiotics and analgesic, ibuprofen 600 mg. At the completion of the procedure, all patients were given ibuprofen 600 mg orally every six hours. The patients were discharged with oral ibuprofen (600 mg 4 times daily). The main outcome measure was severity of pain. The instrument for evaluation of pain was visual analog scale. The measurements were taken at every hour. Results: Twenty-one procedures were performed. The mean age was 43.04±4.21 years (range 34-52) and median parity was 4 (0-6). The mean post procedure pain scores after 1, 2 and 3 hours were 3.33±2.00, 4.57±1.74, 4.95±1.71 respectively. After the completion of embolization, it was found that pain appeared to peak in the initial 3-4 post-embolization hours, reached a plateau and then declined by 9 hours. Conclusion: There is an increased need for post procedural pain control for UAE patients, especially in the first 6 hours after the procedure.Objective: In this study our aim was to determine the severity of post procedure pain associated with uterine artery embolization (UAE). Study Design: Twenty-one women with symptomatic uterine fibroid were recruited for the study. The procedure was performed in the angiography unit under conscious sedation. All patients received prophylactic intravenous antibiotics and analgesic, ibuprofen 600 mg. At the completion of the procedure, all patients were given ibuprofen 600 mg orally every six hours. The patients were discharged with oral ibuprofen (600 mg 4 times daily). The main outcome measure was severity of pain. The instrument for evaluation of pain was visual analog scale. The measurements were taken at every hour. Results: Twenty-one procedures were performed. The mean age was 43.04±4.21 years (range 34-52) and median parity was 4 (0-6). The mean post procedure pain scores after 1, 2 and 3 hours were 3.33±2.00, 4.57±1.74, 4.95±1.71 respectively. After the completion of embolization, it was found that pain appeared to peak in the initial 3-4 post-embolization hours, reached a plateau and then declined by 9 hours. Conclusion: There is an increased need for post procedural pain control for UAE patients, especially in the first 6 hours after the procedure

    The effectiveness of intrapartum fetal monitoring

    No full text
    Amaç: İntrapartum elektronik fetal monitorisazyonun (EFM) fetal asidozu ve yenidoğan yoğun bakım ihtiyacını belirlemedeki etkinliğinin araştırılması. Gereç ve Yöntem: Kliniğimize doğum amacıyla başvuran, gebelik yaşı 37-42 hafta arasında olan 100 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar eylem süresince eksternal olarak kardiotokografi ile monitorize edildi. Variabilite kaybı, değişken deselerasyon ve geç deselerasyon varlığı non-reaktif test olarak kabul edildi. Doğum sonrası çift klemplenmiş umblikal arterden fetal kan gazı analizi yapıldı ve Apgar skorları değerlendirildi. pH<7.20 ve baz açığı <-12 mmol/L, sınır değerler alınıp, çapraz tablolar oluşturularak, anormal EFM varlığının belirtilen durumları ve asfiksi ön tanısıyla yenidoğan yoğun bakıma yatırılan bebekleri saptayabilmedeki değeri araştırıldı. İstatistiksel analizler SPSS 9.05 paket program kullanılarak gerçekleştirildi. Bulgular: Anormal fetal kalp hızı paternlerinin düşük Apgar skorlarını belirlemedeki sensitivite, spesifite, pozitif prediktif değer ve negatif prediktif değeri birinci dakika için sırasıyla; %61.9, %91.1, %65.0 ve %90.0, aynı değerler beşinci dakika için sırasıyla; %75.0, %87.5, %45.0 ve %96.3 olarak bulundu. Aynı değerler pH<7.20 için sırasıyla; %58.8, %88.0, %50.0 ve %91.3 olarak saptandı. Baz açığı <-12 olması için aynı değerler sırasıyla; %45.5, %83.1, %25.0 ve %92.5 olarak saptandı. Yenidoğan yoğun bakım ihtiyacını belirlemedeki sensitivitesi %75.0, spesifitesi %84.8, pozitif prediktif değeri %30.0 ve negatif prediktif değeri %97.5 olarak saptandı. Sonuç: Travayda saptanan normal kalp hızı paternleri yüksek oranda olumlu fetal iyilik haliyle birliktedir. Ancak anormal paternlerin varlığı aynı şekilde yüksek oranda kötü fetal sonuçla birliktelik göstermemektedir.Objective: The aim of this study was to evaluate the effectiveness of intrapartum electronical fetal monitoring (EFM) on fetal asidosis and need for neonatal admission to intensive care unit. Material and Methods: In this study 100 pregnant women whose gestational ages were between 37-42 weeks were enrolled. They were monitorised by external cardiotocography during labour. Loss of variability, variable deceleration, late deceleration were accepted as non-reactive test. After the delivery, blood samples were taken from the umbilical artery of double clemped umbilical cord and fetal blood gas parameters were analyzed and Apgar scores were evaluated. pH&lt;7.20 and anion gap &lt;-12 mmol/L were taken as limits, cross tables were made. Predictive value of abnormal EFM on the abnormality of these parameters and of babies who were admitted to intensive care units were evaluated. Statistical analyses were performed by SPSS 9.05 statistical package program. Results: The sensitivity, specificity, positive predictive value and negative predictive value of abnormal fetal cardiac patterns to determine the low Apgar scores for the first minute were; 61.9%, 91.1%, 65.0% and 90.0% respectively and the same values for the fifth minute were 75.0%, 87.5%, 45.0% and 96.3% respectively. The same values for pH&lt;7.20 were; 58.8%, 88.0%, 50.0% and 91.3% respectively. The same values for anion gap &lt;-12 were 45.5%, 83.1%, 25.0% and 92.5% respectively. The sensitivity was 75.0%, specificity was 84.8%, positive predictive value was 30.0% and negative predictive value was 97.5% for determining the need for admission of the neonate to intensive care unit. Conclusions: Normal fetal cardiac pattern during labor predict favorable conditions of the fetus in high rates . But abnormal patterns are not related with bad results in high rates as seen with normal results
    corecore